Büyük Ortadoğu Projesi ve Türkiye

Bugün Amerika Birleşik Devletleri; okyanuslar ötesinde Kanada, Meksika ve Latin Amerika ile bir bütünlük içerisindedir. Avrupa Birliği de birlik üyesi ülkelerde yaşanan ekonomik krizlere karşın, bütünlüğünü tamamlama yolunda hızla ilerlemektedir. Rusya, tarihsel süreç içerisinde bir dokunulmazlık elde etmiştir. Çin, engellenemeyecek bir gelişme çizgisine ulaşmıştır. Japonya nüfuz yarışında yer almamaktadır. Sonuçta, bugünün dünyasında egemenlik tesis edilebilecek bölgeler olarak, sadece; Orta Asya’nın bir kısmı, Büyük Ortadoğu, Orta ve Güney Afrika kalmıştır. Orta ve Güney Afrika’nın ikinci derecede ekonomik değerlere sahip olması, sosyal ve ekonomik sorunlarının başa çıkılamayacak ölçülere ulaşması, ayrıca terör tehdidi için de bir zemin teşkil etmemesi, bu bölgeleri şimdilik egemen güçlerin ilgi alanı dışında bırakmıştır.

Günümüzde Balkanların, AB süreci içerisinde zamanla sorunlu bir bölge olmaktan çıkarılması amaçlanmaktadır. Orta Asya’nın bir kısmında ve Kafkaslardaki anlaşmazlık ve sorunlar, Rusya’nın yeterli kontrolü altında makul ölçülerde tutulabilmektedir.

Bu genel tablo içerisinde; genel egemenlik tesis edilmemiş bölgelerde enerji ve hammadde kaynaklarına el atmak, stratejik harekat açısından üs ve kolaylık imkanı sağlayabilecek değerdeki noktaları ele geçirmek, deniz ve hava ulaştırma yollarını kontrol etmek, ABD’nin amaçları arasına girmiştir. ABD, bu amaçlarına ulaşma yolundaki eylemlerini, “özgür ve demokratik bir dünyanın yaratılması” söylemi ardında gerçekleştirmektedir. Şimdi hedefte olan bölge Ortadoğu’dur.

Çünkü dünyadaki en büyük işletilebilir petrol rezervleri Ortadoğu’dadır. Bu kaynak, ABD’nin ulusal çıkarları doğrultusunda kontrol altına alınmalıdır. Ortadoğu’dan petrol akışının kesintisiz olarak sürdürülebilmesi için petrol nakliyatında kullanılan yolların güvenliğinin sağlanmasına ilaveten, Orta Asya’dan Hint Okyanusu’na ulaşan enerji koridorunun da açık bulundurulması gerekmektedir.

Bu kadar geniş bir coğrafyada sadece kendi askeri gücünü kullanmak yerine, yeni müttefikler edinmek, yeni üsler tesis etmek ve yeni güvenlik sistemleri oluşturmak, ABD açısından daha ekonomik bir hareket tarzı haline gelmiştir. Bu hareket tarzının ışığında ABD’nin genel amacı; kısa vadede Irak’tan başlayarak Ortadoğu’yu şekillendirmek ve Körfez bölgesine hakim olmak, orta vadede Avrasya’yı kontrol etmek, uzun vadede ise dünya egemenliğini tesis etmektir.

Bu amaç içerisindeki diğer bağlı amaçlar ise; petrole kavuşmak, güvenliğini pekiştirmek, ekonomisini geliştirmek, bölgede nüfuzunu sağlamlaştırmak, dünyada tek egemen güç olma özelliğini devam ettirmek, Kafkaslar, Orta Asya, Güney Asya ve Ortadoğu’da; AB, Rusya, Çin ve Japonya’nın ABD ulusal çıkarlarını etkileyecek ölçüde gelişmesine mani olmaktır.

ABD ve 21. Yüzyıl

ABD; 1998’de Başkan Clinton döneminde “21. yüzyılı şekillendirme düşüncesi” adında yeni bir stratejik yaklaşım geliştirmiştir. Bu stratejik yaklaşım, dünyayı ABD’nin ulusal çıkarları doğrultusunda şekillendirmeyi amaçlamaktadır. 11 Eylül 2001 saldırısı sonrasında Afganistan müdahalesi ve 2003’te Irak’ın işgali, bu stratejinin ilk adımlarıdır.

“21. yüzyılı şekillendirme düşüncesi”, Amerikan halkının temel yaşam kaygılarının yok edilmesi ve sahip olunan refah düzeyinin sürdürülmesi yaklaşımından kaynaklanmaktadır. Bu yaklaşımla Ortadoğu, Orta Asya ve Hazar Bölgesi ABD’nin yaşam sahası olarak görülmektedir. ABD; anılan bölgelerde kalıcı bir egemenlik tesis etmeyi, kendi varlığını sürdürmekle eşdeğer görmektedir.

Bu stratejiyle ABD’nin yaşam sahası Amerika Kıtası dışına taşırılmıştır. Çünkü eski Başkan Bush’a göre; “Artık okyanuslar ABD’yi savunmaya yetmemekte”dir. Büyük Ortadoğu Projesi de ABD’nin bu stratejik temel yaklaşımı içerisinde yer almaktadır.

Tarihsel süreç içerisinde Roma ve Bizans Dönemi sonrasında Ortadoğu’daki nüfuz mücadelesinin başlıca tarafları; Birinci Dünya Savaşı’na kadar olan dönemde Osmanlı İmparatorluğu, Fransa, İngiltere, Rusya ve Almanya olmuştur. Rus İmparatorluğu’nun varisi Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği [SSCB] Birinci Dünya Savaşı sonrasında bölgeyle ilgisini devam ettirmiş, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ise başlıca aktörler; ABD, SSCB, İngiltere ve Fransa olmuştur.

ABD, bugünkü yeni stratejik yaklaşımıyla Ortadoğu’yu her alanda daha yoğun şekilde etki altında bulundurmayı amaçlamaktadır. Zaten stratejik bir bakışla Ortadoğu’yu, geçmişte “Merkezi Harekat Alanı” olarak tanımlamıştır. CENTCOM olarak adlandırdığı ve bölgede teşkil ettiği komutanlığın sorumluluk alanını, Ortadoğu ve Afrika olarak belirlemiştir.

ABD’nin Güvenlik Anlayışı ve Haydut Devletler

Büyük Ortadoğu Projesi ve TürkiyeABD; ortada kanıt olsun, ya da olmasın, kendi varlığı için tehlike veya tehdit teşkil ettiğine inandığı her oluşuma karşı, hiçbir kurala bağlı kalmaksızın müdahale etmekten kaçınmaz. Sovyetler Birliği’nin yıkılması ve Varşova Paktı’nın dağılması, ABD’ye tüm dünyada hareket serbestisi sağlamıştır. Kendisine göre bir tehlike ve tehdit algılama mantığı geliştirmiştir.

ABD Genelkurmay Başkanlığının yönlendirmesinde faaliyet gösteren Stratejik ve Uluslararası İlişkiler Merkezi [CISIS], dünyanın şekillendirilmesinde bir rehber olmak üzere, ABD’nin ulusal çıkarları açısından tehlike ve tehdit oluşturabilecek devletleri belirlemiştir. Bunların ilk grubunda, çoğunlukla Ortadoğu devletleri yer almaktadır. ABD açısından güvenlik sorunu olarak nitelendirilebilecek 3 tür devlet bulunmaktadır:

  1. Haydut Devletler:  Libya, İran, Irak, Suriye ve Kuzey Kore.
  2. Aday Haydut Devletler: Türkiye, Pakistan, Güney Kore, Mısır, Endonezya, Suudi Arabistan ve Hindistan.
  3. Aday Adayı Haydut Devletler: Rusya, Çin…

Haydut Devlet kavramı ilk olarak 1991 tarihinde ABD eski Genelkurmay Başkanı Carl Edward Vuono tarafından kullanılmış ve ABD’nin şahin kanat isimleri tarafından bir güvenlik stratejisi haline getirilmiştir. Haydut Devlet kavramıyla, ne yapacağı önceden bilinemeyen, dünya barışı için tehdit oluşturan  ve terörü desteklediği iddia edilen devletler tarif edilmektedir. Gerçekte ise ABD çıkarları için tehlike oluşturan, ABD’nin dümen suyuna girmeyen ülkeler bu listenin içindedir.

Haydut Devletler kategorisine giren ülkeler incelendiğinde Kuzey Kore ve İran hariç diğer ülkelerin işi bitirilmiş, Suriye ise namlunun ucunda güvenlik tehdidi olmaktan çıkarılacak ilk ülke olarak beklemektedir.  CSIS’e göre Türkiye’nin Aday Haydut Devleti olmasının nedeni, ABD’nin kendisine tehdit olarak gördüğü ülkeler ile doğrudan ilişkiye girmesi; Kıbrıs, Ege ve Ermeni sorunlarında Washington ile çoğu zaman ters düşmesidir.

ABD, Büyük Ortadoğu Projesi’nin Amaçları ve Projeye Dahil Ülkeler

ABD, 11 Eylül saldırıları sonrasında, küresel egemenliğinin önündeki en büyük tehditlerden birinin “küresel terörizm”, daha doğrusu radikal İslam olduğunu büyük bir dehşetle görmüştü. Soğuk Savaş döneminde ABD Başkanı Carter’ın “Yeşil Kuşak Projesi” ile SSCB’ye karşı beslediği “kızıl tehlikeye karşı yeşil panzehir” silahının bir numaralı hedefi artık kendisiydi. Klasik terörizmle mücadele yöntemlerinin ancak sivrisinekleri öldürdüğünü fark eden ABD’nin, 11 Eylül saldırıları sonrası bataklığı kurutma arayışları Büyük Ortadoğu Projesi ile sonuçlandı.

İlk kez Ekim 2003’te ABD Dışişleri Bakanı Yardımcısı Marc Grosman tarafından, daha sonra 2004 başlangıcında Davos’ta, ABD Başkan Yardımcısı Dick Cheney tarafından dile getirilen Büyük Ortadoğu Projesi’nin amaçları kaba hatlarıyla şöyledir:

  • Bölgede istikrarı sağlamak,
  • Filistin-İsrail anlaşmazlığına iki devletli çözüm getirmek,
  • Teröre destek veren ülkelerle savaşmak,
  • Ortadoğu ülkelerinde siyasal ve ekonomik ortamlara destek sağlamak.

2005-2009 yılları arasında ABD Dışişleri Bakanlığı görevini yürüten Condoleezza Rice,  Washington Post gazetesinin 7.8.2003 tarihli sayısında yayınlanan “Transforming The Middle East–Ortadoğu’yu Dönüştürmek” başlıklı yazısında aralarında Türkiye’nin de bulunduğu Fas’tan Basra körfezine kadar uzanan coğrafyada 22 devletin rejiminin, sınır ve haritalarının değiştirileceğini vurgulamıştır.

Büyük Ortadoğu Projesi hakkında bazı siyasi ve askeri çevreler projenin temel amaçlarını genelde şu şekilde ifade etmektedirler:

  • İsrail’in varlığını korumak,
  • Kesintisiz petrol akışını sürdürmek,
  • Kitle imha silahlarını yok etmek,
  • ABD’ye muhalif yönetimleri ve unsurları etkisizleştirmek,
  • Terörün zemin bulduğu ortamı yok etmek,
  • Irak’ı denetim altına almak,
  • Filistin’de istikrarı sağlamak.

ABD yetkililerinin bu projeyi tanımlaması ise, belirtilen amaçlarla örtüşmekle beraber, daha değişiktir:

  • Enerji kaynaklarına sahip olan bölgelerin kontrolü,
  • Enerji ulaşım yollarının kontrol ve denetimi,
  • Asimetrik tehdidi oluşturan terörist eylemlerin önlenmesi,
  • Kökten dinci İslam zeminine ılımlı İslamın oturtulması,
  • ABD ulusal çıkarlarının Ortadoğu’da korunması,
  • Bölgede bölgesel güç konumuna erişmiş devletlerin bu etkinliğinin azaltılması, askeri güçlerinin küçültülmesi ve bu güçlerden ABD çıkarlarına uygun şekilde istifade edilmesi,
  • Terörist eylemlerde kullanılabilecek olan kitle imha silahlarının yok edilmesi,
  • Mali ve ekonomik yardım suretiyle bölgede ABD nüfuzunun yaygınlaştırılması,
  • Batı karşıtlığına yol açan anlaşmazlıkların ortadan kaldırılması.

Kesin sınırları tartışmalı olan bölgede 700 milyondan fazla insan yaşamakta, 12 milyon km2’lik bir alanı kapsamaktadır. Projeye dahil olan ülkeler başlıca beş gruptan oluşmaktadır.

  1. Kuzey Afrika Grubu: Fas, Cezayir, Tunus, Mısır, Libya [projede varlığı henüz teyit edilmemiştir].
  2. Akdeniz Ülkeleri: Türkiye, Suriye, Lübnan, Ürdün, İsrail, Filistin [Arap-İsrail anlaşmazlığının iki devlet şeklinde çözümünü öngörmektedir],
  3. Kafkas Ülkeleri: Azerbaycan, Ermenistan, Gürcistan.
  4. Körfez Ülkeleri: Suudi Arabistan, Bahreyn, Birleşik Arap Emirlikleri, Katar, Kuveyt, Umman, Yemen.
  5. Asya Ülkeleri: İran, Irak, Afganistan, Pakistan, Bangladeş [projede varlığı henüz teyit edilmemiştir].

Bölgenin sergilediği genel tablo; yoksulluk, geri kalmışlık, olmayan bir büyüme hızı, hızlı nüfus artışı, göç, antidemokratik yönetimler, teröre kaynaklık etme, anlaşmazlık ve çatışmalardır.

Bu genel tablo içerisinde ABD’nin sloganı; “Ortadoğu’ya refah ve özgürlük gelsin”, “Ortadoğu’ya demokrasi gelsin”, “Bölgeye liberal ekonomi yerleşsin”, “Antidemokratik rejimler yok edilsin”, “Ortadoğu ülkeleri arasında güvenlik ve işbirliği sağlansın”, “Kamu ve yerel yönetim reformları yapılsın”, “Siyasal ve ekonomik reformlar yapılsın”, “Tüm anlaşmazlıklar giderilsin”, “Bölge zenginleşsin”, “Bölgeye barış ve istikrar gelsin”, “Ekonomik kalkınma sağlansın” şeklindedir. Bunların hiçbiri makul bir düşüncenin kabul etmeyeceği şeyler değildir. Ama hepsi gerçekte tek bir amaca yöneliktir: “ABD bölgede egemen olsun.”

Gerçekleştirileceği ifade edilen tüm hususlar Ortadoğu halklarının yararınaymış gibi gösterilmekte ise de, temel yaklaşım ABD çıkarlarının korunması ve ABD ulusunun refahını sağlayacak kaynakların kontrol altında bulundurulmasıdır. Bu amaçla yeni bir ulusal güvenlik stratejisi geliştirilmiştir.

ABD’nin yeni ulusal güvenlik stratejisi şunları içermektedir:

  • Hedef ülkelerin tehdit yeteneği kazanmadan vurulması,
  • Hiçbir uluslararası kuruluşun veya anlaşmanın ABD çıkarları ve ABD uygulamaları açısından engel teşkil etmemesi,
  • Dünya egemenliğinde ABD’ye rakip olabilecek bir egemen gücün doğmaması,
  • ABD çıkarlarının elde edilmesi için gerektiğinde askeri güç kullanılması.

Avrupa Birliği ve Büyük Ortadoğu Projesi

ABD tarafından geliştirilen Büyük Ortadoğu Projesi aslında AB’nin çıkarlarına da hizmet etmektedir. Bölge bazı AB ülkeleri için de değişik sorunların kaynağıdır. Bu nedenle bölge, ABD ve AB çıkarların korunması açısından müşterek ilgi alanı haline gelmiştir.

ABD’nin Ortadoğu ile ilgili olarak AB ülkelerine verdiği mesaj şu şekildedir:

ABD’nin ve AB ülkelerinin ulusal çıkarları bu bölgenin denetim altına alınmasını gerektirmektedir. Radikal İslam yakın bir gelecekte sizler için de büyük sorun teşkil edecektir. Bunun işaretleri giderek ortaya çıkmaktadır. ABD ile beraber olun, projeye destek verin. Sorunları kaynağında yok edelim. Terörün zemin bulduğu alt yapıyı yıkalım. Büyük Ortadoğu’da istikrarı sağlayalım.

ABD’nin Ortadoğu ile ilgili olarak tüm dünyaya verdiği mesaj ise şöyledir:

Uluslararası terörizm tüm dünyayı tehdit etmektedir. Bu tehdidin kaynağı Ortadoğu’dur. Bölgeden petrolü kesintisiz alamıyoruz. Hammadde kaynaklarından yararlanamıyoruz. Bölgeye yatırım yapamıyoruz. Pazar payımızı genişletemiyoruz. Bu sorunlar devam ettiği sürece dünyada güvenlik tehlikeye düşüyor. Refahımız olumsuz yönde etkileniyor. Tehditlerle karşı karşıya kalıyoruz. Tehdidin asimetrik olma özelliği bu mücadelede güçlük yaratıyor. Konvansiyonel tehdit olsa bununla başa çıkmak kolay. ABD askeri gücü dünyada hiçbir gücün karşı koyamayacağı ölçüdedir. Ancak tehdidin asimetrik olma özelliği mücadele bizi zorluyor. Bu coğrafya mutlaka denetim altına alınmalıdır.

Türkiye ve Büyük Ortadoğu Projesi

Büyük Ortadoğu Projesi içerisinde ABD’nin Türkiye’ye yönelik muhtemel değerlendirmesinin şu şekilde olduğu düşünülmektedir:

Türkiye’nin noksan da olsa gelişmekte olan bir demokrasi kültürü var. Aşındırılması için uygun ortam yaratılmakla birlikte devam eden laik bir görüntüsü var. Bunlar Türkiye’nin bölge ülkelerine bir model oluşturması için yeterlidir. Zaten Ortadoğu ülkelerinde birinci sınıf demokrasiye gerek yoktur. Türkiye’de laiklik şimdilik bizim kontrolümüze imkan sağlayabilen bir yapı olmakla beraber, gelecekte onun yerine Ilımlı İslam’ı koyarsak toplumu tepki veremeyecek bir hale sokmuş oluruz.

Büyük Ortadoğu ve Yeni Dünya Düzeni

1991’de Sovyetler Birliği’nin dağılması ile tek kutuplu hale gelen dünyada yeni bir sömürgecilik anlayışı gelişti. “Daha fazla özgürlük, daha fazla zenginlik” söylemi ile yola çıkan ABD, başını çektiği küreselleşme süreci içinde, dünya egemenliğini tesis etme yolunda büyük mesafeler kat etti. Kissinger’a göre; küreselleşme Amerikan hegemonyasının diğer bir adıydı.

Yeni sömürgecilik anlayışının yani küreselleşmenin temel taktiği, sömürge haline getirilmesi hedeflenen toplumların ulusal bilinçten arındırılmasıdır. Geçmişte dünyayı sömüren emperyalist devletlerin uygulamaları bugün de üzeri örtülü şekilde devam etmektedir. Yeni Dünya Düzeni ya da Küreselleşme adı verilen bu oluşum etkinliğini her coğrafyada hissettirmektedir. Bir kısım eski sömürgeci ülkeler, geçmişte egemen olduğu topraklarda bugün de etkinliklerini sürdürmektedirler. Siyasi bağımsızlığını kazanmış gibi görünen eski sömürge ülkelerinde, eski efendilerin hegemonyası yine devam etmektedir. Müslüman kimlikli ülkelerde siyasal İslam bu yolda en elverişli araçtır. Siyasal İslam kitleleri ulusal bilinçten arındırmak için uygun bir alt yapı oluşturur.

Yeni Dünya Düzeni içinde ABD’nin uyguladığı yeni politika, “böl, güçsüz kıl, yönet” yerine, “küçült, birleştir, yönet” şekline dönüşmüştür.

Geçmişte sömürgecilik yöntemleriyle hiçbir bedel ödenmeksizin elde edilen mal ve hizmetlerin, bugün değerinden daha az bir bedelle alınması ve yeni pazarlara sahip olunması, ABD’nin ve diğer egemen ülkelerin küreselleşme süreci içerisinde başlıca hedefi olmuştur.

Ulus-devletlerin federal devletler haline dönüştürülmesi ve bunların bir federasyon çatısı altında birleştirilmesi, Büyük Ortadoğu Projesinin amaçlarından biridir. ABD bu yapıyla bölgeye barış getireceğini iddia etmektedir.

Bazı çevreler yaygın bir düşünceyle bu barışa “Amerikan Barışı” adını vermektedirler. Aslında bu düşünce tümüyle Yeni Dünya Düzeni anlayışının bir parçasıdır. ABD bu anlayış içinde bölge ülkeleri ile olan ilişkilerini ve konumunu ulusal çıkarları doğrultusunda yeniden gözden geçirmektedir. Bölgedeki askeri varlığında gerçekleştirdiği, üs nakilleri, birlik konuş değişiklikleri gibi son dönem yapısal düzenlemeler bu gerekçeden kaynaklanmaktadır. Yeni uygulama ile ABD aynı zamanda bölge ülkelerine bir mesaj da vermektedir: “Benim çıkarlarım için benimle birlikte hareket edenler vardır, etmeyenler vardır. Edenler ve etmeyenler, verdikleri ve sakındıkları desteğin karşılığını alırlar”.

Ortadoğu ve Ulusal Kimlikler

ABD ve Batı dünyası, bugün Ortadoğu ülkelerinde ulusal kimliklerin yok edilmesini sağlamak amacıyla dinsel eksenli bir politika izlemektedir. İslam’ın temel mezhep yaklaşımlarından ve bu yaklaşımlar içinde kısmi ayrılıklardan [tarikatlar] istifade etmektedirler. Geçmişte aşiret ve kabile toplumlarından oluşan ülkelerde elde ettikleri sömürgecilik deneyimleri, onlara bu imkanı sağlamaktadır. Bölgenin dinsel kimliğinden yararlanarak yönetimde ılımlı İslamı hakim kılmayı amaçlamaktadırlar.

Ilımlı İslam çizgisinin ülkeleri ulaştıracağı nokta, ulusal kimlikten arındırılmış toplumlardır. Çünkü İslam anlayışı kavmiyetçiliği reddetmekte, ümmetçiliği esas almaktadır.

Batı dünyası Ortadoğu’daki hedef ülkelerde ulusal kimliklerin yok edilmesi yolunda atılacak en uygun adımın, siyasal İslam ideolojisi olduğunu ve bu ideolojinin Ortadoğu’nun Müslüman kimlikli ülkelerinde yerleştirilmesi gerektiğine inanmaktadır. Ancak bu yapılırken ılımlı İslamın, radikal İslama dönüşmemesi için önlemler de alınmalıdır. Çünkü radikal İslam ABD ve Batı dünyası için tehdit ve tehlike oluşturmaktadır. Bu nedenle Radikal İslam’ı/Kökten Dinci İslam’ı etkisizleştirmek ve bölgede onun yerine ılımlı İslam’ı yerleştirmek, ABD ve tüm Batı dünyasının savunduğu bir hareket tarzı haline gelmiştir.

Dinamik ekonomisi, yetişmiş insan gücü, hareketli nüfusu, laik ve demokratik yapısı özellikleriyle bugüne kadar bulunduğu coğrafyada öne çıkmış bir ülke olan Türkiye’nin ılımlı İslam’la bütünleştirilerek bölge ülkelerinin özeneceği bir model oluşturması amaçlanmaktadır. Bunun ilk işaretlerini Kasım 1999’da ABD eski Başkanı Clinton vermiştir. Clinton Türkiye ile İslam’ı özleştiren yeni bir terim üreterek, Türkiye’yi “Laik bir İslam Devleti” olarak tanımlamıştır [Bu tanım, Büyük Ortadoğu Projesi’nin ne zaman şekillenmeye başladığının açık bir işaretidir]. ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi içerisinde Müslüman kimlikli tüm ülkelere verdiği mesaj şudur: “Müslüman bir halk, laik ve demokratik bir sistemle yönetilebilir. İşte size bir örnek: Türkiye… Siz de öyle olabilirsiniz.”

ABD’nin geliştirmekte olduğu Büyük Ortadoğu Projesi için temel altyapının oluşturulması, sosyal, siyasal, ekonomik ve askerî bir süreci kapsamaktadır. Proje etkilerinin ortaya çıkması, proje amaçlarına kısmen de olsa ulaşılması, belirli bir zaman dilimine ihtiyaç göstermektedir. Amaçlanan tarih 2025 yılından sonrasıdır. Bu zamana kadar geçecek süre içerisinde, ABD tarafından yeni bir neslin yaratılması mümkün olabilecektir. Bu nesil; bölgede ABD çıkarlarının korunması için gerekli olan yönetim kadrolarının da alt yapısını oluşturabilecektir.

ABD’ye göre, bölgede çıkarları olan tüm ülkeler, kendisi ile birlikte bu mücadeleye katılmalıdırlar. Onlar için bunun yolu, topraklarında ABD’ye üs vermek, teşkil edilen koalisyon kuvvetlerine askeri güç tahsis etmek ve NATO’nun bu bölgeye yönlendirilmesine destek sağlamaktır.

ABD bugün Ortadoğu’da kullanabileceği, daha etkin bir güç manivelası oluşturmayı planlamaktadır. Bunun alt yapısı için yeni güvenlik sistemleri/paktları, yeni üsler ve NATO imkanlarını gündeme getirmektedir. Çünkü geçmişte Sovyetler Birliği tehdidi gerekçesiyle müttefik ülkelerde tesis etmiş olduğu üsler, şekil ve konum itibarıyla artık bu gereksinime yanıt vermemektedir.

ABD’nin politik girişimlerinin etkisiyle, Büyük Ortadoğu Projesi, giderek sadece ABD’nin kendi başına gerçekleştirmeye yöneldiği bir proje olmaktan çıkmaktadır. ABD, diğer güç odaklarının bu projeye karşı koymasını önlemek ve de projeye askeri ve ekonomik destek sağlamak açısından, AB’nin, Rusya’nın ve Çin’in de mümkün olduğunca bu projeye destek vermesi için uğraşmakta, NATO’nun da bölgeye yönlendirilmesine çaba sarf etmektedir. Üst düzey askeri ve politik temsilcileri aracılığıyla yansıttığı görüşlerle, NATO’nun projeye katkı sağlaması yolunda girişimlerini sürdürmektedir. ABD NATO eski Daimi Temsilcisi Burns tarafından önerilen “İstanbul İşbirliği Girişimi”, bu örneklerden biridir. ABD’nin bu yönde geliştirdiği politika, kendisiyle beraber NATO’yu da bölgeye sokmak ya da NATO ile beraber bölgeye girmektir.

ABD ve Güvenlik Değerlendirmesi

ABD bu düşünce tarzını, şu temel değerlendirme üzerine oturtmuştur:

NATO geçmişte Amerika’yı Sovyetler Birliği’ne karşı korumaktaydı. Değişen yeni  dünya dengesinde Ortadoğu kaynaklı asimetrik bir tehdit ortaya çıktı. Bu tehdide karşı ABD’yi kim koruyacak? Avrupa’da konuşlandırdığımız askeri güçler bunu sağlamıyor. Ortadoğu’da ve çevresinde askeri güç konuşlandırmak bu bölgede nüfuz tesis etmek ABD ulusal çıkarları açısından yaşamsal önem arz ediyor. O halde; NATO bölgeye yönlendirilmeli, bölgede yeni askeri güç varlığı konuşlandırılmalıdır.

ABD bu uygulamayı Afganistan’a taşımıştır. Şimdi Irak’a taşımak istemektedir. Avrupa’daki eski Sovyet ardılı ülkelerin içinde bulunduğu sosyo-ekonomik güçlüklerden de istifade ederek, bu ülkelerde askerî güç konuşlandırmaya özel önem ve öncelik vermektedir. Bu bağlamda Karadeniz’de Romanya ve Bulgaristan’da deniz üsleri sağlama girişimleri olduğu ileri sürülmektedir.

Ortadoğu ve Türkiye

Türkiye’nin sorunlu bir coğrafyada yer alması, çevresindeki gelişmelerden etkilenmesini kaçınılmaz kılmaktadır. Ne var ki, Türkiye’nin konumu ve durumu; baş başa kaldığı diğer bölgesel sorunlar bir yana, sadece Ortadoğu kaynaklı sorunlarda dahi yeterli hareket tarzları üretmesini sınırlandırmaktadır.

Türkiye bugün, uluslararası zeminlerde hakkında alınmakta olan olumsuz kararlara karşı koyabilecek imkanlardan giderek yoksun hale getirilmektedir. Bugün Türkiye’nin AB’ye dahil olma girişimlerinin ne şekilde sonuç vereceği, üye ülkelerin tutumlarına bağlı kalmıştır. Bir kısım AB ülkeleri, Türkiye’yi aralarına almaya istekli görünmemektedirler. Birlik içinde yavaş yavaş yükselen sesler böyle bir niyeti açıkça ortaya koymaktadır. Ne var ki bunda, Türkiye’nin geçmişte izlediği politikaların da büyük payı olmuştur. Türkiye’nin Birliğe dahil olma yolunda gösterdiği aşırı arzu, Türkiye açısından ödün anlamına gelen düzenlemelerin kabul edilmesine ve gerçekleştirilmesine yol açmaktadır.

Reform görüntüsündeki ödünlerin belli bir sınırda tutulamaması Türkiye için bir noktadan geriye dönüşü giderek güçleştirmektedir. Türkiye yaşamsal değerdeki bu kırılma noktasını çok iyi tespit etmek zorundadır.

Türkiye yakın zamana kadar AB ile ABD arasındaki bir çizgide denge aramıştır. Ancak bu çizgi şimdi giderek yok olmaktadır. Çünkü AB ile ABD’nin Ortadoğu’da giderek örtüşen menfaatleri Türkiye için bölgede üstlenilebilecek yeni bir rol yaratmıştır. Bu rol; Türkiye’nin Büyük Ortadoğu Birliği içerisinde model oluşturmasıdır. Türkiye’nin AB içinde yer alması yerine, Büyük Ortadoğu Birliği içinde bulunması, ABD ve AB’nin daha çok yararınadır.

ABD ve AB’nin Türkiye’yi Büyük Ortadoğu Projesi için bir model olarak görmelerinin altında yatan gerçek şudur:

  • Türkiye’nin AB’ye üye olmasında büyük zorluklar vardır.
  • Türkiye’nin AB’ye girebilme arzusuyla yapmış olduğu ve yapacağı reformlar, bu ülkede Büyük Ortadoğu Projesi’nin gerçekleştirilmesi için giderek uygun bir alt yapı oluşturmaktadır. Bu süreç içerisinde Türkiye’de, projenin doğasında var olan diğer temel değişiklikler de gerçekleştirilebilecektir.

Büyük Ortadoğu Birliği içinde yer alacak bir Türkiye’nin karşı karşıya kalacağı en büyük tehlike; ulusal birliğinin ve ülke bütünlüğünün korunamamasıdır. Projenin özünde var olan ve özelliğinden kaynaklanan bu tehlike, Türkiye Cumhuriyeti’nin şimdiki yapısını gelecekte devam ettiremeyeceği anlamını da taşımaktadır.

ABD ve Yönetimler

ABD’nin kendi ulusal çıkarları açısından geçmişte uygun davranış sergileyen ve gelecekte de uygun davranış sergileyeceğinden emin olduğu yöneticileri ülkelerinde iş başına getirmek, desteklediği ve sıklıkla uyguladığı bir yöntemdir. ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi içerisinde aynı yöntemi kullanmakta olduğu yönünde işaretler mevcuttur. ABD Ortadoğu ülkelerinde bazı siyasi liderlere Büyük Ortadoğu Projesi’ni benimsetmeye çalışmaktadır. Türkiye’de bazı siyasiler bu projenin Türkiye’ye katkı sağlayacağı yolunda ikna edilmişlerdir. Bir kısmı da değerlendirme yetersizliği nedeniyle yanılgı içerisine girmişlerdir. Bu sayede Kıbrıs sorununun çözüleceğine ve Güneydoğu Anadolu’nun sorun olmaktan çıkacağına inandırılmalardır.

Büyük Ortadoğu Projesi’ni siyasal ideoloji düzleminde uygun gören bazı yerli yöneticiler; ABD’nin dünyayı yeniden şekillendirmesini bir müdahale biçimi olmaktan çok, ABD’nin küresel sorumluluklarını yerine getirme görevi olarak algılamaktadırlar. Bu ve benzeri yaklaşımlar şimdiden toplumda direnç noksanlığı oluşturacak düşünceler üretilmesine zemin hazırlamaktadır.

Geçmişte değişik zeminlerde içimizden çıkan kişilerce dile getirilen; “Federasyonu tartışalım”, “Ortadoğu ülkeleri Avrupa gibi birleşsin”, “Ortadoğu’da demokratikleşmeyi teşvik için çok taraflı bir işbirliği formu kuralım ve Avrupa’nın Helsinki Süreci gibi Ortadoğu için de bir İstanbul Süreci başlatalım” gibi siyasi beyanlar, Ortadoğu Projesi’nin yüksek sesle dile getirilmesinden başka bir şey değildir. Sınırlarımızın ötesinden yükselen, “İstanbul başkentli Ortadoğu Birleşik Devletleri Federasyonu kurulmalıdır” ve “Hayalim, İstanbul’un başkent olduğu Ortadoğu Birleşik Devletleridir” gibi beyanlar da aynı doğrultudadır.

Kuzey Irak’ta ABD tarafından politik lider olarak tanımlanan aşiret reisleri dahi artık Kuzey Irak’ı Güney Kürdistan olarak nitelemeye başlamışlardır. Bu ifadelerin tümü Türkiye’nin toprak bütünlüğünü göz ardı eden siyasal yaklaşımlardır. Bu kadar birbiriyle örtüşen ifadelerin, belli bir dönem süreci içerisinde, art arda kullanılmasını rastlantı olarak kabul etmek mümkün değildir.

Büyük Ortadoğu Haritası

Bu noktada ABD ordusu albaylarından Ralph Peters’in Ortadoğu ve ülkemizde de ses getiren, tepkilere neden olan Büyük Ortadoğu Haritası’na değinmekte fayda var.  Albay Peters 2006 Haziran ayında “Armed Forces Journal- Silahlı Kuvvetler Bülteni”nde çıkan “Blood Borders: How a Better Middle East Would Look – Kanlı Sınırlar: Daha İyi Bir Ortadoğu Nasıl Olabilir” başlıklı yazısında bir Büyük Ortadoğu Haritası çizmiştir.  Yazının ve Büyük Ortadoğu Haritası’nın Pentagon’un yarı resmi yayın organlarından biri sayılan böyle bir dergide üstelik ABD eski Başkanı Clinton’un askeri danışmanlarından biri tarafından yayınlanması son derece önemlidir. Ralph Peters bu makalesinde Ortadoğu haritasının son derece hatalı çizildiğini ve bunun sonucu olarak terörizme ve etnik çatışmalara neden olduğunu iddia etmektedir.  Fakat Peters’e göre bu durumun düzeltilmesi için halen daha fırsat bulunmaktadır. Kürtler ve Şiiler bölgeye barışın gelmesini sağlamak için yeni sınırların çizilmesinde ABD’ye yardımcı olmalıdırlar. Peters’e göre ise asıl sorun yaklaşık 30 milyon nüfusu sahip olan Kürtlerin bölgede bir devletleri olmamasıdır. Tebriz-Diyarbakır hattında kurulacak bir Özgür Kürdistan, Bulgaristan ve Japonya arasındaki bölgede en Batı yanlısı ülke olacak ve bu ABD’nin yararına olacaktır.

Peters’ın çizdiği bu Büyük Ortadoğu Haritası’nda eski ve olması gereken sınırlar belirtilmekte, Türkiye ise topraklarının büyük bölümünü Özgür Kürdistan adıyla kurulacak devlete kaptıracağından kaybeden ülkeler arasında gösterilmektedir.

Gelinen Nokta ve Türkiye

Büyük Ortadoğu Projesi’nin mimarlarına göre “Türkiye’yi ve Türkiye gibi İslam ülkelerini, ılımlı bir İslami rejimle yönetmek en doğru hareket tarzıdır.”

Şüphesiz ki, Türk halkının bir Müslüman Kimliği vardır. Ancak bu kimlik hiçbir zaman Türk kimliği önüne geçmemelidir. Türkiye hiçbir platformda Müslüman ülke ya da ılımlı İslam ülkesi modeli yakıştırmasını kabul etmemelidir. Türkiye Cumhuriyeti laik bir devlettir. Resmi olmayan zeminlerde dahi adının önüne bir dinsel sıfatın getirilmesi, onun laik yapısının değiştirilmesi gerektiği yolunda bir anlam taşır.

Müslüman ülke ifadesi Türkiye’yi tanımlamaktan çok uzaktır. Türk Ulusu’nun bireysel temeldeki kimliği Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı ve Türk kimliğidir. Bu kimlik tarihsel süreç içerisinde Orta Asya’dan Anadolu’ya göç ederek yerleşen Türk kavimlerinin sosyolojik etkenler sonucunda değişimiyle ortaya çıkmıştır. Ulusumuzun Türk kimliği, Müslümanlığın ortaya çıktığı 7. yüzyıldan binlerce yıl öncesine dayanmaktadır.

Birinci Dünya Savaşı sırasında “Türkler gayri medeni bir millettir. Geldikleri yere -Orta Asya’ya- geri gönderilmelidirler” diyen İngiliz Başbakanı Lord Curzon’un bu ifadesi, aslında tüm Hristiyan Batı Dünyasında var olan Türkler hakkındaki yaygın ortak düşünceyi yansıtmaktadır. Bu düşüncenin temel kaynağı 900 yıldır yaşatılan “Haçlı Zihniyeti”dir. Bu zihniyet Anadolu’yu, Hristiyan değerlerinin içinde yer alan bir bölge olarak görür. Latin kültürü, Roma kültürü ve Grek kültürü üzerine inşa edildiği öne sürülen Batı uygarlığı; Anadolu’yu kendi kültür değerleri içerisinde sayar. Büyük Ortadoğu Projesi bir yönüyle bu değerlendirmeye de katkı sağlayacaktır.

Hristiyan dünyası için özel bir konumu ve önemi olan Anadolu’nun Hristiyan değerleri kapsamında yeniden şekillendirilmesi, belki de Büyük Ortadoğu Projesi’yle mümkün olabilecektir.

Sadece 200 yıllık bir tarih içinde, farklı uluslardan bir araya gelmiş halkları aynı potada eriterek, onlara ulusal bir kimlik kazandırmayı amaçlayan, ulusal birlik ve beraberliğini sürdürmek ve ulusal kimliğini muhafaza etmek için özel önem ve çaba gösteren ABD; Ortadoğu ülkelerinin ulusal kimliklerden arındırılmasını hedeflemektedir.

Büyük Ortadoğu’daki ulus-devletler Yerel Devletler Federasyonu çatısı altında bir araya getirilebilirler ise, nüfuz altına alınmaları kolaylaşacaktır. Burada temel nokta ulusal direncin yok edilmesidir. Türkiye’de ulusal direncin yok edilmesi için atılacak birinci adım ulusal direnci oluşturan Kemalizm ideolojisinin yok edilmesi, ikinci adım siyasal İslam için uygun zeminin oluşturulması, üçüncü adım ise, toplumsal yapıda ortaya çıkacak çözülme sonrası ümmet niteliğinde bir toplumun yaratılmasıdır.

Bölgede güçlü ulus-devlet niteliğine sahip olan Türkiye’nin bu özelliğini yitirmesini sağlamak için;

  • Kemalizm ideolojisini geçersiz kılmak,
  • Kamu ve yerel yönetimleri, merkezi yönetimin kontrol ve denetim alanı dışına çıkarmak,
  • Silahlı Kuvvetler de dahil olmak üzere Cumhuriyet’in temel niteliklerini koruyabilecek güçte olan kurum ve kuruluşları etkisiz hale getirmek şarttır.

Ne var ki, Türkiye’de Kemalizm [Atatürk İlke ve Devrimleri], Türkiye Cumhuriyeti’nin ve Cumhuriyet rejimin korunması için çok güçlü bir ortak payda oluşturmaktadır.

Türkiye’nin bugün karşı karşıya kaldığı temel güçlük, AB’ye üye olabilmek amacıyla gerçekleştirdiği reformların günü geldiğinde Türkiye’nin ulus birliğini ve ülke bütünlüğünü muhafaza etmede sorun yaratması ve belirtilen ulusal değerlerin zamanla hızlı bir aşınmaya maruz kalmasıdır.

AB’ye üye olma yolunda, ulusal değerleri aşındırılmış bir Türkiye; Büyük Ortadoğu Projesi içerisinde yer almaya uygun hale gelmiş olacaktır. Buradan çıkarılan sonuç şudur: AB’ye girebilme uğruna temel kazanımlarını feda eden Türkiye Cumhuriyeti, bu noktadan sonra geri dönüş yapmayı gerçekleştirebilme gücünden yoksun kalmış olacaktır. Türkiye’nin bu konuda sağlam bir duruş gösterebilmesi, bekası açısından büyük önem taşımaktadır.

ABD ve AB’nin Türkiye’ye bakış açısı, Türkiye’nin Avrasya’da, ABD ve AB çıkarları doğrultusunda merkezde yer alacağı Büyük Ortadoğu’dur. Türkiye’nin AB’ye girebilmesi için ileri sürülen koşullar çerçevesinde gerçekleştirdiği ya da gerçekleştirmeye kararlı olduğu siyasal ve ekonomik reformların ortaya çıkardığı sonuçlar şimdiden tehlike işaretleri vermeye başlamıştır. Ulus-devlet olma özelliği ve toprak bütünlüğü aşınmaya uğramış bir Türkiye’nin AB’de yer alması Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesine aykırıdır.

AB dışında tutulacak bir Türkiye’nin Büyük Ortadoğu Birliği içinde elde edeceği konum, Türkiye’nin ulusal hak ve menfaatlerini korumada yeterli olamayacaktır. Çünkü projenin temelinde bölge ülkelerinin hak ve menfaatleri yerine, ABD ve Batının hak ve menfaatleri ön plana çıkmaktadır.

ABD’nin ulusal çıkarlarını gerçekleştirme doğrultusunda, toprak bütünlüğü de dahil olmak üzere, gelecekte birçok konuda Türkiye’yi karşısına alacak hareket tarzları izleyebileceği hiçbir zaman dikkatlerden uzak tutulmamalıdır.

ABD’nin Karadeniz’de Romanya ve Bulgaristan’da deniz üslerine sahip olma girişimi, Türk Boğazlarının bugünkü statüsünü belirleyen Montrö Anlaşmasında tadilat yapılmasını gündeme getirebilecektir. Rusya Federasyonumun bu girişime katkıda bulunarak, ABD ile ortak hareket etmesi muhtemel görülmektedir. Türkiye bu konuda da ivedilikle tedbir geliştirmek zorundadır.

ABD bölgedeki bazı ülkelerde “Stratejik Ortak” yaklaşımıyla etkinlik göstermektedir. Stratejik ortak olabilmenin iki temel koşulu vardır: Ulusal hedeflerde beraberlik!  Ulusal çıkarlarda beraberlik! Çok sık gündeme gelen Türkiye-ABD stratejik ortaklığı terimi; Türkiye ve ABD’nin Kuzey Irakla ilgili değerlendirmeleri, bölgede faaliyet gösteren yasa dışı terör örgütlerine bakışı, Ortadoğu yaklaşımlarında beraberlik sergilemekten uzaktır.

ABD, Irak Harekatı nedeniyle Türkiye’de asker konuşlandırabilme imkanına sahip olsaydı, belki de Büyük Ortadoğu Projesi’nin gerçekleşmesi için kısmi bir alt yapı oluşturmuş olacaktı. Ne var ki, bunu sağlayamamıştır. ABD bu sonuçtan çıkardığı dersle bölgeyi yeniden şekillendirme projesinin ne kadar isabetli olduğunu düşünmektedir.

Büyük Ortadoğu Birliği içinde, ulus-devlet olma özelliğini yitirmiş ve toprak bütünlüğü parçalanmış devletlerin kimliksiz-kişiliksiz hale getirilmiş toplumları, yaşamlarını sürdürmede egemen devletlerin iradesine bağlı olacaktır.

Türkiye’nin çağdaş uygarlık seviyesini aşma hedefi; Büyük Ortadoğu Birliği içerisine dahil olmasıyla birlikte, hiçbir zaman gerçekleşmeyecek bir beklenti olarak kalacaktır.

Türkiye uzağı görmek zorundadır!

17 Yorum

Anne için bir cevap yazın Cevabı iptal et

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.