Nazizm’in Yükselişi: Hitler İktidara Nasıl Geldi?

Almanya 1920’lerde bunalımlı günler geçiriyordu. Birinci Dünya Savaşı’ndan yenik çıkmanın getirdiği ağır ekonomik koşullar, daha önce görülmemiş derecede yüksek bir enflasyon ve işsizlik ortamı bazı bölgelerde sol ayaklanmalara ve buna karşıt sağ eylemleri beraberinde getirmişti. Savaştan sonra Spartakistlerin devrimini, 1920 ilkbaharında Ruhr havzasında komünistlerin liderliğinde büyük bir işçi ayaklanması izlemiş, 1921 Mart’ında da Orta Almanya’da Mansfield bölgesinde maden işçileri silahlı bir başkaldırı girişiminde bulunmuşlardı. Bu iki ayaklanma da bastırılmış, fakat sağ ve sol arasındaki bölünme hızlanmıştı. Kapp-Luttwitz darbesinde rol oynayan Ehrhardt sağcı askerleri örgütlemeye başlamıştı. Berlin’de Alman Irk Partisi, Münih’te Hitler’in Nasyonal Sosyalist Partisi kurulmuştu. Bu sağcı partilerin kuruluşunda, sol tehlikeden korkan büyük toprak sahiplerinin ve sanayicilerin rolü büyüktü. Bu örgütler bir seri siyasi cinayetler işlemeye başlamışlardı. Merkez Partisi’nin Yahudi asıllı lideri Erzberger, Versay Antlaşması’na imza koyduğu için öldürülmüş, yine Yahudi asıllı Dışişleri Bakanı Rathenau da Berlin’de güpegündüz ırkçılar tarafından katledilmişti.

İşte bu ortam içinde Adolf Hitler (1889-1945) adında bir onbaşı giderek sivrilecek ve İtalyan faşizminin babası Mussolini’den örnek aldığı yöntemlerle Nazizm’in kurucusu olarak tarihe geçecekti. 1919’da siyasal yaşamda adını duyuran 1921 ve 1923’te önemli adımlar atan Hitler’in doğumundan 1923’e kadar izlediği yol ilginçtir.

Adolf Hitler Avusturyalı bir gümrükçünün oğluydu. Çok küçük yaşta öksüz kaldı. Resim öğrenimi yapmak için 1905’te Viyana’ya gitti, fakat yeteneksiz bulunarak akademiye kabul edilmedi ve yoksulluk içinde yaşadı. Belediyesinin Yahudi düşmanlığına önayak olduğu ve işçilerin acınacak halde bulunduğu bu kozmopolit kentte geçirdiği günler, üstünde derin izler bıraktı. 1912’de Münih’e yerleşti, yaşamını badanacılık ve dekoratörlük yaparak kazandı. Ama çoğu zaman işsiz geziyordu.

Boş zamanlarını kitap okumakla geçirdi. 1914’te, gönüllü olarak Bavyera ordusuna girdi. Savaşa onbaşı rütbesiyle katıldı, yaralandı, gazla zehirlendi, er rütbesindeki bir askere çok ender verilen Birinci Sınıf Demir Haç madalyasını kazandı. 11 Kasım 1918 günü Rethondes Antlaşması ile Almanya teslim olurken Hitler hastanedeydi. Anlaşmaya imza atanlar Almanya’yı sırtından bıçaklamışlardı. Hitler, Almanya’yı sırtından bıçakladığına inandığı bu insanlar için ileride “Kasım Suçluları” tabirini kullanacaktı. Alman ordusunun birçok subayı da Hitler gibi düşünüyor, kendileri cephede kahramanca savaşırken Marksist ve Yahudi siyasetçilerin Almanya’yı masa başında sattıklarına inanıyordu.

Şeflerinden Gottfried Feder, Karl Herrer ve Anton Drexler’in yönettiği küçük bir siyasi kuruluş olan aşırı sağcı Alman İşçi Partisi’yle Adolf Hitler’in ilişkisini 1919 Temmuz’unda sağladı. Komutanları Hitler’den Alman İşçi Partisi (Deutsche Arbeiterpartei, DAP)  adlı bu oluşumun amacının ne olduğu hakkında istihbarat toplamasını istiyordu. Hitler bu istihbarat çalışmaları sırasında kendisinin akıl hocası olacak ve fikirlerine yön verecek olan Anton Drexler ile tanıştı. DAP’ın kurucularından olan Drexler’in Yahudilik, kapitalizm ve Marksizm karşıtı fikirleri Hitler’i kendine hayran bırakmış, derinden etkilemişti. Drexler toplumun tüm kesimlerinin ortak dayanışmasının ve güçlü, etkin bir merkezi hükümetin Almanya’nın yaşadığı tüm sorunların çözümü olduğunu savunuyordu. Fakat bunun için toplumun Yahudilerden de arındırılması gerekiyordu. Parti politikalarını benimseyen Hitler daha fazla düşünmeden DAP’a üye oldu.

Hitler’in Alman İşçi Partisindeki Yükselişi

Hitler’in parti içindeki yükselişi fazla uzun sürmedi. Onun megaloman biri olduğunu düşünen parti başkanı Herrer’in parti içindeki tartışmalardan sonra istifa etmek zorunda kalması ile Drexler yeni başkan oldu, Hitler kısa zamanda parti yönetim kuruluna girdi ve partinin haftalık yayın organı olan Völkisher Beobachter’de (Halkın Gözlemcisi) yazılar yazmaya başladı. Olağanüstü bir hitap yeteneği olan Hitler partidekileri etkisi altına alarak 1921’de Drexler’in yerine geçti ve partinin ismini Alman Nasyonal Sosyalist İşçi Partisi (NSDAP) olarak değiştirdi. Parti üyeleri kendilerini kısaca Nazi olarak tanımlıyorlardı.

Parti, Weimar cumhuriyetinin düşmesiyle meydana gelen tepkiden yararlanarak Bavyera’da gelişmeye başladı. Sosyalist olmaktan çok, ırk temelli bir milliyetçi olan Hitler, Reich ordusu ve işveren sendikaları ile parti adına yararlı ilişkilere girişti. Kurduğu yan askeri bir örgüt olan S.A.’nın (Sturmabteilungen) (Hücum Birliği) kazandığı önem Hitler’e 1923’te meydana getiren Kampfbund’un “Savaş Kurumları Birliği” yöneticiliğini sağladı.

Hitler daha 1921’de Almanya’ya egemen olmayı aklına koymuştu. Sadık adamları daha o günlerde kendisine “Führer” diye hitap ediyor, fakat Hitler, Bavyera’dan başka bir yerde pek tanınmıyordu.

Buna rağmen 55 bin kişilik bir fanatikler ordusunun kumandanı durumundaydı. S.A. adıyla anılan “Hücum Birliği”ni meydana getiren, kahverengi gömlekli fanatikler, aralarında sayıları 12 bini bulan sendikacılarla birlikte oldukça karışık bir yapıya sahipti.

Devrimciliği, heyecanlı ve ateşli karakteriyle tanınan Bavyera’da küçük isyancı örgütler her gün bir küçük olaya yol açmaktaydı. Değişik üniformaları, acayip ve esrarlı işaretleri, eski Hint dinlerinde kutsal sayılan bir çeşit haça benzeyen gamalı haç işaretleriyle nasyonal sosyalistler daha o devirde dikkati üzerlerine çekmeye başlamışlardı. Görünüşteki bu değişik karaktere, parti olarak çok gizli, sinsi çalışmalarını ve her fırsatta ortaya koydukları şiddet ve zor eğilimlerini de eklemek gerekir. Fakat partinin asıl ilginç karakteri, milliyetçilik kimliği içinde, işçileri de, askerleri de, tutucuları da bir araya getirmeye, işçilere “sosyal haklar” vaat ederken, büyük zenginlerle; sanayiciler ve toprak sahipleriyle anlaşmaya çalışmacıydı.

Bu sırada ordu da Hitler ile ilgilenmeye başlamıştı; ona el altından asker ve malzeme sağlayacağını vaat etmekteydi. 1914 savaşının kahramanlarından General Ludendorff Nazilere yardım edeceğini açıkça belirtmişti.

Koşullar Hitler’in lehine gelişiyordu. 1923 yılı Almanya için çok çetin bir yıl idi. Fransızların Ruhr bölgesini işgali, Eylül’de aylık % 29.500’e dayanan hiper enflasyon ve işçilerin ihtilali, bunların hepsi bir araya gelmişti. Almanlar şaşkın ve umutsuzdu.

Hitler açısından Fransa’nın Ruhr’a girişi bir kurtuluş mücadelesinin başlaması için verilmiş bir işaretti. Cumhuriyet hükümeti temkinli davranmak bahanesiyle hareketsiz kalıyordu. Aylar geçti, Almanlar iktidarsızlık ve utançla yumruklarını sıkmakla yetinmek zorundaydılar. Bu sırada Şansölye Stresemann, Fransa’ya, antlaşma koşullarının yerine getirileceğini bildirdi.

Bu sırada Hitler, Yahudileri, sosyalistleri, Versay Antlaşması’nı imzalamış olan “vatan hainlerini” bağıra çağıra lanetlemekteydi. Sadece 12 Eylül’de, bir günde Nazi Partisi on büyük miting düzenlemiş, Hitler’in formülleri toplanan aç, sefil, umutsuz halka anlatılmıştı:

Eylül, rejimi sona ermeye mahkûmdur. Devlet iflas etmiştir. Almanya yıkılıyor, ayaklar altında çiğneniyor. Bir tek çare var: Ya Gamalı Haç’ı, ya da Kızıl Yıldız’ı seçmek! Ya Üçüncü Büyük Enternasyonal, ya Alman ulusunun kutsal imparatorluğu! Birinden birini seçmek gerek. Yürüyün yurttaşlar! Yürüyün! Berlin’e! Berlin’e!

Hitler böylece, Mussolini’nin “Roma üzerine yürüyüşü”nden esinlenerek “Berlin’e yürüyüş” eylemini gerçekleştirmek istiyordu. Bazı muhalifler ise Berlin’e yürümek yerine, “Berlin’den kopma”yı öneriyordu.

Von Kahr ve Birahane Darbesi

NSDAPBir yanda Hitler ve yanında eski Alman Generali, Prusyalı, tutucu ve aşırı milliyetçi Ludendorff vardı. General geçmiş devri, imparatorluğu canlandırmak idealiyle Nazileri destekliyordu. Karşı cephede ise Hükümet Komiseri  ve arkadaşları olan Bavyera Eyalet Hükümeti’nin bakanları vardı.

Kahr, köylüyü ve iş adamlarını aynı anda çevresinde topluyordu. Kiliseden de gizlice yardım görmekteydi. Almanya yıkılma arifesindeydi; bundan faydalanarak Kuzey’e (Berlin’e) sırtlarını dönüyorlar ve merkezi hükümetten kopmanın çarelerini arıyorlardı. En büyük idealleri, tarihin bir devrinde Tuna kıyısına hükmetmiş olan eski Wittelsbach devletini kurmak, Bavyera ve Avusturya’yı bu büyük devletin sınırları içinde birleştirmekti.

Böylece durum görülmemiş şekilde karmakarışık oldu. Von Kahr ve arkadaşları bu tarihte Nazi hareketlerini destekler görünmeye başladılar. Çünkü bu hareketlerin Berlin’i çok zor duruma düşüreceğini ve kendilerinin Berlin’den kopmak İçin bu sıkışık durumdan faydalanacaklarını umuyorlardı. Diğer taraftan Hitler de, Von Kahr’ın yakın arkadaşı olan General Von Lossov’un askerlerinden, Berlin’e yürüyüş için yararlanmayı hesaplıyordu. 1923 sonbaharının her geçen günü ayrı bir önem taşıyordu: Hitler bu günlerden yararlanarak Von Kahr’cılarla mesafeyi açmak ve Bavyera’da bir Alman karşı ihtilal hareketini başlatmak istiyordu. Aynı günlerde sol ihtilal Saksonya, Türingen ve Hamburg’da duruma egemendi. Hitler’in karşı devrim girişimi bazı çevreler tarafından dadestekleniyordu. Bir kere hareket başladı mı, Von Lossov emrindeki Bavyera ordusunu Berlin üzerine yürütmek yetecekti. Ordunun geri kalan kısmı ise, Ludendorff’a olan saygı ve bağlılığı sebebiyle Nazi hareketini destekleyecek, ya da hiç olmazsa tarafsız kalarak Hitler’i rahatsız etmeyecekti. Böylece Hitler’in kahverengi gömleklileri, bir yıl önce Mussolini’nin kara gömleklilerinin yaptığı gibi, başkente yürüyecekti.

Bu çılgın plan çok ustaca hazırlanmıştı ve başarıya ulaşması da mümkündü. Buhr bölgesinin uğradığı felaket, Saksonya ve Türingen’de komünistlerin ihtilali, Mark’ın baş döndüren düşüşü ve nihayet halkın her geçen günle biraz daha artan sefalet ve yoksulluğu, Almanya’da hükümetin yaşama şansını yitirdiğini gösteriyordu. Hitler’in kafasındaki en önemli sorun ise, Bavyera’da ordunun en yüksek ve yetkili makamı sayılan yerel hükümetin eldeedilmesi ve desteğinin sağlanmasıydı.

8 Kasım 1921 günkü gazeteler Von Kahr’la bakan arkadaşlarının o gece bir konuşma yapacaklarını haber veriyordu. Von Kahr o gece, bütün Almanya’yı perişan eden şartlardan faydalanarak Bavyera’nın bağımsızlığını ve Wittelsbach devletinin kuruluşunu ilan edecekti. Bu takdirde bir nasyonal sosyalist devrim umudu bir anda yok olacaktı.

Von Kahr’ın tehlikeli nutkunu söyleyeceği yer Isar nehrinin karşı kıyısında Bürgerbräukelle Birahanesi’nin büyük konferans salonuydu. Büyük salon daha saat sekizde tamamen dolmuştu. Tahta masalara üst üste oturmuş üç binden fazla insan, biralarını içerek Von Kahr’ı bekliyordu.

Von Kahr, dipteki büyük kürsünün yanında şimdiden nutkunu söylüyormuş gibi kendi kendine bir şeyler mırıldanıyordu. O sırada içeri Hitler’le Rosenberg girdiler. Göze görünmeden yavaşça kalabalığın arasına karıştılar ve bir sütunun arkasında saklanır gibi durdular.

Saat tam 08.30’da korkunç bir patlama sesi dinleyicileri dehşete düşürdü. Kahverengi gömlekli, başlarında geçen savaştan kalma kaskları ile birkaç kuvvetli genç adam salondan içeri dalmıştı, ellerindeki makineliyi korku ve şaşkınlıktan donup kalmış kalabalığa doğru tutarak durdular.

O anda Hitler ve arkadaşları sindikleri köşelerden fırladılar, ellerinde son sistem tabancalar vardı. Bir polis komiseri Hitler’in yolunu kesmek istedi, Hitler tabancasının kabzasını adamın midesine doğru savurdu ve yoluna devam etti. Hükümet Komiseri Von Kahr nutkunu yarıda bırakmıştı. Kahr’ın iki yakın dostu ve adamı, Lossow’la Von Seisser olayı elleri kolları bağlı, iktidarsız ve kararsız seyrediyorlardı.

Hitler, kürsüye çıkınca kalabalıktan müthiş ıslık ve yuhalama uğultusu yükseldi. O zaman Hitler bir masanın üzerine sıçradı ve havaya iki el ateş etti. Derin bir sessizlik olmuştu. Hitler bağırarak şöyle dedi:Hitler bir geçit töreninde

“Kimse dışarı çıkmasın! Bina altı yüz silahlı adamla kuşatılmıştır. Kışlalar ve jandarma komutanlığı adamlarımız tarafından işgal edildi. Reichver, polis ve S.A. Teşkilatı mensupları Gamalı Haç’ın sihirli gölgesi altında el ele verdiler. Neredeyse buraya gelecekler.”

Aslında Hitler’in emrinde bir avuç Nazi’yle bir tek makineliden başka hiçbir kuvvet yoktu. Ama Von Kahr, Lossow ve kabinenin öteki üyeleri korkmuş ve sinmiş görünüyorlardı. Görüşmek için S.A.’lar onları küçük bir salona sürükleyince ses çıkarmadılar ve Hitler’le görüşmeyi kabul ettiler.

Hitler yan salona geçince kürsüde bu defa yuvarlak, kırmızı yanaklı, neşeli biri göründü: Bu, Yüzbaşı Hermann Goering’di. Yüzbaşı tabancasını kürsünün üzerine koyarak şöyle konuştu:

“Sakin olun, korkacak bir şey yok! Çok geçmeden hepimiz aynı fikir ve idealde birleşeceğiz. Hem sonra, sabrınızı güçlendirecek kadar bol bira var burada. İçelim ve bekleyelim.”

Bu şırada Hitler, tabancasını Von Kahr’ın göğsüne dayamıştı, ondan kendi cephesine katıldığını bildiren resmi bir belge almak istiyor, “Aksi halde buradan benim iznim olmaksızın tek kişi canlı olarak çıkamaz” diyordu.

Hitler daha sonra eski Genelkurmay Başkanı Ludendorff’la milli bir hükümet kurmak üzere olduğunu açıkladı. Generalin, Von Kahr’a ve arkadaşlarına, hükümetinde önemli yerler vermeye hazır olduğunu da sözlerine ekledi.

Von Kahr sakin bir tavırla: “Herr Hitler, beni öldürtebilir veya bizzat öldürebilirsiniz. İkisi arasında benim bakımından bir fark olmaz” dedi.

Odada tartışmalar uzayıp giderken, yan salondaki büyük kalabalıkta sabırsızlık belirtileri başlamıştı. Polise, “Ne bekliyorsunuz, ateş etsenize!” diye seslenenler oldu. Ama polis bu işe karışmadı.

Birden, küçük odadan dışarı fırlayan Hitler, kürsüye çıkarak Bavyera hükümeti üyelerinin kendisiyle birlikte yeni bir hükümet kurmaya hazır olduklarını bildirdi ve şöyle dedi:

“Bugünkü Almanya’yı bir felakete sürüklemekte olan suçluların hesabını görene kadar, yeni hükümetin başında ben bulunacağım. Bu hükümetin ilk hedefi Berlin üzerine yürümek olacak. Yarın, ya milli bir Alman hükümetine sahip olacağız, ya da hayata veda edeceğiz. Kabul ediyor musunuz?”

Bir anda havası değişmiş olan kalabalık, bir ağızdan “Evet” diye bağırdı.

Böylece Hitler, ikinci büyük blöfünü de yutturmuş oluyordu.

Tekrar odaya dönen Hitler, Von Kahr ve arkadaşlarını daha sonra oraya gelen General Ludendorff’u ikna etmeyi başardı ve birlikte topluluğun önüne çıktılar. Hitler, ulusal hükümetin kurulduğunu ve devrime katılmaya hazır olduklarını söyledi.

Hitler’in planına göre, o geceki toplantı ve gösterilerden sonra ordunun, şehrin stratejik yerlerini hemen ele geçirmesi gerekiyordu. İşgal sabahın erken saatlerinde başladı. Gazilerden Yüzbaşı Rossbach Askeri Okulu basmış ve okulun bayrak direğine Gamalı Haç’ı çektirmişti. Diğer S.A. mensupları Belediye Sarayı’nı ele geçirmişlerdi. Sosyalist gazetelerden birinin idarehanesi de işgal edilmişti. Yüzbaşı Röhm de Milli Savunma Bakanlığı’na el koymuştu.

Ancak, şehrin sağında solunda, beklenmedik olaylarla da karşılaşılıyordu. Hitler bulunduğu binadan ayrılacağı sırada gelen bir görevli, 19. Piyade Alayı’nın direndiğini bildirdi.

Hitler, adamlarını teskin etmek için derhal olay yerine gitti. Von Kahr, General Lossow ve Seisser’i, Ludendorff’a emanet etmişti. Yarım saat sonra döndüğünde Bavyeralı bakanların gitmiş olduğunu dehşetle öğrendi, Ludendorff zaaf göstermiş ve gitmelerine engel olmamıştı.

Serbest kalan Bavyeralı bakan ve yöneticiler bütün çarelere başvurarak “Nasyonal Sosyalist ihtilafı önlemeye karar vermişlerdi. Gerekli yerlere hemen emirler yollanmış, Ludendorff ‘a verdiği söze rağmen General Lossow, bütün garnizonlara telgrafla emirler göndermiş, bindirilmiş kıtalarının derhal Münih’e doğru yola çıkmalarını istemişti. Daha sonra Von Kahr ile yardımcıları, hareketini daha düzenli hale getirmek üzere, Ratisbonne’a çekilme kararı aldılar. Bundan önce bütün büyük binaların duvarlarına, Münih’in bütün meydanlarına ve ana caddelerine asılan afişlerde Bavyeralı yetkililerden silah tehdidi altında alınan sözlerin geçersiz olduğu ve Hitler’in Nasyonal Sosyalist Partisi’nin, buna bağlı bütün örgütlerin yasadışı ilan edildiği açıklandı.

Hitler‘in görüşme istekleri General von Lossow tarafından geri çevrildi ve bu öneriyi getiren elçi tutuldu.

Hitler son derece güç ve sıkışık durumdaydı. Hesaplarına göre Bavyera, Berlin’e giden yolda ona bir köprü olacaktı. Burada bir iç savaş çıkarmak, hiç de işine gelmiyordu.

Naziler Berlin’e Yürüyor

Nazi seçim propagandasıFührer daha şimdiden, teslim olmanın şartlarını düşünüyordu. Bu noktada Ludendorff duruma müdahale etti. Asla teslim olmayacağını, boyun eğmeyeceğini söyledi; ona göre böyle bir hareket, davaya en büyük ihanet olur, ulusun moralinin kırılmasına yol açardı. Ludendorff  “Kaldı ki, durum hiç de sandığınız kadar ümitsiz değil” diyordu. Cüretli bir çıkış talihlerim değiştirebilirdi. Toplanmak ve büyük bir grup halinde şehrin merkezine doğru yürümek, şu anda yapılabilecek en iyi hareketti.

Hitler böyle bir teşebbüsü fazla cüretti buluyordu; ona kalırsa, şehrin merkezine doğru yürüdükleri takdirde hükümet kuvvetleri üzerlerine ateş etmekten çekinmeyeceklerdi. Ludendorff’un ısrarı üzerine yürüyüşün 9 Kasım 1923 sabahı Bürgerbräukelle Birahanesi’nden başlaması kararlaştırıldı.

Yürüyüşün hedefi, Röhm’ün adamlarıyla birlikte kuşatmada kaldığı Milli Savunma Bakanlığı binasıydı. Oraya varmak için yürüyüş kolunun şehrin merkezini bir baştan diğerine geçmesi gerekiyordu. Öğleye doğru yürüyüşe geçildi. Caddenin iki yanında biriken halk yürüyüşe geçen kafileyi alkışlayarak Hitler ve arkadaşları lehinde gösteri yapıyordu. Yürüyüş Münih caddelerinde birkaç yüz metre sürdü, İsar kıyısına gelinmişti. Ludwing Köprüsü üzerinde iki polis kordonu gelenleri durdurmak üzere konuşlanmıştı. Göstericilerin yaklaştığını gören polis şefi ateşe hazır ol emrini verdi. Buna karşılık kafileden Führer’in özel koruyucusu “Ateş etmeyin! Ludendorff bizimle beraber” diye bağırdı. Goering de ateş edilirse “yanlarında getirdikleri tutsakları kurşuna dizecekleri” blöfünü savurdu.

Polis tedbirli davranmış olmak düşüncesiyle göstericilerin köprüden geçişine izin verdi.

Kahramanlık türküleri söyleyen göstericiler, yeni bir engele rastlamadan Marienplatz’a vardılar. Orada Nurenbergli Yahudi düşmanı Julius Streicher’i dinlemek üzere toplanmış yüz kişilik bir kalabalık buldular. Hitler’in geldiğini gören Streicher dinleyicilerini orta yerde bıraktı ve ön sıradaki yerini almak üzere koşarak Nazilerin arasına katıldı.

Topluluk şimdi Mareşaller Anıtı’na doğru, Residenz Strasse’de ilerliyordu. Birden Mareşaller Anıtı’nın ardından çıkan polisler ateşe hazır tüfekleriyle yürüyüşçülerin önünü kesti. Graff, kurşunlara siper olmak istercesine Hitler’in önüne geçmişti. Bir elini uzatmış Ludendorff’u gösteriyor ve biraz önce köprüde olduğu gibi: “Ludendorff’u görmüyor musunuz? Kendi komutanınızı mı vuracaksınız?” diye bağırıyordu.

Yürüyüş sürüyordu. Emniyet Kuvvetlerinin Şefi, Bavyeralı Baron Von Godin ateş emrini verdi. Polis kararsızdı. Şef emrini tekrarladı. Gene ateş eden olmadı. Godin adamlarından birinin alinden tüfeğini kaptı ve kendisi ateş etti.

Bu ateş, bütün kuşkuları ortadan kaldırmıştı. Polisler şimdi kıyasıya ateş ediyorlardı. Graff beş kurşun yarasıyla yere yığıldı. Düşerken Hitler’i de beraber sürüklemiş ve Hitler omuzundan yaralanmıştı. Führer’in danışmanı Scheubner Richter derhal öldü. Gamalı Haçı taşıyan Bauriedl de can verdi. Goering kalçasından yaralanmıştı. Polisler de yürüyüşçülerin açtığı ateş sonucunda kayıp vermişti.

Sokağı cehenneme çeviren ateş arasında yaralı Graff bir ara gözlerini açtı ve bir düş gördüğünü sandı: Kurşunlardan nasılsa kurtulmuş olan Ludendorff yapayalnız, dimdik ve mağrur, iki eli ceplerinde sükunetle yürüyordu. Polisler geri çekilerek ona yol açtılar ve sonra da tutukladılar.

16 Nazi orada ölmüş, polis üç kurban vermişti; sayısız yaralı vardı.

Omuzundan yaralı Hitler, Nazilerin yardımıyla Münih yakınında bir villaya götürüldü ve iki gün sonra 11 Kasım 1923’te tutuklandı.

Darbe girişimi gerçekleştirilememiş, “Berlin’e Yürüyüş” Münih’in ara sokaklarından birinde, bir manga polis tarafından durdurulmuştu. Nasyonal Sosyalist Parti feshedilmiş, mallarına hükümetçe el konulmuştu. Şu anda Hitler, “mahvolmuş bir adam” sayılırdı. Ama Alman hükümetinin yaptığı bir yanlışlık Hitler için bulunmaz bir fırsat oldu. O sırada halen Avusturya uyruğunda olan Hitler’i ülkesine iade etmek yerine, mahkeme önüne çıkardılar. Böylece Hitler, büyük bir propaganda ve kendini bütün Almanya’ya tanıtma olanağını elde ediyordu.

Ömür boyu hapis isteğiyle yargılanan Hitler tüm sorumluluğu üzerine aldı, von Kahr’ı halkın gözünde küçük düşürmeyi başardı. Mahkemede büyük Almanya ülküsünün söz ederek propagandasını yaptı. Almanya yepyeni bir insan tanıyordu. Onun sözlerinde, son yılların acılarını hafifletebilecek kini, intikamı ve ihtirası buluyorlardı. Yeni işitilen bu isim, bir daha silinmemek üzere belleklere kazınıyordu.

Hitler 1924 Ocak’ında beş yıl kalebentlik cezasına çarptırıldı.

Gardiyanları Hitler’e ünlü biriymiş gibi davranıyordu ve Hitler hapishanede beş yıl değil yaklaşık bir yıl kaldı. Hapishanedeyken dalkavuk siyasetçiler ve kadın hayranları onu ziyaret ediyor, Hitler hapishanenin avlusunda diğer Nazi mahkûmlarla birlikte volta atıyordu. Bir yandan da, Rudolf Hess’e otobiyografisi olan Mein Kampf’ın (Kavgam) ana hatlarını yazdırıyordu. 1925 Şubat’ında serbest bırakıldı.

Alman Ağır Sanayi Burjuvazisi Hitler’i Destekliyor

Nazi Parti Kongresi1923 ve 1924 yıllarında tanınan biri olsa da, hapishaneden salıverildikten sonra Hitler neredeyse unutulmuştu. Çünkü sınai bir refah dönemi (1924-29) Hitler gibi aşırı uçtakiler için elverişli değildi. Yığınları ayaklandırmaya çalışan biri için görece iktisadi istikrar oldukça kötüdür. İnsanlar Hitler’den hemen hemen hiç söz etmiyordu; Naziler artık alay konusu olmuştu ve Hitler’in iktidarı ele geçirmek için kalkıştığı eylem “Birahane Darbesi” olarak anılıyordu.

Fakat Hitler yine de vazgeçmemişti. Parti içinde yeniden etkinlik kazandıktan sonra, parti kademelerinde o güne kadar seçimle işbaşına gelen yöneticileri kendisi atamaya karar verdi. Hitler’in tam güven duymadığı S.A.’lar (Hücum Birliği), SS’ler (Güvenlik Birliği) ile takviye edildi. Sonunda 1929 Ekonomik Bunalım’ı Hitler’e aradığı fırsatı verdi ve Weimar Cumhuriyeti’ne daha önce verilen desteğin büyük ölçüde sonunu getirdi.

Büyük Bunalım döneminde dükkanlar ve fabrikalar kapandı; yalnızca birkaç yıl önce birikimlerini enflasyon yüzünden kaybetmiş milyonlar, o dönemde de işlerini kaybettiler. 1929’da 2 milyon olan işsiz sayısı yalnızca bir sonra 4 milyona çıkmış, Alman sanayicilere uzun vadeli kredi veren büyük bankalar iflas etmiş, kâr oranları neredeyse sıfıra düşmüştü. Alman burjuvazisi büyük sarsıntı içindeydi. Pek çok Alman, yalnızca on yıldır tanıdıkları kapitalist ekonomiye ve demokrasiye güvenini yitirdi. Bazıları sola yöneldi ve kurtuluşu, herkesin karnının doyduğu sınıfsız bir toplum vaat eden komünizmde gördü. Fakat çok sayıda insan, özellikle de orta tabaka komünizmi kesin ölüm olarak görüyordu. Stalin yönetimindeki Rusya hakkında az buçuk bir şeyler (bu kadarı onlar için yeter de artardı) biliyorlardı. Kimin veya neyin onları açlıktan ve komünizmden kurtaracağını soruyorlardı.

Hitler yanıtı biliyordu. Arka arkaya yaptığı konuşmalarla Almanları hipnotize ediyor, onları öfkesiyle coşturuyor ve yapabilecekleri şeylerin düşünü kurmalarını sağlıyordu. Nazilerin iktidara gelmesinde Hitler’in bu olağanüstü hitabet yeteneğinin büyük payı vardı. Tüm Alman halkı onun konuşmalarını merakla bekliyordu. Bilinçli olarak çok sessiz konuşurken birden ses tonu bağırmaya dönüşüyor, kendisi de coşan Hitler hem içerik hem de tonlama olarak dinleyicilerin iç dünyalarına ve duygularına sesleniyordu. Versailles Antiaşması’nı soylu bir ırka yapılmış bir hakaret olduğunu söyleyerek eleştiriyor, demokratik Alman devletini zayıf ve etkisiz olduğu için küçümsüyor, sol partileri yerden yere vuruyor ve ülkeyi 1920’li yıllardan beri süregelen ekonomik bunalımdan çıkaracağına yemin ediyordu. Üstelik kendisine itaat etmeleri koşuluyla Alman halkına 1000 yıl sürecek bir imparatorluğun müjdesini veriyordu.

Hitler bu dönemde yığınları eyleme çağıran, basite indirilmiş düşüncelere başvurarak parti tabanını sürekli genişletti. Özellikle Alman ırkının üstünlüğü üzerinde durdu ve yazgısının kendisine Germenlere özledikleri Almanya’yı verme görevi yüklediğine inandı. Nazi hareketi için kitlesel destek temelini, “iletişim içinde devrim” aracılığıyla genişletti. Hitler’in konuşmaları nüfusun devasa derecede geniş bir kesimine ulaştı; Albert Speer daha sonra şunu iddia etti: “Hitler, modern teknolojik araçlardan kendisine yarar sağlayan ilk kimselerden biriydi.” Konuşmaları, “Yahudiler”, “Bolşevikler” ve “Kasım Suçluları” gibi hedeflerle nitelik kazanıyordu ve bunlar, akılcı bir karşı çıkıştan çok duygusal nefreti kamçılayacak şekilde aşırı derecede basitleştirilmiş ve karikatürize edilmişti. Aynı zamanda, kolektif bir iktidarı tasarladı ve bunu bireyin (ve bundan dolayı liberal demokratik geleneğin) önemsizliğine karşı önerdi; söz konusu kolektif iktidar tasarısını, özellikle en güçlü olanın hayatta kalması yollu bir doğal güçler tasavvuruyla bezedi. Bu yüzden, Hitler, siyaseti “kişileştirdi” ve süreç içinde hem bir kıyamet peygamberi hem de ulusal bir kurtarıcı olarak görüldü.

Hitler şanslıydı; “Stinnes, Thysenn, Krupp” gibi ağır sanayiciler grubu ile başını AEG’in çektiği “Fertigindüstrie – mamul madde sanayi” grubundan oluşan Alman burjuvazisi arasında büyük çıkar çelişmeleri vardı. Mamul madde sanayicileri, sınıfsal yapıları gereği, emekçi sınıflarla uzlaşmayı tercih ediyordu. Oysa ağır sanayiciler grubunun savaştan sonra üretimlerinin azalması, zengin hammadde bölgelerini Fransızlara kaptırmaları yetmiyormuş gibi işçiler savaştan sonra sendika, toplu sözleşme, sekiz saatlik iş günü gibi büyük ödünler kazanmışlardı. Ağır sanayiciler grubu öfke içindeydi. Onlara işçi sınıfının kazandığı hakları elinden geri alacak, kendilerine yeni pazarlar bulacak bir hükümet gerekiyordu. Oysa Alman hükümetlerini çoğunlukla Fertigindüstrie grubunun adamları temsil ediyordu. İşçilerle uzlaşma yolunu tercih eden bu hükümetlerinin, ağır sanayiciler grubunun isteklerine olumlu yanıt vermesini beklemek ancak hayal olurdu. O halde geriye tek bir çözüm kalıyordu: Devleti tamamen kendilerine tabi olacak emin ellere teslim etmeleri. Ve böylece uzun süredir kış uykusuna yatmış olan Nasyonal Sosyalizm uyandırıldı; Hitler’in iktidara gelmesi için kesenin ağzı sonuna kadar açıldı. Ruhr kömür patronu Kirdorf, çelik üreticileri Thyssen ve Stinnes gibi büyük sermayedarlar tarafından 1930 yazından itibaren NSDAP’a oluk oluk yağdırılmaya başlayan paralar, Almanya’nın o döneme kadar gördüğü en büyük seçim kampanyasında kullanıldı.

1919 yılında kabul edilen ve o döneme göre oldukça liberal sayılabilecek Weimar Anayasası’da Hitler’in diğer avantajıydı. Naziler henüz marjinal bir grupken belki siyaset sahnesinden silinebilirlerdi ama Weimar Anayasası en küçük partilerin bile Meclis’e girmesine olanak sağlıyordu. Bu durumun yarattığı birinci sorun, hiçbir partinin tek başına iktidara gelememesi sonucu sık sık yaşanan hükümet değişiklikleri ve siyasi istikrarsızlıktı. İkincisi ise Naziler gibi marjinal gruplara Meclis’te seslerini duyurma olanağı sağlamasıydı. Nitekim yalnızca % 2,6 oy alarak Meclis’e adım atan Hitler, olağanüstü hitabet yeteneği sayesinde, oy oranının aksine NSDAP’ın en çok konuşulan parti olmasını sağlamıştı.

Kısacası Nazilerin iktidara gelmesinin nedenleri oldukça basitti:

  • Versaillés Antlaşması’nın Almanya’ya yüklediği ağır tazminatın ülkede dizginlenemeyen bir enflasyona neden olması
  • 1929 Ekonomik Krizi ile alım gücü iyice düşerek yoksullaşan Alman halkının mevcut siyasi sisteme güvenini yitirmesi ve yeni siyasi arayışlara girmesi
  • Alman ağır sanayinin Nazilere yaptığı yüklü miktarda maddi yardım
  • Hitler’in olağanüstü hitabet yeteneği sayesinde kitleleri hipnotize edip peşinden sürüklemesi
  • Weimar Anayasası’nın zayıflığı

Nazi Partisi’nin 1928’de 12 milletvekili vardı. 1930 seçimlerinde bu rakam şefin, işsizleri ve durumundan hoşnut olmayan burjuvaları peşinden sürükleyen, öfkeli ve coşkun sloganları sayesinde 107’ye çıktı.

1931 Ekim’inde Hindenburg, Hitler’den Brüning hükümetine katılmasını istedi, fakat Hitler kabul etmedi. Ocak 1932’de şansölye, başkan Hindenburg’un görev süresinin iki yıl daha uzatılmasını kabul etme şartıyla, ona kendi yerini teklif etti. Bunu reddeden Hitler, cüretle başkanlık seçimlerine adaylığını koydu; yenildi, fakat 13.400.000 oy toplamıştı.

1932 Nisan’ında özel silahlı kuvvetlerin kurulmasını istemeyen Brüning muhafazakarlar tarafından istifaya zorlandı. Yeni şansölye Von Papen, Nazilerden yararlanacağını uman sağı temsil ediyordu. Parlamentonun feshi ve SA’larla SS’lerin çalışmalarına izin verilmesi konularında Hitler ile anlaştı. Hitler, Temmuz 1932 seçimlerinde 230 koltuk elde edince iktidara geçmek istedi, fakat Von Papen bir defa daha parlamentoyu feshetti ve Aralık 1932’de yeni seçimlere gidildi. Bu kez Naziler 196 koltuk kazanabildiler. Şansölyelik, Hitler’e karşı mücadeleye kararlı olan General Von Schleicher’e geçmişti fakat Von Papen’in entrikalarıyla Von Schleicher saf dışı bırakıldı.

Hitler ve Hindenburg

Tutucularla hükümeti paylaşmayı kabul eden Hitler, Hindenburg tarafından 30 Ocak 1933’te şansölyeliğe getirildi. Hitler  şansölyeliğe  getirilmişti  ama Cumhuriyet Anayasası’na uymak gibi bir niyeti yoktu. Sürekli, “Biz parlamenter bir parti değiliz” vurgusunu yapıyordu. Aslında, “Anayasal yetkileri ele geçirdiğimiz zaman (…) devleti doğru olduğunu düşündüğümüz kalıbın içine sokmalıyız” diyordu.

İronik bir biçimde, Nazi devriminin ilk aşaması, yani kişisel bir diktatörlüğün yaratılması, anayasa kuralları dahilinde tamamlandı. Suçun komünistlerin üzerine atıldığı Reichstag yangını entrikasını gerekçe gösteren Hindenburg, 28 Şubat 1933’te anayasanın 48. maddesini dayanak göstererek olağan sivil özgürlükleri askıya alan kararnameyi yayınladı. Ardından Mart ayı içinde Hitler anayasayı, yine anayasanın kendisine tanıdığı yetkiler çerçevesinde çiğneyerek yoluna devam etti. Bir yerleşik veya anayasal maddenin değiştirilmesi üçte iki çoğunluğu şart koşuyordu. 1933 seçimlerinde Naziler ve Nasyonal Parti kılpayıyla çoğunluğu kazanmış olmalarına karşın, öngörülen bu çoğunluğu elde edememişlerdi. Hitler çoğunluk sorununu, Merkez Partisi ile anlaşarak aştı. 28 Şubat kararnamesine dayanılarak seksen üç komünistin milletvekilliğini düşürüldü. Komünistlerin milletvekilliğinin düşürülmesinin ardından yapılan oylamada 441’e karşı 94 oyla sağlanan bir çoğunlukla Hitler, Reichstag’ın onayı olmadan dört yıllık yasalar çıkarabilme yetkisinini eline geçirdi. Böylece, Weimar Anayasası’nın, “Reich kanunları Reichstag tarafından çıkarılmalıdır” diyen 68. maddesini de artık geçersizdi. Bunu, Yeni Partilerin Kuruluşunu Engelleyen Yasa (Temmuz 1933) takip etti ve bu yasa tüm muhalefeti ortadan kaldırdı. Ardından yürütme üzerinde yasamanın denetimi ilkesini de devredışı bırakıldığında, Almanya’daki tüm kurumlar üzerinde Nazi kontrolünün yayılmasının yolu açılmıştı.

Bir sonraki aşamaya, parti içinde SA tarafından yapılan baskı ile geçildi. Özellikle Röhm ve Strasser, SA’nın orduyu ele geçireceği  ikinci bir devrim istiyorlardı. Hitler ise kendi yolunu izledi. “Kahverengi bir devrimin” kendi konumunun mahvolmasına neden olacağına ve bir karşı askeri darbeye davetiye çıkaracağına inanarak, Wehrmacht komutanları ile bir anlaşma yaptı. “Uzun Bıçaklar Gecesi” olarak anılan 30 Haziran 1934 gecesinde Röhm’ü, SA seferlerini, Gregor Strasser, Schleicher, Von Kahr, Von Papen’in sekreterleri başta olmak üzere bütün siyasi rakiplerini ortadan kaldırttı. Bu temizleme hareketinden dolayı Hitler’i kutlayan Hindenburg, 2 Ağustos 1934’te öldü. 1934 Ağustos’unda Hitler, başvurduğu halk oylamasında oyların yüzde 88’ini kazanarak, Reichsführer unvanıyla başkanlığı ve şansölyelik yetkilerini kendinde topladı. Hitler ve Nazizm artık tartışmasız biçimde Almanya’da tek güç idi.

1 Yorum

selenay için bir cevap yazın Cevabı iptal et

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.