Türkçenin Alfabeleri

Türk tarihi üzerine yapılmakta olan araştırmalar, Türklerin tarihinin en az 4.000 yıl öncesine kadar dayandığını göstermektedir. Ne var ki, Türklerin Türk kimliğiyle tarih sahnesine çıktığı MS 552 yılından daha öncesine dayanan yazılı bir dönem günümüze kadar ulaşamamıştır. Bunun en büyük nedeni göçebe bir toplum olan Türklerin yaşam biçimidir. Bu yüzden tarihsel kayıtlarla belgelenebilen Türklerin kullandığı ilk alfabenin Göktürk alfabesi olduğu kabul edilir. Yine de bu kadar kısa bir tarih boyunca Türkler kadar alfabe değiştirmiş başka bir ulus, ya da Türk dili kadar değişik alfabelerle yazılmış ve yazılmakta olan başka bir dil yoktur denilebilir. Gerçekten, belgelerle izleyebildiğimiz tarihi boyunca, Türk dilinin değişik dönem ve çevrelerde 13 farklı alfabe ile yazılmış ve yazılmakta olduğunu biliyoruz. Bu alfabelerden 12’si Türk kökenli toplumlar tarafından kullanılmışken, Türk kökenli toplumlar dışında kalan Ermenilerin bir kısmı da Türkçeyi bir dönem Ermeni alfabesi ile kullanmışlardır. Böylece tarih boyunca Türkler 12 farklı alfabe kullanmış, Türkçe ise 13 farklı alfabe ile yazılmıştır. 

Türk dilinin bu kadar çok değişik alfabelerle yazılmış ve yazılmakta olmasının nedeni, Türk ulusunun göçler ve fetihler nedeniyle çok geniş bir coğrafi alana yayılmış, türlü uygarlık çevrelerine girip çıkmış ve değişik din ve kültürleri benimsemiş olmaları ile açıklanabilir. Tarih boyunca Türklerin kullandığı alfabeler şunlardır:

  • Göktürk Alfabesi
  • Mani Alfabesi
  • Soğd Alfabesi
  • Uygur Alfabesi
  • Brahmi Yazısı
  • Tibet Yazısı
  • Süryani Alfabesi
  • İbrani Alfabesi
  • Grek Alfabesi
  • Arap Alfabesi
  • Slav (Kiril) Alfabesi
  • Latin Alfabesi

Türklerin kullandığı alfabeler ve özellikleri  yazımıza, bugünkü bilgilerimize göre Türk yazı sistemi içinde kullanılmış olan ilk alfabe olan Göktürk alfabesinden başlayarak, bugüne kadar kullanılmış ve kullanılmakta olan bütün bu alfabeleri kısaca tanıtmak istiyoruz.

Üzerindeki tartışmalar günümüzde dahi sürmekte olduğundan, Altın Elbiseli Adam’ın mezarında bulunan kadehteki yazıyı konumuz dışında bırakırsak, bugünkü bilgilerimize göre, Türklerce kullanılan ilk alfabe İskandinav runik yazısına benzediği için Eski Türk Runik Yazısı diye de adlandırılan Göktürk ya da Orhun-Yenisey alfabesidir.

Göktürk Alfabesi

Ünlü Danimarkalı dilci Vilhelm Thomsen tarafından 15 Aralık 1893’te çözülmüş olan bu alfabe ile yazılmış irili ufaklı pek çok yazıt bulunmuştur. Kırgızistan’ın Talaş vadisi ile Yenisey Irmağı’nın yukarı havzasında bulunan yazıtlar, harf sayısı ve türü bakımından daha zengin olmakla birlikte genellikle kısa ve tarihsizdir. Yazılış ya da dikiliş tarihleri az-çok kesinlikle bilinen runik harfli büyük yazıtlar Moğolistan’da Orhun Irmağı kıyılarında ve Kuzey Moğolistan’ın öbür bölgelerinde bulunanlardır. Bunların çoğu II. Göktürk hanedanı zamanından (682-745), bir kısmı da Moğolistan’daki Uygur devleti döneminden (745-840) kalmadır.

Moğolistan’daki bu yazıtların içinde dikiliş tarihi kesin olarak bilineni Kül Tigin yazıtıdır. Üzerindeki Çince yazıttan öğrenildiğine göre, bu yazıt 1 Ağustos 732 tarihinde dikilmiştir. Öbür yazıtların tarihleri ise, yaklaşık olarak şöyledir: Bilge Kağan (735), Tonyukuk (720), Ongin (732-735 arası), Küli Çor (719-723 arası). Bugünkü bilgilerimize göre Moğolistan’daki Göktürk yazıtlarının en eskisi Doğu Gobi’de bulunan Çoyren yazıtıdır. Bu yazıtın II. Göktürk hanedanının kurucusu İlteriş Kağan (hükümdarlık yılları 682-692) zamanından kaldığı sanılmaktadır.

Taş üzerine yazılmış bu yazıtlardan başka Doğu Türkistan’da da Göktürk alfabesiyle yazılmış bazı metinler ve metin parçaları bulunmuştur. Bunlar içinde en önemlisi, küçük boyda 100 sayfadan oluşan Şamanist bir fal kitapçığıdır. Irk Bitig “Fal kitabı” adını taşıyan bu kitapçığın IX. yüzyıldan kalma olduğu sanılmaktadır.

Orhun Yazıtları’nda kullanılan ve sağdan sola doğru yazılan Göktürk alfabesi 40 işaretten oluşur. Bu 40 işaretten ikisi, Tonyukuk yazıtında her ikisi de birer kez kullanılmış olan iki hecedir. Bunlar bir yana bırakılırsa geri kalan 38 harften dördü ünlü işaretleridir. Bu ünlü işaretlerinin her biri iki ayrı ünlüyü gösterir.  Alfabenin geri kalanı 31 ünsüz, 3 çift ünsüz sesten oluşur. Ünsüzler için kullanılan 31 harften 20’si kalın ve ince sesler için ayrı ayrıdır

Eski Türk runik yazısı, görüldüğü gibi, ünlü işaretleri bakımından yetersiz fakat ünsüz ve hece işaretleri bakımından zengin bir alfabedir. Bu yazının kökeni hakkında bugüne değin türlü teoriler ileri sürülmüştür. Bu teoriler içinde bilim çevrelerinde en çok yandaş bulanı Thomsen’ınkidir. Alfabeyi çözen Thomsen’e göre eski Türk runik yazısı ya doğrudan doğruya ya da başka bir alfabe (İrani bir alfabe) aracılığı ile Arami tipinde bir Sami alfabesinden, büyük bir olasılıkla Arami alfabesinden türemiştir. Gerçekten, Göktürk alfabesinin bazı harfleri ile bunların Arami/İrani alfabelerindeki karşılıkları arasında gerek biçim gerekse değer bakımından büyük bir benzerlik vardır. Ayrıca, eski Türk runik yazısının sağdan sola doğru yazılması da onun Sami kökenli olduğuna kanıt sayılabilir. Batı Türkleri bu alfabeyi Tiyenşan kuzeyindeki bozkırlarda o bölgede yaşayan ve temas halinde oldukları Soğdca konuşan Hıristiyanlardan almış olmalıdırlar.

Runik yazının Türklerce ne zamandan beri kullanıldığı da ayrı bir sorudur. Türklerin kendi adları ile tarih sahnesine çıkışları, bilindiği gibi, VI. yüzyıl ortalarına rastlar. 552’de kurulan I. Göktürk Kağanlığı’nda devlet ya da resmi yazışma dili olarak Türkçenin kullanılmış olduğu şüphelidir. Moğolistan’ın Arhangay (Kuzey Hangay) bölgesinde bulunmuş olan ve Göktürkler’den kalma en eski yazıt olduğu sanılan Bugut yazıtı (dikilişi 581) Soğd alfabesiyle ve Soğdca yazılmıştır. Bununla birlikte, Bugut yazıtının Soğdca yazılmış olması I. Göktürk Kağanlığı’nda Türklerin yazı dili olarak yalnızca bu dili kullanmış oldukları anlamına gelmez. Türkler daha I. Göktürk hanedanı döneminde, başka ülkelerle olan yazışmalarında, Soğdca yanında kendi dillerini de kullanmış olabilirler.

Soğd Alfabesi

Türklerin runik yazıdan sonra kullandıkları ikinci alfabenin Soğd alfabesi olduğu söylenebilir. Soğd, günümüzde Tacikistan sınırları içinde kalan bir bölgeye ve orada yaşayan insanlara verilen isimdir. Orta Asyalı İrani bir kavim olan Soğdlar, bilindiği gibi, Türklerin Çinlilerden sonra en çok temas ettikleri ve kültürel etkileri altında kaldıkları önemli bir yabancı kavimdir. Ve bu temas sonucu Soğd alfabesi Soğdlu tüccarların etkisi altında kullanılmaya başlanmıştır. Daha önce de değindiğimiz gibi, I. Göktürk hanedanı zamanından kalma Bugut yazıtı (dikilişi 581) Soğd yazısıyla ve Soğdca yazılmıştır. Gobi’nin güneyinde Sevrey Dağı’nın eteklerinde bulunmuş olan ve Uygur kağanı Bögü’nün 762 yılında Çin’e yaptığı seferden söz eden Sevrey yazıtı da Soğdca ve Türkçe olarak iki dillidir. IX. yüzyıl başlarından kalma olduğu sanılan Kara Balgasun yazıtı ise Türkçe, Çince ve Soğdca olmak üzere üç dilde yazılmıştır. Bütün bu veriler Soğdların ve Soğdcanın eski Türklerin toplumsal ve kültürel yaşamında oynadıkları büyük rolü göstermesi bakımından ilginçtir.

Moğolistan’daki Uygur devletinin (745-840) yıkılmasından sonra Doğu Türkistan’a göç eden Uygurların runik yazıyı bırakarak Türkçeyi Soğd alfabesi ile yazmaya başladıkları düşünülebilir. Soğd alfabesiyle yazılmış Türkçe (Uygurca) metinlerin sayısı azdır ve hepsi de Budist Uygurlardan kalmadır.

Uygur Alfabesi

Orhun AnıtıTürklerin runik yazıdan sonra uzun süre ve geniş ölçüde kullandıkları alfabe Uygur alfabesidir. Uygur alfabesi Soğd alfabesinin hızlı ya da işlek türünden çıkmıştır. Toplam 18 harften oluşan Uygur alfabesinde, tıpkı Arapçada olduğu gibi harflerin başta, ortada ve sondaki şekilleri birbirinden farklıdır.

Uygur alfabesinde o ile u, ö ile ü, ı ile i, b ile p, ince k ile ince g ayırt edilmez. Bu yazıda, Soğd alfabesinden farklı olarak, s ile ş ünsüzleri de bir ve aynı harfle yazılır. Kaim k harfi kalın g işaretinin üzerine iki nokta konularak bundan ayırt edilirse de, yazıda bu noktalar çoğu kez ihmal edildiğinden, bu ünsüzlerin yazımında da karışıklık olur. Bunlardan başka, o, u, ö ve ü ünlüleri, ilk hece dışında birbirlerinden ayırt edilmezler. Ayrıca, e ve n harfleri ile söz içi ve sonundaki a harfi birbirlerine çok benzer. Bütün bu eksiklikler Uygur alfabesinin Türklerce daha önce kullanılmış olan runik yazıya göre ne denli yetersiz olduğunu açıkça göstermektedir.

Türkçenin yazımı için yetersiz olmasına karşın, Uygur alfabesi Türklerce uzun süre kullanılmıştır. IX. yüzyıl ortalarında Doğu Türkistan’da yaklaşık 400 yıl süren bir devlet kuran Uygurlardan kalma elyazmalarının çoğu (genellikle Budist metinleri) Uygur alfabesiyle yazılmıştır. Bu alfabe ile yazılmış Mani ve Hıristiyan (Nesturi) metinlerinin sayısı da az değildir. Uygur alfabesiyle yazılmış en eski yapıtlar, VIII. yüzyıldan kalma Mani dinine ait metin parçalarıdır.

Uygur alfabesi Doğu Türkistan’daki Uygur devleti dışında da kullanılmıştır. Uygur alfabesinin bu yazıyı bilen kâtiplerce Fatih Sultan Mehmet’in sarayında da kullanılmış olduğunu, Fatih’in Uzun Hasan’a gönderdiği Uygur alfabesiyle yazılmış bir mektuptan anlıyoruz.

Uygur alfabesi XII. yüzyılın ikinci yarısında Uygurlardan Moğollara da geçmiş ve Moğollar dillerini, XX. yüzyıla kadar bu alfabe ile yazmışlardır.

Mani Alfabesi

Türklerin tarih boyunca kullandığı alfabelerden biri de Mani alfabesidir. Maniheizm ya da Mani dini, Türkler arasına oldukça erken bir tarihte girmiş, Moğolistan’daki Uygur Kağanı Bögü Kağan (759-780) Maniheizmi 762’de devletin resmi dini olarak kabul etmiştir. Maniheist Uygurlar, daha Doğu Türkistan’a göç etmeden önce, Mani alfabesi denilen yazıyı Türkçe için geliştirmiş ve kullanmaya başlamış olmalıdırlar.

Mani alfabesi, Arami alfabesinin bitişik olmayan türü ile Süryani alfabesinin bitişik türü arasında bir geçiş şeklini temsil eden Estrangelo yazısından çıkmıştır; hatta Mani yazısı Estrangelo yazısının biraz değişik bir türü sayılabilir.

Mani alfabesinde ünlülerin yazımı Uygur yazısındaki gibidir. Yalnız söz başındaki ı ve i, elif’le değil de ayın’la yazılır. Söz sonundaki ı ve i çoğu kez tekrarlanır, yani iki ye ile gösterilir: iki yerine ikii gibi. Ünsüz işaretlerine gelince, Mani alfabesi, bu bakımdan Soğd ve Uygur alfabelerinden üstündür. Mani alfabesinde b ile p, g ile k, gı ile ka ve s ile ş birbirlerinden ayırt edilir; başka bir deyişle, bütün bu ünsüzler için ayrı harfler vardır. Noktalama, Uygur alfabesindeki gibidir. Mani yazısı da, Uygur ve Soğd yazıları gibi sağdan sola yazılır. Mani alfabesiyle yazılmış Eski Türkçe metinler azdır. Mani elyazmaları, Albert von Le Coq adında Alman bir arkeoloğun keşif gezisi sırasında Turfan ve Tunhuang’daki mağaralarda bulunmuştur.

Brahmi Yazısı

Bazı Eski Türkçe metinler Soğd, Uygur ve Mani yazılarından tamamıyla farklı olan Brahmi yazısı ile yazılmıştır. Brahmi yazısı, Sanskritçenin yazımı için kullanılmış Hint kökenli bir yazıdır. Hindistan’dan gelen Budist misyonerler, bu yazıyı Orta Asya’daki Toharlar, Sakalar ve Türkler arasına sokmuş, bunu yaparken de, Brahmi yazısına, Hint dillerinde bulunmayan sesleri gösterebilmek için bazı yeni işaretler katmışlardır. Brahmi alfabesinde yapılan değişikliklerle (a ünlüsü ve ya hecesi birleştirilerek aya; u ünlüsü ve yu hecesi birleştirilerek uyu) gibi ünlülerin okunmasındaki zorlukları kaldıran bazı ligatürler ortaya çıkarılmıştır. Brahmi yazısında bulunan 28 hece işaretine Uygurlar yedi işaret daha eklemişlerdir. Brahmi yazısı, Sami kökenli Göktürk, Soğd, Uygur ve Mani yazılarına zıt olarak, soldan sağa yazılır ve bir hece yazısıdır.

Tibet Yazısı

Tibet yazısının Türklerin kullandığı alfabeler arasına girmesi, Budizmle birlikte Tibet’in Doğu Türkistan bölgesini işgal etmek istemesi benzeri dini ve siyasî nedenlere bağlanabilir. VIII-IX. yüzyıllarda Uygurlarla Tibetlilerin birlikte yaşadıkları Gansu bölgesinde Budist misyonerlerin tesiriyle Uygurlar Tibet yazısını kullanmaya başlamışlardır. Brahmi yazısından gelişmiş olan Tibet yazısı son derece karmaşıktır. Yarı hece yarı harf özelliği taşıyan bu alfabede 5 ünlü, 30 ünsüz, bir ters çevrik i, üç adet de harf altı ünsüz bulunur. Yalnızca Doğu Türkistan’ın bazı bölgelerinde ve kısa süreli kullanılmıştır.

Süryani Alfabesi

Doğu Türkistan’daki Uygurlar ve Orta Asya’daki öbür Türk toplulukları arasında misyonerlik faaliyetleri ile yayılan dinlerden biri de Hristiyanlık, özellikle bu dinin Nesturi mezhebi idi. Doğu Türkistan’da Turfan dolaylarında az sayıda da olsa Uygurca Hristiyan metinleri ve metin parçaları bulunmuştur. Berlin’de bulunan Uygur alfabesiyle yazılmış Hristiyan metinleri dışında Süryani alfabesiyle yazılmış Türkçe metin parçaları da vardır. Bu yazmalardan başka, Yedisu (Semireçiye) yörelerinde ve İç Moğolistan’da Süryani yazısıyla ve Türkçe Hristiyan mezar taşları da bulunmuştur. XIII. ve XIV. yüzyıllardan kalma bu mezar taşları Yedisu bölgesinde yaşayan Hristiyan (Nesturi) Türklerle İç Moğolistan’da yaşayan Hristiyan Öngüt Türklerine aittir.

Sami kökenli bütün alfabeler gibi sağdan sola yazılan Süryani yazısının birkaç türü vardır. Bu yazının Yedisu ve Öngüt mezar taşlarında kullanılan türüne Estrangelo adı verilmektedir. Estrangelo alfabesi Mani alfabesine benzer; daha doğrusu, Mani yazısı Estrangelo yazısından çıkmıştır. Hristiyanlığı benimseyen Türkler, Süryani alfabesinin kolu olan Estrangelo yazısıyla Hristiyanlığa ait birçok metni kendi dillerine tercüme etmiştir.

Arap Alfabesi

Türklerin tarih boyunca kullandıkları alfabeler içinde, gerek kullanım süresinin uzunluğu gerekse yayılma alanının genişliği bakımından, en başta geleni, hiç kuşkusuz Arap alfabesidir. Altay Türkleri, Yakutlar ve Çuvaşlarla Karaylar (Karaimler), Gagavuzlar ve Karamanlılar gibi küçük Türk toplulukları dışındaki bütün Müslüman Türk zümreleri İslam dininin Türkler arasında yayılmaya başladığı IX. yüzyıl ortalarından XX. yüzyıl ortalarına kadar kendi dil ve diyalektlerinin yazımında Arap alfabesini kullanmışlardır. Bugün, Irak’ta, Kerkük ve yöresinde yaşayan Türklerden başka Arap alfabesini kullanan Türk topluluğu yok gibidir.

Arap alfabesi, Batı Sami kökenli bir hece yazısından, Arami alfabesinin bir türünden gelişmiştir. İslam çağının başlarında Arap alfabesinin Kûfi ve Neshi olmak üzere başlıca iki türü vardı. Kûfi yazı giderek yerini Neshi’ye bırakmıştır. Modern Arap alfabesi, işlek olarak kullanılan bu Neshi türünden gelişmiştir. İşlek yazının yozlaşması ile Arap harfleri o denli birbirine benzer hale gelmiştir ki, onları diakritik noktalarla ayırt etmek zorunlu olmuştur.

Arap alfabesinde, bilindiği gibi, 28 harf vardır. Bunlardan üçü, elif vav ve ye, Arapçadaki uzun ö, ü ve t ünlülerinin yazımında kullandır, kısa a, u ve i ünlüleri ise fetha, damme ve kesre denilen “hareke”ler ya da ünlü işaretleri ile gösterilirdi. Hece ve söz sonundaki ünsüzler bu harflerin üzerine konulan cezme ya da sükûn işareti, ikiz ünsüzler de ünsüz işaretinin üstüne konulan şedde ile belirtilirdi. İlk Müslüman Türklerden Karahanlılar Türkçeyi işte bu 28 harfli Arap alfabesi ve büyük bir olasılıkla Arap yazım sistemi ile yazmışlardır.

Oğuz Türklerinin Türkçenin Arap alfabesiyle yazımında yaptıkları yeniliklerden biri, söz içi ve sonundaki e ünlüsü için, elifle birlikte, he harfini de kullanmış olmalarıdır. Söz içi ve sonundaki e ünlüsü, giderek, sadece he ile yazılır olmuştur. Oğuz Türkleri, Türkçedeki p, ç ve g ünsüzlerini göstermek için de Farslardan pe, çim ve gef (kâf-ı Fârisi) harflerini almışlar ve böylece Arap alfabesini Türkçe için daha uygun bir biçime sokmuşlardır. Arap alfabesi ünsüz işaretleri bakımından zengin, ünlü işaretleri bakımından ise son derece yoksul bir alfabedir. Türkçenin 8 ünlüsünü göstermek için bu alfabede ancak üç harf, elif, vav ve ye vardır. Bu yüzden Arap alfabesi, Türklerin kullandığı alfabeler içinde tüm sözcükleri ünlü harflerden oluşan Türkçe için en uyumsuz alfabelerden birisidir.

İbrani Alfabesi

İbrani alfabesi köken olarak Sami yazısının Kenan koluna dayanır. Toplam 22 ünsüz harften oluşur. Harun Reşid zamanında Museviliğin Karay mezhebini kabul eden ve bugün Ukrayna ve Litvanya’da (1943’e kadar Kırım’da da) yaşayan Türk asıllı Hazar Türkleri (Karaimler ya da Karaylar da denir) dini yapıtlarda ve ibadetlerde İbrani alfabesini kullanmışlardır. En eski Tevrat çevirileri XVI. (Haliç diyalektinde) ve XVIII. (Trakay diyalektinde) yüzyıllara aittir. Fakat günümüzde, elimizde Hazarlara ait yazılı bir belge bulunmamaktadır. Karay Türkçesinin yalnızca sözlü olarak yaşamasından dolayı kullanım alanı oldukça daralmıştır.

Grek Alfabesi

Başlangıçta Sami kökenli diğer alfabeler gibi sağdan sola yazılan Grek alfabesi, Fenike alfabesinin etkisi altında gelişimini tamamlayarak soldan sağa yazılmaya başlamıştır.

1924 yılındaki Türk-Yunan mübadelesine kadar Orta ve Güney Anadolu’nun türlü yöreleri ile İstanbul ve İzmir gibi büyük kentlerde yaşayan ve kendilerine Karamanlılar denilen Grek-Ortodoks Türkler, diyalektlerini yüzyıllar boyunca Grek alfabesi ile yazmışlardır. Bu alfabenin Türkçeyi tam olarak karşılayamaması nedeniyle Türkçedeki ı, ü, ö, c, ç, j, ş gibi sesler farklı harf birlikleriyle ve diakritiklerle gösterilmiştir.

Grek alfabesiyle yazılmış Karamanlı Türkçesi elyazmalarının en eskileri XVI. yüzyıldan kalmadır. XVII. ve XVIII. yüzyıllardan da pek çok yazma kalmıştır. XVIII. yüzyıldan başlayarak İstanbul’da, İzmir’de ve Avrupa’nın birçok kentlerinde Karamanlı Türkçesi ile kitaplar basılmıştır. Karamanlı diyalekti ile yazılmış elyazmaları ile kitapların çoğu Grekçeden çevrilmiş dini yapıtlardır. Bununla birlikte gazete, dergi, ders kitabı benzeri basılı eserlerin yanı sıra mezar kitabelerinde de bu alfabe kullanılmıştır. Lozan Antlaşması ile gerçekleşen azınlıkların değişimi kapsamında Yunanistan’a gidenler arasında bu alfabeyi kullanan Türkler de bulunmaktadır.

Latin Alfabesi

T.B.M.M tarafından Atatürk'e armağan edilen altın alfabeTürk ulusu içinde Latin asıllı bir alfabeyi ilk kez kullananlar Azerbaycan Türkleridir. Azeri aydınları arasında Arap alfabesini değiştirme düşüncesinin başlangıcı XIX. yüzyıla kadar gider. Geçen yüzyıl ortalarında ünlü Azeri dramaturgu Mirza Fethali Ahundov, Arap alfabesinin bırakılıp yerine Latin-Slav asıllı yeni bir alfabenin kabul edilmesini önermişti. Ancak toplumsal ve politik şartlar o dönemde böyle bir düşüncenin gerçekleştirilmesine, hatta tartışılmasına elverişli değildi.

Azeri Türkçesinin yazımı için Latin alfabesi asıllı bir alfabenin hazırlanması ancak Sovyet Devriminden sonra, 1922’de gerçekleşti. Azerbaycan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetinde 1923-24 yıllarında yayımlanan bir genelgede yeni Türk (Azeri) alfabesinin kullanımının zorunlu olduğu bildiriliyordu. Bununla birlikte Latin asıllı yeni alfabe ancak 1925’te öğretimde kullanılmaya başlandı.

Bununla birlikte, Latin alfabesiyle yazılan ilk Türk dili Azeri değil, Yakutçadır. 1819’dan beri Slav alfabesiyle yazılmakta olan Yakutça için 1917’de ünlü pedagog S. A. Novgorod, Uluslararası Fonetik İşaretleri’ni esas kabul ederek 33 harften oluşan Latin asıllı yeni bir alfabe düzenlemişti. Yakutça 1917’den 1939 yılına kadar bu alfabe ile yazıldı.

SSCB’de Yakutça ve Azeri’den sonra Latin alfabesiyle yazılan üçüncü Türk diyalekti Karaçayca-Balkarcadır. Bu diyalekt için 1924’te İ. Akbayev ve İ. Abayev tarafından hazırlanan Latin alfabesi 31 harften oluşuyordu. 1926 Bakü Türkoloji Kongresi’nden sonra kabul edilen 3 yeni harfle bu sayı 34’e çıkmıştı.

Türkiye’de gerçekleştirilen harf devrimi ile Türkçe, belgelerle izleyebildiğimiz tarihi boyunca ilk kez her sesinin ayrı bir harfle gösterildiği, yüzde yüze yakın fonetik bir yazıma kavuşmuştur. Bugünkü alfabemiz yalnız Türkçenin yabancı dillerden (Arapça ve Farsçadan) aldığı bazı ödünç sözcükleri yazmaya elverişli değildir (örneğin katil “öldüren” sözündeki /q ile kâr sözündeki jk / gibi).

Slav Alfabesi

Eski SSCB’nin türlü cumhuriyetleri ile Rusya’nın özerk bölgelerinde konuşulan Türk dil ve diyalektleri Slav asıllı alfabelerle yazılmaktadır. Slav alfabesi, Grek alfabesi kökenlidir. IX. yüzyıl sonlarında Kiril adlı Bizanslı bir din adamı tarafından Eski Kilise Slavcası için düzenlenen bu alfabe, zamanla bazı değişikliklere uğrayarak, günümüze kadar gelmiştir. Bugün başlıca Doğu (Rus) ve Güney-Doğu (Bulgar) Slav dillerinin yazımında kullanılan bu alfabe, düzenleyicisinin adıyla, “Kiril alfabesi” diye de anılır.

Türk dilleri içinde Slav alfabesiyle yazılan ilk dil Çuvaşçadır. Eski Bulgar Türklerinin torunları olan ve öteden beri Volga-Kama bölgesinde yaşayan Çuvaşların yazıları yoktu. XVIII. yüzyıl başlarında Hıristiyanlığı yaymak için Çuvaşlara giden Rus misyonerleri, bu dilli Rus harfleri ile yazdılar. 1769’da Rus Bilimler Akademisi’nce yayımlanan ilk Çuvaşça gramerde Çuvaşça için 35 harften oluşan bir alfabe kullanılmıştır. Bu harflerin 31 tanesi Rus alfabesinden, 1 tanesi de (g harfi) Latin alfabesinden alınmıştı. Geri kalan 3 işaret ise çift harflerle oluşturulmuş birleşimlerdi. Bundan aşağı yukarı yüz yıl sonra, 1871’de, Çuvaşların ilk hocaları sayılan İvan Yakovleviç Yakovlev, Çuvaşça için Slav asıllı yeni bir alfabe düzenledi. Bu alfabe fonemikti ve 28 harften oluşuyordu. Çuvaşça 1938’e kadar, zaman zaman ufak- tefek değişikliklere uğrayan bu alfabe ile yazıldı. Bugünkü Çuvaş alfabesi 1938’de düzenlenmiştir ve 36 harften oluşur.

Slav alfabesiyle yazılan ikinci Türk dili Yakutçadır. Yakutça için ilk alfabe 1819’da düzenlenmişti. Bununla birlikte Yakutçanın ilk bilimsel alfabesi Otto Böhtlingk’in 1851’de yayımlanan Yakutça gramerinde kullandığı Slav alfabesidir. Bu alfabe 29 harften oluşur.

Günümüzde, SSCB’den ayrılan eski Türk Cumhuriyetlerinden Kazakistan ve Kırgızistan Slav alfabesini kullanmaya devam etmektedir.

Ermeni Alfabesi

Yazının bu son bölümünde Ermeni alfabesi için bir paragraf açmak gerekiyor. Yazı yalnızca “Türklerin kullandığı alfabeler” ile sınırlı olsaydı Ermeni alfabesi bu makalenin konusu olmazdı. Evet, Türkler Ermeni alfabesi kullanmamıştır ancak Türkçenin yazıldığı alfabeler arasında Ermeni alfabesi de bulunmaktadır. Bu nedenle Ermeni alfabesine de Türk yazı sistemi içinde değinmek gerekir.

XI. yüzyıl ortalarında Doğu Anadolu’daki Ermeni devletinin Selçuklu Türklerince yıkılmasından sonra, Ermenilerin çoğu Kırım’a göçmüş ve oraya yerleşmişlerdi. Göçmen Ermenilerin bir kısmı daha sonra Batı Ukrayna’ya gittiler. Kırım ve Ukrayna’daki bu Ermeniler yüzyıllarca Kıpçak Türklerine bağımlı olarak yaşadılar. Uzun süren bu temas sonucu Kıpçak Türkçesi bu Ermenilerin din ve devlet dilleri oldu. Kilisede ve resmi yazışmalarda Kıpçak Türkçesini kullanır hale geldiler. Ancak, yazılarını değiştirmediler ve konuştukları Türkçeyi Ermeni alfabesiyle yazdılar.

Ermeni alfabesiyle yazılmış yapıtların çoğu resmi belgelerdir, XVI. ve XVII. yüzyıllardan kalma bu belgelerin bir kısmı 1943’e kadar Kiev’de bulunuyordu. Bu belgeler 1944’teki Alman çekilmesi sırasında yanıp yok olmuştur.

Görüleceği üzere tarih boyunca Türklerin kullandığı alfabeler, birçok ulustan çok daha fazladır. Bunun nedeni, yazımızın başında da belirttiğimiz gibi göçler ve fetihler yüzünden çok geniş bir coğrafyaya yayılmış olmaları ve birçok farklı ulusla etkileşime girmeleridir.

3 Yorum

Kokoreç için bir cevap yazın Cevabı iptal et

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.