Vagon Li Olayı – Vatandaş Türkçe Konuş

1933 yılının 23 Şubat’ında Naci Bey, çalıştığı Vagon Li şirketinin (Wagon-Lits – Compagnie Internationale des Wagons-Lits) Beyoğlu’nda şubesine giderken etrafına gururla bakıyordu. Daha aylar vardı ama Cumhuriyet’in 10. yıl kutlama hazırlıklarına şimdiden başlanmıştı. Dile kolay, bundan tam 10 yıl önce herkesin artık tarihe karıştığını düşündüğü Osmanlı’nın küllerinden yepyeni bir ülke doğmuş; Türk ordusu Yunanlıları denize dökerek Anadolu’nun bir Türk yurdu olduğunu bir kez daha tüm dünyaya kanıtlamıştı. Ulus devlet temelleri üstünde yükselen yeni Cumhuriyet yepyeni bir insan yaratmıştı: Osmanlı’nın son dönemlerindeki aşağılanan, sürekli hor görülen, kendine güveni kalmayan bir tebaanın yerini dimdik ayağa kalkan, başı önde adeta yepyeni Türk insanı almıştı. Yeni Cumhuriyet çağdaş bir devlet olma yolunda hızlı adımlarla ilerliyordu. Uzun yıllar boyunca Osmanlı’yı kendileri için sömürülecek bir pazar olarak gören yabancılar için bu durumu kabullenmek elbette kolay olmayacaktı.

İşte bu duygular içinde Naci Bey, dört yıldır çalışmakta olduğu Beyoğlu Tokatlıyan Han’da bulunan Vagon Li acentesinden içeri girdi. Çalıştığı şirket, yataklı ve yemekli vagonları bulunan uluslararası bir Fransız demiryolu işletmesinin Türkiye acentesiydi.  Devasa bir şirketti Vagon Li. 1872 yılında Belçikalı Georges Nagelmackers tarafından kurulmuş, kısa sürede neredeyse Avrupa, Kuzey Afrika ve Osmanlı toprakları dahil güzergahında olmayan hiçbir nokta kalmamıştı. Osmanlı topraklarına gelişi ise 1883 yılında Paris-İstanbul hattında çalışan ünlü Doğu Expressi ile olmuştu.

Cumhuriyet, Osmanlı’yı ekonomik olarak çökerten kapitülasyonları kaldırmanın yanısıra stratejik birçok kuruluşu da devletleştirerek ulusal bir ekonomi kurma yolunda zorlu bir çaba içine girmişti. Fakat gerek Osmanlı’dan kendisine miras kalan borçların ödenmesi nedeniyle, gerekse 20. yüzyılın başlarından itibaren bitmek bilmeyen savaşlarla enkaza dönen bir ülkenin olanakları da sınırlıydı. Var olan bütçeyle ne her kurumu devletleştirmek mümkündü ne de halkın gereksinim duyduğu hizmetlerinin tümünün devletin olanaklarıyla karşılanması.

Vagon Li de bu ayrıcalıktan yararlanan şirketlerinden biriydi. Cumhuriyet kurulduktan hemen sonra 1924 yılında Ankara-İstanbul arasında yataklı-yemekli vagonlarını işletmeye başlamış; 1926 yılında Mustafa Kemal’in izni ile 40 yıl boyunca TCDD’nin yemekli ve yataklı vagonlarını işletme imtiyazı kazanmıştı. Başlangıçta Anadolu Ekspresi ve daha sonra servise giren Ankara Ekspresi ile Salı ve Cumartesi olmak üzere haftada iki gün olan karşılıklı tren seferlerine talep beklenenden fazla olunca sefer sayısı haftada üç güne yükselmiş, ardından İstanbul-Adana arasında sefer yapacak Toros Expresi de hizmete girmişti.

Vagon Li’nin en büyük müşterisi yabancı ülkelerin büyükelçilik çalışanlarıydı. Yeni Cumhuriyet’in başkenti Ankara olmuştu ama birçok ülkenin büyükelçiliği halen daha İstanbul’daydı. Bu nedenle birçok büyükelçilik çalışanı henüz Ankara’ya taşınmadığından, sık sık başkente gidip gelmekte, bu yolculuklarında da treni tercih etmekteydi. Ülkede henüz karayolu da olmadığından bu dönemde devletin ileri gelenleri, politikacılar ve zengin işadamları da hem hızlı hem konforlu olan Vagon Li’nin müşterileri arasındaydılar.

Vagon Li’nin Türkçe Düşmanı Müdürü

23 Şubat günü Vagon Li’nin Beyoğlu’ndaki acentesine gelen İstanbul’un tanınmış işadamlarından biri de, o akşam Ankara’ya gidecek işte bu trende kendisi için yer ayrılmasını istiyordu. Oysa trende ancak günler öncesinden rezervasyon yaptırmak koşuluyla yer bulunabiliyordu. Naci Bey de listeye baktı, ne var ki Beyoğlu acentesine ayrılan bütün yerler tahmin edileceği üzere çok önceden satılmıştı. Ama müşteri ısrarcıydı; kendisine mutlaka yer bulunmasını istiyordu. Naci Bey müşterinin ısrarları karşısında ellerinde bilet kalmadığını ama Galata şubesinde bir umut bilet olabileceğini söyleyerek telefonu kaldırdı. Karşı şube telefonu açınca gayet doğal bir biçimde Türkçe olarak sohbete başladı.

Naci Bey ve müşteri arasında geçen konuşmalar, acentenin İtalyan uyruklu müdürü Dr. Gaetan Jannoni’nin de dikkatini çekmişti. Görevinde yeni sayılırdı. Çok iyi derecede Türkçe konuşan, hem müşteriler hem de çalışanlarla kurduğu sıcak ilişkiler nedeniyle herkesin sevdiği Belçikalı eski müdür Boel’in başka bir şubeye atanmasıyla göreve başlamıştı.

Dr. Jannoni, Naci Bey telefonu kapattıktan sonra acente çalışanlara döndü ve Fransızca olarak hiç beklenmedik bir soru yöneltti: “Bu memur böyle hangi dilde anırıp duruyor? Türkçe mi?”

“Evet” yanıtını alınca Naci Bey’e döndü ve sert bir tavırla “Burada resmi dilin Fransızca olduğunu bilmiyor musunuz? Size kaç kere söylendi bu…  Sizi illa sopa ile mi yola getirmeli?” dedi.

Naci Bey, müdürün bu beklenmedik tepkisine hem şaşırmış hem de öfkelenmişti. Kendi memleketinde bir yabancı, Türkçe konuştuğu için kendisini aşağılıyor, hakaret ediyordu. Alttan almaya hiç niyeti yoktu: “Ben Türküm! Benim ülkemin resmi dili Türkçedir. Hatta siz bile Türkçe öğrenmelisiniz!” diye karşılık verdi.

Açıkçası Dr. Jannoni de emrindeki bir çalışanın böyle bir tepki göstereceğini hiç ummamaktadır. Sinirli bir şekilde Naci Bey’e maaşından 25 kuruş para cezası kestiğini söyler. Oysa ne kesilen para cezası Naci Bey’in umurundadır ne de sessizce olanları kabul edip köşesine çekilecektir: “Memleketimde Türkçe konuşmak benim en doğal hakkımdır. Ne diye para cezası ödeyecek mişim?”

Naci Bey’in ödün vermez biçimde Türkçe konuşmaktaki haklılığını dile getirmeyi sürdürmesi üzerine Dr. Jannoni sinirden iyice köpürmüş bir halde onu 15 gün süreyle işten kovduğunu söyleyip acenteyi terk etmesini ister. Naci Bey şapkasını giyer ve karşılık vermeye bile tenezzül etmeden acenteden çıkıp gider.

Acente çalışanları o gittikten sonra Dr. Jannoni’ye yaptıklarının yanlış olduğunu ve Naci Bey’i geri çağırması gerektiğini söyleseler de öfkeden deliye dönmüş olan Dr. Jannoni’nin fikri değişmez. “Ya o gidecek ya ben” diyerek konuyu kapatır.

Oysa bu davranış, tüm iş kariyeri boyunca yaptığı en büyük hata olacaktır. Zira Cumhuriyet Türkiye’si ne Osmanlı gibi Avrupa’nın yarı sömürgesidir, ne de insanları artık kendi memleketlerinde aşağılanmayı sineye çekecek karakterdedir. Yaptıkları, Türk tarihine Vagon Li Olayı olarak geçecek Cumhuriyet tarihinin ilk büyük gençlik eylemini başlatacaktır.

Olay hemen ertesi gün dönemin gazetelerine yansıyarak büyük yankı uyandırır. Cumhuriyet gazetesi yaşananları “Vagon Li Şirketi’nde çirkin bir hadise – Türkçeyi istemeyenin Türkiye’de yeri yoktur” başlığı ile okurlarına iletirken, Milliyet gazetesinin başlığı ise “Bu nasıl iş? Bir şirket, memurlarına Türkçe konuşturmuyor” şeklindedir. Vakit gazetesi ise yetkilileri, olayı soruşturmaya davet eden bir yazıyla kervana katılır:

Bu çirkin hareket gösteriyor ki henüz Türkiye’de Türklüğe riayet etmesini hâlâ bilmeyen ecnebiler var. Türkiye’de resmi lisan Türkçedir. Türkiye topraklarında Türkçeyi bir ecnebi menedemez. Bu küstahlığa bir Türk olan şirket mümessilinin de göz yummayacağı tabiidir. Hükümetin meseleyi ehemmiyetle nazarı dikkate alarak tahkikat yapacağı ve ekserisi Yunan ve İtalyan tâbiiyetinde olan memurlar önünde cereyan eden bu çirkin hadiseyi çıkaran ecnebiye haddini bildireceği şüphesizdir.

Basının Vagon Li olayını Türk halkına duyurmasıyla birlikte toplumda büyük bir patlamaya neden olması kaçınılmazdı. Çok değil, on yıl önce işgalci güçlere karşı Milli Mücadele’yi yürüten, bağımsızlığını döktüğü kanıyla elde eden ve bunun 10. yılını büyük bir coşkuyla kutlamaya hazırlanan bir ulusun üyelerinin bu kez yabancı şirketler aracılığıyla bağımsızlığına gölge düşürülmesi kabul edilemez bir davranıştı. Üstelik Türkçenin evde, sokakta, köyde konuşulan bir iletişim aracı olduğu, edebiyat, bilim, sanat dili olmadığı yolunda yıllardır işlenen düşünce karşısında Türkçenin köklü bir dil olduğu düşüncesinin işlendiği, başka dillerle karşılaştırıldığı ve Türkçe seferberliğinin başlatıldığı günlerde bu olayın yaşanması tepkisiz kalmadı. Vagon Li, Türkçeye karşı yapılan saldırılar nedeniyle içten içe öfke duyan Türk gençliği için bardağı taşıran son damlaydı.

Gençliğin Dizginlenmeyen Öfkesi

Vagon Li25 Şubat günü Darülfünun’da toplanan üniversite gençliği yerinde duramıyordu. Milli Türk Talebe Birliği üyesi öğrenciler, olayı sütunlarına taşıyan gazete kupürlerini tüm sınıfların kapılarına asmış, olaydan haberi olmayan neredeyse kalmamıştı. Dakikalar geçtikçe kalabalık arttı ve sayıları artık binlerle ifade edilecek rakama ulaştı. Bir fırtınanın yaklaşmakta olduğu belliydi. Gençlerin eylem hazırlığında olduğunu anlayan Fakülte Müderrisi Tahir Bey’in tüm vazgeçirme çabaları boşunaydı. Fakülte ve yüksekokullarda yapılan hararetli tartışmaların ardından gençler, Galatasaray Lisesi önünde toplanmaya ve olayı protesto etmeye karar verdiler.

Sonrası otomobillerle, tramvayla, yürüyerek Galatasaray Lisesi önüne dalga dalga akan insan seliydi. Bir otomobilin üzerine çıkan Polis Müdürü Fehmi Bey öğrencileri yatıştırmaya çalışıyor, “Derdinizi gelip bana anlatın ama buradan dağılın” diyerek kalabalığa sesleniyordu. Ne var ki gençler dağılmamakta kararlı olduğundan Fehmi Bey’in tüm girişimler başarısızlıkla sonuçlandı. Yardıma çağrılan Beyoğlu İtfaiyesi’nin su sıkarak gençleri dağıtmaya çalışması da hiçbir işe yaramadı. Kimi araçların önünü kapattı, kimi hortumlarını keserek ya da bükerek itfaiye araçlarını işe yaramaz hale getirdi.

O sırada Beyoğlu acentesinde olan Dr. Jannoni de birazdan yaşanacakları anlamış, çalışanları gönderip acentenin kepenklerini indirdikten sonra o da korku içinde binayı terk etmişti. Gerçekten de kısa bir süre sonra gençler Galatasaray Lisesi’nden Vagon Li’nin Beyoğlu acentesine yürümeye başladılar. İçlerinde atlı polislerinde de olduğu yaklaşık 300 polis, sayıları binlerle ifade edilen Türk gençliği karşısında çaresizdi. Yürüyüşe geçen kalabalığı durdurmak mümkün değildi.

Acentenin önüne ulaşıldığında “Yaşasın Türklük, Yaşasın Gençlik” sloganları altında kızlı erkekli binlerce genç yanlarında getirdikleri taşlarla binayı taşlamaya başladı. Ardından acentenin kepenklerini kaldırıp şubenin camlarını kırdılar ve halkın alkışları arasında şubeye girdiler. Yazıhaneler, gişeler, şubenin camları, tren ve gemi maketleri, üç telefon makinesi de kırılan eşyalar arasındaydı.

Bu Şirket Gazi’nin Resmini Asmaya Layık Değildir

Gençler binada birçok işyeri bulunmasına karşın son derece dikkatli davranmışlar ve yalnızca Vagon Li acentesi hasara uğramıştı. Bir yağma olayı da söz konusu değildi. Dışarı çıktıklarında acenteden aldıkları tek şey, Gazi Mustafa Kemal’in duvarda asılı olan resmiydi. “Bu şirket Gazi’nin resmini asmaya layık değildir” diyorlardı hep bir ağızdan. Ama öfkeleri dinmek bilmiyordu. “Türklüğü tahkir edenler, Türkçe konuşmayanlar bu memleketten kovulacaklardır” diye bağırarak ve Sakarya Marşı’nı söyleyerek Tünel-Yüksek Kaldırım yolu ile Vagon Li’nin Karaköy’deki şubesine yürümeye başladılar.

Karaköy acentesi de aynı akıbete uğramaktan kurtulamadı.

Gençler daha sonra toplu halde Cağaloğlu’na yürüdüler ve ellerindeki Gazi Mustafa Kemal’in resmini alkışlar eşliğinde Eminönü Halkevi’ne teslim edip o dönemde merkezi Cağaloğlu’nda bulunan gazeteleri ziyaret ederek yaşananların nedenlerini anlatmaya başladılar. Gazetecilere de sitem doluydular: “Güzellik yarışmalarına sütunlarınızda yer verdiğiniz kadar bu olaya neden yer vermiyorsunuz?”

Günün sonunda Galata şubesinde 1200,  Beyoğlu Şubesi’nde ise yaklaşık 3000 liralık maddi hasar meydana gelmişti.

Vagon Li Olayı’nın ertesi günü Vakit gazetesine bir bildiri gönderen gençler bu eylemin nedenlerini şöyle anlatıyorlardı:

En kutsal görevi ulusal şeref ve gururu her türlü tecavüzden korumak olan memleketin aydın gençliği, mazinin karanlıklarından arta kalan kör bir zihniyete karşı bu gösteriyi düzenlemiştir. Türk elinde Türk genci her şeyden evvel ulusal onurunu gözetir. Türk’ün vatanı, Türk’ün tarihi yalnız bu ulusal onurun heykelleşen ifadesidir. O heykelin mermeri, Türk dilinin asil ve temiz varlığıdır. Asya’nın cihan tarihine sayfalar açtıran büyük devrimlerin velvelesinden uyanmayan gafiller, Türk gençliğinin ulusal bilinç ve ulusal heyecanındaki ahenk ve kudreti görmüşlerdir.

Olayların ardından Beyoğlu Kaymakamı Sedat, Savcı Kenan ve Emniyet Müdürü Fehmi Bey Galatasaray Polis Merkezi’nde ilk incelemeyi başlattı. Soruşturmayı yürüten Savcı Muavini Sedat Bey basına verdiği demeçte henüz kimsenin tutuklanmadığını, sorgulanmak üzere kimi öğrencilerin gözetim altına alındığını, olayla ilgili incelemenin sürdüğünü söylüyordu. “Gençlerin heyecana kapıldığını” ve kimseye bir şey olmadığına dikkat çeken Sedat Bey gösteriyi, “bütün uygar ülkelerde olduğu gibi basit bir olay” olarak nitelendiriyordu.

Vagon Li Şikayetçi Olmaya Cesaret Edemiyor

Vagon Li şubesiİstanbul Valiliği de olayla ilgili bilgi isteyen İçişleri Bakanlığı’na “üzerinde fazla durulacak bir sorun” olmadığını bildirdi. İlk incelemelerden sonra savcılık konu ile ilgili iki yönlü bir soruşturma başlattı. İlki öğrencilerin düzenledikleri gösteriye yönelikti. “Tezahürat sırasında taşkınlık yapmak, polislere serkeşlik etmek ve memleketin asayiş ve nizamlarına mugayir harekette bulunmaktan” dolayı gözaltına alınan on beş öğrenci sorguya çekildi. Ancak ertesi gün serbest bırakıldılar. Çünkü o dönem Ceza Kanunu’nun 516. maddesi gereği işlem yapılabilmesi için de malı hasara uğrayanın şikayet dilekçesi vermesi gerekliydi. Oysa Vagon Li yönetimi olayın çapı karşısında tedirgin olmuş, şikayet edecek cesareti kendinde bulamamıştı.

Yine bir iddiaya göre olaylar sırasında İstanbul’da bulunan ve Beyoğlu’nu gezen Mustafa Kemal  “Çocuklardan da birinin başına en ufak bir şey gelmesin” diyerek emniyeti aramış ve gençler yukarıdan gelen emir dahilinde serbest bırakılmıştı.

Fakat davanın bu kadar kapanması kolay değildi. Çünkü olayın bir de Türklüğe ve Türkçeye hakaret kısmı vardı. Savcılık da bu nedenle G. Jannoni hakkında dava açmak için Adalet Bakanlığı aracılığıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı’na başvurdu.

Çok değil daha iki gün gün öncesine kadar Türkçe konuşulmasına tahammül edemeyen Jannoni’nin yerinde bambaşka biri sanki. O sinirli, herkese bağırıp çağıran şube müdürü gitmiş, yerine başına gelecekleri endişeyle bekleyen bir Jannoni gelmişti. Gazetelere verdiği açıklamalarda kendini şöyle savunuyordu:

Sözü edilen memuru bir müşteri ile sert bir tavırla konuşurken gördüm. Müşteri hoşnutsuzluğunu dile getiriyordu. O zaman sorunu bana anlatmasını söyledim. Memur şu yanıtı verdi: “Burası Türkiye’dir; ben Türkiye’de başka dilde konuşmam.” Bunun üzerine, memura 10 lira ceza verdim. Bana bu cezayı ödemeyeceğini söyledi. Bunun üzerine kendisine 15 gün muvakkat mezuniyet (geçici izin) verdim. Fakat çalışkan bir memur olduğu için, cezayı bir haftaya indirdim. Memur şapkasını giydi ve gitti. Olay bundan ibarettir. Benim Türkleri sevmediğimi söylüyorlar. Tamamen asılsızdır. Nitekim şimdi Türkçe öğreniyorum.

Adli süreç devam ederken, Vagon Li de kendi içinde olayı soruşturmak amacıyla şirketin Zagrep’teki müfettişlerinden Touchefeu’u 28 Şubat 1933 günü İstanbul’a gönderir. Soruşturma sonucunda şirketin resmi dilinin Fransızca olduğu ama memurların mutlaka Fransızca konuşacakları hakkında şirketin hiçbir zaman emir vermediği, Jannoui’nin de böyle bir emir vermeye ya da uygulamaya yetkili olmadığı ama Jannoni’nin şirkette Türkçe konuşmayı yasakladığının anlaşıldığı kamuoyuna duyurulur. G. Jannoni’nin bir buçuk ay önce İstanbul’da işe başladığından işindeki başarı durumunun öğrenilemediği, fakat yanında çalışanlara iyi bir yöneticilik sergileyemediğini yaşanan olayla ortaya çıktığı kaydedilmektedir. Wagon Li’nin ilkeleri arasında, görev yapanların çalıştıkları ülkenin geleneklerine ve ahlakına uyması bulunduğunun altı çizilir ve bu ilkelere uymadığı anlaşılan G. Jannoni’nin işine son verilir. Naci Bey ise görevine yeniden başlar.

Türklüğe hakaretten hakkında dava açılan Jannoni’nin ilk duruşması 16 Temmuz 1933 tarihinde yapılır ve eksik evraklarının tamamlanması için dava ileri bir tarihe ertelenir. Ama ikinci duruşma hiç yapılmaz. Çünkü 26 Ekim 1933’te Cumhuriyet’in 10. yılı nedeniyle çıkarılan genel af sayesinde Jannoni ceza almaktan kurtulur.

Sonuçta Vagon Li olayı dilde Türkçeleştirme, sadeleştirme çalışmalarının hız kazandığı, ibadet dilinin Türkçeleştirilmesi çalışmalarının devam ettiği, bu hareketlere karşı olanlara hükümetin ve gençliğin büyük tepki gösterdiği bir dönemde meydana gelmişti. Vagon Li olayının ardından tıpkı 1928’de olduğu gibi “Vatandaş Türkçe Konuş” kampanyası başlatıldı. Beyoğlu ve Pera civarındaki işyerlerinin neredeyse tamamı yabancı dilde yazılmış tabelaları Türkçe olanlar ile değiştirildi. Türklüğe karşı yapılan her hareketin aynı biçimde yanıt bulacağını, isyanlarının Gazi’nin fikirlerinden ilham aldığını belirten gençler, yabancı şirketlerde Türk dilini egemen kılmak için bir “Dil Mücadele Cemiyeti” kurma kararı alır.

Vagon Li olayı aynı zamanda şirketlerde Türkçe kullanılmasını öngören yürürlükteki yasanın uygulanması konusunda hükümeti daha etkin önlemler almaya yöneltti. Vagon Li şirketinin Türkiye şubesinin başına Türk bir müdür getirildi ve çalışanların büyük çoğunluğu o tarihten itibaren Türkler arasından seçilmeye başlandı. 1 Nisan 1972 tarihinde Vagon Li’nin imtiyazı sona erdiğinde vagonlardaki şirket arması törenle sökülerek yerine TCDD’nin ay-yıldızlı arması takıldı.

Cumhuriyet’in ilk büyük gençlik eylemine neden olan Vagon Li olayları Atatürk’ün Bursa Nutku’nda ifade ettiği gençliğin ete kemiğe bürünmüş haliydi. Ulusal bir onura ve bilince sahip olan Türk gençliği 1933 yılında bu eylemle kendisine emanet edilen devrimleri sonuna dek koruyacağını bir kez daha göstermişti.

YAZI HAKKINDAKİ DÜŞÜNCELERİNİZ

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.