Kudüs’ün Fethi ve Haçlıların Kudüs Katliamı

Fatımilerin Kudüs Valisi İftiharüddevle, Haçlıların bölgeye gelişini izlerken herhalde endişe duymuştu; ama bu kuşatmanın bir felaketle sonuçlanacağını asla düşünmemişti. Kudüs, 1098’de Selçukluların ve Abbasilerin düşmanı olan Fatımiler tarafından Türklerin elinden alınmıştı. 1. Haçlı Seferi‘nde Kudüs’ü savunmak artık Fatımilerin göreviydi.

Sağlam surlarla çevrili Kudüs’te, iyi donanımlı büyük bir ordu ve savaş makineleri vardı. Kudüs’ün Fatımi valisi İftiharüddevle, Haçlıların kuşatma aletlerine sahip olmadıklarını ve bunları yapamayacaklarını da biliyordu. Çünkü Vali, çok geniş bir alandaki bütün ağaçları kestirmişti. Şehir dışındaki bütün kuyuları da ya kapattırmış ya da zehirletmişti.

Üç yönden derin vadilerle çevrili olan Kudüs, stratejik bakımdan kuşatmaya elverişli değildi. Üstelik şehirde bol yiyecek de depolanmıştı, ihtiyaç duyulan su, şehir içindeki kuyulardan sağlanıyordu. Hayvan sürüleri de şehirden çok uzağa gönderilmişti. Ayrıca Vali, Kudüs’teki Hıristiyan halkı, ihanet korkusuyla şehir dışına çıkartmış, sadece Yahudilerin Kudüs’te kalmalarına izin vermişti. Bu arada, Mısır’a haber göndererek acele yardım da istemişti.

Vezir el-Efdal, Temmuz sonuna kadar Kudüs’e yardım göndermeye söz vermişti.

Haçlı ordusu, 7 Haziran’da Kudüs önüne geldiğinde, Normandiya Dükü’nün birlikleri kuzey surları boyunca, Çiçek Kapısı karşısına; Flandre Kontu onun sağına, Sütunlar Kapısı’na yerleşti. Godefroi de Bouillon, şehrin kuzeybatı ucundan Yafa Kapısı’na kadar uzayan sur kesiminin karşısında, Toulouse Kontu Raymond işe güneyde Zeytindağı’na (Sion Dağı) yakın bir noktada mevzilendiler.

Birkaç gün içinde, Haçlıların durumunun hiç de parlak olmadığı ortaya çıktı: Su yoktu, yiyecekler azalıyordu. Uzun bir kuşatmayı sürdüremezlerdi. 13 Haziran’da Haçlılar, Müslüman garnizonunun şaşkın bakışları altında merdivensiz surlara doğru atıldılar.  İftiharüddevle, surlara tırmanacak merdivenleri ve kuşatma aletleri olmayan Haçlıların bu saldırıdan ne umduklarını anlayamadı. Ancak Haçlılar, bir gün önce Zeytindağı’na yaptıkları hac ziyareti sırasında, orada bir keşişe rastlamışlardı. Keşiş, ertesi gün şehre hücum etmelerini ısrarla söylemiş ve Tanrı’nın kendilerine başarı nasip edeceğini bildirmişti. Birkaç saat süren bu çılgınca saldırıdan sonra geri çekilmek zorunda kalan Haçlılar, Tanrı’nın kendilerine neden yardımcı olmadığına üzüldüler; moralleri bozuldu. Liderler ise, alet ve malzeme olmadan hücumun bir işe yaramayacağını artık kesinlikle anlamışlardı.

Hücum Kuleleri Yapılıyor

Haçlıları bu çaresizlikten, 17 Haziran’da Müslümanların gizlice terk etmiş oldukları Yafa Limanı’na gelen iki Cenova ve dört İngiliz gemisi kurtardı. Bunlar hem erzak hem de kuşatma araçlarının yapımı için gerekli halat, çivi, kereste gibi malzemeyi getirmişlerdi.

Haçlılar derhal Yafa’ya bir birlik yolladılar. Bu arada gemilerin, gelişinden haberdar olan Mısır filosu, Yafa Limanı’nı kuşattı. Ancak bir İngiliz gemisi kuşatmadan kurtulup kaçarken, diğer gemilerdeki yükler süratle karaya indirildi. Hatta tahta sağlamak için de iki gemi söküldü. Bu malzeme çok işe yaradı; ama yine de kulelerin yapımı için ağaç gerekliydi.

Samaria civarındaki ormanlık bölgeye giden Tankred ve Flandre Kontu Robert de bol miktarda ağaç gövdesi ve kalaslarla dönünce, aletlerin yapımına başlandı. Godefroi de Bouillon ve Toulouse Kontu Raymond kendilerine birer hücum kulesi yaptırdılar.

Temmuz başında, Mısır’dan büyük bir ordunun yardıma gelmekte olduğu duyulunca, çalışmalar hızlandırıldı. Artık kaybedilecek vakit yoktu.

Papazın Rüyası

Tam bu sırada Haçlılar yeni bir vizyonla canlandılar: Pierre Desiderius adında bir papaz rüyasında, Piskopos Adhemar’ın kendisine göründüğünü, piskoposun liderlerin çıkarcı planlarını bir tarafa bırakmalarını ve herkesin, oruç tutarak yalınayak Kudüs surlarının etrafında dolaşmalarını emrettiğini söyledi.

Ayrıca Piskopos, bu işi, işledikleri günahlara karşılık pişmanlık duygularıyla yaparlarsa, dokuz gün içinde Kudüs’ü zapt edeceklerini de bildirmişti.

Bu hayal kabul gördü; herkes iki gün oruç tuttu ve üçüncü gün, 8 Temmuz’da ilahiler okuyarak törenle şehrin etrafında dolanıp Zeytindağı’na çıktılar. Burada heyecanlı vaazlar dinledikten sonra karargahlarına döndüler.

10 Temmuz’da kuleler hazırdı. Bunlar şehir garnizonunun göremeyeceği bir yerde yapılmıştı. Müslümanlar bu kuleleri görünce şaşırdılar. İftiharüddevle kulelerin surlara yaklaştırılmasını önlemek için, taş ve sıvı ateş fırlatılması emrini verdi; fakat başarı sağlanamadı.

Haçlılar genel taarruza 13/14 Temmuz gecesi başladılar. Saldırı, Zeytindağı ve kuzey surun doğu tarafından yapılacaktı. Ancak bu arada, surun kuzeybatı kesimine de yalancı bir hücum yapılarak garnizonun bir kısmı burada oyalanacaktı.

İlk hedef, hücum kulelerini surların dibine kadar yaklaştırmaktı. Bunun için de surların dışındaki hendeğin doldurulması gerekiyordu. 14 Temmuz’da Raymond’un kulesi surlara yaklaştırıldıysa da savunma çok şiddetli olunca, Raymond’un adamları sura çıkamadılar.

Emile Signol'ün Kudüs'ün Fethi adlı tablosu

Ertesi gün, 15 Temmuz sabahı ise Godefroi’nin kulesini Çiçek Kapısı’nın yakınındaki surlara yanaştırmayı beceren Haçlılar, çılgınca saldırıya geçtiler. Öğle vakti, hücum kulesinden surun üstüne bir köprü uzatmayı başardılar. Önce Litold ve Gilbert adında Tournai’li iki Flaman kardeş, köprüden surlara atladılar; diğerleri de onları takip etti.

Surun bu kesimini ele geçiren Godefroi ve Tankred adamlarıyla birlikte şehre indiler. Bu arada Godefroi, ana ordunun şehre girmesini sağlamak için adamlarından bir kısmını Sütunlar Kapısı’nı açmakla görevlendirdi.

Haçlıların Kuzey surlarından şehre girdiğini gören Müslümanlar, Kubbetüssahra ve Mescid-i Aksa’nın bulunduğu kutsal bölgeye sığınıp canlarını kurtarmaya çalıştılar.  Fakat. Tankred ve adamları üzerlerine saldırınca, Müslümanlar derhal teslim olup Tankred’e büyük miktarda kurtuluş parası vaat ederek camiye asmak üzere, onun sancağını aldılar.

Böylece Tankred, Kubbetüssahra’yı ele geçirdi ve burasının kutsal bir tapınak olmasına aldırış etmeden yağmaladı. Bu arada halkın bir bölümü de şehrin henüz ele geçirilmemiş güney mahallelerine doğru kaçmaktaydı. Ancak Raymond da güneyden şehre girip İftiharüddevle’yi Davud Kalesi’nde kuşattığında, bu çaba da boşa çıktı.

Raymond, Vali’ye, kuleyi teslim ettiği taktirde kendisine ve adamlarına şehirden çıkış hakkını vereceğini bildirdi. Her şeyin kaybedildiğini gören Vali, çaresizlik içinde bu teklifi kabul etti. Şaşırtıcı da olsa, Raymond sözünü tuttu. Fakat ne kadar acıdır ki, Vali ve adamları Kudüs’ten canlı çıkan tek Müslüman grup oldu!

Mescid-i Aksa’da Katliam

Kudüs’ün fethiyle coşan Haçlılar, ertesi gün zincirden boşanmış deliler gibi, yollarda, evlerde, camilerde, kadın-erkek, çoluk-çocuk demeden herkesi öldürdüler. Sabah saatlerinde, Mescid-i Aksa’ya sığınmış olanlar kılıçtan geçirildi.

Bu katliamın görgü tanığı tarihçi Raimundus, eserinde, aynı sabah bu mabedlerin bulunduğu mahalleye girerken, cesetler ve atının dizlerine kadar yükselen kan birikintileri içinden geçmek zorunda kaldığını yazmıştır.

İslam dünyası, Haçlıların Kudüs’te yaptığı katliamı yüzyıllar boyunca unutamayacaktı. Halbuki Müslümanlar 638’de Kudüs’ü fethettiklerinde, Halife Ömer o zamanki patriğe, Hıristiyanların can ve mal güvenliğinin teminat altında olacağını söylemişti. Sonra da Hıristiyanlar için kutsal olan yerleri gezmek istemişlerdi.

Kutsal Mezar Kilisesi’nde Hazreti Ömer’e, namaz seccadesini yayıp burada ibadet etmesi söylenince, Hıristiyanlara saygısızlık etmek istemediği için, Halife, bu teklifi reddetmişti. Zira Kudüs fatihinin namaz kıldığı yere Müslümanların el koymasından endişe duymuştu. Bundan sonra da Hıristiyanların haklarını belirten bir antlaşma imzalamıştı.

Haçlılar Mescid-i Aksa'ya sığınan Müslümanları katlederkenKudüs’te Müslümanlarla birlikte hareket eden Yahudiler de Haçlıların şehre girmesi üzerine, topluca baş sinagoglarına kaçmışlardı. Fakat onlar da Müslümanlara yardım etmiş olmakla suçlanıp ateşe verilen sinagoglarında diri diri yakıldılar.

Kudüs’teki bu kanlı katliam bütün dünyada dehşet uyandırdı. Kurbanların sayısı kesin olarak bilinmemekle beraber, bilinen husus, Kudüs’te bulunan Müslüman ve Yahudi halkın tamamının öldürüldüğüdür.

Godefroi de Bouillon, kazandığı zaferin coşkusuyla Papa II. Urban’a bir mektup yazarak başarısını müjdeler!

Kudüs’teki bütün Müslümanları katlettik. Bilginiz olsun ki, Süleyman Tapınağı’nda atlarımızın diz kapaklarına kadar Müslüman kanına batmış olarak ilerliyoruz.

Boullion Papa’ya yazdığı mektubunda yalan söylemiyordu. Tarihçi Fulcherius da bu vahşeti teyit ediyordu:

Bizim şövalyelerimiz ve yayalar, Arapların canlıyken iğrenç boğazlarından yuttukları altınları bağırsaklarından çıkarmak için, bunları öldürür öldürmez karınlarını deştiler. Adamlarımız ellerinde kılıç, şehirde dolaşıp kimseyi canlı bırakmadı. Merhamet dileyenleri bile öldürdü. Halkın evlerine girip ne buldularsa aldılar. Zengin veya fakir olsun, girdiği eve sahip olacak ve binanın içinde bulundukları da kendisine ait olacaktı. Bu şekilde birçok fakir insan, zengin oldu.

Bu kanlı katillerin işlediği cinayetler karşısında bir kısım Hıristiyan bile korku ve nefrete kapıldı. İmparator Aleksios ise Haçlı hareketinin bu şekilde gelişmesinden huzursuzdu; Bizans için yeni problemler ortaya çıkıyordu. Bir Fransız asilzadesi, Urfa’da kendini ‘Kont’ ilan etmişti. Hilekâr Norman reisi Bohemund Antakya’yı ele geçirmişti. Gözünü kan bürümüş barbar Haçlı ordusu da Bizans’ın müttefiki Fatımileri Kudüs’ten çıkarmıştı. Haçlılar, imparatorun kendi tebaası saydığı Suriye ve Filistin’deki yerli Hıristiyanlara karşı da acımasız davranmaktaydılar.

Kudüs Latinler tarafından zapt olununca, yerli Hristiyanlar her taraftan koşup buraya gelmişlerdi. Ancak kısa zamanda efendilerinin değişmiş olmasından pişmanlık duymaya başladılar. Haçlı zaferi, onlar için yapılmış değildi; Latin Kilisesi her türlü hoşgörüden uzaktı. En acı veren durum da yeni patriğin doğulu din kardeşlerine, “Gerçek Haç”ın yerini söylemeleri için işkence yaptırması olmuştu, İşkence bunların dilini çözdü; ama Doğu ve Batı kiliseleri arasındaki husumet, zaman içinde daha da artacaktı. Yerli Hıristiyanlar bundan böyle, Latinlere karşı derin bir nefret duymaya başladılar. Yüzyıllar sonra bile bu kin sönmemişti; 1806 yılında yerli Hıristiyanlar, henüz dokuz yaşında bir çocukken, 1186’da ölmüş olan Haçlı Kralı V. Baudouin’in kemiklerini merasimle götürüp şehir dışındaki bir uçuruma lanetler okuyarak atacaklardı.

Şimdi İmparator Aleksios, Batı’dan istediği yardımın nasıl bir sonuca ulaştığını değerlendirmek durumundaydı. Müslümanlar da bu kan dökücü barbarları ülkelerinden sürüp atmak için iki yüzyıl uğraşacaklardı. Bütün İslam dünyası ağlıyordu.

Avrupa’nın gözünde ise bu olay ‘mucizevi’ bir başarıydı. Bütün Batı alemi sevinç içindeydi. Papa II. Urbanus’a gelince, dört yıl önce başlattığı kanlı olaylar hakkında söyleyeceği hiçbir şey kalmamıştı; zira o, Kudüs’ün zaptı haberi Roma’ya ulaşmadan birkaç gün önce ölmüştü.

Kudüs’te Haçlı Yönetimi

Kudüs’te öldürülecek Müslüman kalmayınca, Haçlı liderleri Kutsal Mezar Kilisesi’ne giderek burada tanrıya şükür duası ettiler.

Bu ayini tarihçi Fulcherius, “Ah! Bu öylesine hasretle beklenen gündü ki! Ah! Hatırlanacak zamanların en güzeli! Ah! Bütün olayların en büyüğü!” sözcükleriyle anlatır ve “Onlar uzun zamandan beri inançsızlarca kirletilmiş olan bu yerin artık temizlenmesini istiyorlardı” diye yazar.

17 Temmuz günü Haçlı liderleri bir toplantı yaptılar: Kudüs zapt edilmişti; ama şimdi nasıl bir idare kurulacaktı? Her şeyden önce, en önemli iş, şehrin yeniden oturulacak hale getirilmesiydi. Evlerdeki ve sokaklardaki cesetlerin kaldırılıp götürülmesi lazımdı. Bir Haçlı yazarı, cesetlerden yayılan kokular yüzünden, liderlerin, bunların sur dışına atılmasını emrettiklerini; dışarıya sürüklenen ölülerin yığınlar halinde toplandığını ve bu yığınların adeta ehramlar gibi yükseldiğini yazmakta ve “Bundan önce inançsızların böyle katledildiği, ne görülmüş ne duyulmuştu” demektedir.

Bu arada liderler toplantısında; Tankred’in, aralarında Kubbetüssahra’dan aşırdığı sekiz muazzam gümüş kandilin de bulunduğu serveti, kendisi için alıkoyup koyamayacağı tartışılıyordu. Ayrıca Kudüs’e doğru ilerlediği bilinen Mısır ordusuna karşı ne yapılması gerektiği de toplantının tartışma konusuydu.

Bundan sonra şehrin idaresi için, bir kral mı yoksa bir patrik mi seçilecekti? Toplantıda, bu kutsal şehrin bir dini otoriteyle yönetilmesi fikri ortaya çıktı. Fakat bu mevkie layık olan kişi, Adhemar ölmüştü; diğer adaylar ise uygun bulunmuyordu. Sonunda, kraldan önce patrik seçme teklifi bir kenara bırakıldı. Sonraki günler ise dedikodu ve entrikalarla geçti. Yüksek rütbeli din adamları ve asilzadelerden oluşan meclis, önce Raymond’u seçti. Fakat o, İsa’nın dikenli taç giydiği şehirde kral olmayı kabul edemeyeceğini söyledi. İkinci seçimi Godefroi de Bouillon kazandı ve teklifi kabul etti. Ancak o da politik sözlerle, kutsal şehirde krallık tacı giymeyeceğini, krallık unvanı yerine “Kutsal Mezar’ın Savunucusu” unvanını alacağını söyledi. Bundan sonra da Arnoul adında bir papaz, Kudüs Patriği seçildi.

ilk Kudüs Patriği seçilmiş olan Arnoul, siyasi konularda, Kudüs Krallığı’nın başına geçen ilk hükümdar Godefroi de Bouillon’a hiç karışmadı; kendisini Kilise işlerine adadı. Hedefi, Doğu’da Latin Kilisesi’ni kurmaktı. İlk işi, Kutsal Mezar Kilisesi’nde, Doğu kilise adetlerine uygun ibadet yapan bütün papazları aforoz etmek oldu. Halbuki Kutsal Mezar Kilisesi o zaman kadar, bugün de olduğu gibi, bütün Doğu Hristiyan mezheplerine açıktı.

Böylece Kudüs’te ilk Haçlı devleti kurulmuş oldu. Ancak, Müslümanlar 88 yıl sonra, 2 Ekim 1187’de Kudüs’ü yeniden fethedeceklerdi.

Şehrin sokakları, kesilmiş kafalar, eller ve ayaklarla doluydu. Öyle ki yolda bunlara takılıp düşmeden yürümek zor hale gelmişti. Aguiles’li Raymund

YAZI HAKKINDAKİ DÜŞÜNCELERİNİZ

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.