Osmanlı Saray Üniversitesi: Enderun

II. Mahmut dönemine kadar İstanbul’da Topkapı Sarayı’nda Osmanlı İmparatorluğu’nun en yüksek dereceli öğrenim kurumlarından biri bulunuyordu. Bu kurum, İkinci Murat zamanında kurulan Mekteb-i Enderun adı da verilen Enderun idi. Bu okullarda yetişecek zeka ve yetenek sahibi gençler, seçilerek Enderun’a alınırdı. Enderun’a girebilmek için, Galata Sarayı, İbrahimpaşa Sarayı, İskender Çelebi Sarayı, Eski Saray, Edirne Sarayı gibi orta dereceli saray okullarından çıkmış olmak lazımdı.  Bazen büyük devlet adamlarının çocukları ve ünlü sanatkarların doğrudan doğruya padişah emriyle Enderun’a alındığı da olurdu. Burada yetişenler bir yandan devlet hizmeti ya da güzel sanatlar için yetiştirilir, bir yandan da padişahın şahsi ya da sarayla ilgili hizmetleri yerine getirirdi. Kısacası Enderun, zeka ve yetenek sahibi gençlerin dersleri uygulamalı olarak öğrendiği ve Topkapı Sarayı’nda bulunan bir saray üniversitesi idi.

Enderun, benzeri olmayan bir yükseköğretim kurumuydu. Teşkilat bakımından orijinaldi. Yüksek devlet adamı, komutan ya da sanatkar yetiştirmek amacıyla kurulan Enderun’da eğitim ve terbiye gören iç oğlanları  “oda” denen 7 daireye bölünmüştü. Enderun’a girenler odaların alt basamağında öğretime başlar, üste doğru yükselirdi. Büyük Oda ve Küçük Oda okulun çekirdek yapısını oluşturmaktaydı. Bir çeşit sınıf olan bu Enderun odalarının isimleri, en basitten en yüksek dereceliye doğru şöyleydi:

  • Küçük Oda,
  • Büyük Oda,
  • Doğancı Odası,
  • Seferli Odası,
  • Kiler Odası,
  • Hazine Odası
  • Has Oda.

Küçük ve Büyük Odalar’da, yani Enderun Üniversitesi’nin ilk eğitim basamaklarında XVI. yüzyıl sonlarına kadar kadro 160 öğrenciden ibaretti. Sonradan 400’e kadar çıktı. Bu sınıflarda bulunan gençler, Türk, Arap ve Fars dilleri ve edebiyatını, dini ve askeri bilimleri okur, spor yapar, her türlü silahı kullanmasını öğrenir, saray protokolünün bütün inceliklerini ezberlerlerdi. Kabiliyetleri olanlar, güzel sanatların musiki, hat, minyatür, tezhip gibi çeşitli dallarına ayrılırlardı. Bir yandan öğrenimleri devam eder, bir yandan da fiilen saray hizmeti görürler, bunun için belli bir gündelik alırlardı.

Büyük Oda öğrenimini bitiren Enderun öğrencisi, Doğancı Koğuşu’na geçerdi. Fakat bu sınıf 1675’te kaldırıldı ve Büyük Oda’yı bitirenler, 1635’te kurulan Seferli Koğuşu’na alınmaya başlandı. 1831’e kadar devam eden Seferli Koğuşu’nda XVII. Yüzyıl sonlarında 100 kadar öğrenci vardı. Seferli Koğuşu’na giren bir genç artık subay sayılırdı. Bu sınıfın amiri, “Saray Kethüdası” denen albaydı. Kethüda ile beraber daha 12 subay, Seferli Koğuşu öğrencilerinin eğitimleriyle uğraşırlardı.

Seferli Koğuşu’ndan sonra gelen sınıf Kiler Odası idi. Fatih Sultan Mehmet tarafından kurulmuştu. 1772’de Kiler Odası’nda 144 öğrenci vardı. “Kilercibaşı” denen albayın 7 yüksek rütbeli subayla beraber sorumlu bulunduğu bu Odanın mensupları, bir yandan padişahın yiyeceğiyle ilgili hizmetlerde bulunur, bir yandan da öğrenim ve eğitimlerine devam ederlerdi.

Enderun, Fatih Döneminde Kurumsal Kimlik Kazandı

Kiler Odası’nın üstündeki Hazine Dairesi’ni de Fatih kurmuştur. Bu dairede 1772 yılında 157 öğrenci subay vardı. Dairenin amiri, “hazinedarbaşı” denen ve rütbesi sancak beyine, yani tümgenerale eşit bir subaydı. Maiyetinde 5 yüksek rütbeli subay vardı. Hazine Dairesi’nden başka 2.000 kadar işçi çalıştıran saray atölyelerinden de sorumluydu. Hazine Dairesi’nin en büyük ödevi, 2 daire halinde 4 büyük salonu kaplayan Enderun hazinelerini korumaktı. Bu hazinelerde milyonlarca parça mücevher, sandıklar dolusu altın ve gümüş para, pek değerli kürkler, halılar, şallar, akla gelebilecek her türlü antika eşya saklanırdı. Bu eşyanın bütün vasıflarıyla yazılı bulunduğu 2 büyük defterde yapılacak en küçük bir kalem oynatması için başdefterdarın, yani maliye bakanının imzası şarttı.

Her padişahın en az bir takım elbisesinin hatıra olarak Hazine’de saklanması gelenekti. Hazinedarbaşı Saray hizmetinden ayrılırsa beylerbeyi, yani orgeneral olurdu. Hazine Kethüdası denen yardımcısının da rütbesi sancak beyi idi ve bu da yükselirse beylerbeyliğine atanırdı. Hazine’yi kapayıp açmak vazifesi, Hazine Kethüdasına aitti.

Yeryüzünde devrin padişahından başka hiç kimse Hazine Dairesi’ne yalnız sokulmazdı. Padişah isterse, tek başına girebilirdi. Padişah bulunmadığı zaman Hazine’ye girmek icap edince, 20-30 kişinin birden girmesi kanundu. “Hazine-i Hümayun” denen bu imparatorluk hazinesi, tahta çıkan her yeni padişaha zabıt düzenlenerek teslim edilirdi. Milli müze mahiyetinde olduğu için, hükümdarın şahsi malı değildi. Hazine’deki tarihi eşyayı padişah satamaz ve kimseye veremezdi. Ancak nakit parayı harcayabilirdi.

Enderun’un en yüksek kademesi, “Has Oda” denen sınıftı. Fatih devrinde 32 subayla kurulmuş, Yavuz’un emriyle subay sayısı 40’a yükseltilmişti. Artık bu sayı değiştirilmedi. Ancak padişah Has Oda’nın birinci subayı sayıldığı için, gerçekte Has Oda mensuplarının sayısı 39’dan ibaretti. Dairenin en yüksek rütbeli subayları sırasıyla Hasodabaşı, Silahdar, Çuhadar ve Rikabdar’dı. Bu generallere “Arz Ağaları” denirdi; çünkü kimseden izin almadan hükümdarla görüşebilir, mabeyncilik görevinde de bulunurlardı. XVIII. yüzyıl başlarında Silahdar, Hasodabaşı’nı geride bıraktı ve Has Oda’nın başı oldu.

Has Oda’ya giren her subay, şahsen padişaha takdim edilirdi. Enderun’un diğer dairelerinden böyle bir adet yoktu. “Kutsal Emanetler” denen ve hâlâ Topkapı Sarayı’nda bulunan dini büyük değer taşıyan eşyanın muhafazasından, Has Oda sorumluydu. 1772’de Hasodabaşı günde 375 lira, Silahdar 300 lira, Çuhadar 175 lira alırdı. Daha önceleri maaşları daha da yüksekti. Ayrıca başka gelirleri de olur, sık sık padişah ihsanı alırlardı.

Has Oda’nın diğer büyük subayları arasında Hünkar Müezzini, Sır Kâtibi, Sarıkçıbaşı, Başçuhadar, Kahvecibaşı, Berberbaşı, Tüfekçibaşı, Tırnakçıbaşı sayılabilir. Bunların görevlerinin mahiyeti, isimlerinden anlaşılmaktadır. Meselâ Berberbaşı, padişahın saç ve sakal tıraşını yapardı. Bir şehzadenin ilk saç ve sakal tıraşını yapmak görevi de Berberbaşı’na aitti ve bu takdirde 125.000 lira tutarında büyük bir bahşiş alması gelenekti. Bu görevliler padişahla şahsen ilgili oldukları için, büyük nüfuz sahibiydiler.

Hasodabaşı ve Silahdar’ın rütbeleri vezire, yani mareşale eşitti. Saray’dan çıkınca doğrudan doğruya sadrazam, yani başbakan olan hasodabaşılar ve silahdarlar vardır. Esasen Has Oda’nın en kıdemsiz subayı bile Saray hizmetinden çıkınca alay beyi olurdu.

Bir sınıftan diğer sınıfa geçmek için kabiliyet ve başarıya bakılırdı. Aynı sınıfta uzun yıllar bulunan bir Enderunlu’nun yanında, birkaç yıl içinde Has Oda’ya kadar ilerleyenler görülürdü.

Enderun’un Düzeni

Enderun MektebiEnderun kanunları pek sıkıydı. Düzenlenmemiş, tesadüfe bırakılmış hiçbir şey yoktu. Yatılacak, kalkılacak, dinlenilecek zamanlar dakika şaşmazdı. Enderun’da eğitim gören tüm öğrencilerin her hareketi ölçülü ve kurallara uygun olmak zorundaydı. En ufak kusur bile falaka, uykusuz bırakma ya da yemekten kesme gibi yaptırımlarla sonuçlanırdı. Enderun öğrencileri bilimsel öğrenimlerini, medreselerden getirilen müderrislerden, yani profesörlerden, askeri eğitimlerini ise yukarıda anılan subaylarından görürlerdi.

Bütün dairelerdeki öğrencilerin derslerinden ne dereceye kadar faydalandıklarını haber vermeden teftişe Silahdar Ağa yetkiliydi. General derecesindeki Enderunlular, haftada bir geceyi saray dışında da geçirebilirlerdi. Yüksek rütbeli subaylarsa, gece saraya dönmek şartıyla haftada bir gün izne çıkarlardı. Kıdemsiz subaylar, ancak ağalarının nezaretinde şehre inebilirlerdi. Has Oda dışındaki diğer odalarda eğitim görenler güneşin doğmasından iki saat önce kalkıp eğitime başlardı.Yatsı namazı kılınınca hemen yatılır, her Perşembe yatsı namazının ardından padişahın sağlığı ve devlet düşmanlarının yok olması için toplu olarak dua edilirdi.

Enderun’da eğitim görenlerin bekar olmaları yasa gereğiydi. Evlenmek isteyenler padişaha başvurur, hemen rütbelerine uygun bir görevle saray dışında bir göreve verilir yani Enderun’dan çıkartılırdı. Yalnızca Silahdar (Günümüzde general düzeyinde bir rütbe) gibi çok yüksek rütbeli komutanların görevlerini sürdürürken evlenmelerine izin verilirdi. Bu sıkı disiplinin amacı, Enderunluların her çeşit insanla temas edip terbiyelerinin bozulması, hükümdarın şahsına ait hizmetlerin aksaması ve saray haberlerinin dışarıya sızması endişesiydi.

Yüksek sesle konuşmanın büyük terbiyesizlik kabul edildiği ve hatta bağıranların Enderun’dan atıldığı bu ortamda saraya alınan gençlere dilsizler gibi gerektiğinde işaret diliyle konuşabilmeleri bile öğretilirdi. Meşhur İngiliz diplomatı Ricault, anılarında işaret diliyle uzun öyküleri bile rahatlıkla anlatanları hayret içinde belirtmiştir.

Enderunlular, müderrisler ve ünlü sanatkarlar dışında genç adamlardı. Mesela Damat Makbul İbrahim Paşa (Pargalı Damat İbrahim Paşa), Hasodabaşılık’tan sadrazam olduğu zaman, ancak 28 yaşındaydı. Genel olarak Enderunlular, yaşları otuzu bulmadan dış görevlere atanarak Saray’dan çıkarlardı. Enderun’dan Osmanlı Türk tarihinin en namlı komutanları, devlet adamları, diplomatları, yazar ve sanatkârları yetişmiştir. Silahdarlar içinde 20 kadarı da vezir-i azamlık rütbesine kadar yükselmiştir.

Enderun’un bütün odaları 1833 yılında Sultan II. Mahmud’un fermanı ile kapatıldı. Yeni Enderun kurumunda artık başta müzisyenler olmak üzere yalnızca sanatkarlar yetiştirilmeye başlandı. Subay yetiştirmek için Harp Okulu açıldı. Devlet memurları ise bir süre sonra kurulan Mekteb-i Mülkiye’den (Siyasal Bilgiler Fakültesi) yetiştirilmeye başlandı. Şu halde denilebilir ki, Fatih Sultan Mehmet tarafından kurulan klasik Enderun kurumu, yaklaşık dört yüzyıl boyunca varlığını sürdürmüştür. Ancak İstanbul’un fethinden önce de Edirne ve Bursa’daki saraylarda da bir saray okulu olduğu bilinen bir gerçektir.

YAZI HAKKINDAKİ DÜŞÜNCELERİNİZ

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.