Osmanlı’da Şenlikler: Neden Düzenlenirdi, Nerede Düzenlenirdi, Neler Yapılırdı?

Bayramlar, dinsel günler, gökbilimsel olgular gibisinden bir toplumun mevsimlik, süreli şenliklerinin yanısıra, daha çok sarayla ilgili bir vesilenin kutlanması için yapılan, sarayla halkın ortaklaşa katıldıkları olağanüstü şenlikler, Avrupa’da olduğu gibi, Osmanlılarda da, hele erken çağlarda çok önemli bir yer tutuyordu. Şiir, müzik, dans, renk ve çizgi sanatçıları elele veriyorlar, ortak bir amaç için bütün hayal ve bulgu güçlerini ortaya döküyorlardı. Esnaf loncaları, dinsel öğretiler, yabancı azınlıklar kendi olanaklarını zorlayarak, gözlere, kulaklara ve hatta ağız tadına en iyi seslenecek araçları bulmakta sanki yarışa çıkıyorlardı. Günlerce süren bu Osmanlı şenlikleri için nedenler türlü türlüydü.

Saraydan kızların evlenmesi şenliği “sur-i cihaz” oğlanların sünnet olması şenliği, “sur-i hitan” bu vesilelerin başında geliyordu. Fatih Sultan Mehmet’in oğulları Bayezid ve Mustafa için 1457 yılında Edirne’de düzenlediği şenlik bir ay sürmüştü. Yalnız Osmanlı tarihinde değil, belki başka ülkelerin tarihinde de eşine kolayca rastlanmayacak bir şenlik, III. Murat’ın oğlu III. Mehmet için 1582 yılında düzenlediği sünnet elli beş gün elli beş gece sürmüştür.  Kanuni Sultan Süleyman’ın dört oğlunu sünnet ettirmek için 27 Haziran 1530’da başlayan şenlik üç hafta, gene Kanuni Sultan Süleyman’ın iki oğlu Bayezid ve Cihangir’i sünnet ettirmek için 11 Kasım 1539’da düzenlediği şenlik on beş gün sürmüştü.

Evlenmelere gelince, bunlar sünnet düğünlerine göre daha sönük geçmiş olmakla beraber,  gene de oldukça uzun sürmüş, parlak ve gösterişli olmuştur. Sönüklük daha “seyircilik oyunları” bakımındandır,  yoksa başka bakımlardan bunlar büyük hazırlıklar, büyük paralar harcanmakla yapılmış şenliklerdi. Daha yakın tarihlerden bir örnek: Abdülmecit kızını 1854 yılında, evlendirirken elli milyon frank harcamıştı.

Eski düğünlerin de çok parlak geçmiş olduğunu biliyoruz. En uzun düğünlerden biri II. Mehmet’in Edirne’de Sitt Hatun’la 1450 yılında üç ay süren düğünü olmuştur. Kanuni Süleyman’ın kızkardeşinin Başvezir İbrahim Paşa ile evlenmesini kutlamak için At Meydanı’nda 22 Mayıs 1524’te başlayan şenlik sekiz gün sekiz gece sürmüştü.

Evlenmeler içinde en verimli yıl 1612’de olmuştu. Yalnız bizde değil, fakat aynı yıl içinde Fransa, İspanya, Portekiz ve Almanya’da da büyük düğünler düzenlenmişti. Bizdekiler içinde en önemlisi 13 Haziran 1612’de Öküz Kara Mehmet Paşa ile I. Ahmet’in büyük kızkardeşi Cevherhan’ın düğünüdür. Bunun gibi III. Ahmet çağında II. Mustafa’nın kızları Emine’nin Başvezire, Ayşe’nin de Köprülüzade Numan’a varması için yapılan 9 Nisan 1708 tarihli büyük şenlikle, III. Ahmet’in dört yaşındaki kızı Fatma’nın 16 Mayıs 1709 tarihli nişanı için yapılan; şenlik bu erken tarihli düğünlere verilebilecek örneklerdir.

Velâdet-i Hümâyun

Saraydaki doğumlar da büyük şenliklere yol açıyordu. “Velâdet-i hümâyun” denilen bu vesile üzerine yapılan şenliklerin süresi ve zenginliği doğan çocuğun kız veya erkek, ilk veya hangi sırada doğmuş olduğuna göre değişiyordu. Hatta ikiz olmasının da bunda payı olabiliyordu. Nitekim 1692 yılında II. Ahmet’in ikiz çocuğu doğuyor: Selim ve İbrahim. Bu daha önce hiç bir padişaha nasip olmadığı için bu olayın ilerde kazanılacak başarılar için uğurlu bir belirti olduğu düşünülüp, bütün imparatorluk içinde sekiz gün, sekiz gece şenlik yapılıyor. Belli başlı velâdet-i hümâyunlar arasında şunlar yer almaktadır: I. Ahmet’in oğlu Osman’ın doğumu (4 Kasım 1604) yedi gün, yedi gece duraksız donanma ve şenliklerle kutlanıyor. IV. Mehmet’in oğlu Mustafa’nın doğumu (2 Haziran 1663) yedi gün, yedi gece süren donanma ile kutlanıyor. III. Mustafa’nın kızı Hibetullah Sultan’ın doğumu (14 Mart 1759) ve ikinci kızı Şah Sultan ile ilk oğlunun doğumlarında (24 Aralık 1761) büyük şenlikler yapılmıştır.

Sünnet, evlenme, doğum gibi önemli vesilelerin yanısıra türlü türlü başka vesileler de bulunmaktadır. Örneğin Osmanlı şehzadelerinin öğrenime başlamaları, “Bed-i besmele” de bir şenlik vesilesi olabiliyordu. Bunun gibi bir savaşın kazanılması, bir şehrin ele geçirilmesi de büyük şenliklere yol açıyordu. IV. Mehmet Kandiye’nin alınışını bütün imparatorluk yüzeyinde üç gün üç gece kutladı. Yabancı azınlıklar da çok defa bir savaşın kazanılmasından sonra yapılacak şenliklere katılmaya zorlanıyorlardı. Fatih Mehmet 1463’de Bosna’nın ele geçirilmesini kutlamak için Floransa Konsolosu M. Ubaldini’ye Beyoğlu’ndaki tacirlerin de şenliğe katılmalarını buyuruyor. Hatta buşenliklerde kendisinin de bu eğlencede bulunacağını söylüyor. Sokaklar halılarla, evler ve kiliseler değerli kumaşlarla süsleniyor. Gerçekten de Fatih Sultan Mehmet, zenginlerden Carlo Martelli ve Giovane Cappori’ye konuk olarak bu şenliklerde ve şölenlerde bulunuyor. Böylece yabancılar aslında kendileri için hiç de sevinilecek bir olay sayılmayacak bir şenliğe katılmış oluyorlardı.

Yabancı devlet büyüklerinin ve elçilerinin Türkiye’ye gelmeleri de bir şenlik vesilesi olabiliyordu. İran Elçisi Murtaza Kulihan 24 Aralık 1721’de Türkiye’ye gösterişli bir alayla giriyor. Damat İbrahim kendisini yeni yaptırdığı sarayda büyük bir şenliğe çağırıyor, güreşçilerle, aslanlarla, savaş gösterileri düzenliyor. İkinci bir şenlik de Beşiktaş’taki sarayında oluyor. Üçüncüsünü ise Kaptan Paşa tersanede veriyor. Bu şenliklerde elçiye Türk sanatının, hele şiirinin üstünlüğü gösterilmeye çalışılmıştır. Bunun gibi Avusturya Elçisi Comte de Virmont da İstanbul’a büyük bir alaylagiriyor (7 Ağustos 1719). İki büyük şenlik yapılıyor. Birincisi Hüseyin Köprülü’nün Boğaziçi’ndeki sarayında, öteki Kara Mustafa’nın Eyüp’teki sarayında. Birincisinde türlü hünerler gösteriliyor, altmış kişilik çalgıcılar takımının müziği dinleniyor, ötekinde daha çok ok ve tüfek atışları gösteriliyor.osmanli_senlikleri

Şurasını belirtmeli ki, bu büyük şenlikler her zaman böyle bir belirli vesileye dayanmıyordu. Bazen, salt padişahın hoşuna gitmek için şenlik düzenlendiği oluyordu. Örneğin Rus doğumlu Haseki Sultan, II. Osman’ın hoşuna gitmek, onun üzerinde sözünü daha iyi geçirmek için 1622 yılında büyük bir şenlik düzenlemiş, bunda seyircilik oyunları olarak birçok savaş oyunlarının yanısıra Lehistan savaşından sahneler canlandırmıştı. Bunun gibi Damat İbrahim Paşa Beşiktaş’taki sarayında III. Ahmet için Lale Çağı’nın en parlak ve bir başvezirin padişaha sunabileceği en gösterişli şenliği ortada belirli vesile olmadan düzenliyordu.

Bazen de birden çok vesile bir araya gelmekte veya getirilmektedir. Çok defa bir evlenmeyle bir sünnet düğünü aynı şenlikte kutlanıyordu. Nitekim III. Ahmet’in dört oğlunun sünnet düğünüyle yakın tarihlerde üç kızının ve iki yeğeninin düğünleri yapılıyor (15 Eylül 1720). Bunun gibi IV. Mehmet’in Edirne’de oğullarını sünnet ettirmek için düzenlediği şenlikte kızı Hatice Sultan’la Sarıkçı Mustafa Paşa’nın evlenmeleri için şenlik yapılmıştı (23 Haziran 1675). Kanuni Süleyman’ın 28 Eylül 1539’da iki oğlunu sünnet ettirirken, bunun yanısıra kızı Mihrimah ile Rüstem Paşa’nın evlenmeleri için şenlik yaptırıyordu. Bazen evlenme için yapılan şenlik, bir doğum için yapılan şenlikle birleşiyordu. Nitekim Kanuni Sultan Süleyman’ın kızkardeşiyle Başvezir İbrahim Paşa’nın evlenmeleri için yapılan ve sekiz gün süren şenliklerden hemen sonra, (28 Mayıs 1524) oğlu Selim doğuyor, bu da bir şenlik vesilesi oluyor. Bazen bir şenlik vesilesi bayram gibi süreli bir şenlik vesilesiyle bir araya geliyordu. Nitekim (25 Ocak 1622) Hazreti Peygamber’in doğum günüyle padişahın İstanbul’a gelişi aynı tarihe düştüğü için çifte vesileli şenlik ve donanma yapılmıştı.

Doğrudan doğruya Türkleri ve Türkiye’yi ilgilendiren vesilelerin yanısıra bizle hiç bir ilgisi olmayıp, yalnızca yabancıları, Türkiye’de bulunan azınlıkları ve başka ülkeleri ilgilendiren vesileler için yapılan şenlikleri, Türkler kendi işleriymiş gibi benimsemişler ve bu şenliklere seyirci, oyuncu ve hatta başka bakımlardan katıldıkları çok görülmüştür. Nitekim 1729 yılında Fransa Kralı XV. Louis’nin bir çocuğu doğması üzerine İstanbul’daki Fransız Elçisi Marquis de Villeneuve sevincini üç gün sürecek bir şenlikle kutlamaya karar veriyor. 1730 yılında birinci yazmanını bu haberi vermesi ve şenlikleri konuşmak için başvezire gönderiyor. Oradan kâhya ve reis efendilere gidiliyor, onlar da haberi büyük bir sevinç gösterisiyle alıyorlar. Sonuncusu Babıali’nin bu olaya sanki bir Osmanlı veliahdı doğmuşçasına önem verdiğini ve geniş ölçüde katılacaklarını söylüyor. Nitekim 9 Ocak 1730’da başlayan ve üç gün süren şenliğe Türkler geniş ölçüde katılıyorlar.

Bütün bu sayılan ve sayılmayan vesileler gerçekte daha önemli olan siyasal vesile için bir örtüden başka bir şey değildi. Egemen olan devlet başkanı uyruklarına olduğu kadar yabancılara şenlikler yoluyla büyüklüğünü, gücünü tanıtmak için, bir türlü gövde gösterisine çıkıyordu. En önemlisi de yabancı gözlere ulusal bir propaganda yanında bir din propagandası da yapılmış oluyor, Hıristiyanlarla Türkler arasında yalancı savaşlar ve buna benzer gösteriler, ikincinin birinciye olan üstünlüğünü ispatlamaya yöneliyordu. Bazen de bir yenilgiyi örtmek için şenliklere başvuruluyordu. Örneğin Kanuni Sultan Süleyman’ın Viyana bozgunundan sonra (27 Haziran 1530) dört oğlunun sünneti için düzenlediği şenlik ordunun güvenini kalkındırmak, yenilgiyi içeride ve dışarda unutturmak içindi.

Osmanlı’da Şenlikler Nerede Düzenleniyordu?

Osmanlı düğünüŞenliklerin yalnız İstanbul’da düzenlendiğini sanmak yanlış olur. Nitekim gezgin Thevenot Halep’te XV. Mehmet’in 1663 yılında büyük oğlunun doğumunu kutlamak için yedi gün yedi gece şenlik yapıldığını, bu şenliklere süs anlamına “zineh, zinet” dendiğini yazıyor.

Şenliklerin vesilelerini kısaca gördükten sonra şimdi de nerede yapıldıklarını, yerini anlatmak gerekecektir. Şenlikler birçok öğelerden meydana geliyordu: Yemek, armağanların verilmesi, kutlulama ve dinsel törenler, av, yarışmalar, müzik, tarih ve şiir sohbetleri, seyircilik oyunları ve donanma…

Şenliklerde seyircilik oyunları en önemli öğe olduğu için yerin seçiminin, “meydan-ı sur”un düzeninin, seyirlik oyunları görmeye en uygun özellikleri taşıması gerekmektedir. Şenlikler ya geniş meydanlarda, ya saray ve konakların içinde, ya sokaklarda, su üstünde ve bahçelerde düzenleniyordu. Birçok büyük şenlik İstanbul’da At Meydanı’nda düzenlenmişti. Bizans’ta da sirk gösterileri kadar kanlı gösterilerin de yapıldığı bu meydanda düzenlenen ilk önemli şenlik 1530 yılındaki sünnet düğünüdür. At Meydanı’nda tıpkı tiyatrolardaki gibi locaları, köşkleriyle çok yetkin bir seyir yerini bulmak için 1582 yılını beklemek gerekiyordu.

Fakat aslında şenliklerde bu türlü temsili yapılar az görülüyordu, yaygın olarak çadırlar kuruluyordu ve çadırlı bir düzen bu şenliklerin ihtiyaçlarını, isteklerini daha iyi karşılıyordu. Bu çadırlar da kullanışlarına, yerlerine göre türlü türlüoluyorlardı. İki kemerli kapısı olan “çerge”, askeri çadır biçiminde “oba” ve daha çok törensel çadır olan “otağ”, padişah çadırı “otağ-ı hümayun” gibi.

Su üzerinde ve su kıyısında da şenlikler düzenleniyordu. Renaissance şenliklerinde de su yakınında gösteriler yapılmasının birkaç nedeni vardı. Suyun oynaklığının gösterilere yardımı çok oluyordu. Ayrıca donanma fişekleri suya yansıdıkları için bu gösteriyi zenginleştiriyordu. Bir de fişekler ve yakılan başka şeyler için su, yangına karşı bir güvenlik tedbiri yerine geçiyordu. Fatih çocuklarının sünneti için 1457 de Edirne’de düzenlediği şenlik için Meriç Nehri üstünde bir adayı seçmişti.  Fatih kendisi yabancı konuklarla üstü kapalı bir yerde oturup seyretmiş, başkaları ise açıkta oturmuşlardı.

III. Ahmet’in düzenlediği şenlik kara üstünde olduğu kadar su üstünde de geçmişti. Su üzerinde yapılan şenliklerde gemilerden başka büyük sallar da seyir yeri oluyordu. Bunlar geniş sallar olup üzerinde çalgıcılar, dansçılar, ip cambazları gösteriler veriyorlardı. Bazısı sayısız kandillerle, kemerlerle süslüydü. Makaralarla hareket ettirilen dev boyunda kuklalar, bunların üzerine bindirildiği gibi, bazısında atlıkarınca, bayram dolabı, salıncak, çarkıfelek ve kaleler bulunuyordu. Ayrıca iplerle ileri geri çekilebilen yuvarlaklar üzerine çıkmış dansçılar su üzerinde dans ediyorlardı.

Bunların yanısıra Şamizade Bahçesi, Tersane Bahçesi gibi İstanbul’daki türlü ünlü bahçelerde de bu şenlikler düzenleniyordu.

Şenliğin tam bir düzen içinde geçmesi için türlü kimseler görevlendiriliyor ve aralarında tam bir işbirliği sağlanıyordu. 1582 şenliğinde görevler şöyle dağıtılmıştı : Rumeli Beylerbeyi İbrahim Paşa “düğüncü başı”, Anadolu Beylerbeyi Cafer Ağa “şerbetçi başı”, Kaptan Paşa Uluç Ali “mimar başı”, Yeniçeri Ağası Ferhat Ağa kolculukla görevlendirilmişti.  En önemli iş herhalde düğüncü başınınkiydi; şenliğin yürümesini o sağlıyordu. Fransızların maitre de ceremonie dedikleri bu göreve “sur emini” de denilmişti.

Locaları, çadırların düzenlerini, birçok dekorları hazırladığı gibi, çok defa şenlik dolayısıyla yeni bir buluş da ortaya koyuyordu. Renaissance şenliklerinde de genel olarak “invention”, daha dar anlamda “machine” adı altında bu buluşların çok önemli bir yeri vardı. Leonardo Da Vinci gibi büyük ustalar da bu buluşların yaratıcısıydılar. Ancak Osmanlı şenliklerinde mimar başıların ortaya çıkardıkları buluşlarla, Renaissance’daki buluşlar arasında önemli bir fark vardı. Renaissance şenliklerinde buluş bir fikir çevresinde, bu fikri daha iyi belirtebilmek için, onun çığırtkanlığını yapmak için yaratılıyordu. Daha çok siyasi bir fikir bir buluşta, mitoloji ve benzeri konuların yardımıyla canlandırılıyordu. Osmanlı şenliklerinde ise buluşta bir fikir yoktu, daha çok ilginçliğiyle şenliği zenginleştirmek için başvuruluyordu.

Tarihin İlk Denizaltısı

İster bizde olsun ister dışarda buluşların en önemli özelliği nasıl işlediklerinin çok defa seyirciler üzeninde merak uyandırmasıydı. 1582 şenliğinde bir buluş bir araba içinde kanlı kesik bir el, bir ayak, gövdesinden ayrı bir baş ve başsız gövde canlı bir durumda gezdiriliyor; bunlar, birden dört kişi oluveriyordu. Şenliklerde en ilginç, en ileri bir buluş olarak III. Ahmet’in düzenlediği şenlikte Mimar İbrahim Efendi’nin buluşu olan timsahı gösterebiliriz. Timsah üç çifte bir piyade uzunluğunda, ağzını açıp kapıyor ve yarım saat su üstünde dolaştıktan sonra suya dalıyordu. Bir saat su altında kaldıktan sonra yeniden su üstüne çıkıyor, sonra ağzını açıyor ve içinden alacalı kılıklarda beş dansçı çıkıp timsahın üstünde oynuyorlardı. Bugünün denizaltısı gibi işleyen bu 18. yüzyıl buluşunun bir eşini Avrupa’daki şenliklerde göremiyoruz. Ancak karada, fikir bakımından bunun bir benzerini, Sienna’da yapılan bir şenlikte altın bir kurdun ağzını açıp içinden on iki dansçının çıkmış olmasını gösterebiliriz. Mimar İbrahim Ağa’nın diğer bir buluşu, da ip üstünde yürüyen arabaydı. Kalyonun direğinden kıyıya gerili ip üzerinde beygirli, yeşil tekerlekli içinde bir kadın yolcusuyla bir arabayı yürütüyordu.

Seyirlik oyunları sırasında şenliklerde düzen bağını “tulumcu” denen kolcular sağlıyordu. Bunlar deriden don ve külahlar giyiyorlar ve ellerinde çok defa keçi derisinden tulumlar taşıyorlardı. Bu tulumlar ya hava veya suyla şişiriliyorlardı. Tulumcular bunlarla halka vurarak meydanı açıyorlardı, her türlü taşkınlığı, kargaşalığı önleyip, halkın seyirlik oyunları rahat seyretmesini sağlıyorlardı. Ancak bunları düpedüz kolcu saymak da yanlış olur. Bunlar aynı zamanda gerek görünüşleri, gerek yaptıkları hareketlerle halkı türlü soytarılıklarla güldürüyorlardı. 1675 şenliğinde hemen her alayın sonunda bunlardan biri gidiyor, üzeri saman veya kâğıt kaplı, elinde büyük boyda bir erkeklik aracı vardı, bununla seyircilere selam veriyordu. Kadın seyirciler güldükleri gözükmesin diye ağızlarını tülle ve yüzlerini parmaklarını aralayarak kapatıyorlar, arasından söz konusu şeye bakıyorlardı.

Seyirlik oyunları için yerli sanatçılarla yetinilmeyip dışardan da oyuncu ve oyuncu takımları getiriliyordu. Hatta 1675 şenliği için vezir, Venedik elçisine bir haberci göndererek, ona şenlik için opera oyuncularının hepsini dekorları, çalgıcılarıyla padişahın şenliği için getirtmesini buyuruyor. Elçi özür dileyerek işin bir takım güçlükleri dışında, bütün bunları zamanında kara ve deniz yoluyla getirtebilmenin olamayacağını anlatıyor. Haberci çavuş kızıyor, “padişah için olmaz yoktur, isterse bütün Venedik’i sokakları, evleri, kiliseleriyle Türkiye’ye getirebilir” diyor. Bunu anlatan yabancı tanık ise Türkiye’de gördüklerinden sonra buna bile inandığını belirtiyor.

Daha sonraki tarihlerdeki şenliklerde Avrupa’dan sirkler de getirtiliyordu. Nitekim Abdülmecit’in Dolmabahçe sırtlarında düzenlediği şenlikte, Fransa’dan Soulier cambazhanesi gösteriler veriyordu. Başta da belirtildiği gibi şenlikler içinde seyirlik oyunları bakımından evlenmek için yapılan şenlikler daha sönük geçiyordu. Yabancı tanıklar bu şenliklerde gösterilenleri Avrupa’daki Renaissance şenlikleriyle karşılaştırıp, oradaki öğeleri bulamadıklarını açıkça belirtiyorlardı. Nitekim I. Ahmet’in kızkardeşini ve iki kızını evlendirmek için yapılan düğünde ne düello, ne turnuva, ne halka oyunu vardı. Yalnızca sipahiler atlarla cirit oynadılar, genç oğlanlar çalıp şarkı söyleyip sarayda dans etmişti.

YAZI HAKKINDAKİ DÜŞÜNCELERİNİZ

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.