Yunanistan İç Savaşı

Haziran 1942’deyiz; kış aylarında İtalyanları durduran Yunanistan ordusu, 1941 baharında yardıma gelen İngilizlerle birlikte, Almanların önünde dağılır gider. Girit’e çekilen İngilizler de birkaç hafta sonra Alman paraşütçülerine teslim olurlar.

Ülke 14 aydır işgal altındadır. İngilizlerin denizdeki ablukası, İtalyan ve Alman yağmasıyla birleşince, Yunanistan yoklukların ve açlığın pençesine düşer. 1941-42 kışında yüz bin kişinin açlıktan öldüğü söylenir; bu rakamın üç yüz bin olduğundan söz edenler de vardır. Gerçeği kimse bilmemektedir. Gelecek, karanlık ve meçhuldür. Almanlar henüz hiçbir yerde yenilmemişlerdir…

İşte 1942’nin bu Haziran günlerinde, dağların arasındaki Domnitsa Köyü’ne tepeden tırnağa silahlı 15 kişi gelir. Kapkara sakallı liderleri kısa bir nutuk atar, “kurtuluş mücadelesinin başladığını” söyler. Sonra tepelerin arasından, çekip giderler.

Köylüler biraz şaşkındır; ama Balkanlar’ın bu bölgesinde, herkes komitacılığın ne olduğunu bilir. Önemli bir şeyler başlamış olmalıdır… Domnitsalılar, ileride bu kocaman sakallı adamın ELAS lideri Aris Velouciotis olduğunu öğreneceklerdir. Tıpkı “ELAS” ve daha birçok kısaltmayı öğrenecekleri gibi…

Almanlar, 1941 Nisan’ında ülkeyi işgal edince, hapishaneleri, Metaksas diktatörlüğünün içeri aldığı komünistlerle dolu buldular. Bunları ne yapacaklarını bilmedikleri için, çoğunu serbest bıraktılar. Ayrıca kısa bir süre için, Moskova ile arayı fazla bozmak istemiyorlardı.

O günlerde Fransız komünistlerinin gazetesi L’Humanite, Paris’te Nazi işgal makamlarının himayesi altında çıkıyor, İngilizlere kin kusuyordu. Oysa Haziran ayında, Almanlar Rusya’ya saldırınca, toplama kamplarını boylayacaklardı.

Ne var ki Yunanistan’da bu iki aylık balayı, komünistlerin ülkeye dağılmalarını sağladı. Ama esas olay, Moskovacı komünist liderliğin işgalden sonra kontrolü yitirmesiydi. Direniş hareketi, tabandaki komünistler tarafından başlatıldı ve Yunanistan Komünist Partisi (YPK) liderliği, bir oldubitti ile karşılaştı.

Nitekim YPK’nın liderleri, önce tabandaki bu hareketi yok etmek, buna olanak bulamayınca da kendi denetimleri altına almak için, her yola başvurdular.

Cumhuriyetçiler Örgütleniyor

Eylül ayında Ulusal Kurtuluş Cephesi (EAM) kurulmuş; ELAS diye adlandırılan Ulusal Halk Kurtuluş Ordusu da bu cephenin silahlı kolu olarak faaliyete hazırlanmıştı. Ertesi yıl, ülkede ve orduda büyük itibarı olan Albay Serafis de ELAS’a katılınca örgüt hızla gelişti. Kurtuluş hareketinin komünistlerin hakimiyetine girmesinin tek nedeni, dağlardaki kadroların mücadeleyi alıp götürmeleriydi. Ancak ülkedeki kurtuluş hareketinin tümü daha başından, yamalı bir bohça gibiydi. Komünistler kendi aralarında çekişip duruyor, kralcılar ve cumhuriyetçiler eski hesaplarını unutmayarak, bu durumda bile, birbirlerinin boğazına sarılıyordu.

Londra’da yaşayan sürgündeki kralcı hükümetin de halkın gözünde hiçbir itibarı yoktu. Ancak sağcı güçler, komünistleri dengelemek için, işgal altındaki her ülkede olduğu gibi, kendi direniş örgütlerini kurdular. “EDES” diye adlandırılan bu örgütün lideri, adı birçok askeri darbeye karışmış olan Albay Napoleon Zervas idi.

1943 yılında direniş hareketi ülke çapında büyürken Churchill’in ne pahasına olursa olsun desteklemeye kararlı olduğu kralcılar, Almanların denetiminde güvenlik taburları oluşturarak kendi halklarına saldırıyorlardı.

Ancak İngilizler, ELAS’ın gücünü görünce, Almanlara darbe vurmak için iki örgüt arasında koordinasyon istediler; ama EDES’i öne çıkarmak istedikleri için, bu çok nadiren gerçekleşti.

Bu arada İngilizler, Mısır’da bulunan Yunan birliklerindeki anti-faşist direnişi kırmak için de önce onları aç ve susuz bıraktılar, sonra da Libya çölünde tecrit ettiler. Kralcı subayları kabul etmeyenlere hayat hakkı tanımayacaklardı. Yunanistan’da ise, Zervas’ın 5 bin savaşçısı, ELAS’ın 45 bin savaşçısının toplamından kat kat fazla İngiliz yardımı alıyordu.

General Scobie Atina’da

Ağustos 1943’te direniş temsilcileri Kahire’de bir araya getirildiklerinde, öylesi koşullar dayatıldı ki, Ekim’de EDES ile ELAS arasında iç savaş başladı. Bu, altı yıl sürecek olan savaşın işgal altında başlayan ilk raundu idi.

İngilizler her ne kadar ELAS’a silah ve para vermiyorlarsa da, İtalyanların toplu halde teslim olmaları, dağ kadrolarının eline muazzam miktarda silah ve malzeme geçmesini sağladı. Bu durum tabii ki İngilizleri çılgına çevirdi.

Ne var ki, Yunanistan’ın kaderi o sıralarda başka bir yerde belirleniyordu: Churchill ve Stalin, Balkanları ve Doğu Avrupa’yı paylaşırken, hem Yunanistan halkı hem de tüm Balkan halkları bundan habersizdi.

Yunanistan’da istedikleri gibi at oynatma olanağını elde eden İngilizler, Almanlar çekilirken, komünistlerin iktidarı almasını önlemek için, hemen General Scobie komutasında ağır silahlı bir kolorduyu Atina’ya çıkardılar.

Halbuki komünistlerinin, iktidarı ele geçirme konusunda bir kararlılıkları yoktu. Nitekim, 18 Ekim 1944 günü, İngiliz desteğindeki koalisyon hükümetini kurmak için Georgios Papandreu, Atina’ya gelip büyük bir coşkuyla karşılandıktan sonra, sağcı güçler İngiliz tanklarının güvencesi altında teröre başlamışlar ve gerilimi tırmandırmışlardı.

1944’ün Aralık ayında, komünistlerin hiçbir ayaklanma girişimi olmadığı halde, İngilizler ilişkileri gerginleştirip Atina’yı bombalamaya başladılar: Amaç, komünistleri sıkıştırarak sokağa çekmek ve temizlemekti. Aralık boyunca, 11 bin kişi öldü. Uzlaşma arayan komünistler şaşkınlık içerisinde, inisiyatifi kaptırdılar. Nitekim bundan sonraki adım, silahların bırakılması oldu.

Yunanistan İç Savaşı

Moskova, Yunan Komünistlere Bekledikleri İşareti Vermiyor

1945 Şubat’ında komünistler ülkenin beşte dördüne (31 vilayetten 27’sine) hakim oldukları ve 75 bin silahlı adamları bulunduğu halde şaşkın vaziyette bekliyorlardı. Çünkü Moskova’dan gelecek işaret, bir türlü gelmiyordu. Yunanistan Komünist Partisi’nin geçici lideri Siantos, 1945 Şubat’ında İngilizlerin güdümündeki hükümetle pazarlığa oturdu.

Sonuçta Siantos, eski siyasi çizgiye sadık kalma uğruna, o sırada henüz İngiliz tümenleri ve terör çetelerinden başka desteği olmayan hükümete teslim oldu. Varkiza Barış Antlaşması gereğince, komünistler ay sonuna kadar 41 bin 500 tüfek ve belli sayıda ağır silah teslim edeceklerdi. Bunu duyan dağ kadroları şok geçirdiler ve silahlarını ağlaya ağlaya bıraktılar. Binlercesi evlerine döndü ve teslim ettikleri silahları alan sağcı çetelerin terörüne kurban gitti. Azınlıktaki bir kesim de sadece eski püskü silahları verip yenileri gömdü. Bu silahlar, bir kez daha yerlerinden çıkacaktı…

Hükümet bütün komünistleri tasfiyeye girişirken, komünistler de dağ hareketinin liderlerini tasfiyeye başladılar. O günlerde, Alman toplama kamplarından sağ kurtulanlar arasında ortaya çıkan Yunanistan Komünist Partisi lideri Zakariadis, kısa süre için yeni bir umut havası yarattı.

Zakariadis, Atina’da yüz bini aşkın kişi tarafından karşılandı. Kralcıların yarattığı “beyaz terör”den bunalan partisine bir yol gösterebilirdi. Ama o da kısa sürede dağ kadrolarını tasfiyeye girişti.

Moskova’nın Churchill ile pazarlığından habersiz olan Zakariadis, şehirlerde etkinliğini artırarak, iktidara ortak olmak istedi. Ne var ki kralcı hükümet, grevleri ve diğer silahsız hareketleri de şiddetle ezdi.

1945’i 46’ya bağlayan kış, ELAS’ın silahlarını alan kralcılar, evine dönen bin 219 direnişçiyi öldürüp, 7 binden fazlasını yaralarken, hükümet de 100 binin üzerinde tutuklama yaparak Ege Adalarını direnişçilerle doldurdu.

Bu arada Zakariadis tam da sağcıların istediği bir hata daha yaparak, 1946 Mart’ında düzenlenen genel seçimleri boykot etti ve İngiliz güdümündeki kralcı hükümete meşruiyet sağladı.

Yükselen kralcı terör o hale geldi ki, komünistler tekrar dağlara çıkmak zorunda kaldılar. Ama artık kozlar karşı tarafın eline geçmişti. Kaldı ki, YPK bir yıl boyunca bocalayıp yalpalarken, hükümet ELAS liderlerini ve özellikle de meslekten subay olanları toparlayıp Ege Adaları’na sürmüştü. Napoleon Zervas, “Kamu Güvenliği Bakanı” olmuş ve polis güçlerini tüm hışmıyla Komünist Partisi’nin üzerine sürmüştü.

Komünist Partisi, iç savaşın bu ikinci raundunda, yeni hareketin ELAS ile bağını manevi olarak kesmek için isim değiştirdi ve “Demokratik Ordu” adını kullanmaya başladı. Bu ordunun lideri, eski ELAS militanı Markos Vafiadis idi. 1906 yılında Anadolu’da Tosya’da doğmuş bir göçmen olan Vafiadis, kısa sürede YKP Merkez Komitesi’nin boy hedefi haline geldi ve 1947’nin ortalarında Zakariadis’in bir suikast girişimini atlattı ise de tasfiye edilmekten kurtulamadı.

İç Savaşa ABD Müdahelesi

Yunan İç Savaşı'nda ELAS partizanlarıYunan hükümeti de ekonomik ve askeri yardım sağlamak için ABD’ye başvurmuş, ABD Kongresine çok acıklı bir tablo çizen Başkan Truman, komünist tehditine karşı Yunanistan’ın korunma altına alınmasını önermişti. Truman Doktrini ile birlikte, ülke sivil ve askeri alanda ABD’nin tam denetimine giriyordu. Yarısı askeri olmak üzere 300 milyon dolarlık yardım Yunanista’na akarken, Amerikan Yardım Heyeti de Atina’ya yerleşmişti. Yunan ordusunu o zamana kadar yöneten İngiliz subaylarının yerini de ABD generalleri almaktaydı. Truman Doktrini çerçevesinde ABD, bu yeni orduyu ve operasyonları organize edecek ve “Yunanistan’ın kendileri için bir laboratuvar olduğunu” söyleyecek olan General Van Fleet’i gönderdi. Bu deneyin ana malzemesi ise napalm bombalarıydı.

1948 Mart’ına gelindiğinde Demokratik Ordu’nun kaybı çok fazla artmış, buna karşılık 250’den fazla Amerikan subayı, modern toplar, uçaklar ve 35 bin yeni İngiliz tüfeği hükümet kuvvetlerinin gücünü  olağanüstü artırmıştı.  Bu sırada ELAM’ın içinde yer alacağı bir hükümetle, anayasal hakların iadesini ve milislerin dağıtılmasını isteyeyen ateşkes antlaşmasını bir zayıflık belirtisi olarak yorumlayan hükümet saldırılarını daha da yoğunlaştıracaktı.

1948 Ağustos’unda hükümet güçleri Yunanistan İç Savaşı’nın en büyük operasyonlarından birini başlattı. ABD’li danışmanların 2 haftada biteceğini düşündüğü Grammos operasyonu tam 9 hafta sürmüş, iki taraf da ağır kayıplar vermişti. Ancak saldırıyla Demokratik Ordu iyice kuzeye sürüldü ve sınır bölgesine sıkıştırıldı. Hükümet güçlerinin düzenli ilerleyişine karşı mevzilerini büyük kayıplar pahasına savunan Demokratik Ordu, 7 bin partizanla 3 hükümet tümenine dayandıktan sonra bin ölü vererek Arnavutluk’a çekildi. Yunanistan karşısında yalnız kaldığını düşünen Arnavutluk’un Demokratik Ordu partizanlarının silahsızlandırılacağı ilanı aslında savaşın sonuydu. Artık Yunanistan dağlarında dağınık halde yalnızca bin savaşçı kalmıştı.16 Ekim 1949’da Demokratik Ordu radyosu,”Yunan ulusal varlığının daha çok harap olmasına izin vermeyeceği”ni duyurduğunda Yunanistan İç Savaşı sona eriyordu.

İç savaşta devrimciler, 1945 sonrası uluslarası koşulların elverişsizliği, Varkiza Antlaşması’nın devrimcileri bütünüyle silahsızlandırıp felce uğratmasının yanında gerilla savaşı için en önemli dayanaktan yani köylü nüfusun desteğinden yoksun kalan bir bir strateji izlenmesinin kurbanı olmuşlardı. Batılı askeri uzmanlara göre, kendinden daha üstün olan düşman birlikleri karşısında hükümet güçlerini onlardan daha önce düzenli orduya dönüştüren strateji, iç savaşta devrimcilerin yenilmesine büyük ölçüde yardımcı olmuştu.

Yunanistan İç Savaşı’nın Bilançosu

Tüm iç savaşlarda olduğu gibi,Yunan İç Savaşı’nda da her iki taraf, sınırsız bir şiddet uygulamış ve bundan, en çok siviller zarar görmüştü. Amerikan ve İngiliz uçakları direnişçilerden çok Yunan halkını bombalamıştı.

Kimi kaynaklar, II. Dünya Savaşı boyunca ölen toplam yarım milyon kişinin yanı sıra, 1946-49 arasında 80 bin kişinin öldüğünü ve 700 bin kişinin de mülteci durumuna düştüğünü belirtir. Ayrıca 1946-49 arasında 158 bin kişinin öldüğü, bunun 11 bininin kralcı hükümet askeri, 38 bininin ise direnişçi olduğu da öne sürülür.

Savaş aynı zamanda sağcı hükümet güçlerinin ne kadar insanlıktan çıkabileceğinin de bir göstergesiydi. Hükümet, kendi zaferleriyle biteceği neredeyse kesinleşmiş olan savaşı en kısa sürede sonlandırmak için askerlerin saldırganlığını kışkırtıyor, “kelle getirenleri” ödüllendiriyordu. Batılı müttefiklerini bile dehşete düşüren bir vahşetle kendi yurttaşlarına karşı soykırımına başvuruyordu. Kuzey Yunanistan’daki İngiliz Ekonomik Heyetinin başındaki Albay A. W. Shoppard, gönderdiği raporlardan birinde şöyle yazıyordu:

Bütün savaşlar zalim, iç savaş daha da zalim. Bay Çaldaris Atina hükümetinin köy meydanlarında kesik baş sergileme geleneğini sürdürdüklerini kabul etti. İngiliz Hükümetinin olayları soruşturması üzerine, bunun eski bir Yunan adeti olduğunu, ancak kendisinin ileride kesik kadın başları teşhir edilmesinin önünü almak için elinden geleni yapacağını söyledi. Bunlar ister kadın ister erkek başı olsun böylesi manzaraları çocuklarımızın gözünden uzak tutmak için, iktidarımızda olan herşeyi denememiz gerekmez mi?

1 Yorum

YAZI HAKKINDAKİ DÜŞÜNCELERİNİZ

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.