Tan Gazetesi Olayı

16 Temmuz 1936 tarihinde yayınlanmaya başlayan Tan gazetesi Türkiye’de, fikir gazeteciliği yönünden önemli bir yere sahip olan ve yayımlandığı sürece geniş bir aydın çevresini etkileyen günlük yayın organıdır. Gazetenin ilk sahipleri Halil Lütfü Dördüncü ve Siirt Milletvekili Mahmut Soydan’dır. Mahmut Soydan Tan gazetesini yayın dünyasına kazandırırken İş Bankası’ndan o dönem için önemli sayılabilecek bir kredi almış, İş Bankası bu krediyi, liberal ekonomi düşüncesini yayma amacıyla sağlamıştı.

Ne var ki Tan gazetesi beklenen ilgiyi görmeyince Mahmut Soydan zor durumda kalarak kendi hissesini satmaya karar vermiştir. O sıralar Son Posta gazetesinden ayrılan Zekeriya Sertel de yeni bir gazete çıkarmaya karar vermişti. Soydan’ın payının İş Bankası tarafından satılığa çıkarıldığını öğrenince Ahmet Emin Yalman ve kardeşi Rıfat Yalman ile ortaklaşa bu payı satın aldılar. Yalnız bu devir işleminden önce Yalman Ankara’ya giderek Atatürk’ten tekrar gazetecilik yapabilme için izin istemiştir. Bunun nedeni 1925’deki İstiklal Mahkemeleri sonucunda Ahmet Emin Yalman’a gazetecilik mesleğini yapmasının yasaklanmış oluşudur. Araya girenlerin yardımıyla Yalman istediği izni alınca Tan gazetesinin de devir işlemleri tamamlanmıştır.

Tan Gazetesi bu el değiştirmenin ardından kısa sürede ülkenin demokrasiden yana bir savaşımı korkusuzca yapan yayın organı durumuna geldi. Ortaklığın ilk döneminde gazete tam bir düşünce forumunu yansıtıyor, her düşün akımından kişiler özgürce, kendi fikirleri doğrultusunda yazıyorlardı. O dönemde gazetenin başyazarı olarak Ahmet Emin Yalman liberalizmi savunan yazılar yazarken, Ömer Rıza Doğrul “Bugün” başlığı altında yazdığı yazılarda İslamcılığı savunuyor, Burhan Felek ise “Felek” başlığı ile günlük fantazileri kaleme alıyordu. Zekeriya Sertel gazetenin üçüncü sayfasında “Günün Meseleleri”, Sabiha Sertel “Görüşler” başlığı ile ilerici bir yaklaşımla günün sorunlarına eğiliyorlardı. Kısa sürede Refik Halit Karay, Refii Cevat Ulunay, Eşref Edip ve Falih Rıfkı Atay gibi dönemin birçok önemli kaleminin yanında ileride Türkiye Sosyalist Partisi’ni kuracak olan Esat Adil de gazetenin yazar kadrosuna katıldı.  Rahatlıkla denilebilir ki, Tan gazetesi bu dönemde liberal çevrelerden sosyalist sol düşünceye kadar geniş bir politik yelpazede yer alan kalemleri bir araya getiren bir oluşumdur.

Tan Gazetesinin İdeolojik Dönüşü

Gazete 17 Ağustos 1938’de Ahmet Emin Yalman’ın bir yazısından ötürü üç ay kapatıldı. Bu kapanma sırasında ortaklar arasında bazı görüş ayrılıkları ortaya çıktı. Ahmet Emin Yalman gazeteden ayrıldı, onu Ömer Rıza Doğrul, Falih Rıfkı ve Refii Cevat’ın ayrılışları izledi. Bu ayrılışlar aynı zamanda gazetede bir ideolojik dönüşümü de beraberinde getirdi.  Aziz Nesin ve Sabahattin Ali gibi yazarların da gazeteye katılmasıyla liberalizm savunuculuğundan sol eksene kayış hızlandı.

Zekeriya Sertel artık çok daha sık yazmaya başladı. Gazete, yasaları adeta zorlayarak hükümeti ve Nazizm’i eleştiriyor, demokrasi ve sosyalizm savaşımı veriyordu. Yeni yazar kadrosunda Cevat Şakir, Suat Derviş, Naci Sadullah, Sadrettin Celal, Sadri Ertem, Burhan Arpad gibi ilerici yazarlar yer almıştı. Savaş yılları içerisinde “La Turguie” adlı gazeteyi çıkaran Cami Baykut, Esat Adil Müstecaplıoğlu, Behice Boran, Adnan Cemgil, Muvaffak Şeref, Hulusi Dosdoğru’nun da imzalarına sık sık rastlanmaya başlanmıştı. Bu arada Eski Dışişleri Bakanlarından Tevfik Rüştü Aras da Tan’a yazıyordu.

Dönem II. Dünya Savaşı’nın ayak seslerinin artık iyiden iyiye kendini hissettirdiği ve kutupların yavaş yavaş kendini belli ettiği dönemdir. Günümüz Türkiye’si için oldukça şaşırtıcı gelse de, Hitler Almanya’sının ve Nazizm’in Türkiye’deki en büyük destekçisi ve savunucusu ise Yunus Nadi yönetimindeki Cumhuriyet gazetesidir.

Basının da kutuplaştığı bu dönemde, gazetenin yeni ortaklara devrinden bir süre sonra Ahmet Emin Yalman ile Yunus Nadi Arasında, Cumhuriyet gazetesinin Nazi Almanya yanlısı olmasını konu alan bir polemik çıktı. Polemiğin çıkışı Alman Nasyonal Sosyalist Partisi’nin Nürnberg’deki görkemli kongresine ilişkin haberlere dayanır. O dönemde Nazi Almanya’nın propaganda Bakanı olan Gobbel’sin konuşmasında “Nazi idealleri İtalya’da, Japonya’da, Avusturya’da, Macaristan’da, Lehistan’da, Brezilya’da, Türkiye’de, Portekiz’de gözle görünür biçimde kökleşmiştir” şeklinde bir cümleye yer vermesi Tan gazetesi tarafından eleştirilmiş, bu eleştiri Cumhuriyet tarafından tepkiyle karşılanmıştır.

Polemik bu noktada patlak verdi, Cumhuriyet’in imzasız olarak yayımladığı bir yazıda “Türkiye’de faşizm propagandası yapıldığı şahsen bizim nazarı dikkatimize çarpmamıştır” demesi üzerine Ahmet Emin Yalman, Töre’de yazdığı başyazıda Cumhuriyet’e karşı ağır bir saldırıya geçti:

Goebbels bu sözleriyle bizi Kemalizm ile taban tabana zıt bir cephenin malı diye gösteriyor ve bizi katiyen yol arkadaşı olmadığımız bir takım memleketlerin yol arkadaşı yapıyor. Almanlarla berrak ve dostça bir münasebet tarzının yolu milli haysiyetimizi kati bir şekilde Almanlara anlatmaktır. Buraya varamamanın yolu da Cumhuriyet gazetesinin yaptığı gibi, Almanların çirkin hareketlerini örtmek ve avukatlık etmektir.

Polemik bu noktadan sonra faşizm tartışmasını bir yana bırakarak sen-ben kavgası haline dönüştü. Ne var ki bu arada Cumhuriyet kendini savunurken düşünce özgürlüğünün sınırlarını zorlamaya da başladı. Örneğin bu polemik sırasında Cumhuriyet’te çıkan şu satırlar olayın geldiği boyutları göstermektedir:

Hitler, Alman camiasını komünizm tehlikesinden kurtarmak için meydana getirmek istediği rejimin esaslarını tasarladığı sıralarda, Kemalizmi uzun uzun tetkik ettiğini söylemiştir. Bunu da başta Goebbels olmak üzere bütün Almanlar bilirler.

Hükümetin rejimin aleyhinde çalışan adamları takip ettiği malumdur. Bize çatan muharrirler gelsinler, şöyle bir hapishaneleri dolaşalım, bakalım faşizm propagandası yap-tığından dolayı tevkif edilmiş bir tek kişi gösterebilirler mi? Fakat biz onların karşılarına düzinelerle komünist çıkaracağız ki birçoklarıyla tokalaştıklarını görmemiz gayri varid değildir.

Tarihi maddecilik hakkında broşür tercüme eden Bayan Sabiha bunu ilim aşkıyla yaptığını söylüyor. Bu nasıl bir ilim aşkıdır ki bayanın çıkardığı ve kitap olduğunu iddia ettiği bütün broşürler hep tarihi maddecilikten, Karl Mark ve Engels’ten bahsetmektedir. Dünyada tarihi maddecilikten başka görüş zaviyesi, Marx’tan başka iktisat üstadı yok mudur? Acaba komünizm propagandası yaptığı için kapatılan Projektör mecmuası da aynı ilim aşkıyla mı çıkmıştır?

Sabiha-Zekeriya SertelBu örneklerden de görüldüğü gibi polemik Cumhuriyet tarafından usta bir manevra ile antikomünist bir mücadele havasına dönüştürülmek istenmiştir. Bundan ürken A. Emin Yalman bu sefer de Yunus Nadi ile ilgili kişisel suçlamalara girişmiş, böylece anti-faşist bir çıkışla başlayan tartışma bireysel ben-senciliğin sergilendiği bir kısır döngü haline gelmiştir. Tartışmanın o günün koşulları açısından istenilmeyen boyutlara ulaştığını gören hükümet her iki tarafı da uyarınca polemik ılımlı bir son veriş yazısıyla II. Dünya Savaşı’nın sonuna ertelenmek üzere adeta bıçakla kesilir gibi durmuştur.

Polemik kesilmiştir ama faşizme karşı yazılar yazmaya devam ettiği için Basın Yayın Genel Müdürlüğü, Sabiha Sertel’in Tan’da yazı yazmasına üç kez yasak getirir. Hatta Almanya’nın tüm cephelerde büyük başarılar kazandığı 1941 yılı başlarında Tan gazetesi bir süre kapatılır fakat Sabiha Sertel’in yazmaması koşuluyla gazete yayın yaşamına geri döner. Sonrasında da dış politika ile ilgili yazılar yazmaması koşuluyla Sabiha Sertel’in de dönüşüne izin verilir.

Savaşın ardından, İkinci Dünya Savaşı’nda izlenen politikalar nedeniyle Türkiye ve Sovyetler Birliği arasında soğuk rüzgarlar esmektedir. Bu dönemde Tan gazetesindeki yazılar yalnızca emperyalizm karşıtlığı üzerine değildir. Tek parti rejimini açıktan eleştiren; söz, toplantı, fikir özgürlüğü içeren gerçek bir demokrasi isteğiyle kendini belli eden yazılar yayınlanmaya başlar. Türkiye’de hâlâ faşist düşüncelere sahip kişilerin üst düzeyde yetkili yerlerde bulunduğunu ileri sürülerek bunun dünyadaki yeni demokrasi anlayışıyla bağdaşmayacağını söyler. Böylece Tan gazetesine karşı olanlar cephesinin en büyük destekçilerinden biri de CHP yönetimi olur. Savaş sırasında da sürekli bir biçimde antifaşist çizgisini sürdüren ve demokrasi cephesini tutan gazeteden başka bir tavırda beklenemezdi.

Sabiha Sertel’in 20 Ekim 1945’de, Akşam gazetesinde yayınlanan “Türkiye’de Faşist Yoktur” başlıklı yazıya verdiği yanıttan alınan aşağıdaki satırlar yazarın demokrasi anlayışı ile o günün iktidar yanlılarının demokrasi anlayışları arasındaki derin farkı göstermektedir:

Görünen köy kılavuz istemez. Türkiye’de faşist yoktur. Çünkü faşizmin adı demokrasidir. Demokrasi o kadar beynelmilel bir maskedir ki, bunu yüzünüze geçirdiniz mi ırkçılığı da, totaliter umdeleri de müdafaa edebilirsiniz. Hele Halk Partisi gibi bir de müdafiniz olduktan sonra hiç korkmayınız. Hürriyetiniz emniyettedir

Bu yazıya Hüseyin Cahit Yalçın 21 Ekim 1945’de Tanin’de yanıt verirken yazısında şöyle demekteydi:

Moskova için faşist kelimesi kendilerine muhalif olan kimse manasına geliyor. Romanya’da Bratianu’lar faşisttirler. Bulgaristan’da çiftçiler faşisttirler. Türkiye’de Yalçın da faşisttir. Yunanistan’da faşistler doludur. Garbi Avrupa, İngiltere ve Amerika kendilerini faşistlikten kurtaramamıştır. Hasılı, kim Bolşevikliği kabul etmezse, kim Moskova politikası aleyhinde bulunursa o faşisttir. Eğer faşistliğin manası bu ise, beyhude nefes tüketmeyelim. Türkiye’de faşist vardır. Ben de faşistim. Bütün Türklerde faşisttir.

Polemik ilerledikçe çirkin suçlamaların artan ölçüde gazete sütunlarında yer almaya başladığı da görülüyordu. Nitekim 7 Kasım 1945 günlü Tan gazetesinde Sabiha Sertel, artan suçlamalara ve saldırılara karşı “Zincirli Hürriyet” başlıklı yazısında şunları söylemek durumunda kalıyordu:

Fikir hürriyetini, kanaat hürriyetini, münakaşa hürriyetini kabul eden bir demokraside matbuat cürümleri diye bir fasıl yoktur. Matbuat kanununda yapılacak değişiklik ilim adamlarının, fikir adamlarının ellerinde ve kafalarındaki köstek, hür düşüncelerin üzerine sarılmış zincirli bir hürriyet hududunu geçemeyecekti.

Yazılanların gösterdiği üzere CHP hükümeti ile tüm köprüler artık yıkılmak üzereydi. Bu durum, aynı zamanda kurulma hazırlıkları yapılan yeni parti, yani Demokrat Parti için bir yayın organı arayışında olan Celal Bayar ve arkadaşlarını da Tan gazetesi ile aynı cephede birleştirdi. Ne var ki Tan gazetesi oldukça yıpratılmıştı ve partinin yayın organı olamayacağı görüşü ağırlık kazandığından “Görüşler” adında bir dergi çıkarılması kararlaştırdı. 1 Aralık 1945 günü ilk sayısı yayınlanan derginin kapağını Celal Bayar, Tevfik Rüştü Aras, Fuat Köprülü, Adnan Menderes ve Zekeriya Sertel’in fotoğrafları süslüyordu. Derginin ilk sayısında Sabiha Sertel, ilk dönem Cumhuriyet devrimlerini ilerici ancak yetersiz bulan temel düşüncesini çok daha açık ve CHP iktidarına yönelttiği eleştiri dozunu daha da sertleştirecek bir içerikte yazmıştı.

Derginin çıkışıyla birlikte Sertellere yönelik eleştirinin dozu daha da artmıştı. Cumhuriyet gazetesinin 4 Aralık 1945 tarihli sayısındaki “Bizim Yoldaşlar Maskelerini Attılar” başlıklı yazıda kullanılan fotoğrafta “Görüşler” yazısı ters çevrilmiş ve ters çevrilmiş G harfinin ucu bir parmak ile kapatılıyordu. Böylece süslü harf (G), ters ucu çevrilip kapatılınca bir orak aletine benzetiliyor, hemen altında ise “Ya, bunun çekici nerede?” diye soruluyordu.

Doğal olarak, Sovyetler Birliği ile Türkiye arasındaki ilişkilerin son derece kötü olduğu bu ortamda halkta komünizme karşı büyük bir tepki oluşmuş ve şimdi bu tepki sağ basının kışkırtmasıyla Tan’a ve Görüşler’e yönelmişti. Fakat en büyük kışkırtma, 3 Aralık 1945’de Tanin gazetesinden geldi. Hüseyin Cahit Yalçın “Kalkın Ey Ehli Vatan” başlıklı yazısının sonunu  “Bunları susturmak için cevap hükümete düşmez. Söz, eli kalem tutan gazetecilerin ve hür vatandaşlarındır” diye bitiyor ve halkı Tan gazetesini susturmaya çağırıyordu.

Zaten hükümetin de Tan gazetesine karşı bir hareketi planlamakta olduğu fısıltı halinde söylenmekteydi. Alaattin Tiridoğlu gibi parti müfettişleri üniversite gençliğini bir gösteriye hazırlıyorlardı. CHP il örgütü 3 Aralık 1945 akşamı İstanbul’daki bütün öğrenci yurtlarına gösteri için son talimatları da vermişti. 4 Aralık 1945 sabahı üniversite bahçesinde toplanan yaklaşık 15 bin dolaylarındaki üniversite öğrencisi ellerinde bayraklar ve İsmet İnönü’nün resimleri olduğu halde, “Kahrolsun Komünistler!” sloganı ile Babıali’ye doğru yürüyüşe başladı. Yolları üzerindeki sol yayınlar satan ABC kitabevini birkaç dakika içinde tahrip ettikten sonra Tan Matbaası’nın bulunduğu binaya gelerek içeri girdiler. Tan o günlerde Türkiye’nin en ileri rotatifine sahipti. Başta bu rotatif olmak üzere basımevindeki tüm araçları kırdıktan sonra Beyoğlu’na doğru yürüyüşe geçtiler. Bu arada gazetenin sahiplerinden Halil Lütfü karşıdaki Hofer ilancılık şirketinin bulunduğu binadan olanları seyrederken aynı yerde bulunan Murat Sertoğlu’da Taninde telefon başında bekleyen Hüseyin Cahit’e olaylar hakkında bilgi veriyordu. Halil Lütfü bunu görünce, Sertoğlu’na  “Hüseyin Cahid’e söyle, 31 Mart’ta kendi başına neler gelmişse benim başıma da onlar geliyor” diyerek olayın acılığını tüm açıklığıyla ortaya koymuştur.

Beyoğlu’na geçen göstericiler Sovyetler Birliği Konsolosluğu’nun bulunduğu yere doğru yürümüşler, güvenlik kuvvetlerinin kurduğu engelleri aşamayınca civarda bulunan Yeni Dünya ye La Turquie gazetelerinin yönetim binalarını ve Berrak Kitapevi’ni tahrip etmişlerdi. Öğleden sonra saat 15 dolaylarında gösteri sona ermişti.

Olayların yaşandığı gün İstanbul’da sıkıyönetimin hâlâ sürmesine ve olayların Emniyet Müdürlüğü’ne çok yakın bir noktada gerçekleşmesine karşın güvenlik güçlerinin olayları engelleyememesi, bu harekette hükümetin parmağı olduğu ya da en azından göz yumduğu kanısını güçlendirmektedir. Keza olayın  yalnızca komünizme karşı bir ayaklanma olduğu izlenimi vermek için, en ağır CHP karşıtı yayın politikalarından birini sürdüren Vatan gazetesinin Tan’la aynı akıbete uğraması son anda engellenmişti.

Tan gazetesi olayı

Tan Gazetesi Olayının Sonuçları

5 Aralık 1945 Çarşamba günü bütün gazetelerde Sıkıyönetim Komutanlığı’nın şu bildirisi yayınlanıyordu.

Dün, üniversite öğrencilerinin bir kısmı, iki basımevi ile bir kaç kitapevine taarruz etmişler ve bu hareketlerine mani olmak isteyen hükümet inzibat kuvvetlerini dinlemeyerek tasarladıkları suçu işlemişlerdir. Bunlar hakkında derhal takibat ve tahkikata başlanmıştır…

Oysa olaya karışanlar hakkında bir işlem yapılmadığı gibi,  ortalık durulduktan sonra Sertel çifti önce polis tarafından izlenmeye başladı, ardından tutuklandı. Dört aylık bir tutukluluk döneminin ardından mahkemenin verdiği 1 yıl hapis cezası temyizde bozulunca serbest kaldılar.

Serteller bu olaydan sonra Türkiye’de gazetecilik yapmadılar, 9 Eylül 1950’de yurt dışına çıktılar. Halil Lütfü Dördüncü, Tan gazetesini 1948’e kadar tek başına çıkarmaya devam etti. Sonra kısa bir süre için A. Naci Karacan gazeteye ortak oldu, ama bu uzun sürmedi. Halil Lütfü 1956’ya kadar Tan’ı yayınladı. Ama gazete bir daha eski etkinliğine ve yaygınlığına kavuşamadı.

Tan gazetesi baskınından sonra Ahmet Emin Yalman, partinin zarar görebileceği düşüncesiyle Görüşler dergisiyle ilgilerinin olmadığını konusunda açıklama yapmaları için Menderes’i uyardı,  Menderes ve arkadaşları da Görüşler’le bir ilgileri olmadığına ilişkin 5 Aralık 1945 tarihli gazetelere ilan verdi. Böylece Demokrat Parti’nin siyaset bilimi açısından “sol” değerlerle bağlantısı daha doğar doğmaz kesilirken, sosyolojik açıdan da emekçi kesimin taleplerinin siyaset alanına taşınmasının da önüne geçilmiş oluyordu.  Ayrıca ideoloji olarak, yeni muhalefetin iktidardan fazlaca farklılaşması da önleniyordu.

Bu olaydan sonra hem CHP hem de DP iktidarları döneminde sol görüşlere karşı ortak bir politika takip edilmiş, sol görüşlü partiler ve sendikalar kapatılmıştır. Savaş yıllarında ve sonrasında giderek artan toplumsal muhalefetin sesi olmayı amaçlayan Tan’ın susturulması, hedeflenen demokrasinin “güdümlü demokrasi” olduğunun göstergesidir.

YAZI HAKKINDAKİ DÜŞÜNCELERİNİZ

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.