Hiram Abas Suikasti

26 Eylül 1990 günü… Türkiye’nin James Bond’u olarak tanınan Hiram Abas, Kadıköy Çiftehavuzlar’daki evinden saat 10.15 sıralarında çıkarken az sonra başına geleceklerden habersizdi. Özel bir denizcilik şirketindeki işine gitmek üzere 34 HEZ 59 plakalı Şahin marka otomobiline binen emekli MİT Müsteşarı Abas, evinin bulunduğu Cemil Topuzlu Caddesinden Bağdat Caddesine çıkarken, Mahur Sokak’a girdi. Güneşli bir sonbahar sabahıydı, ama Abas’ın gözlerine siyah gözlükleri takması sadece güneş ışınlarından korunmak için değildi. Tanınmak istemiyordu. Bir ara yanından hiç ayırmadığı 16’lık Star marka tabancasını yokladı ve düzeltti. Bağdat Caddesine yaklaştığı sırada yoldaki kasis nedeniyle yavaşladı. Çevresindeki belediye işçisi gibi giyinmiş iki kişinin o an kendisini izlediğinin farkında değildi. Abas, frene basıp yavaşlarken otomobilinin önüne silahlı bir kişi çıktı. Aynı anda otomobilin arkasında da başka bir kişi belirdi. Birinin başı açık, diğeri ise kıvırcık saçlıydı. Önce otomobilin arka kapısının bulunduğu cama yaklaşan saldırganlardan biri, elindeki susturucu takılmış 7.65 çapındaki tabancayla ateş ederek Hiram Abas’ı tam ensesinden vurdu. Aynı anda otomobilin sağ kapısına yaklaşan diğer saldırganın silahını ateşlemesiyle çapraz ateş arasında kalan Abas, biraz önce yokladığı tabancasına uzanmaya fırsat bile bulamamıştı. Yıllardır, dünyaca ünlü gizli servislerde eğitim gören ve 157 operasyon yöneten milli istihbaratın kurdu Hiram Abas, çenesinden ve ensesinden aldığı 4 kurşun yarasıyla, kanlar içinde koltuğa yığılıyordu.

İki saldırgan Hiram Abas’ın öldüğünü kanaat getirince ters istikametteki Cami ve 18 Mart sokaklarına girerek sahil yoluna doğru kaçmışlardı.

Cinayetin işlenmesinin ardından polis ekipleri olay yerine geliyor, ancak öldürülenin kimliğini 15 dakika sonra tespit edebiliyorlardı.

Hiram Abas’ın Milli İstihbarat Teşkilatı ile ilk tanışıklığı 1957’de Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun olduğu yıllara rastlıyordu. 1967’e değin İstanbul’da çalışan Abas, mesai arkadaşları arasında sivrilerek ABD’ye gidiyor ve CIA’de 4 yıl eğitim görüyordu. Burada sorgulama ve istihbarat edinme konularında kısacası kontrgerilla konusunda uzmanlaşan Abas, Batum’da konsolos olarak görev yapmıştı. Dünyanın ünlü casuslarının cirit attığı Beyrut’ta MİT’e çalışmıştı. Abas kendini asıl 12 Mart askeri muhtırasından sonra gösteriyordu. İstanbul’daki operasyon ve istihbarat birimlerini yönlendiren Abas, sol örgütlere karşı mücadeleye girişiyordu. Ancak adını ünlü Ziverbey Köşkü’ndeki işkence iddialarıyla duyurmaya başlayan Abas, ilk kez THKP-C (Türkiye Halk Kurtuluş Partisi Cephesi) davasında sanıklar tarafından teşhis ediliyordu. O zamana kadar Abas’ın adı biliniyordu, ancak yüzünü herkesten saklamayı başarabilmişti.

Silahlı Çatışmada Yaralanmıştı

1972 yılında THKP-C örgütü liderlerinden Ziya Yılmazın Fındıkzade’deki evinde silahlı çatışmayla yakalanması sırasında boynundan yaralanan Hiram Abas, özel bir hastanede “Albay” olarak tanıtılıp tedavi ediliyordu. Casusluk konularında o denli uzmanlaşmıştı ki, Ankara’da MİT’in kontrispiyonaj (karşı-casusluk) biriminde başöğretici olarak görev almıştı. Abas, kısa süre sonra bölümün daire başkanlığına getirilmişti. Sorgulama, karşı-casusluk uzmanlıklarıyla yetinmemiş, özellikle Ortadoğu’daki örgütler ve PKK konularında da hatırı sayılır söz sahibi olmuştu.

1978’de MİT’e bağlı MAH (Milli Asayiş Hizmetleri) biriminin başındayken MİT Daire Başkanı Albay Sabahattin Savaşman’ın CIA ve İngiliz Gizli Servisine ajanlık yaptığı gerekçesiyle tutuklanmasında ön plana çıkmıştı. Böylece Abas, 2 Ekim 1980’de emekli olmadan önce MİT’te de ne denli kulağı delik olduğunu kanıtlıyordu. Ancak emekliliğe alışamamıştı. Turgut Özal’ın başbakanlığı döneminde danışmanlarından eski MİT görevlisi Bülent Öztürkmen’in önerisi üzerine 13 Ocak 1986’da yeniden MİT’e müsteşar yardımcısı olarak dönüyordu. Aslında bu adım, askeri bir darbeyi önceden haber alamamaktan korkan Özal’ın MİT’i sivilleştirme adımının bir parçasıydı. MİT Müsteşarları çok uzun yıllardır Korgeneral rütbesindeki askerlerden oluşuyordu. Oysa bir Korgeneralin kendisinin rütbece üstü olan bir kuvvet komutanı hakkında hükümete rapor sunması düşünülemezdi. Nitekim Doğu Perinçek, Mehmet Ali Birand, İlhami Soysal gibi bazı gazetecilerin tüm karşı çıkışlarına karşın 34 aydır boş duran Müsteşar Yardımcılığı makamına Hiram Abas’ın getirilmesi MİT’in sivilleştirilmesinin ilk adımıydı.

Hiram’ın basın önüne çıkması Özal’ın PKK örgütünün sızmaları ve bazı kanunların ele alınması amacıyla Suriye’ye yaptığı geziye Abas’ı da dahil etmesiyle oldu. Ne de olsa yanında bir PKK ve Ortadoğu örgütü uzmanı olması gerekliydi. Üstelik Abas’ın Kürt sorunu karşısındaki tavrı, Özal’ın düşünceleri ile birebir uyuşuyordu. Özal gibi Abas da yalnızca askeri yöntemlerle bir sonuca ulaşılamayacağını düşünüyor, sivil ve siyasi yöntemlerin devreye alınmasını istiyordu. Abas gezi boyunca hep geri planda kalmak isterken, gazetecilerin “kim bu adam?” sorularıyla dikkati çekti ve fotoğrafları ilk kez basında yer aldı.

Terör Örgütlerinin Baş Hedefi Hiram Abas

Hiram Abas halk arasında pek tanınmıyordu ama istihbarat dünyasında ve yasadışı örgütler arasında dikkat çeken isimlerden biriydi. Ermeni terör örgütü ASALA’ya karşı yürütülen operasyonların planlanmasını yapmış, birçok “mafya babası” ve kaçakçısının gözaltına alındığı “Babalar Operasyonu”nu bizzat yönetmişti. 12 Mart döneminde Talat Turhan gibi birçok insana işkence yapıldığı Ziverbey Köşkü’nün baş aktörlerindendi. Sıradışı, korkusu olmayan bir istihbaratçıydı. Öyle ki, 1968’de MİT Müsteşarı kendisini çağırıp, “Paris ve Beyrut olmak üzere iki dış görev var, hangisini seçeceksin” diye sorunca, hareketsiz ve sakin Paris yerine “silahların patladığı, casusların çarpıştığı” Beyrut’u tercih etmişti.

Emekli olduktan sonra Halit Narin’in yanında ve Fevzi Gandur Müessesesi adlı bir denizcilik şirketinde danışman olarak çalışan Abas, başta Dev-Sol olmak üzere çeşitli örgütler tarafından sürekli tehdit ediliyordu. Buna karşılık ısrarla koruma istemediğini belirtiyordu.

Şimdi tekrar istihbarat mensupları arasında büyük tepkiye yol açan, Abas’ın öldürüldüğü 26 Eylül gününe dönelim…

Olaydan hemen sonra ellerinde spor çantalar taşıyan biri 20-22 yaşlarında 1.65 boylarında, kıvırcık saçlı, diğerininse dazlak olduğu belirtilen saldırganlar, büyük bir hızla olay yerinden uzaklaşıyorlardı.

Ardından polis asfaltın üzerinde 7.65 çaplı 4 boş kovan ve olay yerinin biraz uzağındaki bir garajın duvarında bir mermi çekirdeğinden başka bir şey bulamıyordu. Ancak İstanbul Emniyet Müdürü Hamdi Ardalı Mahur Sokak’a geldiğinde gazetecilere “Saldırganlardan birinin eşkâli daha önceki olaylara uyuyor, bunu belirledik, bu işi bitirdik” diyordu.

Ancak burada kafalara takılan bir soru vardı. Polis ekipleri Hiram Abas’ı 15 dakika sonra teşhis ederken, olay yerine gelen Hamdi Ardalı nasıl oluyor da yalnızca birkaç dakika içinde eşkali belirlenen kişilerin diğer siyasi cinayetleri de işlediği kanaatine varabiliyordu?

Ayrıca iki saldırgan farklı noktalardan ateş etmesine karşın, Hamdi Ardalı olay akşamı yaptığı açıklamada tek silah kullanıldığını açıklıyordu. Olayda bir başka kuşkulu nokta ise üçüncü kişi üzerinde yoğunlaşıyordu. Görgü tanıklarına göre cinayetin işlendiği sırada bir başka saldırgan iki arkadaşına gözcülük yapıyordu. Ancak daha sonraki polis incelemelerinde üçüncü kişinin varlığına ilişkin bilgi edinilemedi.

Hiram Abas suikastini çok geçmeden Dev-Sol’un Silahlı Devrimci Birlikler kanadı üstleniyordu. Dev-Sol olaydan 10 saat sonra gazetelerin yakınlarındaki bazı noktalara bıraktıkları bildirilerde şu iddiaları öne sürüyordu:

12 Mart ve 12 Eylül’de Türkiye ve Ortadoğu halklarına karşı açılan savaşın kurmaylarından kontrgerilla şefi, MİT yöneticisi, Kürt ulusal hareketini yok etmenin planlayıcısı CIA ve MOSSAD ile işbirliğinde bulunarak Filistin halkına komploların düzenleyicisi, THKP-C örgütünün lideri Ulaş Bardakçı’nın öldürülmesinde bizzat tetiği çeken ve devrimcilere karşı 140 operasyona doğrudan katılan savaş suçlusu Hiram Abas örgütümüz tarafından ölüme mahkûm edilerek cezalandırılmıştır.

Ünlü MİT Raporu

Hiram AbasHiram Abas’ın öldürülmesi hemen birtakım soruları da beraberinde getirdi. Türkiye’nin bir anda çalkalanmasına yol açan Mehmet Eymür’ün hazırladığı sonradan açıklanan ve ilk kez Aydınlık dergisinde yayınlanan MİT raporunda Genelkurmay Başkanı Emekli Orgeneral Necdet Üruğ, İstanbul eski Valisi Nevzat Ayaz, eski Emniyet Müdürü Ünal Erkan ve eski Emniyet Müdür Yardımcısı Mehmet Ağar gibi isimlerin karanlık işlere bulaştıkları öne sürülüyordu. Daha doğrusu rapora göre, Dev-Sol örgütü bazı mafya babaları, yüksek rütbeli askeri personel, emniyet müdürleri ve siyasilerle derin bağlantılar içindeydi. Kamuoyunda raporun kimin tarafından hazırlanıp basına sızdırıldığı sorusuna yanıt aranırken Hiram Abas ortaya çıkıyor ve bir gazeteye “Raporu yazanı biliyorum” diyordu. Daha sonraki günlerde raporun MİT Kaçakçılık ve İstihbarat Daire Başkanı Mehmet Eymür, yardımcısı Korkut Eken, Atilla Aytek ve kendisine bağlı birimlerde çalışan 20’ye yakın görevli tarafından hazırlandığı belirleniyordu.

Bunun üzerine Abas, Eymür ve Eken, MİT’ten istifa etmek zorunda kalıyorlardı. Abas’ın öldürülesi MİT raporunda sözü edilen karanlık ilişkileri yeniden gündeme getiriyordu… Acaba Abasın öldürülmesinde bu karanlık ilişkilerin rolü de var mıydı? Nitekim Mahir Kaynak Hiram Abas suikasti ile ilgili değerlendirmesinde şunları söylüyordu:

Bu olay patlak verdiğinde devlet içerisindeki klikler savaşı doruk noktasına ulaşmıştı. Aslında birçok siyasi cinayetin arkasında da bu kanatların egemenlik mücadelesi vardı. Hiram bir odaktı. Raporu Mehmet Eymür’e hazırlatan da oydu. Hiram’ın Dev-Sol tarafından öldürülmesi pek şaşırtıcı değildi. Çünkü Dev-Sol’un uyuşturucu ve silah ticareti yapan bazı Kürt işadamları üzerinden bu grubun denetimine girdiği biliniyordu. Dev-Sol gibi bir örgütün tek başına hareket edebilmesi mümkün değildir. Dev-Sol özellikle 1980’li yılların ortalarında bazı uyuşturucu kaçakçısı Kürt işadamlarıyla ilişki kurdu. Diğer taraftan çoğu kimsenin gözardı ettiği bir başka mesele de Dev-Sol’un ordu içindeki bağlantılarıydı.

Hiram Abas’ın öldürülmesi, Dev-Sol tarafından işlendiği öne sürülen cinayetlerle büyük benzerlikler gösteriyordu. 1 Mayıs’ta mimlenen polis memuru Kazım Çakmakçı, emekli savcı Albay Durmuş Akçen, çevik kuvvette görevli polis memuru İsmail Kılıç, emekli başkomiser Ali Ekinci’nin öldürülmesinde de susturuculu 7.65’lik tabanca kullanılmıştı. Ve tüm adı geçen kişiler enseden vurularak öldürülmüşlerdi. Acaba Dev-Sol seçtiği kişilere ölümü ensesinde hissettirecek kadar profesyonel bir örgüt mü? Dev-Sol bu denli ustalık ve uzmanlık isteyen istihbaratı nasıl edinmişti? Bir köstebek mi vardı? Abas suikastini gerçekleştiği öne sürülen Ferit Eliuygun’un Beşiktaş’ta bir hücre evine yapılan baskın sırasında öldürülmesi tüm soruları iyice işin içinden çıkılmaz hale getirdi .Sonuçta Hiram Abas’ın öldürülmesi üzerindeki sır perdesi halen daha kaldırılabilmiş değil.

8 Yorum

YAZI HAKKINDAKİ DÜŞÜNCELERİNİZ

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.