Kenan Evren

Türk siyasetinin en tartışmalı isimlerinden, adı 12 Eylül ve işkenceler ile özdeşleşen Ahmet Kenan Evren Alaşehir- Manisa’da dünyaya geldiğinde takvimler 17 Temmuz 1917 tarihini gösteriyordu. Eğitim yaşamına Alaşehir’de başlayan Evren,  Manisa, Balıkesir, İstanbul derken Maltepe Askeri Lisesi’nden mezun oldu. 1938 yılında Topçu Asteğmen rütbesiyle Kara Harp Okulu’nu bitiren Kenan Evren 1946 yılında Harp Akademileri’ne girene kadar “Batarya Takım Komutanı” ve “Batarya Komutanı” olarak çeşitli birliklerde görev yaptı.

1949 yılında Harp Akademileri’nden kurmay subay olarak mezun olan Evren 1958-1959 yılları arasında Dokuzuncu Kore Türk Tugayı’nda, Harekat ve Eğitim Şube Müdürlüğü ve Kurmay Başkanlığı görevlerinde bulundu. 1963’te Tuğgeneralliğe, 1966’da Tümgeneralliğe, 1970’de Korgeneralliğe ve 1974 yılında Orgeneralliğe yükseldi.

Kenan Evren Ege Ordu Komutanı görevine getirildiğinde son derece mutsuzdu. Çünkü Ege Ordu Komutanlığı’nın anlamı, askeri jargonda son durak yani emeklilik demekti. Kenan Evren’in Kara Kuvvetleri Komutanlığı ve oradan da Genelkurmay Başkanlığı’na uzanan düşleri sekteye uğramıştı. Evren emekli olacağına o kadar inanmıştı ki, emeklilik günlerini geçirmek için İzmir’den ev bile satın almıştı.

Fakat Tanrı bir kere “Yürü ya kulum” demeyiversin, Kenan Evren  tüm umutlarını yitirip emeklilik günlerinin planlarını yapmaya başladığı sırada beklenmedik bir gelişme yaşandı. Milliyetçi Cephe Hükümeti’nin Başbakanı Süleyman Demirel, darbe planladığından kuşkulandığı için dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Namık Kemal Ersun’u erkenden emekliye sevk ediverdi. Gelecekteki Genelkurmay Başkanı olmasına kesin gözüyle bakılan Ersun’un emekliye ayrılması hem dengeleri hem de ordu kıdem geleneğini bir anda alt üst edivermiş, beraberinde anlaşmazlıkları da getirmişti. Başbakan Demirel, 3. Ordu Komutanı Ali Fethi Esener’in Kara Kuvvetleri’nin yeni komutanı olmasını isterken, dönemin Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk ise 1. Ordu Komutanı Adnan Ersöz’ün Kara Kuvvetleri’nin olmasını istiyordu. Ne Demirel ne de Korutürk inatlarından vazgeçip geri adım atmayınca her iki komutan da görev süreleri bittiğinden 30 Ağustos’ta emekliye ayrıldı. Böylece en kıdemli olan Orgeneral Kenan Evren, hiç beklenmedik biçimde 5 Eylül 1977 tarihinde Kara Kuvvetleri Komutanlığı görevini vekaleten yürütmekte olan Adnan Ersöz’den devralıyordu. Çok geçmeden de 7 Mart 1978 tarihinde Genelkurmay Başkanlığı görevine atanacaktı. Kısacası, darbe yapacağından kuşkulanılan bir generalin resen emekliye ayrılması sayesinde Kenan Evren Genelkurmay Başkanı oluyordu!

Dedik ya tarihin garip bir cilvesi, darbe yapacağından kuşkulanılan komutanların yerine atanan Kenan Evren Genelkurmay Başkanı olduktan 1.5 yıl kadar sonra, Aralık 1979’da kuvvet komutanları ile birlikte Cumhurbaşkanına Fahri Korutürk’e bir uyarı mektubu gönderdi:

Türk Silahlı Kuvvetleri ülkemizin bugünkü hayati sorunları karşısında siyasi partilerimizin bir an önce, milli menfaatlerimizi ön plana alarak, anayasamızın ilkeleri doğrultusunda ve Atatürkçü bir görüşle bir araya gelerek anarşi, terör ve bölücülük gibi devleti çökertmeye yönelik her türlü hareketlere karşı bütün önlemleri müştereken almalarını ve diğer anayasal kuruluşların da bu yönde yardımcı olmalarını ısrarla istemektedir.

Ve 12 Eylül Darbesi!

Takvimler 12 Eylül 1980’i gösterdiğinde ise Kenan Evren ülkedeki kargaşa ortamını gerekçe göstererek yönetime el koyuyor, demokrasi ve özgürlükleri uzunca bir süre rafa kaldırılıyordu. Tüm yurtta sıkıyönetim ilan edilmiş, siyasi parti yöneticileri gözaltına alınmıştı. Ülke, 13 sıkıyönetim komutanı yönetimindeki 13 sıkıyönetim bölgesine ayrılmıştı.

Darbeyi ilk haber alanlardan birisi de ABD Başkanı Jimmy Carter idi. Çünkü “Türkiye’yi ve Türkiye gibi İslam ülkelerini ılımlı bir İslami rejimle yönetmek en doğrusudur” tezinin sahibi olan CIA Ankara Bürosu Şefi Paul Henze, darbenin hemen ardından Beyaz Saray’ı telefonla arıyor, “Our boys did it – Bizim çocuklar işi başardı” diyerek darbenin başarılı olduğunu müjdeliyordu. CIA istasyon şefinin üst makamlara geçtiği bu bilgi, aslında 12 Eylül darbesinin arkasında kimlerin olduğunu, kimlerin ne kadar çok sevindiğini  gösteriyordu.

Darbenin ardından Türkiye’deki tüm güç, Kenan Evren yönetimindeki Milli Güvenlik Konseyi’nin eline geçmişti. 1983 genel seçimlerine kadar tüm kritik kararların altında imzası bulunan Milli Güvenlik Konseyi üyeleri şu isimlerden oluşuyordu:

  • Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren
  • Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Nurettin Ersin
  • Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Tahsin Şahinkaya
  • Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Nejat Tümer
  • Jandarma Genel Komutanı Sedat Celasun

Darbeden yalnızca 6 gün sonra, yani 18 Eylül 1980’de Kenan Evren ant içti ve 27 Mayıs’ın ardından “Devlet Başkanı” unvanıyla göreve gelen ikinci kişi oldu. 20 Eylül’de ise Deniz Kuvvetleri eski Komutanı Bülend Ulusu seçimlere kadar Başbakan olarak görevlendirildi.

Evren, 1 Temmuz 1983 tarihine kadar da “Cumhurbaşkanı, Milli Güvenlik Konseyi ve Genelkurmay Başkanı” unvanlarını kullanmayı sürdürdü. 7 Kasım 1982 tarihinde halk oyuna sunulan yeni anayasanın onaylanması üzerine de geçici 15. madde uyarınca otomatik olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin 7. Cumhurbaşkanı olarak görevine başladı. 9 Kasım 1989 tarihinde görev süresinin dolmasından sonra ise Marmaris’e yerleşti ve kendini resim yapmaya adadı.

Ömrünün son yıllarında ise “Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın tamamını veya bir kısmını değiştirmeye veya ortadan kaldırmaya ve Anayasa ile teşekkül etmiş olan Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasına engel olmaya cebren teşebbüs etmek” suçuyla yargılandı ve ömür boyu hapis cezasına çarptırıldı. Dava Yargıtay aşamasında iken 9 Mayıs 2015 tarihinde tedavi gördüğü Gülhane Askeri Tıp Akademisi’nde yaşamını yitirerek 97 yaşında öldü.

Herkes İşkence Yapıyor Biz Niye Yapmayalım?

 Kenan Evren12 Eylül darbesi ile başlayan dönem bugün herkesin de kabul edeceği üzere tüm özgürlüklerin askıya, insan haklarının ise ayaklar altına alındığı en karanlık dönemlerden birisidir. Bu dönemde birçok insan işkenceden geçirilmiş, haksız yere yıllarca hapis yatmıştır. Oysa Kenan Evren’e göre işkence insanlık suçu değil, yalnızca sıradan bir uygulama idi. Zira Evren’e göre diğer ülkeler de zaman zaman işkenceye başvurmaktadır. Fikret Bila’nın Kenan Evren ile yaptığı röportajından kısacık bir bölüm bile Kenan Evren’in işkenceye bakış açısını anlamamıza yeter:

Sorgulama yapılıyor. Söyletebilmek için bazı usulleri var onların. Onları kullanarak bilgi alıyorlar. Bunları Almanlar da yapıyordu, İngilizler de, ABD’liler de, Fransızlar da… Onlar yapmadı mı? Vaktiyle herkes işkence yapıyordu. Yaptılar, sonra ‘intihar etti’ dediler Almanlar, Baader-Meinhof çetesi için… (7 Kasım 2007, Milliyet)

Erdal Eren’in Yaşı Büyütülüp Asılıyor

12 Eylül döneminin insanlık adına en büyük utançlarından biri de hiç kuşkusuz tüm hukuk kurallarının çiğnenerek Erdal Eren’in idam edilmesidir.  ODTÜ öğrencisi Sinan Suner’in öldürülmesini protesto etmek için yapılan gösteri sırasında çatışma çıkar. Olaylar sırasında nereden geldiği belli olmayan bir kurşun ile Zekeriya Önge adlı bir asker yaşamını yitirir.  Ankara Yapı Meslek Lisesi öğrencisi 17 yaşındaki Erdal Eren de gözaltına alınan 24 kişinin arasındadır.

Askeri mahkeme 2 Şubat-19 Mart tarihleri arasında bir  “jet yargılama” ile Zekeriya Önge’nin ölümümden Erdal Eren’i suçlu bularak idama mahkum eder. Oysa tüm kriminal raporlar ve kanıtlar Erdal Eren’in suçsuz olduğunu göstermektedir. Örneğin yapılan incelemeler Önge’nin tüfek mermisi ile öldürüldüğü göstermektedir. Oysa Eren’in üzerinde yalnızca tabanca bulunmaktadır.  Yine avukatı Nihat Toktay’ın belirttiği gibi yapılan adli otopsi, Zekeriya Önce’yi öldüren kurşunun 10 cm ile 1 metre arasındaki bir mesafeden ateşlendiğini göstermektedir. Oysa Erdal Eren’in en yakın askere mesafesi 12,5 metredir.

Zekeriya Önge’nin, askerler uyarı için göstericilere atış yaptıklarında seken bir tüfek mermisinden öldüğü neredeyse kesin gibidir. Ama 12 Eylül rejimi için bunun en ufak bir önemi yoktur. Gözdağı vermek ve kitleleri sindirmek için bir kurban lazımdır ve kurban seçilen Erdal Eren için karar çoktan verilmiştir: İdam… Yargıtay 3. Dairesi eldeki kanıtların yetersiz olmasından dolayı askeri mahkemenin verdiği idam kararını iki kez üst üste bozar.  Fakat dönem 12 Eylül dönemidir ve Kenan Evren verdiği demeçler ile mahkemeleri bizzat yönlendirmektedir:   “Parlamentodan şimdiye kadar bir tek idam çıkmadı ki! Davalar yavaş gidiyor, görevliler korkuyor, parlamento gecikiyor…”  Sonuçta Askeri Yargıtay Genel Kurulu 20 Kasım tarihinde toplanarak Yargıtay 3. Dairesi’nin bozma kararını kaldırır, askeri mahkemenin Erdal Eren için verdiği idam kararını onaylar.

Ama ortada bir sorun daha bulunmaktadır. Çünkü Erdal Eren henüz 17 yaşındadır ve yasalara göre 18 yaşında olmadığından idam edilmesi mümkün değildir. Yasalara göre Eren’in alacağı idam cezasının, yaşından dolayı infazı olanaksızdır. Fakat mahkeme bunun da çözümünü bulmuştur. Mahkeme kararı ile 17 yaşında olan Erdal Eren’in yaşı bir gecede 18’e yükseltilerek idamın önündeki son pürüz de kaldırılır. Erdal Eren’in idam kararı 13 Aralık 1980’de Ankara Merkez Cezaevi’nde infaz edilir.  Kenan Evren 3 Ekim 1984’te Muş gezisinde yapacağı ve “Asmayalım da besleyelim mi”  olarak anımsanacak sözleriyle kendini savunacaktır:

Şimdi ben, bunu yakaladıktan sonra mahkemeye vereceğim ve ondan sonra da idam etmeyeceğim, ömür boyu ona bakacağım. Bu vatan için kanını akıtan bu Mehmetçiklere silah çeken o haini ben senelerce besleyeceğim. Buna siz razı olur musunuz?

Erdal Eren12 Eylül döneminin Türk toplumuna verdiği en büyük zarar ise düşünmeyen, yorumlayamayan, yalnızca çıkarını düşünen apolitik kuşaklar yetiştirmesidir.  Kısacası 12 Eylül’le toplumsal yapı yeniden şekillenmiş, Turgut Özal’ın “Benim memurum işini bilir” sözüyle ifadesini bulan köşe  dönmeci zihniyet tüm topluma egemen olmuştur. İnsanlar ülke sorunlarından daha çok mankenlerin, şarkıcıların sorunları ile ilgilenmekte; hiçbir kültürel etkinliğe ilgi göstermeyen gençlik tuttukları futbol takımına ölesiye bağlanmaktadır.  Bugün Siyaset Bilimi okuyan bir üniversite öğrencisinin bile TV’deki bir yarışmada TBMM’nin diğer adını bilememesi, ama milyonların magazin dünyasında yaşananları günü gününe bilmesinin temelinde 12 Eylül rejiminin yan etkileri yatmaktadır. Halk 12 Eylül’de yaşananları tam olarak kavrayamadığından bu ülkede doğan ilk ikiz tüp bebeklere Kenan Kudret Vatan ve Evren Aykut Vatan isimleri verilmesi gayet anlaşılabilir bir durumdur.  Evren belki de Salazar’ın 3F olarak dile getirdiği uyuşturma ve bilinçsizleştirme sisteminin en iyi uygulayıcısıdır. “Türkiye 1. Ligi’nde neden başkentten bir takım yok?” diyerek Ankaragücü’nü mahkeme kararı ile 1. Lig’e yükseltmek gibi dahice bir buluşun uygulayıcısı için hiç de şaşırtıcı bir başarı değildir bu aslında.

Yine 12 Eylül Darbesi, Türk siyasi yaşamında etkisi günümüzde bile hissedilen çok önemli bir dönüşümün mihenk taşıydı. 1970’li yıllarda yükselen sol akıma panzehir olarak milliyetçilik ve dinle karşılık vermeyi hedefleyen Türk-İslam sentezinin devletin resmi ideololojisi haline gelmesini sağlayan önemli adımlar bu dönemde atıldı. Eğitim ve kültür gibi konular bu ideoloji doğrultusunda yeniden biçimlendirilmeye başlandı. 1982 Anayasasıyla zorunlu din dersleri temel eğitimin bir parçası haline geldi. Fakat bu  biçimlendirme Türk milliyetçiliğinin içeriğini tamamen boşaltıp daha çok İslamcılık biçiminde yoğrulmasına neden oldu.

Ressam Kenan Evren

Kenan Evren emekliliğin ardından Marmaris’e yerleşti ve yaşlılığın tadını çıkarmaya başladı. Artık huzura ermişti. Geziyor, eğleniyor, ara sıra demeç veriyor, çoğu zaman ise resim yapıyordu. Bir ondan bir bundan insan asmayı bırakmış, artık insan asmak yerine evinin duvarlarına kendi çizdiği sanat şahaserlerini asıyordu. Gerçi resme olan bu yakın ilgisinin ipuçlarını daha emekli olmadan önce vermişti Kenan Evren. 12 Eylül döneminde, Sırf Stalin’e benziyor diye ressam Orhan Taylan tarafından 1976 yılında  Antalya Belediye İşhanı’nın duvarındaki “Prometheus” resmini sildirmiş,  Antalya Belediye Başkanı Selahattin Tonguç’u da hapse attırmıştı.  Selahattin Tonguç,  resimdeki kişinin Stalin olmadığını defalarca söylemesine rağmen 3.5 ay hapis yatmaktan kurtulamamıştı. Kenan  Evren yıllar sonra da New York’ta bir sanat müzesini gezerken ünlü ressam Picasso’nun resimlerini görünce, “Ne var ki, bunları ben de yaparım diyerek” resim sanatını ne kadar iyi bildiğini ve iddialı olduğunu bir kez daha kanıtlayacaktı. Picasso’yla yarışabileceğini iddia eden 7. cumhurbaşkanımızın asıl hedefi aslında Pablo Picasso değil, Müjde Ar’ın nü bir resmini çizebilmekti. Müjde Ar isterse onun bir resmini çizebileceğini hep söyledi ama Kenan Evren’in bu arzusuna Müjde Ar’dan yanıt hiçbir zaman gelmedi…

“Hangi taşı kaldırsam altından Atatürk çıkıyor” diyerek ne kadar Atatürkçü olduğunu anlatmaya çalışan Kenan Evren bugünlerde zor günler yaşıyor. Zira 12 Eylül darbesi yüzünden şu sıralar başı savcılar ile bir hayli dertte. Kenan Evren yaptığı darbenin başarıya ulaşmasından dolayı kendisinin kurucu iktidar olduğunu iddia etse de savcılar buna inanmamış olacak ki dava sürüyor.  Fakat sonuç alınması çok zor. Çünkü Kenan Evren’in sevenleri de bir hayli çok, hatta şu anda iktidardalar.   Kenan Evren adı verilen caddelerin adlarının değiştirilmesine bile tahammül edemeyecek derecede Kenan Evren’i sevip cadde ve sokak isimlerinin değiştirilmesine karşı oy veren AKP’liler, sözde yargılayacaklarını iddia ettikleri Kenan Evren’i mahkemede de elbet yalnız bırakmayacaklardır. Dilerseniz daha fazla uzatmadan 12 Eylül’ün kısa bilançosu ile yazımızı noktalayalım.

12 Eylül’ün Kısa Bilançosu

  • Gözaltına Alınan: 650 bin kişi
  • Fişlenen: 1 milyon 683 bin kişi
  • İdam Cezası Verilen: 517 kişi
  • İdam Cezası İnfaz Edilen:  50 Kişi (23 adli suçlu, 18 sol görüşlü, 8 sağ görüşlü, 1’i Asala militanı)
  • Kuşkulu Biçimde Ölen: Yaklaşık 300 kişi
  • İşkence Sırasında Öldükleri Belgelenen: 171 kişi
  • Cezaevinde Ölen: 299 kişi
  • Yurttaşlıktan Çıkarılan: Yaklaşık 14.000 kişi
  • Sakıncalı Bulunup İşten Çıkarılan: Yaklaşık 30.000 kişi
3 Yorum

YAZI HAKKINDAKİ DÜŞÜNCELERİNİZ

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.