1956 Macar Devrimi

Stalin’in 5 Mart 1953 tarihindeki ölümü ve 17 Haziran 1953’te Doğu Berlin’de ücretlerinin artırılması için greve giden işçilerin üzerine Sovyet tanklarının sürülmesiyle yüzlerce emekçinin katledilmesi Macaristan’ı da etkilemiş ve Macaristan’da da bazı fabrikalardaki işçiler ayaklanmıştı. Nedeni, yaşam koşullarının giderek kötüleşmesi ve yaşanan ekonomik sıkıntılardı. Ekonomide yaşanan bunalım işçilerin olduğu gibi, tüm halkın rejimden memnuniyetsizliğinin doruk noktasına çıkmasına neden olmuştu. 1952 yılında Macaristan’da işçilerin ücretleri 1949’daki düzeyinin ancak yüzde 82’sine ulaşıyordu. Ücretlerdeki bu düşüşten en çok etkilenen işçiler, “gözde” olmayan sanayi sektörlerinde, yani hafif sanayi ve tüketim malları sanayisinde ve tarımda çalışanlardı. Büyük ölçüde köylülerin muhalefetine rağmen kurulan tarım kooperatiflerinde üretim son derece verimsizdi; tarım üretimi 1952’de savaş öncesi düzeyin ancak yüzde 79’una ulaşıyordu. Allamvedelmi Halosag (Siyasal Polis Teşkilatı-AVH) aracılığıyla yürütülen baskı ve tutuklamalar, çeşitli antidemokratik uygulamalar ve siyasi davalar sürmekteydi. Gerçekten Matyas Rakosi yönetimi altındaki Macaristan, öteki Doğu Avrupa ülkelerine kıyasla en sert, kapalı ve halktan kopuk olanıydı.

Macaristan’da halkın tepkisinin giderek artması Moskova’yı da endişelendirmiş ve Macar Komünist Partisi lideri ve başbakanı Matyas Rakosi Kremlin’e çağrılmıştı.  Matyas Rakosi koyu bir Stalinci’ydi ama 1953’e gelindiğinde artık tüm kredilerini tüketmişti. Sovyetler ondan başbakanlık koltuğunu Imre Nagy’a bırakmasını ve yalnızca parti liderliğiyle yetinmesini istiyorlardı.

Sovyetler belki de Imre Nagy konusundaki tercihlerinde kendileri açısından hatalıydılar. Çünkü daha başbakan olduğu ilk gün parlamentoda yaptığı konuşmada, Sovyetler Birliği’nin Macaristan üzerindeki baskısını eleştiriyordu.

Imre Nagy başbakanlığı döneminde ekonomik liberallik ve siyasi özgürlük adına bazı reformlara imza attı. Bakanlar Kurulu kararıyla ağır sanayi yatırımları azaltıldı, hafif sanayi ve gıda endüstrisi yatırımları artırıldı. Bu karar ağır sanayi yerine artık temel tüketim ürünlerine öncelik verileceği anlamına geliyordu. Nagy’ın liberal açılımları yalnızca sanayi ile sınırlı değildi. Tarımda kolektifleştirmenin durdurulacağını, çalışma kamplarının kapatılacağını, Macaristan’da polis terörüne son verileceğini ve kapitalist Batılı ülkelerle ilişkilerin geliştirileceğini söylüyordu.

Yeni uygulamalar çeşitli nedenlerden dolayı bazı sorunlara neden olunca, başlangıçtan beri tüm gelişmeleri belli bir hoşnutsuzluk ve kuşkuyla izleyen partinin önde gelen kadroları arasında Nagy’a karşı muhalefet artmaya başladı. 1949’dan beri izlenen sanayi politikasının tersine çevrilerek yatırımlarda ağırlığın bu sefer de tüketim malları sektörüne kaydırılması, ağır sanayide üretim aksaklıklarına yol açtı. Tüketim malları üretimi yeterince artırılamadı ve çeşitli malların arzında görülen darlık aşılamadı. Köylülerin tarım kooperatiflerini kitlesel bir biçimde terk etmeleri tarımsal üretimde sıkıntılara yol açtı. Nagy’a karşı parti içinden ilk ciddi saldırı 1954 sonbaharında geldi. Yeni politikaların uygulanmasında hükümetin geri adımlar atması isteniyordu. Rakosi’nin etkinliği ve gücü giderek arttı;  18 Nisan 1955’te Macaristan İşçi Partisi Merkez Komitesi sağcı sapma ve hizipçilik ile suçlayarak Nagy’ı partiden ihraç etti. Başbakanlığa Andras Hegedüs gelmişti ama Merkez Komite Başkanı olarak Macaristan’ın ipleri gerçekte bir kez daha Rakosi’ye geçmişti.

SBKP’nin XX. Kongresi, Macaristan’da yeniden güçlenmeye başlayan Rakosi’nin konumunun sorgulanmaya başlaması için yeni bir dönüm noktası oldu. Rakosi’nin Kongre üzerine partiye sunduğu rapor Rakosi’ye karşı muhalefetin parti sınırlarını da aşarak tüm toplumda yaygınlaşıp güçlenmesine yol açan bir ivme oldu. Parti içinde ve dışında Rakosi’nin iktidarı bırakması talepleri yükselmeye başladı. Rakosi’nin kendisine yönelen eleştirileri hafifletmek amacıyla siyasal davalar ve kişi kültü konusunda yaptığı özeleştiri kendisine karşı oluşan güven bunalımının aşılmasını sağlayamadı. Rakosi karşıtı muhalefet, Mart 1956’da Budapeşte’de Petöfi Klubü’nün kurulmasıyla yeni bir güç odağı kazandı.

18 Temmuz 1956’da Rakosi’nin çekildiği ve yerine Parti Sekreterliği’ne en yakın yardımcısı Emö Gerö’nün getirildiği açıklandı. Yıllarca hapiste yatan ve itibarı yeni iade edilmiş olan Janos Kadar da Politbüro üyeliğine getirildi. Rakosi’nin yerine Gerö’nün gelmesi ve partinin önder kadrolarında ciddi bir değişim olmaması, aslında parti politikasında köklü bir değişiklik yapılmayacağının işaretiydi. Böylece Ağustos ve Eylül boyunca Rakosi ve Gerö çizgisine karşı birçok çevrede muhalefet artarak sürdü.

Eylül sonuna doğru Poznan’da ayaklanan işçilere karşı açılan davalardan hafif cezalar çıkması, Macar işçi ve aydınlarını kendi mücadele ve taleplerini güçlendirerek sürdürme konusunda cesaretlendirdi. 6 Ekim’de, 1948’de Tito yanlısı olmakla suçlanarak idam edilen eski dışişleri bakanı Rajk ve yoldaşları için düzenlenen devlet töreni 200 bin kişinin katıldığı sessiz bir kitlesel gösteriye dönüştü. Eylül’de ve Ekim başında işçi muhalefeti de sesini daha güçlü bir biçimde yükselmeye başladı. Talepler, daha çok fabrikalarda özyönetim organlarının kurulması ve işçi kontrolünün sağlanması üzerinde yoğunlaşıyordu. Muhalefetin sesinin giderek yükselmesi üzerine Ekim başında MDP geri adım atarak Nagy’ı yeniden partiye almak zorunda kaldı.

Macarların Ayaklanışı

22 Ekim’de iki farklı gelişme yaşandı. Bunlardan birincisi, Budapeşte Teknik Üniversitesi öğrencilerinin ülke politikasına ilişkin 16 talepten oluşan bildirgeleriydi. Bildirgede tüm Sovyet birliklerinin Macaristan topraklarını terk etmesi, Imre Nagy başkanlığında yeni bir hükümet kurulması, serbest seçimler, siyasal partilere yeniden izin verilmesi, işçi ve köylülerin yaşam koşullarını iyileştirecek değişiklikler yapılması isteniyordu. İkincisi ise, Yazarlar Birliği’nin 23 Ekim’de Polonya ile dayanışma için 1848/49 Macar Devrimi’nin Polonya kökenli kahramanı General Josef Bern’in anıtında son bulacak bir yürüyüş düzenleme kararı almasıydı.

23 Ekim’de düzenlenen yürüyüşe çoğunluğunu gençlerin ve öğrencilerin oluşturduğu ama içlerinde işçilerin de bulunduğu büyük bir kalabalık katıldı. Bern Anıtı’nın önüne gelindiğinde, Yazarlar Birliği Başkanı Peter Veres yedi maddeden oluşan taleplerini okudu. Talepler son derece ılımlıydı ve aslında radikal devrimci bir niteliği de yoktu:

  1. Sosyalizmin temel ilkeleri üzerinde yükselen bağımsız bir ülke politikası,
  2. Sovyetler Birliği ve halk demokrasileri arasındaki ilişkilerde eşitliğin sağlanması,
  3. Ulusal eşitlik temelinde ekonomik anlaşmaların yeniden düzenlenmesi,
  4. İşletmelerin işçiler ve uzmanlar tarafından yönetilmesi,
  5. Köylülere kendi kaderlerini kendilerinin tayin hakkının tanınması,
  6. Rakosi kliğinin partiden uzaklaştırılması ve Nagy’ın hükümete alınması,
  7. İşçi sınıfının tüm alanlarda siyasal olarak temsili, parlamento ve tüm özerk yönetim organlarının seçimlerinde serbest ve gizli oy hakkı.

Bern Anıtı’nda sonlanan gösterinin ardından göstericiler sayıları giderek artarak bu kez parlamento binasının önünde toplandılar. Akşam saatlerine doğru parlamentonun önünde toplananların sayısı 200 ile 300 bin kişiye ulaşmıştı. Göstericiler hep bir ağızdan Nagy’ın gelerek bir konuşma yapmasını istiyorlardı. Parti yöneticileri tarafından evinden alınarak parlamento binasına getirilen Nagy, göstericileri yatıştırmak amacıyla binanın balkonuna çıktı, “yoldaşlar diye seslendi. Kalabalıktan yükselen ses oldukça anlamlıydı: “Biz yoldaş değiliz!” Gerçekten de göstericilerin elindeki bayrakların ortası boştu. Çünkü bayraklardaki orak-çekiç resimleri kesilip atılmıştı.

Herkesin gösterilerin sona ereceğini düşündüğü sırada, o sabah Yugoslavya’ya yaptığı ziyaretten geri dönen Genel Sekreter Gerö’nün yaptığı radyo konuşması havayı bir anda yeniden tersine çevirdi.  Gerö konuşmasında öğrencilerin ve de yazarların taleplerini dikkate almayacağını belli ettiği gibi, onları bir de karşı devrimcilikle suçluyordu. Öğrencilerin seslerini duyurmak için radyo binasına gideceklerini öğrenen kalabalık bu sefer de orada toplanmaya başladı. Radyo binasının önünde bekleyen AVH güçlerinin silahsız göstericilere makineli tüfeklerle ateş açmasıyla olaylar artık geri dönülemeyecek bir noktaya geldi.

AVH’ya destek için gönderilen askerlerin göstericilerin tarafına geçerek çoğu yerde silahlarını onlara vermesiyle, silahlanmaya başlayan halkla AVH arasında silahlı çatışma başladı. Çatışmaların duyulmasıyla birlikte Budapeşte’nin sanayi bölgelerindeki işçiler, silah fabrikalarına ve kışlalara girerek silah ele geçirdiler ve kamyonlarla radyo binasının önüne gelerek mücadeleye katıldılar. Ertesi günün sabahı parti gazetesi Szabad Nep’in bürolarını işgal ettiler. Aynı anda Sovyet birlikleri de Budapeşte’ye girerek ayaklanan halka karşı AVH’nın yanında halka saldırmaya başladı. Artık Budapeşte’de halk, Sovyet birlikleri ve AVH’ye  karşı savaşıyordu.

24 Ekim sabahı Macar halkı yeni bir gelişmeyle uyandı. Olayların giderek kontrolden çıktığını gören Parti Genel Gekreteri Gerö, Imre Nagy’ın yeniden başbakanlığa getirildiğini açıklamıştı. Ama artık çok geçti. Nagy’ın halka silahlı mücadeleyi sonlandırma çağrısı ve o gün öğlen saatlerine kadar silahlarını bırakanların hiçbir ceza almayacağını söylemesi etkisiz kaldı. Macaristan’da yaşanan ve Nagy’ın kavrayamadığı gerçek, olayların başıbozuk bir kitlenin silahlara sarılarak ortalığı karıştırması değil, işçileri ve bütün bir halkı kapsayan bir ayaklanmanın, bir devrimin başlamış olduğuydu.

25 Ekim’de Gerö görevinden uzaklaştırıldı ve yerine Janos Kadar geldi. 27 Ekim’de Nagy yeni hükümeti kurduğunu açıkladı. Yeni hükümette MDP üyesi olmayan bakanlar da bulunuyordu. Yeni hükümetin ilk açıklaması Sovyetler Birliği ile görüşmelerin başlaması için ülkedeki birliklerin Macaristan’ı terk etmesiydi. 29 Ekim’de AVH’nin kapatıldığı, 30 Ekim’de tek parti sisteminin sona erdiği açıklandı. Yeni hükümetin göreve başlamasıyla, o ana kadar sürmekte olan silahlı çatışmalar da büyük ölçüde durdu. 30 Ekim’de Sovyet birlikleri Budapeşte’yi terk etmeye başladılar.

Devrim ve İşçi Konseyleri

1956 Macar Devrimiİşçiler, Macar Devrimi’nde ancak ayaklanmanın başlamasından sonra belirleyici bir rol üstlenmeye başladılar. Bir taraftan silahlanıp sokaklarda AVH’ya ve Sovyet birliklerine karşı mücadele verirken, diğer yandan da devrim ve işçi konseyleri kurarak, üretimin sosyalist örgütlenmesini ve siyasal iktidara ortak olmayı hedeflediler. 23 Ekim 1956’yı izleyen günlerde, ülkenin her yerinde çeşitli konseyler kuruldu. Bunların bir kısmı köy, şehir ve bölge temelinde, ayrıca orduda, öğrenciler ve aydınlar arasında, bazı hükümet kurumlarında kurulan devrim konseyleri ya da devrim komiteleriydi. Fabrikalarda ise işçi konseyleri oluşturuldu.

24 Ekim’den itibaren bazen hiç şiddet kullanılmadan, bazen de AHV güçleriyle girilen ufak çatışmaların ardından Macaristan’ın büyük bölümü devrim konseylerinin denetimi altına girdi. Bu konseyler, kuruldukları yerlerde devlet kurumlarının artık tamamen kontrolünden çıkmış olan yerel düzeydeki işlerin örgütlenmesini üstlendiler. Devrim konseyleri, bazı yerlerde üyeleri toplantılarda gizli oyla seçilerek, bazı yerlerde de işçi, köylü veya çeşitli meslek gruplarının temsilcileri tarafından seçilerek kuruldular. Konseylerde toplumun hemen tüm kesimlerinin temsilcileri yer aldı.

26 Ekim’den itibaren devrim konseyleriyle Nagy hükümeti arasında görüşmeler başladı. Konseyler, istekleri kabul edildiği takdirde Nagy hükümetini destekleyecekleri söylüyordu. Nagy, konseylerin isteklerine uymak zorunda kalarak 1 Kasım’da Macaristan’ın Varşova Paktı’ndan çıktığını ve tarafsızlığını duyurdu.

İşgal ve Devrim’in Yenilgisi

Hükümet ve işçi konseylerinin anlaşmasının ardından işçi konseylerinin büyük bir bölümü genel grevi sona erdirme ve 5 Kasım’da fabrika ve işyerlerinde işbaşı yapma kararı aldı. 1 Kasım akşamı MDP Genel Sekreteri Kadar, yaptığı radyo konuşmasında partinin yeniden örgütleneceğini ve kurulacak yeni partinin Magyar Szocialista Munkaspart (Macar Sosyalist İşçi Partisi-MSZMP) adını alacağını duyurdu.

3 Kasım sabahı Macar halkı zafer kazandıklarını düşünüyor ve sokaklarda kutlama yapıyordu. Çünkü Sovyet tankları ülkeyi terk ediyordu. Oysa bu yalnızca, Macaristan’ı işgal etmek için gelecek olan diğer Sovyet tanklarıyla birleşmek için yapılan bir geri çekilmeydi. Aynı günün akşamı, Budapeşte yakınlarında görüşmeler yapan Macar kurulu Kızılordu komutanları tarafından tutuklandı.

Nagy’ın bilmediği, Kadar’ın kendi halkını satmış olmasıydı. Janos Kadar gizlice Moskova’ya gitmiş ve Kruşçev onu Sovyet müdahalesine ikna etmişti. Kadar 4 Kasım sabahı yaptığı radyo konuşmasında, Macaristan’da gerici ve karşı devrimci güçlerin sosyalizmi yıkmayı, kapitalistleri ve büyük toprak sahiplerini yeniden iktidara getirmeyi hedeflediklerini, bu nedenle yeni bir hükümet kurulduğunu ve Sovyet birliklerini karşı devrimci güçleri yenilgiye uğratabilmek için yardıma çağırdıklarını açıklıyordu.

Szeles-ErikaSovyetler Birliği’nin Macaristan’a askeri müdahaleye karar vermesine neden olan gelişme şüphesiz Nagy hükümetinin Varşova Paktı’ndan çıktığını açıklaması ve Macaristan’ın tarafsızlığının korunabilmesi için Birleşmiş Milletlere yardım çağrısında bulunmasıydı.

4 Kasım sabahı Macar halkı, Kızıl Ordu birliklerinin Budapeşte ve diğer büyük Macar kentlerine girmesiyle uyandı. 24 Ekim’de kurulmuş olan sokak barikatları yeniden kuruldu, Macaristan halkı yeniden savaşmaya başladı. Ama Macarların 6 binden fazla Sovyet tankına ve tam donanımlı 200.000 Kızıl Ordu askerine karşı savaşmaları çok zordu. Kızıl Ordu birliklerinin yüzlerce Macar insanını öldürerek Budapeşte’yi ele geçirmesi çok kısa sürdü. Macar halkıyla Sovyet birlikleri arasındaki çatışmalar yer yer daha sonraki günlerde de sürdü. Czepel, Dunapentele, Ujpest, Köbanya gibi işçi bölgeleri direnişin en uzun sürdürüldüğü yerler oldular. Kızıl Ordu’nun Macaristan’ı işgalinin ardından tüm Macaristan, Sovyetler Birliği, diğer halk demokrasileri ve batıdaki Sovyetler Birliği yanlısı parti ve çevrelerde sürdürülen resmi propaganda, Macaristan’daki sosyalist sistemi karşı devrimcilerin saldırısından kurtarmak için mücadele edildiği şeklindeydi. İşgalin başlangıcından yaklaşık bir hafta kadar sonra, yenilen Macar halkının elinden kentin çeşitli yerlerine bu propagandayla alay eden afişler asmaktan başka bir şey gelmiyordu:

Eski kapitalist sistemi destekleyen bir zamanların soyluları, toprak ve fabrika sahipleri, kardinalleri ve generalleri fabrika işçisi ve köylü kılığına girerek yurtsever hükümetimize ve Rus dostlarımıza karşı propaganda yapıyorlar. Neyse ki ülkede yedi namuslu adam bulundu. Hepsi de hükümette oturuyorlar.

Macar Devrimi’ne karşı Sovyetler Birliği yanlısı çevrelerce yöneltilen en önemli suçlama, karşı devrimcilerin ve faşistlerin bu ayaklanmanın yönlendiricisi olduklarıydı. Oysa kuruldukları andan itibaren devrimin tüm yükünü omuzlayan konseylerin, ülkede kapitalizmin yeniden inşa edilmesine ilişkin en ufak talepleri yoktu. Yalnızca Sovyetler Birliği’nin tüm halk demokrasilerine dayattığından farklı bir sosyalist sistem istiyordu. Karşı devrimcilik iddialarının en önemli dayanağı, ayaklanmanın çeşitli anlarında sokaklarda rastlanan linç olaylarıydı. Oysa bu linç girişimleri daha çok AVH üyelerine karşı yıllardır birikmiş kinlerinin dizginlenemez hale gelmesinin sonucuydu. Sonradan açıklanan resmi rakamlara göre, ayaklanma sırasında ayaklanmacılar tarafından öldürülenlerin sayısı 234’tü. Bunların 164’ü devletin silahlı güçlerinden (85 AVH üyesi, 40 asker, 27 polis ve 12 sınır koruma görevlisi) oluşuyordu ve bu sayıya yalnızca linç olayları sonucunda öldürülenler değil, çatışmalar sırasında ölenler de dahildi. Ayaklanmacılar arasında Macaristan’da yeniden kapitalizme dönülmesini isteyenler de elbette vardı. Fakat ne bunlar, ne de ayaklanmanın ilk günlerinde özgürlüğüne kavuşan ve özel mülkiyetin yeniden tesis edilmesini savunan Kardinal Mindszenty, devrim boyunca kilit konumdaydılar.

Kadar Yönetimi ve İşçi Konseylerinin Sonu

delik_macar_bayragiSovyet işgalinin ardından ülkede ayakta kalan tek siyasi organ işçi konseyleriydi. Ülkede devam eden genel grevi sonlandırmak isteyen Kadar yönetimi ve Sovyet işgal güçlerinin konseylerin varlığını kabul etmek ve onlarla görüşme yapmak dışında seçenekleri yoktu. İşgalden sonra da yeni işçi konseyleri kurulmaya devam etti. İşçi konseyleri, grevin sona erdirilmesi için Kadar yönetimine, Sovyet birliklerinin derhal Macaristan’ı terk etmeleri, Kadar hükümeti üyelerinin içinde yer almayacağı yeni bir koalisyon hükümeti kurulması ve Nagy’ın bu hükümete katılması, en kısa zamanda tüm demokratik partilerin katılacağı bir seçime gidilmesi, Macaristan’ın tarafsızlığının sağlanması, işçi konseylerinin statüsünün korunması gibi noktalar içeren talepler ileri sürdüler. 13 ve 14 Kasım’da çeşitli işçi konseylerinin delegeleri bir araya gelerek Budapeşte Merkezi İşçi Konseyi’ni kurdular. Konseyler, Kadar yönetimine karşı daha güçlü ve birlik içinde ortaya çıkabilmek için merkezi bir organa sahip olma gereğini duymuşlardı. Kadar, işçi konseylerinin fabrikalarda yönetim konusundaki yetkilerini tanıyacağını ve diğer taleplerini adım adım yerine getireceğini açıkladı. Bir merkezi ulusal işçi konseyi kurularak bu konseyin hükümet üzerinde denetim yetkisine sahip olması talebini ise Macaristan’da zaten bir işçi ve köylü hükümeti kurulmuş olduğu (Kadar hükümeti kendini böyle adlandırıyordu) ve dolayısıyla böyle bir kurumun gereksizliği gerekçesiyle reddetti.

Kadar yönetiminin konseylerle yaptığı görüşmelerde bir oyalama taktiği izlediği ve konseyleri siyasal karar mekanizmalarının tümüyle dışında tutmak amacı taşıdığı belliydi. Buna karşın Budapeşte Merkezi İşçi Konseyi, işçileri 19 Kasım’da yeniden işbaşı yapmaya çağırma kararı aldı. Karar alındığı anda, Kadar yönetimi de işçi konseylerine karşı saldırılarını başlattı. Önce konseylerin kuruluş ve yetkilerine ilişkin kısıtlayıcı önlemler getirildi, bakanlıklara işyerlerine müdürler atama yetkisi tanındı. Bu kısıtlamaları tartışmak üzere 21 Kasım’da yapılması kararlaştırılan bir konsey toplantısı yasaklanınca, Budapeşte Merkezi İşçi Konseyi 48 saatlik genel greve gitme kararı aldı.

Kasım sonundan başlayarak, Kadar yönetimi Macaristan’daki tüm işçi ve devrim konseylerine karşı şiddetini giderek arttırdı. Önce konseylerin önderleri, ardından önderlik konumuna sahip olmayan basit üyeleri tutuklanmaya başladı. Tutuklamaları protesto etmek için ülkenin birçok yerinde düzenlenen gösterilerde göstericilere ateş açıldı, çok sayıda insan öldü ya da yaralandı. 9 Kasım’da Budapeşte Merkezi İşçi Konseyi’nin 11 Kasım’da başlayacak yeni bir 48 saatlik genel grev kararı üzerine tüm bölgesel ve merkezi konseyler yasaklandı. Genel greve tüm ülkede uyulması ve tüm hayatın felç olmasına rağmen konsey hareketinin yenilgisi artık durdurulamaz bir hale gelmişti. Aralık ortasında, grevlere katılanlara ölüm cezası verileceği açıklandı. Pek çok işçi konseyi, Ocak 1957’de artık çalışamaz hale geldiği gerekçesiyle kendi kendini iptal ettiğini açıkladı. Eylül 1957’de hâlâ varlığını sürdüren işçi konseylerinin yerine sendikalar önderliğinde çalışmalarını sürdürecek olan işyeri konseylerinin getirildiği ilan edildi. Konseylerin varlığına 17 Kasım 1957’de resmi bir açıklamayla tamamen son verildi.

İmre Nagy’a gelince… Sovyet tanklarının Macaristan’a girmesinin ardından Yugoslavya’nın Budapeşte Büyükelçiliği’ne sığınan Nagy, 22 Kasım günü kandırılarak elçilikten çıkarıldı ve ardından tutuklandı. Romanya’da bir hapishaneye konuldu. 16 Haziran 1958 günü sabaha karşı devrimi kışkırtmaktan suçuyla idam edildi.

Macar Devrimi artık tümüyle bastırılmıştı.

1 Yorum

YAZI HAKKINDAKİ DÜŞÜNCELERİNİZ

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.