70’li Yıllar

Ah Nilüfer ah! Nereden bileyim senin bir fotoğrafın hayatımı bu kadar değiştirecek. O fotoğraf bu gün gibi gözlerimin önünde… Elinde kırmızı bir gül vardı. Senin de bütün güzelliğin üstünde idi. Kırmızı gülün üzerinde ise çiğ taneleri vardı. O güzel resmini görünce alıp defterime kapak yapmıştım.

Liseli yıllarımızdı. Bir yanda gençlik duyguları, bir yanda muhafazakâr bir ailenin seni yetiştirme çabası ve arayışlar…

Babam, namazında niyazında bir genç olmamı çok istiyordu. Bu nedenle de İmam Hatip Lisesi öğrencileri ile arkadaşlık yapmamı istiyordu.

Birkaç İmam Hatip öğrencisi ile beni tanıştırmıştı… Bazen onlar bize misafir oluyor. Bazen de ben okulun üst katındaki pansiyona gidiyordum.

Sohbetlerin konusu din idi. Onlar büyük bir heyecanla anlatıyor ben de dinlemeye çalışıyordum. Çok kez aklım başka yerlerdeydi.

Okulda meşhur “Cin Yusuf “ denilen öğretmenimiz, dışarıda da babamın tavsiye ettiği arkadaşların anlattıkları ile gençlik duygularım arasında tam bir çatışma yaşıyordum. Babamı üzmek de istemiyordum.

Hani uçmak isteyen ama kapana hapsedilmiş gibi hissediyordum kendimi… Başka yaşamlara yelken açmalıydım.

Her ne kadar “Cin Yusuf” babama, beni öven sözler etse de, her ne kadar Debboy ‘da açılan bir derneğe bizleri götürmeye çalışsa da, ben kanatlanmak istiyordum.

Bir gün plakçının önünden geçerken bir şarkı duydum. Müthiş etkileyici bir ses ile “Dünya Dönüyor” diyordu!

Durdum ve o sesi dinlemeye başladım. İşte o ses Nilüfer idi.

Plakçının camında da bir resmi vardı. Yeni çıkan “Dünya Dönüyor” isimli 45’liğinin tanıtımı için çekilmişti resim.

Kendisi de sesi kadar güzeldi.

Şimdikilerin deyimi ile artık benim hit şarkım “Dünya Dönüyor” olmuştu. Ve artık bir Nilüfer hayranıydım.

Onu takip ediyordum.

1974 yılında bu kez “Nilüfer74” adlı albümü çıkmıştı. Nilüfer, “Göreceksin Kendini” ve “Başıma Gelenler” adlı şarkıları ile bir kez daha beğenimi kazanmıştı.

Bir yandan Nilüfer tutkum, öte yandan babamın “adam olmam” amaçlı çabaları ile günler geçiyordu.

Daha ziyade babamın çabalarından kaçmak için bahaneler uydurmaya başlamıştım. Kendime yeni bir yol çiziyordum.

Okul arkadaşlarıma takılıyor ve “Cin Yusuf” tarafından götürüldüğümüz Debboy’daki derneğe de gitmiyordum.

Hatta artık “Cin Yusuf” babama beni öven sözler söyleme yerine hafiften eleştirmeye de başlamıştı.

Burjuva Sanatçısı Ne Demek?

İşte o günlerde bir dergi, Nilüfer’in çok güzel bir resmini kapak yapmıştı. Harçlığımdan artırarak o dergiyi aldım. Nilüfer ile yapılan röportajı bir solukta okudum. Sonra da kapak resmini defterime kapak yaptım!

Okula giderken en üste o defterimi koyuyordum. Platonik bir duygu oluşmaya başlamıştı. Üzerinde çiğ taneleri olan kırmızı gül ve gül kadar güzel Nilüfer defterime kapak olmuştu!

Bu şekilde okula gidişimin üzerinden birkaç gün geçmişti. Nilüfer resmini gören sınıf arkadaşım Filiz, defterimi aldı, o güzel resme baktı ve defterimi atarcasına sıramın üzerine bıraktı.

Sonra da bana burun kıvırarak baktı ve gitti.

Bu davranışına bir anlam verememiştim. Çok da üzülmüştüm.

Neden Nilüfer’in resmine burun kıvırmıştı?

İlk teneffüs de bu soruyu ona sordum. Bana hiç anlamını bilmediğim bir söz etti. “Onlar burjuva sanatçıları” demişti.

Sonra da benim sözünü anlamadığımı tahmin ederek sözlerine açıklama getirmek için uzunca bir nutuk çekmişti.

O nutuk sonrasında Filiz, benimle daha yakından ilgilenmeye başladı.

İki gün sonra da bana, “okuldan sonra seminere gideceğiz sen de gel” dedi. Ben de tamam dedim.

Okul çıkışında bizim sınıftan bir grup öğrenci hep birlikte bahçede toplandık. Başka sınıflardan da gelenler oldu.

Hep birlikte “Çakır’ların evini altında” bulunan bir derneğe gittik. Salon başka okullardan gelen öğrenciler ve bizler ile doldu.

Hepimiz tahta sandalyelere oturduk.

Ön tarafta bir masa ve sandalyeler vardı. O masaya bizden büyük tanımadığım kişiler geldiler. Filiz, yanımda oturuyor ve bana onların kim olduğunu söylüyordu. Sırasıyla söz alarak okulda öğretmenimizin ders anlatması gibi bilgiler vermeye başladılar.

Pek bir şey anlamıyordum. Ama dinliyordum.

“Emek”, “Emekçi”, “Demokrasi”, “Özgürlük”, “Eşitlik”, “Sol” ve “Sosyalizm” sözcükleri sıklıkla söyleniyordu.

“Sınıf” sözcüğü de…

Artık okul çıkışlarında grubumuzla derneğe takılıyorduk. Kitap ve dergi okuyorduk. Müzik dinliyorduk.

Ama orada Nilüfer yoktu!

Türküler vardı.

Marşlar vardı.

Kitaplar ve dergiler vardı…

Nilüfer74 Kitap okumayı çok sevmeye başladım. Okudukça da o anlamını bilemediğim sözcüklerin ne anlama geldiğini öğrenmiştim.

Filiz’in, Nilüfer’in resmine duyduğu tepki benim hayatımı değiştirmişti.

Arkadaşlarım da değişmişti. Nilüfer’de hayatımdan çıkmıştı…

Giresun Yüksek Öğrenim Derneği (GYÖD) tarafından liseli gençlere yönelik seminer çalışmaları ile başlayan süreç, sol düşünceleri benimsemem de etkili olmuştu.

Artık lisenin koridorlarında da seminer sohbetlerini ediyorduk.

Yazmaya da başlamıştık.

İçimizde saz çalmayı öğrenenler, tiyatro da görev alanlar vardı.

Ben yazmayı seçtim.

Şiirle başladı bu yolculuk. Sonra duvarlara sloganlarda yazdık. 1977 seçimleri öncesi bir gece köydeki tüm beyaz duvarlara odun kömürü ile “Ne ezen ne ezilen, insanca hakça bir düzen” yazmıştım. Ertesi gün bu yazım köyde olay olmuştu.

Milliyetçi Cephe Hükümetini eleştiren şiirim bugün de aklımdadır.

“Demirel, Erbakan, Feyzioğlu, Türkeş,

MC Hökümatında dört lider,

Grev, boykot, kavga, dövüş

Günler hep böyle gelir geçer.”

Hedef ‘Böyyük Türkiye’

Çıktılar yola,

Temel doldu her taraf, her yer.

Açılmışlar tekrar açıldı, atılmışlar tekrar.

Oy sevdasıdır bu böyle gelir böyle geçer.”

Sol düşüncelerim, ülke sevgim ve yazma tutkum o gün bugün devam ediyor.

Teşekkürler Filiz arkadaş…

YAZI HAKKINDAKİ DÜŞÜNCELERİNİZ

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.