Birinci Dünya Savaşı’nı Başlatan Suikast

Dünya tarihinde hiç bir politik suikast, Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasına neden olan Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun varisi olan Arşidük Franz Ferdinand’ın 28 Haziran 1914 saat 01.15’de Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun 1908’de işgal etmiş olduğu Bosna-Hersek’in Saraybosna kentinde uğradığı suikast kadar önemli sonuçlar doğurmamıştır.

Arşidük Franz Ferdinand’ın uğradığı suikast sonucu ölmesi, aslında normal uluslararası koşullar altında böylesine bir karışıklığa neden olmazdı. Fakat 1914’ün yazında Avrupa’nın büyük güçleri arasındaki ilişkiler öylesine gergindi ki, Arşidük’ün bir Bosnalı öğrenci olan Gavrilo Princip tarafından öldürülmesi 1. Dünya Savaşı’nın çıkmasına yol açtı. Savaş hızla ve geri dönüşü olmayan bir yolda gelişti. 23 Temmuz’da Avusturya’nın Sırbistan’a ültimatomunu, 28 Temmuz’da savaş ilanı, önce Rusya’nın seferberliği, Almanya’nın 1 Ağustos’ta Rusya’ya, 3 Ağustos’ta da Fransa’ya savaş ilan etmesi ve 4 Ağustos’ta İngiltere’nin Almanya’ya savaş açması izledi.

Saraybosna suikastı dünya tarihinde aslında en amatör biçimde işlenen cinayetlerden biriydi. Suikastı gerçekleştirenlerin hepsi oldukça gençti ve Genç Bosna adlı bir örgütün üyesiydiler. Bu örgüt Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun içindeki güney Slavların kurduğu birçok gizli örgütten biriydi. Gerçi 1910-1914 yılları orasında Güney Slav devrimci hareketinin düzenlediği ve Habsburg soylularının yaşamlarına kasteden birçok girişimde bulunulmuş, gerçekleşemeyen bir düzine de suikast olmuştu. Ama 28 Haziran 1914’te Arşidük Franz Ferdinand’a düzenlenen suikast yalnızca ilgililerin kayıtsızlığı sayesinde başarıya ulaşmıştı.

Habsburg polisi, Saraybosna’ya girdiklerinde Arşidük’ü ve imparatorluğun ileri gelenlerini korumak için hiç bir ciddi önlem almamıştı. Oysa Arşidük’ün Saraybosna ziyaretiyle ilgili yüzlerce ihbar vardı ve bunlar dünyanın değişik yerlerinden Saraybosna’dan, Viyana’dan, Budapeşte’den, Berlin’den ve hatta Amerika’dan geliyordu. (Amerikalıların Güney Slav kökenli gizli örgütleri, Arşidük için yıllardır bir suikast düşünüyorlardı ve Habsburg polisinin New York’taki gizli ajanları, Colombia Üniversitesi’nden Sırp uyruklu bir profesörün suikastçilerin lideri olmasından şüpheleniyordu.)

Arşidük cesur bir adamdı ve bazen aldığı ihbarlara karşı kaderci bir tavır takınıyordu. Ölümünden iki ay önce Trieste yakınlarında Miramare’deyken aniden kısa bir gezinti yapmaya karar vermiş ve birisinin çıkarak güvenlik tedbirlerinden bahsetmesi üzerine Arşidük, “İhtiyatlı davranmak, güvenlik tedbirleri almak mı? Bunlar beni zerre kadar ilgilendirmez. İnsan her yerde Tanrının ellerindedir. Bak, işte şimdi şu çalının ardından bir genç irisi çıkıp üstüme atlayacak… Korkular ve önlemler insan yaşamını felce uğratır. Korkmak her zaman tehlikeli bir iştir” demişti.

Arşidük’ün karısı Hohenberg Düşesi, kocasının Saraybosna gezisinden çok endişeliydi ve bu gezinin gerekli olup olmadığını birçok kereler sormasıyla endişelerini belli etmişti. Ama Arşidük sonunda Bosna’ya gitmelerinin gerekli olduğuna onu inandırdı. Arşidük’ün en büyük oğlu Dr. Max Hohenberg’ın anılarına göre İmparator Franz Josef bile Arşidük’ü Bosna’ya gitmekten vazgeçirmeye çalışmıştı.

Avusturya-Macaristan İmparatorluğu Başkomutanlığı o yıl düzenlenecek büyük manevraların Bosna’da yapılmasına karar vermişti. Manevra için, imparatorluğa yeni ilhak edilmiş olan, isyancılarla dolu bu ülkenin seçilmesi gerçekten çok tehlikeliydi. Eski İmparator Franz Josef’in bile Saraybosna gezisinde bir şans eseri ölümden kurtulmuştu. Oysa Arşidük,  bir gece yemek masasında “Ben Avusturya-Macaristan ordularının genel müfettişiyim. Saraybosna’ya gitmeliyim. Aksi takdirde askerler benim yokluğumu hiç bir şeklide açıklayamazlar” diyordu.

İmparator Franz Josef’in veliahdın yaşamından endişe etmesi için birçok neden vardı. Bosna-Hersek’te özellikle Sırplar arasında Habsburg yönetiminden hoşnut olmayanlar çoğunluktaydı. Arşidük Saraybosna gezisi için özel olarak 28 Haziran’ı, Sırpların en büyük festivali Aziz Vitus yortusuna rastladığı için seçmişti. Bugün Sırplarda 28 Haziran 1389 Kosova Savaşı’ndan bu yana kutlanıyordu. Savaşta Osmanlı ordusu Prens Lazar yönetimindeki Sırp ordusuna imha etmiş ve savaş sonunda her iki komutan da öldürülmüştü. Milos Obilic isimli soylu bir Sırplı hile ve kurnazlık ile Türk saflarına geçip Sultan Murat’ı hançerleyerek öldürmüştü. Sırplar savaşı kaybetmişler ve bu yenilgi Sırp devletinin bağımsızlığının sonu ve Sırplar ve Güney Slavlar üzerinde 400 yıldan fazla sürecek Osmanlı egemenliğinin başlangıcı olmuştu.

Arşidük Franz Ferdinand Fazlasıyla Gözüpekti

Arşidük’ün 28 Haziran Kosova Günü festivali sırasında Saraybosna’yı ziyareti,  en azından İngiltere Kralı V. George’un 1917 Aziz Patrick yortusu sırasında İrlanda’yı ziyareti kadar gözüpek bir davranıştı.

Böylesine her an patlamaya hazır ve tehlikeli ortama karşın, Arşidük’ün suikaste uğradığı gün neredeyse hiçbir güvenlik önlemi alınmamıştı. Özellikle İmparator Franz Josef’in 1910 Haziran ayındaki Saraybosna gezisi sırasındaki güvenlik tedbirleri ile kıyaslandığında aradaki fark çok belirgin idi. İmparatoru ziyareti için geçeceği yollar kordon halinde iki sıra askerle donatılmıştı. Saraybosna’nın hemen dışında 70.000 asker varken Arşidük’ün geçeceği yolda ise bir tek asker bile yoktu. İmparator geldiğinde yüzlerce şüpheli insana evlerinden çıkmamaları için kesin emir verilmişti. Oysa Franz Ferdinand’ın ziyareti sırasında böyle bir önlem alınmamıştı.

Saraybosna’nın polis memurları kendilerini savunuyor ve suçu Bosna askeri valisi General Oskar Potiorek’e ve Arşidük’ün ağırlanmasıyla ilgilenecek olan askeri komiteye yüklüyorlardı. Genç Bosna örgütünün eylemleri için hazırladıkları uzunca bir rapor ise “Bu çocuklardan mı korkuyorsunuz?” denilerek ayıplanmalarına yol açmıştı. 28 Haziran öncesinde polisler, arşidükün Saraybosna’yı Kosava Günü’nde ziyaret etmemesi için tekrar uyardılar. Fakat orduda görevli bir subay olan komite başkanı”Üzülmeyin, bu soysuzlar hiç bir şey yapmaya cesaret edemez” diyerek bu uyarıya hiç kulak asmadı.

Bir diğer polis memuru da durumu “28 Haziran günü önlemler kadere terk edilmişti” diyerek dile getiriyordu. Yine de polis kurumu kendi şahsi gayretiyle 120 adamını Budapeşte’den gelen birkaç dedektifle birlikte görevlendirdi. Görevleri ise Kraliyet ailesi caddeden geçerken yüzlerini halka dönmekti. Ama 120 polis, 4 millik uzun güzergâh için kesinlikle yetersizdi.

Olay günü yerel polisin davranışlarında çoğunlukla beceriksizlik egemendi. Polislerin birçoğu Habsburg soyluları ile dolu altı arabayı bir orada görünce, bu muhteşem gösteri karşısında adeta büyülenmiş, akıllarını kaybetmişlerdi. Oysa suikastçılar görevlerine çok bağlıydı. Nedeljko Çabrinoviç  adında bir Sırp, yanında duran polise Arşidük’ün hangi arabada olduğunu sordu. Heyecanlı dedektif ise eliyle sağ tarafı gösterdi. Birkaç saniye sonra suikastçı elindeki el bombasının kapsülünü çıkarıp Arşidük’ün arabasına doğru fırlattı. Bomba Franz Ferdinand’ın arabasının çamurluğuna çarparak sıçramış, yaverleri taşıyan arkadaki arabanın önünde patlamıştı. Üçü saraya mensup olmak üzere yirmi kişiyi yaralamıştı. Hohenberg Düşesi de hafif yaralananlar arasındaydı, boynunda bir sıyrık vardı. Yaralananlardan biri, Arşidük Ferdinand’ın emir subayı Albay Merizzi idi.

Askeri Vali Oscar Potiorek ise telaştan aklını kaybetmişti. Bir taraftan yanındakilere emir üstüne emirler yağdırıyor ve Arşidük’ün “Bombaları unutmayalım, ya bir suikast girişimi daha olursa” şeklindeki endişeli sorularına “Majesteleri, siz içinizi ferah tutun, bütün sorumluluğu ben üstleniyorum” şeklinde cevap veriyordu.

Gavrilo Princip Tetiğe Basıyor

İlk suikast girişiminin ardından Arşidük Ferdinand’ın gezisini yarıda bırakmaması ve yola devam etmesine karar verildi. Kent merkezindeki belediye binasına vardıklarında Arşidük sinirden yerinde duramıyor, kendisini karşılamaya gelen Belediye Başkanı’nı azarlıyordu: “Bay Başkan, bir gezi için kentinize geldim ve bombalarla karşılaştım. Bu rezilce…” Ferdinand burada daha fazla duramayacağını söyleyerek Vali Potierek’e yaralanan emir subayını görmek için hastaneye gitmek isteğini söyledi. Yola çıkıldı fakat şoförlerinin hiçbiri yeni rotadan haberdar edilmemişti. Bu hatayı kimin yaptığı, kasten mi yoksa kazayla mı yaptığı tartışma götürür bir nokta idi.  Konvoyun başındaki otomobilin şoförü, yeni rotadan habersizce Lateiner  Köprüsü’ne geldiğinde Ulusal Müze’ye giden yanlış yola saptı. Arşidük’ün bulunduğu arabayı kullanan şoför, içinde dedektiflerin ve mahalli polis şeflerinin bulunduğu öndeki iki arabayı tam izleyeceği sırada, Vali Oscar Potiorek’in yanlış yola dönüldüğünü fark edip, “Nereye gidiyorsun? Dur! Yanlış yoldan gidiyorsun” şeklindeki kızgın haykırışı üzerine acı bir fren yaptı ve araba kalabalık olan kaldırıma çok yakın bir yerde, bir yiyecek dükkanının önünde durdu. Kalabalık kaldırımda bekleyenlerden arasında bir de suikastçı vardı: Daha 19 yaşında olan Gavrilo Princip adında bir keskin nişancı. O sırada iki kız arkadaşıyla konuşmakta olan Princip, otomobilin önünde durduğunu fark edince tabancasını çekti. Tehlikeyi gören bir polis memuru elini tutmak üzereydi ki, yanında duran ve katilin arkadaşı olduğu tahmin edilen biri buna engel oldu. Hedeften yalnızca birkaç adım uzakta olan Princip, arabanın yakınına gelerek tabancasıyla üç el Arşidük’e, iki el Hohenberg düşesine, bir kurşun da Askeri Vali Potiorek’e sıktı. General Potiorek’e nişanlanarak atılan bir kurşun, önce arabayı sonra düşesin korsesini delip geçerek, sağ tarafına saplandı. Princip de sorgulamasında düşeşi  değil valiyi hedef aldığını söyleyecekti.

Kanlar içinde kalan Arşidük eşine bağırıyordu: “Sophie, Sophie sakın ölme! Çocuklarımız için yaşamalısın.” Kendisinin durumu da eşinden farksızdı oysa. Bir mermi sağ yakasını delerek, şah damarını kesmiş daha sonra da omurgasına saplanmıştı. Valinin durumu ise iyiydi. Arşidük ve karısı, Valinin misafirhanesi olan Türklerden kalma eski bir konağa getirildikten kısa bir süre sonra düşeş öldü. 10 dakika kadar ardından da Arşidük Ferdinand. 11.30’a kadar her şey bitmişti bile. Arşidük’ün yakası açıktı. Boynunda altın bir zincir üzerine sıralanmış altın ve platin çerçeveli yedi nazar boncuğu göze çarpıyordu. Bunların her biri değişik kötülüklerden korunmak için takılmıştı. Gömleğinin kolları yukarıya kıvrılmıştı ve sol kolunda Çin ejderi şeklinde renkli bir dövme görülüyordu.

Avusturya-Macaristan İmparatorluğu veliahtını  öldüren Gavrilo Princip suikastın ardından silahı kendi kafasına dayayarak intihar etmek istemiş ama çevredekilerin üzerine atılıp buna engel olmasıyla başaramamıştı. Derhal tutuklandı. Fakat o zamanki Avusturya-Macaristan İmparatorluğu yasalarına göre, 20 yaşından küçük olduğu için idam edilmedi, 20 yıl hapis cezası aldı. Fakat dört yıl sonra, fitilini ateşlediği Birinci Dünya Savaşı’nın bitmesine aylar kala, hapiste veremden öldü.

Saraybosna suikastı, Viyana’da savaş çığlıkları atanlar için tanrının bir lütfu, neredeyse Savaş Tanrısı Mars’tan gönderilmiş bir armağan idi. Gerçi bu güçlü grup önderlerini, Arşidük Ferdinand’ı kaybetmiş ama bu olayla Viyana’daki konumlarını iyice sağlamlaşmıştı. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu Genelkurmay Başkanı ve aynı zamanda da Arşidük’ün sağ kolu olan General Franz Conrad von Wötzendorf, yıllardan beri Sırbistan’a saldırmak, savaşmak taraftarıydı. Kendi anılarına göre 1 Ocak 1913’ten 1 Haziran 1914’e kadar geçen 17 ay süresince tam 25 defa Sırbistan’a savaş açmak fikrini ortaya atmıştı. Sırbistan’la hesaplaşmak için uzun zamandan beri bahane arayan Conrad ve arkadaşları için Saraybosna suikastı tam aradıkları fırsattı. Conrad anılarında, “Bu suikast fanatik bir katilin işlediği suç değildi. Suikast olayı, Sırbistan’ın Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’na savaş ilan etmesini simgeliyordu. Eğer bu fırsatı kaçırırsak, İmparatorluk Güney Slavlardan, Ruslardan, Romenlerden ve İtalyanlardan gelecek yeni patlamalara sahne olacaktır. Avusturya-Macaristan ise bu politik nedenlerle savaşı sürdürmelidir” diyordu.

Saraybosna’dan dönüşünde Conrad, Dışişleri Bakanı Kont Leopold Von Berchtold’un da aynı görüşleri paylaştığını gördü. Macaristan Başbakanı Kont Stephan Tizsa’nın Sırbistan’a karşı süratle cezalandırıcı harekete geçmek konusunda bazı tereddütleri vardı. Conrad ve Berchtold önceleri Sırbistan’a habersiz bir saldırıda bulunmak düşüncesindeydiler. Tizsa’nın tutumu karşısında Sırbistan’a bir ültimatom vermek gereğini duydular. Bu sadece bir formaliteden ibaretti. Çünkü Sırbistan’a savaş ilan etme kararı daha Ocak’ın ilk günlerinde alınmıştı.

28 Haziran sonrasının önemli günlerinde Almanya’nın tutumu belirleyici bir rol oynadı. Bütün askeri güçler içinde en ileri askeri tekniğe sahip güç Almanya idi. Ekim 1913’ten bu yana Berlin ile Viyana imparatorluklarının Balkan politikalarıyla ilgili ortak aynı çizgide birleşmişlerdi. 28 Haziran 1914’len sonra Berlin, Sırbistan’ın hesabını görmesi için Viyana’ya yeşil ışık yaktı ve Temmuz’un ilk haftalarında da birçok kereler Avusturya’nın bu fırsatı kaçırmaması gerektiğini tekrar etti. Alman devlet arşivlerindeki belgelerden de anlaşılacağı üzere, Berlin, Avusturya’nın Sırbistan’a saldırısının Rusya’yı da savaşa çekebileceğinin farkındaydı.

Buna rağmen Temmuz’un o önemli haftalarında hâlâ İngiltere’nin tavrının ne olduğu kesin anlaşılamamıştı. Berlin bu durumu Londra’nın Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ile Sırbistan arasındaki çatışmayla pek ilgilenmediği şeklinde yorumluyordu. Gerçi Kuzey İrlanda’daki militan Protestanların çıkardıkları isyanlar İngiliz ordusunun birliğini tehdit ediyor ve Dışişleri Bakanı Sir Edward Grey Liberal hükümetteki pasifistlerin de görüşünü almak zorunluluğunu duyuyordu. Yine de Grey’in bu tutumunun Alman saldırganlığını cesaretlendirdiği şeklinde yaygın bir kanı egemendi.

Gerçekte Londra daha Temmuz’un ilk günlerinden beri Viyana’nın Sırbistan üzerindeki gerçek emellerinden haberdardı. Belgrad’a Viyana’nın savaşa hazırlandığı yolundaki ilk haber Londra’daki Sırp elçiliğinden geliyordu.

Daha önceki 1911 Agadır ve 1912 1. Balkan Savaşı ile ilgili uluslararası görüşmelerde İngiliz hükümeti genel bir çatışma halinde İngiltere’nin Fransa’ya yardım edeceğini söyleyerek Alman hükümetine İngiltere’nin kesin tavrını belirtmişti. Ama Sir Edward Grey, Temmuz’un ilk üç haftasında susmayı tercih etmişti. Buna karşılık Viyana, Sırbistan seferi için yaptığı hazırlıkları mümkün olduğu kadar gizli tutmaya çalıştı.

Gavrilo Princip, Arşidük Franz Ferdinand'a suikast düzenlerken

Sirbistan Hükümetinin Saraybosna Suikastında Parmağı Var mıydı?

O sıralarda Sırbistan hükümetinin gerçek pozisyonu neydi ve Saraybosna suikastı ile ilgisi var mıydı?

Daha önce de sözü edildiği gibi Genç Bosna örgütü Habsburg yönetimine karşı kurulmuş birçok gizli örgütten biriydi. Bu örgütün Slovenya, Dalmaçya ve Sırbistan’daki (Siyah El) birçok benzer örgütle ilişkisi olduğu biliniyordu. Sırbistan’daki Siyah El örgütüne ise Sırbistan Genelkurmayı İstihbarat Servisi Başkanı Albay Dragutin Dimitri – Jevis Apis önderlik ediyordu. Gene Bosna ve Siyah El’in ortak amaçları ulusal kurtuluştu. Buna karşın felsefeleri ve Güney Slav toplumunun iç sorunlarına yaklaşımları açısından aralarında farklılıklar vardı. Albay Apis militarizm taraftarı bSırp milliyetçisi idi. Sırbistan’ın güney Slav toprakları üzerinde, Prusya’nın Alman İmparatorluğu’ndaki durumu gibi ayrıcalıklı bir pozisyona sahip olmasını istiyordu. Genç Bosna sadece yabancı yönetimine karşı olmayıp aynı zamanda kendi toplumlarına karşı da isyankârdılar. Ateist sayılabilecek anarşist bir gruptu ve kelimenin tam anlamıyla bir Güney Slav federasyonu taraftarıydılar.

28 Haziran 1914 arifesinde Siyah El Sırbistan hükümetiyle bir ölüm kalım savaşı içindeydi. Başbakan Pasiç, Albay Apis ve gurubuna Sırbistan’ın bütün politik sistemini tehdit eden bir çeşit muhafız kıtası gözüyle bakıyordu. Albay Apis 1914 baharında hükümete karşı bir darbe planlamıştı, fakat plan zamanında öğrenilerek gerçekleşmesine engel olundu.

Sırbistan hükümetinin 1914 yılında Avusturya- Macaristan İmparatorluğu’yla arasında herhangi bir sürtüşme çıkması için neden yoktu. II. Balkan Savaşı’ndan ve isyancıların Ocbar vs Ohrid’i yağmaladıkları, Sırpları karşı hücuma zorlayan Arnavutluk isyanından sonra Sırp ordusunun büyük kısmı yok edilmişti ve ordunun ne yeterli silahı ne de cephanesi kalmıştı. Ülkenin barışa şiddetle gereksinimi vardı. Sırp belgelerinin de kanıtlayacağı gibi Sırp hükümeti Arşidük’ün Bosna’yı ziyareti sırasında olabilecek herhangi bir olayı engellemek için elinden geleni yapmıştı. Sınırdaki sivil otoriteler tarafından Sırbistan hükümetine Siyah El örgütünün bazı üyelerinin Avusturya’ya silâh kaçırdıkları yolunda bir ihbarda bulunulmuştu. İhbarı değerlendiren hükümet Albay Apis hakkında derhal bir soruşturma açtı, fakat Apis adamların kaçakçılıkla ilgisi olduğu savlarını reddetti.

Pasic ile Apis arasında bir güç mücadelesi olduğu ve Apis’in Tankosic’in Saraybosna suikastçılarına silah yardımı yapmasına göz yumma nedeninin bu olduğuna dair bir söylenti vardı. Öyle görünüyordu ki Apis, Princip ve suç ortaklarının Arşidük’ü öldürebileceklerini düşünmemiş, fakat onların bu çabalarının Pasiç’in Viyana hükümeti ile olan ilişkisini zorlayacağını ve bu zorlamanın kendisinin Pasiç’e göre konumunu güçlendireceğini ummuştu. Bu tez, Avusturya’nın Sırbistan’a ültimatom vermesinden sonra tutuklanan Tankosiç’in söyledikleriyle doğrulanıyordu. Tutuklama sırasında bir general “Bunu niye yaptın” diye bir soru yöneltti Tankosiç’e. Yanıt şöyleydi. “Pasiç’e inat olsun diye…”

Saraybosna’da başlayan soruşturma Sırp hükümetini temize çıkarmaya yetmiyordu. Viyana Dışişleri Bakanlığının özel bir temsilcisi, Friedrich von Wiesner soruşturma konusunu araştırmak ve Sırp hükümetinin suikastla bir ilgisi olup olmadığını anlamak için 10 Temmuz 1914’te Saraybosna’ya gitti. Wiesner 13 Temmuz’daki telgrafında şöyle yazıyordu:

“Sırbistan hükümetinin suikastla veya hazırlığıyla ya da silah tedariki ile ilgili olarak suikastçılarla suç ortaklığı yaptığını gösteren hiç bir kanıt yoktur. Hatta hiç kimsenin böyle bir şeye olasılık vermesine neden yoktur. Aksine suç ortaklığı olasılığını ortadan kaldıran kanıtlar vardır. Eğer ayrıldığımdaki durum halen geçerli ise bu konuyla ilgili olarak aşağıdaki önemlerin alınmasını talep ediyorum:

  • Sırp hükümeti subaylarının sınırda yapılan insan ve silah kaçakçılığına suç ortaklığı ettiklerine dair çıkan söylentilere bir son verilmesi,
  • Sınırda kaçakçılık yaptığı savıyla Sabax ve Loznica’da tutuklanan Sırp sınır boyu muhafızlarının serbest bırakılması,
  • Ciganoviç ve Tankosiç’in tekrar yargılanması.

Her şeye rağmen Avusturya hükümeti 23 Temmuz 1914’te Sırbistan’a verdiği notada oldukça değişik sonuçlara varmış ve Sırbistan hükümetini çeşitli toplum ve derneklerin krallığa karşı çevirdiği entrikalara, basın dilinin denetiminde, çirkin dav anışların faillerinin yüceltilmesinde, subayların ve görevlilerin yıkıcı faaliyetlerine karşı gevşek davranmakla suçlamıştı.

Avusturya Macaristan hükümeti Sırbistan hükümetinden aşağıdaki 10 maddeyi yerine getirmesini istiyordu.

  1. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’na karşı düşmanca kışkırtmaya ve onun toprak bütünlüğüne yönelik bütün yayın organlarının susturulması.
  2. Narodna Odbrana cemiyetinin feshine ve onun bütün propaganda araçlarına el konulmasına ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’na karşı propaganda yürüten bu tür cemiyetlere bunların aynen uygulanması.
  3. Sırp eğitim sisteminden bu tür propagandaya yol açabilecek her şeyin kaldırılması.
  4. Bu tür propaganda yapmakla suçlu subay ve memurların azli (adları sonradan Viyana’ya bildirilecektir.)
  5. İmparatorluğun toprak bütünlüğüne karşı yıkıcı eylemleri bastırmak için Avusturya-Macaristan İmparatorluğu subaylarının Sırbistan’la işbirliği çağrısını kabul etmek.
  6. Cinayete adı karışanlar aleyhine adli soruşturma açmak ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğu delegelerinin bu soruşturmaya katılmasına izin vermek.
  7. Saraybosna soruşturmasına adı karışan Binbaşı Tankosiç ve Milan Ciganoviç’in derhal tutuklanması.
  8. Silah ve cephanelerin yasadışı trafiğine suç ortaklığı eden Sırp sınır boyu muhafızlarının bu davranışlarına kesin bir son verilmesi. Sabac ve Loznica’da canilerin sınırı geçmelerine yardım eden subayların azli.
  9. Cinayetten sonra yüksek rütbeli Sırp subaylarının kullandığı “yersiz” dil ile ilgili açıklamalarda bulunmak.
  10. Vakit geçirmeden yukarıdaki önlemlerin yerine getirildiğini Viyana’ya bildirmek.

Sırbistan hükümeti yukarıdaki isteklerin 6. madde dışındakilerini (Bu madde Sırbistan Anayasasına ve ceza yasasına aykırı idi) kabul ettiğini 25 Temmuz’da Avusturya-Macaristan İmparatorluğu elçisine bildirdi. Ayrıca, Sırbistan hükümeti Avusturya-Macaristan hükümetinin bu yanıttan tatmin olmaması durumunda, her zaman olduğu gibi, bu sorunu Lahey Adalet divanına ya da 31 Mart 1909’da Sırbistan hükümetinin notasının yazılışına taraf olan büyük güçlerin hakemliğine bırakarak barışçı yollardan bir anlaşmaya taraftar olduğunu belirtti.

Sırbistan hükümeti bu karara, Rusya’nın bir Avusturya -Macaristan istilâsı halinde Sırbistan’ın direnç göstermemesi ve geleceğini büyük güçlerin eline bırakmasını isteyen tavsiyesiyle vardı. Çünkü Rusya’nın Avusturya-Macaristan sınırındaki askeri bölgedeki süvarilerini harekete geçirmesi, Sırplara, Avusturya-Macaristan’dan gelecek bir saldırıya karşı Rusların kendilerini savunacağı ümidini vermişti.

Sırbistan’ın yanıtının Berlin’deki çevrelerce bile ılımlı karşılanmasına rağmen Avusturya-Macaristan İmparatorluğu 28 Temmuz saat 11’de Sırbistan’a savaş ilan etti. Viyana dışişleri dünya tarihinde ilk defa olarak bir savaş ilanını telgrafla verdi ve bu telgraf Niş’teki Sırp hükümetine saat 13’de ulaştı. Sırbistan başbakanı Pasiç o sırada yemekteydi Dalmaçyalı bir şair ve Sırbistan Dışişleri Bakanlığının küçük bir memuru olan Sibe Miliciç Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun savaş ilanının öğrenildiği bu tarihi anı şöyle dile getiriyordu:

Niş’teki “Europa” otelinde öğlen yemeği yiyordum. Yemek salonu Belgrat’tan gelmiş bir kalabalıkla doluydu. Saat 12 ile 13 arasında bir postacı geldi ve benden iki masa uzakta oturan Mr. Pasic’e bir şey verdi. Pasiç postacının ona verdiği şeyi okudu ve ayağa kalkarak bir ölüm sessizliği içinde “Avusturya bize savaş açmış. Davamız haklı bir davadır. Tanrı yardımcımız olsun” dedi.

Pasiç acele ile ofisine döndüğünde, Sırp Başkomutanlığı’na da aynı telgrafın gönderildiğini öğrendi. Telgrafın güvenilirliğinden şüphelenmeye başlamıştı. Aynı gün saat 15’te Alman temsilciliğini arayıp elçiliğin hiç bir şeyden haberi olmadığını öğrenince kuşkuları daha da arttı. Pasiç, derhal Londra, Paris ve St. Petersburg’a telgraflar çekerek Avusturya-Macaristan’ın gerçekten Sırbistan’a savaş ilan edip etmediğini sordu.

Kuşkuları telgrafların yanıtları gelmeden önce açıklığa kavuşmuştu bile. Belgrat’tan gelen haberlerde Avusturya – Macaristan silahlarının Sırbistan’ın merkezini bombalamaya başladıkları bildiriliyordu. Böylece savaşın çıkmasına engel olunabileceği umudu tamamen yok olmuştu. İnsanlık tarihinin o güne kadar görmüş olduğu en kanlı savaş olan Birinci Dünya Savaşı, Saraybosna’da Arşidük Franz Ferdinand’a düzenlenen suikast bahane edilerek başlamış oluyordu.

YAZI HAKKINDAKİ DÜŞÜNCELERİNİZ

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.