Cortes, Soykırım ve Aztek Uygarlığının Sonu

Cristöbal Colön yani Kristof Kolomb, Batı Hint Adaları seferine kalkışmadan çok önce, Avrupa’da elden ele, batıdaki adalarla bezenmiş haritalar dolaşmaya başlar. Daha 1339’da bu haritalarda Brezilya’ya denk düşebilecek bir kara parçası (daha kuzeyde) belirir. Kaldı ki Atlantik Okyanusu’nda var olan “bir adaya” ilişkin söylentiler çok daha eskidir…

Ayrıca Amerika, Kolomb tarafından keşfedilmeden beş yüzyıl önce, kıta kıyıları Vikingler tarafından bulunur… Vikinglerin Virginia kıyılarına kadar ilerledikleri de iddia edilmektedir… 1369’da Norveç limanı Bergen’in bir veba salgınında nüfusunun üçte ikisini kaybetmesi üzerine, iki kıta arasında dört yüzyıldır sürdürülen ticaret kesilir. Ancak bu kadar uzun süre Amerika’yla Avrupa arasında kurulan ilişkinin bir sır olarak kalmış olması da, mümkün değildir!

Ne var ki ‘keşif sözcüğü, modernitenin başlangıcında döneme uygun anlamını kazanacak ve Amerika da, bu anlama en uygun biçimde keşfedilecektir.

Vikingler dört yüzyılda İspanyolların Amerika’da kısa sürede oynadığı yıkıcı-yaratıcı rolü oynayamazlardı. Her şeyden önce, teknik imkansızlıklar -otuz kişi taşıyan gemiler; kumpas, pusula ve harita yokluğu- sonra da düşünsel imkansızlıklar onları sınırlıyordu.

Viking seferlerinin ardında, hiçbir küresel proje, hiçbir bilimsel fikir yoktu. Farklı bir uygarlıkla karşı karşıya olduklarını da bilmiyorlardı. Öyleyse, keşfin “keşif” olabilmesi için, Batılının, keşfettiği yeri dönüştürmeye başlaması gerekiyordu…

Modernite sömürgecilikle birlikte dünyaya hızla yayılırken, keşif sözcüğü de modern anlamını kazanır. “Keşfetmek” artık modern insanın, üzerinde milyonlarca kişinin yaşadığı, bazen büyük uygarlıklar oluşturduğu yeni topraklara ‘el koyması’ anlamına gelecektir.

Keşif ve Fetih

“Keşif” ve “fetih” sözcükleri, sömürgeciliğin başlangıcıyla birlikte, özdeşleşeceklerdir. Kanarya Adaları’nın keşfinde ve fethinde olduğu gibi:

Kanarya Adaları, 13 adadan oluşur. Jean de Bethencourt 1400’e doğru Lanzarote, Fuerteventura, La Gomera, El Hierro’yu fetheder ve Niebla Kontu Don Juan Alonso’ya, o da bazı topraklar karşılığında, Hernan Pereza’ya adaları verir. Isabel ve Fernando 1479’da Pedro de Vera’yı Gran Canaria, Tenerife ve Las Palmas’ı fethe gönderirler. Fetih 1483’te sona erer.

İşte bu fetih, küçük ölçekte, Latin Amerika’da olacakların habercisidir: Dokuz yılda fatihlerin nüfusu yerli nüfusunu aşar ve yüz yıl içinde tüm yerliler (guancheler) yok olur; yeni bitkilerle hayvanlar da adaların yapısını bütünüyle değiştirir…

Kolomb’un son seferinde ulaştığı ve kayıp cennet sandığı Orenocco deltası, tüm görkemiyle fatihleri şaşkına çevirir ve keşfedilen yerin muazzam bir kıta olabileceği kuşkuları güçlenir. Artık kıta içinde ilerleme, büyük uygarlıklarla karşılaşma ve Amerika’nın gerçek bütünleşme süreci başlamak üzeredir.

Vasco Nunez de Balboa, 1513’de Pasifik Okyanusu’nu keşfedecek ve Amerika’nın bir kıta olduğu konusundaki kanı kesinleşecektir. 1517’de Hernândez de Cordoba’nın kıtaya düzenlediği seferde yerlilerle çıkan çatışmada yüz on kişiden elli yedisi, Cordoba dâhil ölür. 1518’de Juan de Grivalja’nın komutasında düzenlenen seferde Montezuma’nın (Moteçuçuma) temsilcileriyle ilk karşılaşma gerçekleşir. Fatihler “Mexico” adını o zaman duyacak ve Aztekleri de o ana kadar gördükleri diğer yerlilerle karşılaştırmakta zorlanacaklardır.

Fatihlerin kendi kendilerine, onların Musevi mi yoksa Magripli mi olduklarını sormaları, bu uygarlık karşısında kafalarının ne kadar karıştığını göstermektedir. O güne kadar yerlileri, indirilen kılıçları kıracak kadar kalın kafalı yaratıklar sayan fatihler, hayranlıkla izleyecekleri, yine de yok etmekten geri kalmayacakları görkemli bir uygarlığın kapısındadırlar.

Velázquez’den Gerekli İzni Koparan Cortes Gemileri Yakıyor

Takvimler 18 Ekim 1518 tarihini gösterirken, İspanyol hükümetinden onay alan Küba Valisi Velázquez, Hernan Cortes’i Meksika seferi için görevlendirir. Aynı zamanda hem asker ve hukukçu (dönemin en ünlü üniversitelerinden birinde, Salamancada hukuk ve Latince eğitimi almıştır), hem de noter, çiftçi ve fatih olan bu şaşırtıcı, esrarengiz insanın kaderi, yakın dostu ve bu arada düşmanı olacak Küba valisi Diego Velázquez’le çakışır. Valinin yakınları, Cortes’in bir süre sonra bağımsızlığını ilan edeceğini sezerek, onun engellenmesi için çalışmışlardır aslında. Buna rağmen Velázquez’den gerekli izni koparan Cortes, kıyıya çıkar çıkmaz gemilerini yakarak, Küba ile arasındaki bağları koparır.

Montezuma ise Cortes’i kaygıyla izlemekte ve elçileri aracılığıyla onu imparatorluk üzerine yürümekten caydırmaya çalışmaktadır. Bu nedenle gönderdiği hediyeler arasında, altın ve gümüş levhalar, tören giysileri vardır. İmparatorluğun dini simgesi sayılabilecek görkemli bir altın levhayı aldığında, Cortes’in ilk işi bunu eritmek olacaktır! Bu işlem, iki dünyanın karşılaşmasının hangi sona kapıyı açacağını hemen gösterir.Azteklerin başkenti Tenochtitlan

Temsilcilerin Cortes’i vazgeçirme çabaları boşa çıkar ve engellenemez Mexico-Tenochtitlan yürüyüşü başlar [Tenochtitlan sözcüğünde; tetl (kaya), nochtli (kaktüs), tlan (yerleşim) anlamında].

Fatihler ilk olarak Montezuma’nın sultası altındaki Tlakskalalılar ile karşılaşırlar. Tlakscalalılar, bölgede Azteklere karşı egemenliklerini korumayı başaran tek ulustur ve İspanyollara karşı da teslim olmaya hiç niyetleri yoktur. Bağımsızlıkları ve özgürlükleri için savaşırlar. Fakat okları Cortes’in askerlerinin demir zırhlarına işlemediği gibi, ateşli silahlara karşı koyacak güçleri de yoktur. Sonuçta Cortes galip gelir bu ilk düşmanlarını müttefike dönüştürürler. Aslında büyük bir imparatorluğu yıkmaya giden güç, 508 savaşçı, 100 gemici, 17 at, 10 topluk komik bir güçtür!

Cortes yanına aldığı 1000 kadar Tlakscalalı savaşçı ile ilerlemeyi sürdürür. Sonunda 7 Kasım 1519’da tüm görkemi ile karşılarında Azteklerin başkenti Tenochtitlan durmaktadır. Fatih topluluğunu şaşkına dönmüştür. 300 bin nüfuslu canlı kent, onlar için bir rüyadan başka bir şey değildir! Bernal Diaz del Castello’ya göre tüm Avrupa’da bundan daha güzel, daha muhteşem bir kent yoktu. Saray duvarları gözleri kamaştıracak bir beyazlıktaydı. Şehri altın bir taç gibi çevreleyen adalar çiçeklerle süslenmişti.

Cortes Tenochtitlan’a ulaştığında Aztekler oldukça yüksek bir uygarlık düzeyine ulaşmışlardı. Simgesi, kaktüs üzerinde bir yılanı parçalayan kartal olan Aztek Devleti merkezi devlete bağlı sitelerden oluşan bir konfederasyondu. Yargı sistemi tamamen özerkti ve yargıçların her ne nedenle olursa olsun rüşvet anlamına gelecek armağanlar almaları kesinlikle yasaklanmıştı.

Komşuları olan Mayalardan alınmış sayı sistemi oldukça gelişkindi ve yüksek düzeyde astronomi ve matematiksel hesaplar yapmalarına olanak sağlıyordu. Kullandıkları takvim sisteminin ise tüm Avrupa uygarlığında bir benzeri bulunmuyordu.

Cortes, Aztek Kralı Montezuma’yı Tutsak Alıyor

Aztek takvimiMontezuma kentin kapısında, omuzlarına dayanarak yürüdüğü dört büyük soylu ve maiyetiyle birlikte Cortes ve yanındakileri karşılar. Ayaklarında, değerli taşlarla kaplı altın topuklu sandallar vardır; çevresindekiler hiç ara vermeden önündeki alanı süpürmekte ve ayakları yere değmesin diye pamuklu kumaşlarla kaplamaktadırlar. Çevresindeki dört soylu dışında kimse onun yüzüne bakamamaktadır.

Cortes onu kucaklamaya kalkışır, ama bunun büyük bir saygısızlık olduğu, Montezuma’nın yanındakiler onu engelleyince anlar.

Bundan sonrası çok hızlı geçecektir. Cortes, Montezuma’yı kendi sarayında yakalayarak, fatihler için ayrılan saraya götürür ve tutsak eder. Ancak Cortes’i bu yeni konutunda kendisini ziyarete gelenleri karşılayabilmekte, ülkesini sözde yönetmeye devam etmektedir…

Tarih 1520’dir ve Velázquez, Pânfilo de Narvâez’i Cortes’i yakalayıp geri getirmesi için yollamıştır. Ancak onu karşılamaya giden Cortes, Narvâez’i ve askerlerini kendisine katılmaya ikna eder.

Cortes artık Meksika’nın tartışılmaz hakimidir. Ne var ki yokluğunda, komutanı Pedro de Alvarado, Aztek soylularının bir kısmını, isyana hazırlandıkları gerekçesiyle katletmiş ve bunun üzerine Aztekler ayaklanmıştır.

Montezuma, halkını yatıştırmaya çalışırken atılan taş ve oklarla yaralanıp ölür.

30 Haziran 1520’de “Hüzünlü Gece” diye adlandırılan gecede, Cortes ve adamları canlarını zor kurtararak kentten kaçarlar. Birçok fatih hayatını kaybeder ve toplanan ganimetin büyük bölümü kanallara dökülür.

Tlakskaltekler’e sığınıp yeniden güç toplayan Cortes kenti kuşatır. Başkente ulaşan tüm yolları kapatan Cortes kente yiyecek ulaşmasını engeller. Tenochtitlan’a su sağlayan kemerleri de yıkınca tüm halk hem açlık hem de susuzluğun pençesine düşer.  93 gün sonra, 13 Ağustos 1521’de Tenochtitlan düşer. Yalnızca bir gün içinde 40 bin Aztekli katledilir. Cortes ise “Niyetim hepsini öldürmekti” demektedir.

Bu, tarihte eşi az görülebilecek bir olaydır. Çünkü Aztek İmparatorluğu, azametli yapısına rağmen çok yeni bir imparatorluktur: 1320’lerde (1325-1345) kurulmuş, 1420’lerde (1427-1428) imparatorluk merkezine dönüşmüş, 1520’lerde çökmüştür; hem de sadece 500 kadar fatihin saldırısı sonunda. Meksika’nın ilk İspanyol piskoposu olan Juan de Zumarrege’nin ilk yaptığı iş ise Aztek kültürüne ait tüm kitap ve elyazmalarını meydanda toplatıp yaktırmak olacaktır.

YAZI HAKKINDAKİ DÜŞÜNCELERİNİZ

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.