Dede Korkut Anlatılarının Toplumsal İşlevi

On iki anonim anlatıdan oluşan, yani yazarı belli olmayan Dede Korkut, Türklerin Orta Asya’dan Orta Doğu’yla Anadolu’ya göçleri sırasında ortaya çıkan toplumsal bunalımın ve yeni ideolojik gereksinimlerin hem bir belgesi hem de dile getirilmesidir. C. M. Bowra’ya göre, din değiştirme ve göçler bir ekinin yaratıcılığında bir “alplık çağı”nın ortaya çıkmasına neden olan temel etkenler arasındadırlar. Bowra’nın “alplık çağı”ndan amaçladığı, içinde bulunduğu durumdan hoşnut olmayan bir toplumun geçmişte alplıkla dolu bir zaman düşleyip o zamana ilişkin destanlar yaratmaya yöneldiği bir çağdır. Bu kuram açısından bakıldığında, Dede Korkut’tan Köroğlu’ya dek destanların ortaya çıktığı zaman, Oğuz Türklerinin ekinsel yaşamında bir alplık çağıdır.

Dede Korkut’u gerçek toplumsal bağlamı içinde, Oğuz Türklerinin toplumsal-ekinsel tarihleri içinde, değerlendirebilmek için, iki noktanın açıkça ortaya konması gerekir. Birincisi, bu yapıt bir siyasal tarih belgesi değildir; onun kapsadığı olaylar, tarihsel olarak yaşamış oldukları saptanabilecek kişiler arasında geçen olaylar değildir. İkincisi, bu yapıt bütünlüğü olan tek bir yapıt değildir, on iki ayrı anlatıdan oluşur. Bu anlatılardan her biri ayrı bir yazınsal yapıttır; her birinin bir karşıt yansımak yapısı ve bu yapının denetimi altında tam olarak geliştirilip işlenen bir izleri vardır.  Bu ikinci noktanın gerçekten baştan daha ortaya konmasında yarar var; bu anlatıların henüz yazması bulunamamış büyük Oğuz destanının kırıntıları olduğu bile ileri sürülmüştür. Dede Korkut’ta bulunan on iki anlatının bağımsız ve saygın (kırıntılar değil) birer anlatı oldukları varsayılınca, toplumsal-ekinsel işlev açısından değerlendirilebilmeleri için karşılaştırmalı olarak ele alınmaları gerektiği ortaya çıkar. Böyle karşılaştırmalı bir incelemenin anlatıların ayrı ayrı yazınsal incelemelerine dayanması gerekir ama, kısa bir yazı içinde bunu yapma olanağı yok.

Gerçi Bowra’ya göre destan kahramanları “…İnsan olmanın zayıflığının bunaltıcı sınırlamalarını aşıp daha doyurucu ve renkli bir yaşam yaşamak için duyulan hırsın sözcüsüdürler.” Ama Dede Korkut anlatılarında her öykü kişisinin böyle olması için Türk olmak yetmiyor. Bir öykü kişisinin böyle olup olmayacağını asıl belirleyen öge akrabalık ilişkileri. Görünüşe bakılırsa, bir erkek öykü kişisinin bir adamın oğlu olarak mı yoksa bir kadının kardeşi olarak mı nitelendiği başarılı ya da başarısız bir yaşam çizgisi olmasını belirliyor. Daha tam olarak söylemek gerekirse, bu anlatılarda anaerkil ile ataerkil bağlar arasındaki ayrım çok tutarlı olduğundan, onları okuma deneyiminin bir öğrenme süreci olduğu söylenebilir: “Tepki alışkanlığa dönüşene dek, uyarıcı ne zaman verilse yinelenir duruma gelene dek öğrenme gerçekleşmiş olmaz.”

Dede Korkut Hikayelerinin Özellikleri

Akrabalık bağlarını kullanarak Dede Korkut anlatılarında öykü kişilerinin yaşam çizgilerini önceden görebilmemiz, bu anlatıların akrabalık bağlarına ilişkin açık seçik tutumların bulunduğu bir toplumda doğduklarım varsaymamıza olanak veriyor; anlatılardan anlaşıldığına göre, öykü kişilerinin yaşam çizgileri çağdaş dinleyicilerde ya da okuyucuda akrabalık bağlarının doğurduğu beklentileri doğrulayıp güçlendiriyor. Ataerkil bağlarla ilintilendirilen öykü kişileri arasındaki ilişkiler daha karmaşık olduğundan, anaerkil bağlarla ilintilendirilen öykü kişileri üstünde önce durmakta yarar var.

Anaerkil bağları incelemeye altıncı anlatıdan başlayalım. Bu anlatıda Selcan’ın babası, onunla evlenmek isteyenlerin üç canavarla boğuşmalarını isteyerek ve yenilenlerin başlarını keserek kızının evlenmesini engelliyor. Kan Turalı Selcan’la evlenmeye hak kazandıktan sonra bile, kızını geri almak için arkalarından asker yolluyor. Selcan bu askerlere karşı alpça savaşıyor ve onların yenilmesine büyük katkıda bulunuyor. Anlatının kalan kesiminde Kan Turalı ile Selcan’ın babası arasındaki ilişkileri düzeltme konusunda ne bir istek ne de bir girişimden söz ediliyor. Böyle evliliklerin iki aile arasında iyi ilişkilerin kurulmasına olanak vermesi beklenemez.

Böyle başlayan evliliklerde iki aile arasında zayıf bir ateşkes ilişkisinin bulunduğuna belki en güzel örnek, Salur Kazan’la kayın babası Bayındır Han arasındaki ilişkilerdir. Anlatılarda söz konusu edilen Türk toplum unun en seçkin beyleri olmalarına karşın, potlaç türü yıllık şölenlerin hiçbirinde bir araya geldikleri söylenmiyor.

Dördüncü anlatı da bu iki bey arasındaki ilişkilerin ne denli kötü olduğunu gösteriyor: Salur Kazan oğlu Uruz olmadan savaştan geri dönünce, karısı Burla Hatun o gidip Uruz’u geri getirmeyecekse babasından asker alıp kendisinin gideceğini söylüyor. Sanki küçük düşürülmüş gibi, kayın babasından yardım alma konusunda Salur Kazan karısına yanıt bile vermeden tek başına geri dönüp oğlunu kurtarmaya girişiyor.        ,

On ikinci anlatıda da kayın baba-damat arasında benzer bir kötü ilişki örneği var. Bu anlatıda Aruz Koca’nın Bamsı Beyrek’in kayın babası olduğu söyleniyor. (Bu anlatılar ayrı yapıtlar olduğundan, Bamsı Beyrek’in Pay Piçen’in damadı olduğunun anlatıldığı üçüncü anlatı ile çelişki bulunduğunu ileri sürmek olanaksız.) Aruz Koca Bamsı Beyrek’in damadı olduğunu ileri sürerek çıkacak iç savaşta onun yanında yer alması gerektiğini söylüyor. Ama Bamsı Beyrek yaşamı bahasına Salur Kazan’ı tutuyor. Böylece, siyasal ve askeri bağların hısımlık bağlarından daha önde geldiği anıştırılmış oluyor.

Üçüncü anlatıda, Banı Çiçek’in kardeşi olarak nitelenen Deli Karçar, kız kardeşiyle evlenmek isteyen herkesi öldürmeye kalkışıyor. Bamsı Beyrek adına dünür olarak gelen Dede Korkut’u öldüremeyince sağlanması çok zor bir başlık istiyor. Yedinci anlatı, böyle kötü başlayan enişte-kayın kardeş ilişkilerinin de evlilikten sonra düzelmeden sürdüğünü gösteriyor; altı girişimde bulunmasına karşın, Bügdüz Emen eniştesi Kazılık Koca’yı yağı elinde tutsaklıktan kurtaramıyor. Sanki üçüncü anlatı, dayı-yeğen kötü ilişkilerinin temelini daha yeğen doğmadan atıyor.

Bu olumsuzluk yedinci anlatıda ortaya çıkıyor: Kazılık Koca’nın oğlu Yigenek büyüyüp babasını tutsaklıktan kurtarmayı tasarlayınca, gördüğü bir düşte nedenini bilmeden saldırmaya kalkıştığı bir adamın dayısı Bügdüz Emen olduğunu görüyor. Dayısı ise ona, babasını altı kez kurtarmaya girişip başarılı olamadığını söyleyip onun da kalkışmamasını söylüyor. Yigenek’in yalnızca tehdit boyutunda bıraktığı dayı yağılığını Salur Kazan ile Kara Göne on ikinci anlatıda gerçekleştiriyorlar: Dayıları Aruz Koca’nın başını birlikte kesiyorlar. Bu son anlatıda çıkan iç savaşın sorumluluğu Aruz Koca’ya yükleniyor, sonra da onun başı kesilince tüm sorun çözülüveriyor.

Sekizinci anlatı çok ilginç bir biçimde Aruz Koca’nın çevresinde kurulu. Tepegöz, Aruz Koca’nın çobanının bir peri kızını iğfal etmesi yüzünden ortaya çıkıyor. Aruz Koca mahmuzuyla Tepegöz’ün sona benzeyen zarını yırtınca Tepegöz doğuyor. Sonra da Aruz Koca hiç oğlu olmadığını söyleyip Tepegöz’ü oğlu yapıyor. İşte bu canavar, bir cinsel aşırılık sonucu ortaya çıkan ve bir erkek ebenin doğurttuğu bu canavar, yamyamlığı ile neredeyse Türk toplumunun köküne kibrit suyu ekiyor. On ikinci anlatıda Aruz Koca hısımlık bağlarını öne sürüp Bamsı Beyrek’in kendi yanında yer alması gerektiğini söyleyerek benzer bir “yamyamlık” örneği veriyor sanki.

Kısacası, Dede Korkut anlatılarında anaerkil bağlarla kadınlara değinilerek anıştırılan hısımlık bağlarını kötü gösterme eğilimi var. Ataerkil bağların getirdikleriyle karşılaştırılınca bu eğilim daha belirgin olarak görülüyor.

On birinci anlatıda Salur Kazan yağıya tutsak düşüyor. Oğlu Uruz büyüyüp babasının nerede olduğunu öğrenince, annesi amcası Kara Göne’den yardım istemesini söylüyor. Kara Göne hemen yardım etmeyi üstleniyor, tüm Türk toplumu Uruz’un çevresinde toplanıyor ve Salur Kazan çabucak kurtarılıyor. Kısacası, yeğeni Uruz’a yardım etmede amca Kara Göne Yigenek’in dayısından çok başarılı.

Onuncu anlatıda, Segrek büyüyünce abisi Egrek’in yağı elinde tutsak olduğunu öğreniyor. Abisini kurtarmak uğruna yaşamını tehlikeye atmasın diye anası babası onu çabucak evlendiriyor. Ama Segrek abisini kurtarmadan karısıyla yatmayı reddediyor ve bu zor olayı tek başına gerçekleştiriyor. On ikinci anlatıda, Salur Kazan’la Kara Göne dayıları Aruz Koca’yı yeniyor.

Ataerkil bağların bu üç anlatıda tümüyle olumlu olarak gösterilmelerine karşın, başka kimi öykülerde bu bağlara ek olarak bir de “yaşlı” ile “genç” kuşaklar arasındaki ilişkilerin söz konusu edilmesi durumu biraz daha karmaşıklaştırıyor. Böyle anlatılarda, öykü kişisinin babası ya da abisi yaşlı kuşağın sözcüsü oluyor. Bu sözcü, ava ya da savaşa gitme yanlışını yapıyor ya da öykü kişisinin varlığının onun için ne demek olduğunu bilmiyor. Örneğin yedinci anlatıda, Kazılık Koca sarhoş oluyor ve akın yapmak için Bayındır Han’dan izin istiyor. Ama tutsak düşüp ancak oğlu büyüyünce kurtuluyor. Yukarda değinildiği gibi, on birinci anlatıda da Salur Kazan’ı oğlu Uruz tutsaklıktan kurtarıyor. O anlatıda, Salur Kazan bir yağı beyin kendisine yolladığı şahinle ava gittiği için yağıya tutsak düşüyor. Sanki yağı bey onun içindeki alplık duygularını kamçılıyor, sonra da Salur Kazan sorunlarla karşı karşıya kalıyor.

Dokuzuncu anlatı, Dede Korkut anlatılarının evreninde ava gitmekle savaşmanın aynı türden eylemler olarak görüldüğünün güzel bir örneği. O anlatıda, Bayındır Han Begil’in iyi bir avcı olarak ününü iyi koşan atına borçlu olduğunu söyleyince, çok küçük düşürüldüğü kanısına varan Begil Türk toplumundan ayrılıp yağıya katılmayı kafasına koyuyor. Karısının öğüdü üstüne gittiği avda bacağı kırılıyor. Yağı onun zayıflığından yararlanmak isteyip saldırıya geçiyor. Begil, savaş deneyimi olmayan oğlu Emren’i yardım getirmek için Bayındırmak Han’a yollamak istiyor. Ama Emren babasının kılıcını, zırhını ve atını alıp yağının karşısına çıkıp savaşı kazanıyor. Onuncu anlatıda Segrek’te Emren’e benzer; Kazılık Koca gibi “hiçbir haklı neden olmadan” akına gidip tutsak düşmüş olan abisi Egrek’i kurtardığı sırada onun da savaş deneyimi yoktur. İşte böyle yanlışları, “genç kuşağın” sözcüsü oğullar ya da küçük kardeşler düzeltip olumsuz sonuçları gideriyorlar.

Birinci ile dördüncü anlatılar, özellikle babaların oğullarına ilişkin tutumları üstünde duruyorlar. Birincide, Dirse Han’ın adamları oğlu Boğaç’ın onun yerini almak istediğini söyleyip yalan yere kötülemeleri üstüne oğlunu bir avda okla ölümcül olarak yaralıyor. Karısı Boğaç’ı kurtarıyor ve onu babasından saklıyor. Sonra, Dirse Han’ın adamları onu öldürmeye kalkışınca Boğaç kurtarıyor. Dördüncü anlatıda, Salur Kazan oğlu Uruz kendisini savaşta kanıtlamamış olduğundan mutsuz. Ama ortaya çıkan çatışma sırasında oğlunun eğitimini savsaklıyor; oğluna yalnızca, onun ne büyük bir savaşçı olduğunu gözlemesini söylüyor. Uruz ise, coşup çarpışmaya katılıyor ve tutsak düşüyor. Büyük ölçüde karısının Uruz’u tutsaklıktan kurtarması için çekinmesi nedeniyle, Salur Kazan oğlunun kendisi için ne anlama geldiğini anlıyor.

Böylece, yaşlı kuşağın temel sorununun genç kuşağın onun yerini alacağı gerçeğini benimseyememesi olduğu anlaşılıyor. Birinci ile dördüncü anlatılarda çekirdek aileyi annenin bir arada tutması ilginçtir. Çekirdek ailenin birliği bozulmamışsa, oğullar ya da küçük kardeşler evcil yaşamı koruyabiliyor, ya da, yağıyı yendikten sonra evcil yaşamın olağan yaşamını yeniden kurabiliyor. İkinci anlatı, çekirdek ailenin bütünlüğünün önemini vurgulamaya yöneliktir; Salur Kazan savaşçı eğilimlerin etkisi altındayken (avdayken) saldıran yağı karşısında karısı ile oğlu hiç varlık gösteremiyor ama Salur Kazan ailesinin savaşçı ilgilerinin tersine yaşamında ne denli önemli bir yeri olduğunu anladıktan sonra büyük bir ruhsal güç gösteriyorlar.

Görüldüğü gibi, Dede Korkut anlatılarında akrabalık ile hısımlık bağlarının bu kısa incelemesi, bu anlatıların okuyucuyu ya da dinleyiciyi varsaymaya ittiği toplumda dört eğilimin varlığını ortaya koyuyor:

  • Anaerkil akrabaları kötü olarak göstermek;
  • Ataerkil akrabaları iyi olarak göstermek;
  • Ataerkil akrabalar arasında genç kuşakla yaşlı kuşak arasında bir karşıtlığı vurgulamak;
  •  Çekirdek ailenin önemini vurgulamak. Bu eğilimler, bir geçiş döneminde Oğuz Türkleri arasında ortaya çıkan güçlü ideolojik gereksinmelerin dile getirilmesidir.

Siyasal Güç Dede Korkut’ta İç Oğuz’a Geçiyor

Deli DumrulOğuz Kağan anlatısının İslam öncesi değişkeni bir doğuş söylemdir. Bu anlatıya göre, Oğuz Türkleri Oğuz Kağan’ın altı oğlundan türemiştir. İlk üç oğuldan gelen Oğuzlar “Boz Oklar”ı, öbür üç oğlundan gelen Oğuzlar da “Üç Oklar”ı oluşturmuştur. Bu iki küme gerçekte akrabalık türü yarılardır. Oğuz Kağan’ın yaşamının sonuna doğru verdiği şölende kurulduğu anlatılan toplumsal düzen, ataerkil soyağacına ve çapraz kuzen (dayı kızıyla evlenmenin yeğlenmesi) evliliğine dayanan bir yarımsal örgütlenmedir.

Oğuz Kağan anlatısının İslami değişkenine göre, Oğuz Kağan’ın oğullarının dörder oğlu olmuştur. Böylece, yarıların alt-bölümlenmesi (segmentation) ilerlemiş, iki yarıda on ikişer kabile ortaya çıkmış oluyor. Dede Korkut’ta, bu yarılara “Dış Oğuz” ve “İç Oğuz” denmeye başlıyor. Bu ad değişikliği önemsiz olmaktan çok uzaktır; siyasal güç Oğuz Kağan’ın İslam öncesi değişkeninde Boz Oklar’ın elindeyken, Dede Korkut’ta İç Oğuz’a geçmiş oluyor.

Siyasal gücün el değiştirmesinin başlangıcı Oğuz Kağan’ın İslami değişkeninde dile getiriliyor. İslam öncesi değişkende doğaüstü yollarla sağlanan iki kadınla evlenen Oğuz Kağan, bu değişkende amcasının üç kızıyla evleniyor ve ablalarının tersine Müslüman olmayı benimseyen en küçük kardeşle evliliğini sürdürüyor. Ataerkil soyağacını ve akrabalık türü yarımsal örgütlenme biçimini doğal gelişimi içinde oluşturmuş olan bir toplumda amca kızıyla evlenme (koşut kuzen evliliği) ensest anlamına gelir. Arap evlenme dizgesi diye bilinen koşut kuzen evliliğini Oğuz Türklerinin İslamiyet’i benimsemelerinin etkisi altında benimsedikleri anlaşılıyor.

Dede Korkut’ta varlıkları yukarda bir önceki bölümcükte belirlenmiş olan gerilimleri şimdi değerlendirebiliriz. Oğuz toplumunun doğal gelişimi içinde oluşmuş olan, İslamiyet öncesi akrabalık türü yarımsal örgütlenme dizgesinin Arap koşut kuzen evlenme dizgesinin etkisi altında yıkılmaya başladığı ortaya çıkıyor. Dolayısıyla, yarımsal örgütlenme dizgesinden kaynaklanan iktisadi (yıllık şölenlerle iki yarı arasındaki karşılıklılık ilkesine dayanan iktisadi yaşam), siyasal (karşılıklılık ilkesine göre düzenlenen iktisadi ilişkilerde üstünlük sağlamaya bağlı olarak siyasal erkin elde edilmesi), ve askeri (Dede Korkut’ta toplumun önderliğinin askeri ve dini önder olan iki kişi arasında paylaşılması ve Osmanlılarda da görülen savaş alanında güçlerin “merkez” ve “sağ” ve “sol” kanatlar olarak düzenlenmeleri) dizgeleri de yıkılmaya başladı. On ikinci anlatıda görülen iç savaş işte bu bunalımların özlü bir biçimde dile getirilmesidir.

Anaerkil bağlarla nitelenen erkek öykü kişilerinin, yeni evlenme dizgesine güç verilmesi amacıyla beceriksiz ya da kötü gösterilmeleri gerekiyordu. Aruz Koca örneğinde olduğu gibi, dayıların eskiden olduğu gibi hısımlık ilişkilerine dayanarak toplumsal güç istediklerinden insan etine düşkün gibi gösterilmeleri gerekiyordu. Ataerkil ilişkilerle nitelenen öykü kişilerinin becerikli ve iyi diye gösterilmeleri, anaerkil akrabalara karşı olan tutumun doğal bir sonucu.

Ama bu yeni ideolojinin desteklenmesinin bir ederi olması kaçınılmazdı. On ikinci anlatıdaki iki cinayet (Bamsı Beyrek’i Aruz Koca’nın ölümcül olarak yaralaması ve Aruz Koca’yı Salur Kazan’la Kara Göne’nin öldürmesi) ve iç savaş bu ederin toplumsal boyutunu yansıtıyor. Ama toplumda yabancılaşma ve bölünme daha derin biçimlerde de ortaya çıkmışa benziyor. Birincisi, Dede Korkut’ta ataerkil olarak nitelenen yaşlı akrabaların kimi yanlışlar yaparken gösterilmeleri, çok değişik yeni bir toplumsal düzenin gelmesinden onların toplumsal konumlarının da sarsıldığını gösteriyor. Yeni toplumsal düzenle kendisini özdeşleştiren genç kuşak, eskinin süreci olarak gördüğü yaşlı kuşağı eleştiriyor. Kısacası, toplumsal birlik daha da zayıflamış oluyor. İkincisi, belki İslamiyet’in “cihat” kavramının da etkisiyle, toplumda savaşçılık eğilimlerinin artması. Dede Korkut Hikayelerinin genel özellikleri incelendiğinde anlaşılan, toplumsal birliğin çok zayıflamış olduğu bir ortamda, bu artan savaşçılık eğilimlerini denetim altında tutabilmek için Dede Korkut “çekirdek aile” kurumuna sarılıyor; toplumun bireylerinde doğal olarak bulunduğu ve gerektiğinde ortaya çıkabildiği anıştırılan savaşma yeteneğinin ancak çekirdek aileyi koruma gerekçesi bulunduğu zamanlar olumlu sonuçlar getirdiği gösteriliyor. Dede Korkut Hikayelerinin özelliklerini incelediğimizde vardığımız sonuç, kısaca, geçiş dönemi yaşayan toplumu bir arada tutmaya katkıda bulunmaları olmaktadır.

YAZI HAKKINDAKİ DÜŞÜNCELERİNİZ

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.