Fener Rum Patrikhanesi’nin Orta Kapısı Neden Kapalıdır?

Büyük Roma İmparatorluğu’nun Batı ve Doğu diye ayrılması üzerine dini görüş ve yorumlar açısından da Hristiyan dünyası, Katoliklik ve Ortodoksluk gibi iki büyük mezhebe ayrılmış, Batı Katolik dünyasının merkezi Roma, Doğu Hristiyan dünyasının merkezi ise İstanbul olmuş, bunlar arasında asırlarca süren kavgalar yaşanmıştır.

Türkler 1356’da Balkanlar’a geçtiğinde burada Katolik ve Ortodoks toplumlar ve devletler arasında kavgalar ileri bir safhaya varmış, Katolik politikası güden Venedik ve Macaristan’ın, Ortodoksları Katolik yapmaya zorlaması zulme dönüşmüştü. Ortodoks Slav (Bulgar, Sırp vs) ve Grekleri (Yunanlılar) bu arada “aykırı mezhep” olarak görülen Bogomil mezhebinden olan Boşnakları, bu zulümden, Türklerin bütün ırk, din, mezhep ve inançlara hoşgörülü, insan hak ve hürriyetlerine saygılı olarak kurduğu iyi idare kurtarmış, Balkanlar’da pek çok bölge halkı Osmanlı’yı ülkelerine kurtarıcı olarak davet etmişlerdi.

Balkanlar’da Katolik baskısı karşısında neredeyse ölmekte olan Ortodoksluğu Türklerin hoşgörüsü kurtarmıştı. 1453’de İstanbul’un Fatih Sultan Mehmet tarafından alınması, burada yaşayan Ortodokslar için bile Katolik zulmü karşısında Rumların “İstanbul’da kardinal külahı görmektense Türk sarığı görmeyi tercih ederiz” sözlerini sarfına sebep olmuştu.

Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’u fethettikten sonra “Millet Sistemi”ni yürürlüğe koydu. Bunun esasını, dini cemaatlerin kendi işlerinin dinî reisleri tarafından yürütülmesi teşkil ediyordu. Bunun gereği Ortodoksların yönetimi İstanbul’daki Fener Rum Patrikhanesi’ne verilmiş, Gregoryen Ermeniler Ermeni Patrihanesi’ne, Yahudiler de Başhahamlığa bağlanmışlardı. Bu üç kuruluş içinde en geniş bir kitleyi idare eden Fener Rum Patriği idi. Patrik, Osmanlı Devleti’nin Ortodoks tebaası üzerinde öyle bir yönetim kurmuştu ki, Bizans devrinde var olan Bulgar, Sırp ve Romenlerin milli kiliselerini (bu, Bulgarlar için Eksarhlık’tır) bile ortadan kaldırarak bütün Ortodokslar’ı Rum Patrikhanesi’ne bağlamıştı. Hatta bütün kiliselerde ibadet dilinin Rumca olmasını sağlamış, Slavlar ve Romenler, neredeyse Rumlaşmaya başlayarak milli kimliklerini kaybetmek noktasına gelmişlerdi.

Patrikler, hahamlar, dinlerinin itikatlarını cemaatlerine öğretiyorlar, ibadetlerini icra ediyorlar, evlenme, boşanma, nikah, miras vs. gibi medeni işlerini kendileri yürütüyorlar, hatta cemaatlerini kendi ceza hukuklarına göre yargılamak için mahkemeler bile kuruyorlar, hapishaneler ihdas ediyorlardı. Bu halleriyle, bir nevi devlet içinde devlet statüsü kazanmışlardı.

Fener Rum Patrikhanesi’nin Stratejisi

Özellikle Fener Rum Patrikhanesi imtiyazları sebebiyle Bizans İmparatorluğu zamanında var olan statüsünden daha ileri bir statü kazanmış, Patrik’e devlet protokolünde vezire eşit statü verilmişti. Rum Patriği adeta yabancı bir memleketten, başka bir devlet nezdinden gelen fevkalade (olağanüstü) bir murahhas (seçilmiş vekil, üye) gibi padişahın huzuruna kabul edilir ve Türkçe bildiği halde hükümdara hürmeten olsun Türkçe nutuk söylemez, kendi dilini söylerdi.

Patrikler, nüfuz ve egemenliklerini bütün Türkiye şehirlerine yaymışlar, kendi milletlerinin işlerini bir elden bir tek merkezden idare sorumluluğunu almakla milliyetlerine hizmeti daha umumileştirmişlerdi. Bu suretle patrikler, Türkiye’de hemen hemen eski Roma ve Bizans imparatorları rolünü oynamışlardı.

O dönemin dünya siyasi konjonktüründe hiçbir devlet ve hükümdarın tebaasına uygulamadığı bu “muazzam statüleriyle Patrikler, bir nevi Bizans’ın “gayri resmi” yaşatıcıları olmuşlardı. Sonuçta, Patrikhane ve Rumlar tarafından takip edilen “Megalo İdea” (Büyük Emel)’in hedefi, Bizans’ı dirilterek “resmen bir devlet” haline getirmek olmuş, İstanbul’un fethinden sonra Rum Patrikhanesinin takip ettiği stratejinin esaslarını şunlar teşkil etmiştir:

  • Önce, Patrikhane ve kiliselerin yaşatılmasını temin etmek,
  • Kiliseler vasıtasıyla Rumları eğitmek, Bizans İmparatorluğu hayalini yaşatmak,
  • Türklerin egemenliği zayıfladığı zaman, Bizans İmparatorluğu’nu yeniden kurmak.

Osmanlı’da yabancı dil öğrenilmesine gösterilen ilgisizlik, Osmanlı tercümanlıkları, dışişlerinin vs. dil bilen Rumların eline geçmesine, bu da kiliseler ve okullar gibi zararlı olmaya yol açmış, bunlar vasıtasıyla Osmanlı’nın sırlarına vakıf olunmuş, düşman devletlere gizlice ulaştırılmıştır.

Osmanlı Devleti tarihinde “Fener Rum Patrikhanesi” tabiri yanında bir de “Fenerli Rum Beyleri” tabiri vardı. Bu son tabir, Bizans’ın “bürokrat artıkları”nı ifade eder, bunlar da Rum mahallesi Fener’de otururlardı. Rumların en soyluları ve ünlü ailelerinden olan bunlar, İstanbul’un fethi günlerinde korkudan burasını terk etmişler, daha sonra Osmanlı hoşgörüsünü görerek tekrar dönüp Fener’e yerleşmişlerdi. Rum Patriği’nden sonra, Rumlar arasında kendilerini “Bizans’ın varisi” olarak gören büyük Rum unsuru Fenerli Rum Beyleri idi.
Lüks ve gösterişli saraylarda oturan Bizans’ın bu bürokratik kalıntıları, Avrupa ile çok erkenden temasa geçmişler, çocuklarını burada eğitmişler, özellikle Latince, İtalyanca, Fransızca, Almanca, Türkçe, Arapça, Farsça vs. bilmekle tanınmışlar, bu sebepten Osmanlı Devleti onları tercüman bulundurulması gerekli resmi dairelerde görevlendirmişti. “Özellikle onlar, Divan içerisine kendilerini yavaş yavaş soktular ve sonunda memleketin dolaylı yöneticileri oldular.”  Eflak ve Boğdan’ın yöneticileri Voyvodolıklar’a da Fenerli Rum Beyleri arasından atama yapılırdı. Bunların çoğu, Rusya ile işbirliği yaptıkları için görevlerinden azledilmişlerdir.

Kin KapısıXVIII. asrın sonlarından itibaren açılmaya başlanan ve öğretmenleri tümüyle din adamları olan Rum okulları, bütün dünya ile ticaret yaparak zenginleşmiş Fenerli Rum Beyleri tarafından finanse edilmiş, Rusya da bunlara para yardımında bulunmuştu.

Fener Rum Patrikhanesi’ne bağlı papazlar gibi, Fenerli Rum Beyleri de 1814’de Odesa’da üç Yunanlı tüccar tarafından kurulan ve Yunanistan’ın bağımsızlığı hedefini güden Etniki Eterya Cemiyeti’nin üyeleri idiler. Adı geçen cemiyetle ilişkisi tespit edilen patrik ve papazlar yanında Fenerli Rumlardan da idam edilenler olmuştu.

1821 Yunan İsyanı’nın ardından Fenerli Rum Beyleri’nin İstanbul’daki nüfuzu iyice kırıldı. Çoğu, cezalandırılmak korkusuyla yurt dışına kaçtı. Ama görevlerini yapmışlar, 1830’da Yunanistan’ı bağımsızlığa götüren yolu içte ve dışta gösterdikleri faaliyetler sonucu açmışlardı.

Etniki Eterya, hazırlık döneminden sonra Yunan İsyanı’nı 1821’de Romanya ve Mora’da başlatmıştı. Bu sırada Fener Rum Patriği Grigoryos idi. Pek çok Rum papaz gibi adı geçen cemiyetin üyesi idi. Hatta “gizli başkanı” deniliyordu.

İsyan başlayınca, isyancıları bu sefer de gizlice tahrike devam etmiş, Etniki Eterya’nın liderlerinden Petro’ya destek için şifreli bir mektup yazmıştı. Osmanlı istihbaratının ele geçirdiği mektubun bir bölümünde şunlar yer alıyordu:

Ulum-u Yunaniye’nin (Yunan ilmi demek olan bu tabirin şifre anlamı Yunan istiklali idi) neşri (yayılması) için memleketinizde bir mekteb-i umumi (şifre anlamı Rum devleti), inşasına miittefiken (birleşik olarak) karar vermiş olduğunuz malumumuz (bilinen, haberdar olmak) olunca ziyadesiyle (fazlasıyla) memnun olduk. Gerek zat-ı dostaneleri ve gerek bilcümle kaptanlar (şifre anlamı isyancılar) makbul (sevilen) işbu mekteb-i umuminin ihdas (kurmak) ve ihyasına (diriltmek) gayret ve vatanperverliklerini sarf ederek yalnız felsefe ile bahadırlarının ahlakı olduğunu bilfaal (faal olarak) ispat ettiğiniz halde tarafımızdan dahi muavenet (yardım ve destek) ve himaye (koruma) edilmesi icrası mukarrer (sağlam) olduğundan yapılması gereken işlere iktidar eyleyesiniz.

Etniki Eterya liderleri, Rum halkın dini duygularını tahrikle onları isyana daha kolay sevk için Patrik’ten bir mektup almışlardı. Mektupta şunlar vardı:

Hangi şartlarda olunsa olsun muavenet-i (yardım) lazımenin icrasına ehemmiyet (önem) edesiniz. Evvel-i halde dünya ve ahrette nail-i icra ve mükafata kavuşacağınızdan emin olunuz.

Ahmet Cevdet Paşa da Grigoryos’un Etniki Eterya’ya verdiği desteği gizlemek için birçok şehirde “ticari şirketler” maskesi altında çalışmalar yaptığından bahseder.

Osmanlı hükümeti ilkin, Grigoryos’un Yunan isyancılarına verdiği gizli destekten o derece gafildi ki, isyanı bastırmak için ondan yardım istedi. Babıali’nin baskısı üzerine isyancıları “aforoz” (dinden çıkmış sayılma) eden bir bildiri yayınladı. Bunun hiç etkisi olmadı. İsyan devam etti.

Patrik Grigoryos ve bir kısım Rum papazların, Yunan isyanına destek verdikleri daha sonra anlaşılmış ve bunlar idamla cezalandırılmışlardı. Kayseri, İzmit ve Trabya metropolitleri İstanbul Balıkhane Pazarı’nda idam edildiler. Grigoryos, 21 Nisan 1821’de paskalya günü Patrikhane’nin orta kapısında asıldı. Boynundaki yaftada şunlar yer alıyordu: “Devlet-i Aliye’nin nimetlerinden faydalandığı, her türlü imtiyaza sahip olduğu halde nankörlük edip Rumları devlet aleyhine isyan ettirmeye çaba gösterdi.”

Patrik’in cesedi, Yahudiler tarafından caddelerde sürüklendikten sonra denize atıldı. Ceset, tesadüfen bir yabancı tarafından yüzdürüldü. Bir Rum gemici Odesa’ya götürdü. Rusya hükümeti, büyük bir cenaze merasimi ile defnetti.

Osmanlı tarihinde Grigoryos idam edilen ikinci patrik oldu. Osmanlı tarihinde idam edilen ilk patrik III. Parthenios’du ve Türkiye aleyhine Rusya ile haberleştiği için Sadrazam Köprülü Mehmet Paşa tarafından “vatana ihanet ve isyan çıkarmaya teşebbüs” sucundan 1659’da idam edilmişti.

Zaman geçtikçe Patrik Grigoryos’un daha birçok zararlı faaliyetleri açığa çıktı. Bunlardan birisi 1864-1878 yılları arasında Rusya’nın İstanbul’da büyükelçisi olarak bulunan Nikola Pavlov İgnatiyef’in hatıralarında yer almıştır. Yunan İsyanı günlerinde Grigoryos, Rus Çarı I. Aleksandr’la gizlice mektuplaşmış, mektubunda “müşterek düşman Türkler”in nasıl yok edileceğine dair şunlardan bahsetmişti:

Türkleri madden ezmek ve yıkmak mümkün değildir. Çünkü Türkler çok sabırlı ve dayanıklı insanlardır. Gayet mağrurdurlar ve izzeti nefis sahibidirler. Bu hasletleri de dinlerine bağlılıklarından, kadere rıza göstermelerinden, ananelerinin kuvvetinden, padişahlarına, kumandanlarına, büyüklerine olan itaat duygularından gelmektedir. Türkler, zekidirler ve kendilerini müspet yolda sevk ve idare edecek reislere sahip oldukları müddetçe de çalışkandırlar. Gayet kanaatkardırlar. Onların bütün meziyetleri (iyi özellikleri), hatta kahramanlık ve şecaat duyguları da, ananelerine olan bağlılıklarından, ahlaklarının yüksekliğinden gelmektedir. Türklerde evvela itaat duygusunu kırmak ve manevi bağlarını kesmek, dini metanetlerini (dayanıklılık) zaafa uğratmak icap eder. Bunun da en kısa yolu, milli anane ve maneviyatlarına uymayan yabancı fikirler ve hareketlere onları alıştırmaktır. Türkler harici mukavemeti ret ederler. Haysiyet hisleri buna engeldir. Velev ki, geçici bir zaman için zahiri kuvvet ve kudret verse de Türkler harici (yabancı) muavenete (yardıma) alıştırılmalıdır. Maneviyatları sarsıldığı gün, Türkleri kendilerinden şeklen çok kuvvetli, kalabalık ve zahiren hâkim kuvvetler önünde zafere götüren asıl kuvvetleri sarsılacak ve maddi vasıtaların üstünlüğü ile yıkmak mümkün olacaktır. Bu sebeple Osmanlı Devleti’ni tasfiye (yok etmek) için mücerret (yalnız) olarak harp meydanlarındaki zaferler kâfi değildir. Ve hatta sadece bu yolda yürümek, Türklerin haysiyet ve vakarlarını tahrik edeceğinden hakikatlere nüfuz edebilmelerine sebep olabilir. Yapılacak olan, Türklere bir şey hissettirmeden bünyelerindeki bu tahribatı tamamlamaktır.

İgnatiyef, hatıralarında, Patrik Yermanos’u ziyarete geldiği sırada, Patrikhane’de tadilat yapıldığını, adı geçen mektubun bu sırada ortaya çıkan sandık içinde bulunduğunu yazar ve mektubun hedefine ulaşma durumunu değerlendirirken de şunlardan bahseder: “Benim Osmanlı Devleti nezdinde vazifede bulunduğum esnada bu teşhisler tamamen isabetle tecelli etti.

Patrik’in İdamının Doğurduğu Sonuçlar ve Açılmayan Orta Kapı

Dimitri BartolomeusPatrik Grigoryos’un idamı, Osmanlı Devleti’ni manen tatmin etti ama yankıları içte ve dışta aleyhine oldu. Ahmet Cevdet Paşa, Patrik’in asılmasında birinci derecede rolü Hariciye’den gelme, Sultan II. Mahmut’un başdanışmanı, “siyasette menfi işler yapmak”la tanınan Halet Efendi’nin oynadığından bahisle, Grigoryos’un Ortodokslar üzerinde büyük nüfuzu ve sevgisi bulunduğunda idam edilmekle “hata” yapıldığını, Rum isyanını tahrik edip, sonuçta “Yunan Devleti’nin ihdası”na yol açtığını yazar.  Şanizâde’ye göre, Patrik’in idamı, Rumların “Bir kat daha tuğyanına (taşkınlık) sebep oldu.” İdam edilmeyip de kullanılsa idi “Rumların fesat ateşi teskin (sakinleştirme) edilebilirdi.

Patrik’in idamının olumsuz etkileri Avrupa’da da görüldü.  İdamın yapıldığı günlerde Çar I. Aleksandır Leibach Kongresi’nden yeni dönmüştü. Adı geçen kongrede, I. Napolyon Harpleri ve Fransız İhtilali’nin milliyetçilik fikirlerinin Avrupa’da doğurduğu kargaşalık ve buhranı ortadan kaldırmak için Büyük Devletler arasında “statükoyu koruma ve hiçbir isyan hareketine destek vermeme” kararı alınmış, bu cümleden olarak Yunan İsyanı’na da destek olunamayacağı hükme bağlanmıştı. Çar, ülkesine dönünce idam sebebiyle Rus halkının Rum davasını benimseyip, heyecan içinde olduğunu görünce, fikrini değiştirerek Rumları destekleme kararı almış, 28 Haziran 1821’de Osmanlı Devleti’ne bir ültimatom vererek, Rumlar lehine isteklerde bulunmuş, meseleyi bir “Müslümanlık-Hristiyanlık davası” haline getirmişti.  O günlerde Büyük Devletler, “statükonun korunması” taraftarı oldukları için Çar’ın Osmanlı Devleti’ne harp ilan etmesini engellediler.

İdam olayı Rumların kinini iyice artırmış, bu kin Patrikhane’ye de yansımış, “kin” giderek “intikam”a dönüşmüş, bunun bir nişanesi olarak da bu olaydan sonra Patrikhane yönetimi, “Kin Kapısı” olarak anılan bu kapıyı kapalı tutma kararı almış,  Bizans’ın diriltileceği gün açılacağı hayali ile yaşanılmaya başlanmıştır. Her patrik 1821’den beri Fener Patrikhanesi’nin Orta Kapısı önünde şöyle fısıldanır:

Vaktiyle bu kapıdan Patrikhane’ye girilirdi. Fakat 1821’de Patrik Grigoryos, Sultan Mahmut’un emriyle asıldı. Bu giriş yeri, ancak Rabbani hikmetin taayyün (meydana çıkma) ettiği zaman, o cinayetin cezası verildiği zaman açılacaktır.

Fener Rum Patriği olan Dimitri Bartolomeus, 1995 yılında Samanyolu Televizyonu spikeri ile yaptığı karşılıklı konuşmada, bir sonu üzerine Orta Kapı’nın 1821’den beri hiç açılmadığını itiraf etmiş, spikerin “Bizans diriltilince mi açılacak?” sorusuna “Hayır, Patrik’in hatırasına bir sembol olarak açılmıyor” cevabını vermiştir. Tabii ki, “Bizans hayali” olsa bile, “Bizans diriltilince açılacaktır” diyecek hali yoktur.

Fener Rum Patrikhanesi’nin zararlı faaliyetleri, İstiklal Harbimiz günlerinde bir daha kendisini açıktan göstermiş, İtilaf Devletleri’nin İstanbul’u işgali üzerine Patrikhane’ye Bizans bayrağı çekilmiş, Patrik Vekili Dretehos, Trabzon Metropoliti Hrisantos (Pontus Rum Devleti için çalışıyordu) Yunanistan Başbakanı Venizelos’un heyetine dahil olduğu halde 18 Ocak 1919’da Paris Sulh Konferansı’na gitmişlerdir. Venizelos-Dretehos ikilisi, ellerindeki yalan ve sahte istatistiklerle Anadolu’nun “Yunan” olduğunu ispatlamaya çalışarak Batı Anadolu, Doğu Trakya ve İstanbul’un Yunanistan”a verilmesini talep etmişlerdir.

Yunan ordusu 15 Mayıs 1919’da İzmir’e çıktığında, Patrikhane Türklere olan düşmanlığını iyice göstermiş, 17 Eylül 1921 ’de Patrikhane’den yayınlanan bir bildiride, Rumların Yunan ordusuna katılmaları ve ona erzak yardımında bulunmalarını istemişti.  Yunanistan Dışişleri Bakanı Baltaris, 5 Mayıs 1921’de yaptığı bir konuşmada, Patrikhane’nin Yunanistan’a olan hizmetlerini şöyle övmüştü: “Yunan milleti bugün, Fener Patrikhanesi’ne şükran borçludur. Onun geçmişteki mücadelesi, Yunan milletinin bu fetihlerinin (Yunanlıların Anadolu’yu işgali) yapılmasına yol açtı.

Patrikhane’nin bu zararlı faaliyetleri sebebiyle, İstiklal Harbimiz’in hedeflerinden birisi de “şer ve fesat yuvası Patrikhane’yi yurt dışına çıkarmak olmuş”, Lozan’a giden heyetimize bu talimat verilmiş, İngiliz başdelegesi Lord Curzon’un karşı çıkan gayretleri sonucu bunda başarılı olunamamıştır.

YAZI HAKKINDAKİ DÜŞÜNCELERİNİZ

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.