Halifelik Neden Kaldırıldı?

Halifelik, Müslümanların baş imamlık görevi idi. Hilafet Arapça half sözcüğünden gelmektedir. Anlamı ise “birinin ardından gelen, yerine geçen”dir. Hazreti Muhammed sağlığında bütün Müslümanların din ve dünya işlerinde reisi idi. Hz. Muhammed’in ölümünden sonra ortaya çıkan halifelik ise, Hz. Muhammed’in vekili olarak Müslümanların imamı ve şeriatın koruyucusu olarak kabul edilen kimseler tarafından icra edilen siyasi bir kurumdur. Hazreti Muhammed’in ölümünden sonra yerine geçen Ebubekir, Ömer, Osman, Ali, halife unvanını almışlardı. Dört Halife döneminden sonra İslam dünyasının başına geçen Emevi ve Abbasi hükümdarları da halife unvanını taşıdılar. Hülâgü’nun Bağdat’ı zaptı üzerine Abbasi sülalesi yıkıldı. Bu sırada İslam dünyası yaklaşık üç yıl boyunca halifesiz kaldı. Bağdat’tan kaçıp Şam’a sığınan El Muntasır’ın Sultan Baybars’ın çağrısıyla Mısır Kölemenlerinin (Memlukler) himayesine sığınmasıyla halifelik kurumu bir kez daha oluşturuldu. Mısır’daki siyasi otorite, yani Kölemenlerin hükümdarı Baybars dünya işlerini, halife de din işlerini üstlenir. Böylece halife artık dünya işlerinden uzakta yalnızca din işlerine bakan bir makam durumuna geliyordu.

Memlukler yaklaşık 250 yıl boyunca halifeliği ellerinde tutular. 22 Ocak 1517 tarihinde Osmanlılar ile Memlukler arasında yapılan Ridaniye Savaşı’nın ardından halifelik Osmanlı İmparatorluğu’na geçti. Böylece, uzun yıllar sonra hilafet ve dünya işleri Osmanlı sultanlarının kişiliğinde bir kez daha birleşti.

Halifeliğin Osmanlı’ya geçmesinin ardından, Yavuz Sultan Selim’den sonra gelen Osmanlı hükümdarları da çeşitli yazışmalarda halife unvanını kullandılar. İmparatorlukta padişahlar bütün tebaanın sultanı ve bütün Müslümanların da halifesi idi. Yalnız, halifelik yalnızca adı olan bir makamdan ibaretti. O devirlerde halifeliğin bir yararı da zararı da görülmedi.

1774 tarihinde imzalanan Küçük Kaynarca Antlaşması hilafet kurumu için bir dönüm noktasıydı. Çünkü bu antlaşma ile ilk kez yabancı bir devlet (Rusya) Osmanlı padişahının tüm Müslümanların halifesi olduğunu ilk kez resmi bir belgeyle tanıyordu.

II. Abdülhamid, Osmanlı Devleti’nin giderek güç kaybetmesi ve toprakların teker teker elden çıkması üzerine Müslüman ülkeleri Osmanlı İmparatorluğu’nun elinde tutmak gayesiyle hilafet makamından en fazla yararlanmaya çalışan Osmanlı padişahı oldu. Bunun için “Panislamist” bir politika izledi. Fakat XIX’uncu yüzyılda ulusçuluk akımları çoktan hız kazanmıştı ve bu nedenle hiçbir işe yaramadı. Müslümanlar halifeyi dinlemek bir yana Osmanlı İmparatorluğu’ndan ayrılarak bağımsız devletler kurmak için girişimlere başladılar. İstiklâl Savaşı’nda da Mehmet Vahdettin, Hilâfet Orduları kurarak Kuvayi Milliyecileri dağıtmak istediğinden, artık halifeliğin manası kalmamıştı.

Halifeliğin Kaldırılma Nedenleri

Son Osmanlı İmparatoru Mehmet Vahdettin’in İngiliz Malaka zırhlısı ile İstanbul’dan kaçması üzerine saltanat kaldırılmıştı. Fakat padişahların yüzyıllardır süren bir de halifelik sıfatları bulunuyordu ve yeni bir halife seçilmesi gerekiyordu. Büyük Millet Meclisi, 18 Kasım 1922 tarihinde Osmanlı hanedanından Abdülâziz’in oğlu Abdülmecit’i 162 milletvekilinin katıldığı oylamada 148 oyla son halife seçti.

Fakat bu makamın zamanla bir zarar getirmesi olasılığı mevcuttu. Nitekim daha halife olur olmaz, Abdülmecit bir tehlike olmaya başladı. Abdülmecit halife seçildiğinde Ankara Hükümeti’nin verdiği talimat üzerince İslâm dünyasına bir beyanname yayınlayacaktı. Bu beyannamede, Vahdettin’in tüm yaptıkları, yeni Türkiye yönetiminin İslam dünyası için de faydalı bir devlet olduğunu anlatacaktı. Halbuki Abdülmecit yayınladığı beyannamede Vahdettin’in Kurtuluş Savaşı sırasındaki kötülüklerinden bir tek kelime bahsetmediği gibi, zaferin kazanılmasında hanedanın da hizmetleri görüldüğünü yazdı.

Son Halife Abdülmecit bir süre sonra daha da ileriye gitmeye başladı. Fatih Sultan Mehmet’in giydiği kıyafetlerin benzerini giymek istemeye, gösterişli görkemli Cuma Selamlıkları düzenlemeye, İstanbul’daki ya­bancı devletler temsilciliklerine özel görevliler göndererek onlarla ilişki­ler kurmaya başladı. Kısa bir süre sonra Halifelik, saltanatın kaldırılmasından hoşnut olmayan Cumhuriyet karşıtları için sığınak durumuna geldi. Meclis’teki kimi dar görüşlü milletvekilleri ulusal egemenliği bir tarafa bırakıp, “Halifelik aynı hükümet gibidir. Haklarını ve yetkilerini hiçbir meclis kısıtlayamaz” türünden açıklamalar yapmaya başladılar. Abdülmecit yalnızca politikacıları etkisi altına almamıştı. Örneğin Rauf Orbay sık sık Abdülmecit ile görüşmeye başlamış, Refet Paşa halifeye Konya adında bir at armağan etmiş ve en içten dilekleriyle halifeye olan bağlılığını bildirmişti.

Nitekim şeriat devleti özlemi duyan din adamları da kısa süre Halife Abdülmecit etrafında toplanmaya başladı. İskilipli Atıf Hoca, “İslam Yolu” adlı yapıtında halifenin yalnızca din işlerine değil dünya işlerine de bakması gerektiğini savunurken, aynı zamanda milletvekili olan Şükrü Hoca, “Hilafeti İslamiye ve Büyük Millet Meclisi” adlı kitabında Millet Meclisi’ni Halife’nin danışma kurulu olduğunu öne sürüyor, Halife’yi devlet başkanı gibi göstermek ve kabul ettirmeye uğraşıyordu.

Bu tartışmalar içinde, lehindeki yayınlardan güç alan Abdülmecit de zaman zaman bir hükümdar tavrıyla hareket eder olmuştu. Cumhu­riyetin ilanını kutlamak amacıyla Mustafa Kemal’e gönderdiği ve Hâkimiyet-i Milliye’de yayımlanan telgrafında bu büyük değişikliği “ye­nilenen hükümet biçimi” olarak nitelemişti. Asıl önemlisi, “Padişah oğlu” olduğunu vurgulamak için imzasını “Padişah Abdülaziz oğlu Abdül­mecit” diye atmıştı. ’Halife-i Müslimin” sanı ile yetinmeyip buna “Zıllullah’ı (Allahın gölgesi) da ekliyor, ayrıca “Hazret-i vekâlet-penahi” gibi peygamberin vekili olduğunu yansıtan nitelemeler kullanıyordu. Oysa Halife seçilmeden önce yalnızca “Halife-i Müslimin” ve “Hâdim-ül’ Haremeyn-iş şerifeyn” unvanlarını kullanacağı konusunda uyarılmıştı.

Halifeliğin kaldırılması nedenlerinde bardağı taşıran son damlalar doğrudan doğruya Abdülmecit’ten geldi. Halifelik başyazmanının imzasıyla 22 Ocak 1924’de Başbakan ismet İnönü’ye gönderilen yazıda, halifenin, İstan­bul’a gelen hükümet üyeleri ile yüksek dereceli devlet görevlilerinin ken­disini ziyarete gelmemelerinden ötürü büyük bir üzüntü duyduğu belirtil­miş, ayrıca Halife’nin gücünü aşan ve görevin yükümlü­lüğü dışında kalan harcamalar için devlet bütçesinden yardım yapılması daha doğrusu Halifelik Hazinesi kurulmasını istenmişti.

Kısacası devlet içinde bir iki başlılık iyice gün yüzüne çıkmıştı ve Mustafa Kemal hilafet sorununun aslında bir rejim sorunu olduğunun farkındaydı. Halifelik makamı durduğu sürece ne ulusal egemenlik gerçekten ulusa ait olacaktı, ne de Türk ulusunu çağdaşlaştıracak devrimler yapılabilecekti. Oysa Mustafa Kemal ulusun egemenliğine, onun simgesi olan Cumhuriyet’e herhangi bir gölge düşmesine kesinlikle karşıydı. Cumhuriyet rejiminde iki başlı bir yönetim olamazdı. Oysa gücünü milletten alan milletvekilleri bile artık milletin iradesinin üzerinde bir gücün varlığını tanımaya başlamıştı.

Halifeliğin kaldırılmasının tek nedeni Cumhuriyet rejimi için bir tehlike yaratması değildi. Halifelik içte bu bu kadar sıkıntılar yaratırken, dış politikada yeni Cumhuriyet’in elini güçlendirebilecek, yaşanan sıkıntılara değecek en ufak faydası olmayan içi tamamen boş bir kurumdu. Sözde Osmanlı padişahları tüm Müslümanların lideriydi. Ama iş uygulamaya geldiğinde yalnızca Osmanlı topraklarındaki Müslümanların halifesiydiler. Yani aslında bütün dünya Müslümanlarının halifesi hiçbir zaman olmadılar. Nitekim Osmanlı Devleti ile halifeliğin önceki sahibi Memlukların yıllarca birbirleriyle savaştıkları, ya da Emevilerin Halife olan Hz. Ömer’i dinlemeyip hilafeti savaşla ele geçirdikleri düşünülecek olursa halifeliğin pek de ciddiye alınan bir olgu olmadığı, Müslümanlar arasındaki birlikteliği sağlamak bir yana, aralarındaki savaşlara bile engel olamadığı görülür. Keza Birinci Dünya Savaşı sırasında Halife kutsal cihat ilan ettiği halde Hint Müslümanları dışında bu çağrı en ufak karşılık görmedi. Birçok Müslümanın düşman cephelerde Türklere karşı savaşması çoktan ömrünü tamamladığını gösteriyordu. İçte bu kadar sorun yaratan, Cumhuriyet rejimi için tehlike oluşturan bir kurumun hiçbir faydası olmadığı halde yaşatılmaya çalışılmasının en ufak anlamı yoktu.

Son Halife Abdülmecit

Halifeliğin Kaldırılması

Harp oyunları dolayısıyla İzmir’e gitmiş olan Atatürk, Fevzi Çakmak, İsmet İnönü ve Kâzım Özalp’le görüştü ve halifeliğin kaldırılması konusundaki görüşlerini açıkladı. Ankara’ya döndüğü zaman Mecliste hanedanın tahsisatı meselesi görüşülüyordu. Atatürk, hilâfet hakkındaki fikirlerini açıkladı. Halifeliğin kaldırılması konusunda oldukça sıcak geçen tartışmalar yaşandı. Bilhassa Osmanlı hanedanına mensup olanların ulusal sınırlar dışına çıkarılması konusu çok çetin mücadelelere yol açtı. Gizli oturum gece yarısına kadar devam etti. Nihayet Meclis, 3 Mart 1924 tarihinde 431 no.lu yasayla halifeliğin kaldırılmasına karar verdi. Son halife ve Osmanlı hanedanına mensup olanların Türkiye Cumhuriyeti topraklarından çıkarılmasına karar verildi. Bu oturumda Atatürk’e halifelik sıfat ve unvanını kabul etmesi teklif edildi, fakat reddetti.

Yasa ile halifelik görevi sona eren Abdülmecit ile Osmanoğullan ai­lesinin bütün erkekleri, kadınlan, damatları ve o kadınlardan doğan bü­tün çocukları Türk vatandaşlığından çıkartılıyor ve Türkiye Cumhuriye­ti ülkelerinde oturmaları yasaklanıyordu. Bu gibiler yasanın ilanını izleyen 10 gün içinde T.C. toprakları dışına çıkacaklardı. Kendilerine yol gi­derleri karşılığında ve bir kez olarak, servetlerinin derecelerine göre hükümetçe saptanacak paralar ödenecekti. Bunlar yurtiçindeki taşınmaz mallarını kullanamayacaklardı, bunları bir yıl içerisinde elden çıkarma­ları gerekiyordu.

Halifeliğin kaldırılması Meclis’te kabul edildikten sonra, İstanbul Valisi Haydar Bey ile Emniyet Müdürü Sadettin Bey Dolmabahçe Sarayı’na giderek Abdülmecit’e yola çıkması için hazırlıklara başlamasını istediler. Halifeliği sona eren Abdülmecit’in ailesiyle birlikte İsviçre’ye gönderilmesi uygun görülmüştü. Halife Abdülmecit kişisel eşyalarının yanı sıra Kutsal Emanetler’i de yurtdışına götürmek istediyse de İstanbul Valisi Haydar Bey’in girişimiyle bu önlendi. Hükümet adına İstanbul Valisi kendisine pasaportlarla birlikte “2.000” sterlin verdi.

4 Mart günü sabah saat 5’te memurlar Dolmabahçe Sarayı’nın kapısından Abdülmecit ile birlikte oğlu Ömer Faruk, kızı Dürrüşehvar, iki eşi, çocuklarının özel öğretmeni ve sekreter Salih Keramet Nigar, Mabeyinci Hüseyin Nakip ve özel doktoru Selahattin alınıp özel otomobillerle Çatalca’ya götürüldü, beklemekte olan Avrupa trenine bindirildi. Bütün hanedan sınır dışına çıkarıldı ve halifelik kurumu tarihe gömülmüş oldu.

1 Yorum

YAZI HAKKINDAKİ DÜŞÜNCELERİNİZ

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.