Ludwig van Beethoven

Ludwig van Beethoven’ın hayat öyküsü, Almanya’nın Ren kıyısında küçük bir şehir ve Köln’ün başkenti olan Bonn’da bir vaftiz töreni ile başlar. Kesin doğum tarihi ile ilgili bir belge yoktur ama vaftiz kayıtları esas alınarak 16 Aralık 1770 tarihinde dünyaya geldiği kabul edilir. Yedi çocuklu Beethoven ailesinden, en büyükleri Ludwig olmak üzere yalnız üç tanesi bebeklik döneminden sağ çıkmayı başarmıştır.

Dedesi Lodewijk van Beethoven 20’li yaşlarında Belçika’dan Bonn’a göç eden, saray müzikçisi olarak iş bulunca tüm yaşamı bu kentte geçen bir müzisyendir. Ancak, Almanya kadar Viyana da torun Beethoven’ın biyografisinde geniş yer tutacaktır. Beethoven, 57 yıllık yaşamının son 25 yılını bu kentte geçirmiştir.

Beethoven’ın çocukluğu oldukça zor koşullar altında, baba şefkatinden tamamen yoksun biçimde geçer. İlk müzik öğretmeni diyebileceğimiz babası Johann van Beethoven bir alkoliktir, Beethoven’a son derece katı ve acımasız davranır. Kilisede tenor olan babası oğlunun müziğe olan yeteneğini fark edince, bütün çocukluğu, babası tarafından bir odaya kapatılıp saatlerce çalışmaya ya da sahneye çıkmaya zorlanmakla geçer. 26 Mart 1778’de ilk konserini verdiğinde daha 8 yaşındadır, ama 6 yaşındaymış gibi gösterilir. Baba baskısı altında geçen bu yıllarda Beethoven’ın tek sığınağı, “en iyi arkadaşımdı”  dediği annesi Maria Magdalena Keverich’dir.

1779 yılında Bonn’a gelen Christian Gottlieb Neefe, Beethoven’ın ilk önemli öğretmeni olacak, bu dersler mutsuz çocukluğunun tek sevinci olacaktır. Johann Sebastian Bach’ın müziği ile ilk kez onun sayesinde tanışacaktır. Saray Tiyatrosu’nda da Neefe’nin yardımcısı olan genç Ludwig, tiyatro orkestrasına ikinci orgcu ve altocu olarak alınır. Fransız ve İtalyan operasını ve özellikle de Mozart’ın lirik müziğini böylece tanıyacaktı.

Kendi kendini yetiştirecekti artık. Homeros’u, Platon’u, Plutharkos’u, Shakespeare’i ve Alman romantiklerini okuyacağı günler uzak değildi.

Neefe 1782’de Bonn’u terk ettiğinde sarayın yeni orgcusu artık Beethoven’dır. Yine aynı yıl ilk eseri olan “Dressler’in Marşı Üzerine Çeşitlemeler”i besteler. Neefe gitmeden önce öğrencisinin ilk yapıtlarını, bu arada klavye için 3 sonatını bastırmış bulunuyordu. Hemen söyleyelim: Uzun boylu bir öğrenim görmemiş olduğu halde, şaşırtıcı bir erken gelişme içindeydi Beethoven.

Viyana’da müzik eğitimini sürdürmek için gereken maddi kaynağı Kont Waldstein’ın yardımıyla bulmasının ardından 1787 yılında Viyana’ya giderek, müziğini Mozart’a dinletir. Ancak uzun süre kalamaz ve Bonn’a geri çağrılır: Annesi ölmüştür. Babası da büstünün alkol bataklığına gömüldüğünden babasının maaşının yarısının kendisine bağlanmasını sağlayarak tüm ailenin sorumluluğunu üstlenir. Kendini tamamıyle içkiye vermiş olan babası evin yönetimini Ludwig’e bırakmış, daha doğrusu, Ludwig’in sırtına yıkmıştır. Böylece Beethoven,daha on yedi yaşındayken, genç kardeşleri Johann ile KarI’ın eğitimlerini de yüklenmiş oluyordu.

Beethoven İlk Önemli Eserini Veriyor

Dünyaca ünlü virtüöz olma hayallerini bir yana bırakıp, doğduğu yerlere yerleşmek üzere, 14 Mayıs 1789’da Bonn Üniversitesi’ne yazılır. Yeni fikirlere açık olan genç arşidük Maximilian Franz’ın koruması altında bulunan üniversitede alabildiğine liberal bir hava esmektedir. Yaşamındaki en güzel anlardan biri, yakın dostu olan Gerhard Wegeler sayesinde çok kültürlü ve soylu bir aile olan Breuningler tarafından kabul edilip aileden biri gibi muamele görmesi olur. Bu sayede maddi sıkıntıları uzunca bir süre geride kalır. 1790’da da Beethoven’ın ilk önemli eseri kabul edebileceğimiz “İmparator II. Joseph’in Ölümü Üzerine” adlı kantatı bestelenir.

O yıllarda, Ren Nehri’nin ayırdığı komşu topraklarda insanlık tarihinin belki en büyük değişimi yaşanmakta, Bonn Üniversitesi Fransız Devrimi’ni adım adım izlemektedir. Burada Alman Edebiyatı dersleri veren Euloge Schineider, devrim taraftarı şiirleriyle Beethoven’i derinden etkiler ve çevresinde olup bitenlere duyarsız kalamayan bu genç insanın kişiliği, bu etkilerle giderek biçimlenir. Bu etkiler, mücadeleci kimliğinin ayrılmaz parçası olacaktır. Adorno, ileride Beethoven hakkındaki değerlendirmesinde şunları söyleyecektir:

Devrimci burjuvazinin ve ona buna hizmet etmeyi düşünmeyen bir müziğin ilk örneği. Senfonilerinin en güçlü bölümlerinde de görüldüğü gibi baskıcı ve otoriter bir kişi…

Hugo Riemann’ın düşünceleri de pek farklı değildir:

Beethoven’i Haydn yada Mozart’dan ayıran şey, devrime yaslanmış olan insanın o büyük özgürlüğüdür.

1792 Temmuz ayında Londra gezisinden dönen Haydn’ın Bonn’a uğraması, Beethoven’ın yaşamındaki önemli kırılış noktalarından birisidir. Büyük bir sanatsever ve müzik tutkunu olan Kont Ferdinand von Waldstein onu Haydn ile tanıştırır. “Bir çok kafası, bir çok yüreği, bir çok huyu olan bir adam duygusu uyandırıyorsunuz bende!” demişti Haydn genç Beethoven’e. Beethoven yeni bir karar alarak birkaç aylığına Haydn’ın öğrencisi olarak Viyana’ya gitmeyi kararlaştırır. Kendi planlarına göre yalnızca birkaç ay sonra Bonn’a geri dönecek, kaldığı yerden işlerine devam edecekti. Fakat bu sefer Ren kıyılarını bir daha dönmemek üzere terk etmekteydi.

Beethoven, Haydn’dan yaklaşık bir yıl boyunca ders alır. Aynı zamanda kontrpuan için Albrechtsberger’den, ses yazısı için de Salieri’den…. Dersler Beethoven için beklenmedik derecede faydalı olmuştur.  1795 Ağustos ayında opus 1 Piyano, Keman ve Viyolonsel İçin Üçlü’nün ve 1796 Mart ayında Haydn’a ithaf ettiği opus 2 üç sonatı yayınlanması başta Prens Lichnowsky ve Prens Lobkowitz ile Kont Razumovsky ve Baron Swieten olmak üzere Viyana’nın müzik düşkünü yüksek sosyetesi tarafından bir piyano virtüözü olan genç bestecinin tanınmasını sağlar. Özgünlüğü ve yaratıcı gücünün sınır tanımazlığı ile dinleyicilerini çoğu zaman neye uğradıklarını şaşıracak derecede afallamaya sürüklemesiyle tüm Viyana’yı kendine hayran bırakır.

Beethoven kimdir?” sorusunu artık tüm Viyanalılar gözü kapalı yanıtlayabilmektedir. Doğduğu topraklara dönmesi artık bir hayaldir. Hem onu doğduğu kente bağlayan son bağ, babasının 1793 yılında ölümüyle kopmuştu; hem de Viyana’daki sıcak dostluk ortamı iyice ağır basıyordu.

Keşfedilmesi ve üne kavuşmasıyla birlikte Viyana yılları Lihnovski, Lobkovic, Schwarzenberg gibi aristokrat ailelerin koruması altında geçer. Seçkin çevrelerin görgü kurallarıyla pek bağdaşmayan davranışlarına karşın, kendini sanatıyla kabul ettirir ve soylu dostlarının sunduğu ayrıcalıkları gocunmadan kabul ederken, bu görkemli mekanlarda düşüncelerini sakınmadan dile getirir. Oldukça asi, baskılara boyun eğmeyen bir kişiliğe sahip olduğundan Avusturya’yla Fransa arasındaki siyasi gerginliğe rağmen, hiçbir biçimde onaylanma kaygısı taşımadan Fransız politikacılarla dostluklar kurar.

Sir Julius Benedict, O’nunla karşılaşmasını anlatırken, fiziksel portresini şöyle çizecektir:

Kısa boylu, şişmanca bir adam. Kırmızı yüzü, gür kaşları, bıçak gibi bakışlarıyla etkileyici bir görünüşü var Ayak bileklerine kadar uzanan siyah bir palto giymiş. Beyaz saçları geniş omuzlarında dalgalanıyor ve dehşet verici bir kahkaha… Sanki Kral Lear’la karşılaşmış gibi oldum.

1796 yılının Temmuz ayına kadar yaşamı Prag, Dresden, Leipzig ve Berlin gibi kentlere düzenlenen turne ile geçer. Turne başarıdan ziyade bir zaferler dizisi gibi geçer.

İşitme Kaybı, Beethoven’ın Hayatını Değiştiriyor

Ludwig van BeethovenBeethoven, Viyana’daki ilk konserini verdiği 1795 yılından bir yıl sonra, yaşamını tümüyle değiştirecek sağlık sorunu kendini göstermeye başlar: Sağırlık. Sürekli çınlayan kulakları, kendi müziğini duymasına bile engel olmaktadır. İşitme kaybının nedenlerinden biri, yeni eserler besteleyebilmek için uyanık kalmaya çalıştığından kafasını sürekli soğuk suya sokmasıydı. İlk krizden sonra, bu büyük acıyla kahramanca mücadeleye girişir. Günlüğünde şunlar yazılıdır: “Senin için bahtsız, dış mutluluklar yok. Her şeyi kendin yaratmak zorundasın. Ancak gerçek olmayan bir dünyada dost bulabilirsin.

Bir süre sağırlığını gizlese de bütün salonların ona açık olduğu bir dönemde, kendini yavaş yavaş, ama kesin biçimde sosyal yaşamdan çeker ve daha haşin, daha kavgacı biri olarak yalnızlığına çekilir. O’nun yalnızlığı, çağdaşları Mozart’ın unutulmuşluğu ya da Schubert’in düşsel yalnızlığı değildir. Sesi paylaşamayan, belki yalnızca bu nedenle yüreğini kendisiyle ve doğayla paylaşmayı seçmiş, direngen ama aynı ölçüde kırılgan bir insanın yalnızlığıdır:

Zavallı bir hayat geçiriyorum, iki yıldan beri bütün topluluklardan kaçıyorum, çünkü insanlarla konuşabilmem olanaksızlaştı; ben sağır oldum. Başka bir mesleğim olsa önemli olmayabilirdi. Benim mesleğimde böyle bir durum korkunç bir şey. Sayısı pek de az olmayan düşmanlarım ne diyecekler? Tiyatroda oyuncuları duyabilmek için orkestranın yanında durmam gerekiyor. Biraz uzakta olursam, çalgıları ve insanları duyamıyorum. Yavaş konuşurlarsa çok az işitiyorum. Öte yandan birinin kulağıma bağırması benim için dayanılması zor bir şey oluyor. Dünyaya geldiğime çok defa lânet ettim.

6-10 Ekim 1802’de işitme kaybının yol açtığı kriz Beethoven’ı oldukça sarstı, intihar girişiminde bulundu. İnsanlar bu intihar girişimini ancak bestecinin ölümünden sonra kağıtları arasında bulunan ünlü Heiligenstadt Vasiyeti‘nden öğreneceklerdir.

22 Aralık 1808’de verdiği konser, Beethoven’ın meslek yaşamının zirvesini temsil eder. Piyano, Orkestra ve Koro için Fantezi (opus 80), Beşinci Senfoni (opus 67), ve Altıncı Senfoni (Pastoral adıyla da bilinen opus 68) ilk kez bu konser sırasında seslendirilir. Beethoven bu konserin ardından ciddi biçimde Viyana’yı terk etmeyi, Kessel’e geri dönüp, capella yöneticisi olarak çalışmayı düşünür. Arşidük Rudolf, Lobkovitz ve Kinsky kendisine bir aylık bağlayarak onu bu düşüncesinden zor da olsa vazgeçirmeyi başarırlar.

Acılar İçinde Geçen Son Yıllar

1812 yılının yazında Beethoven, Toeplitz’de Goethe ile karşılaşır ama büyük düş kırıklığı yaşar. Ölümsüz Sevgiliye diye anılan o iç paralayıcı ve gizemli mektubun ardından bir susuş dönemine girer. Hastaydı, ölüm korkusuna kapılmıştı.Bir de’ kardeşinin 1815 yılında ölürken kendisine emanet etmiş olduğu yeğeni Karl’ın sorumluluğunu yüklenmişti; ve bu yeğen, onun için sonu gelmez bir çile kaynağı olacaktı.

Yıldan yıla fiziksel rahatsızlığı büyüyen Beethoven’in yaşamına bir de maddi sıkıntılar eklenmeye başlar. Patlak veren savaşın yol açtığı enflasyonun maaşını anlamsız hale getirmesi, aristokrasiye mensup tüm koruyucuların ya iflas etmiş ya da ölmüş olması Beethoven’ı ekonomik açıdan sarsar.  Öte yandan Viyana halkının, başta Rossini olmak üzere İtalyan müziğine rağbet göstermeye başlaması karşısında umutsuzluğa düşer. Fakat üzerine çullanan bunca dertten yeni bir cesaret ve sanatına yeni bir güven kaynağı yaratmakta gecikmeyecekti. Sağırlıkla mühürlenen yalnızlığı içinde, kararını vermişti artık: Bundan böyle, yalnız ve yalnız gelecek için, geleceğin insanları için yazacaktı. Ve gerçekten de son yılları süresince, bütün müzik tarihinin en görkemli yapıtlarından birkaçını yarattı; gerek piyano, gerekse orkestra yazısına yepyeni boyutlar kazandırarak XIX. yüzyılın müziksel evrimine yön verdi.

Aralarında op. 106 Büyük Sonat’ın da yer aldığı son beş sonat (1818), Missa Soleninis (1822), Diabelli’nin Bir Valsi Üzerine 33 çeşitleme (1823), Dokuzuncu Senfoni (1824) ve Son Altı Dörtlü (1824-1826), hep bu son dönemin zafer anıtlarıdır.

Giderek gömüldüğü koyu karanlık içinde 1814 yılında sağırlığını gizleyerek son piyano konserini verir. 8 yıl sonra Fidelio Operası’nın genel provasında, durum tam bir trajedidir:

Beethoven genel provayı yönetmek istedi. Birinci perdeden sonra sahnede olup bitenler hakkında hiçbir şey duymadığı ortaya çıktı. Hareketi geciktiriyordu. Orkestra bir taraftan O’nun bagetine uyarken, öte yandan şancılar bildikleri gibi seslerini yükseltmekteydi. Tam bir kargaşa hüküm sürmekteydi.

9. Senfoni’nin 7 Mayıs 1824’teki ilk seslendirilişini yönetirken de durum farklı değildir. Kendisini alkışlayan halktan habersiz koyu bir sessizliğin içinde öylece durmaktadır. Sanatçılardan biri elinden tutup dinleyicilere çevirdiğinde gerçeği görür. Bütün insanlar ayakta, şapkalarını sallayarak çılgınca eseri alkışlamaktadır.

Tüm bu sıkıntılar ve acılar içindeyken çevresi ise maddi sıkıntılarını ve sağırlığını ona unutturmak için adeta çırpınan bir dost ve öğrenci yığını ile doludur. Ünü dünyayı tutmuştu; ve yeryüzünün dört bir yanından, bu arada özellikle de İngiltere’den sırf onu görebilmek için turistler geliyordu. Sorularını ünlü Konuşma Defterleri’ne yazıyordu bu ziyaretçiler ve sınırsız bir telaş, sınırsız bir kuşku, sınırsız bir doyumsuzluk, sınırsız bir dağınıklık içinde ordan oraya seğirten dahi kompozitörden cevap bekliyorlardı. Ününün doruğuna erişmiş olan Rossini bile onu görmeye gelmiş, gördüğü sefalet tablosu karşısında perişan olmuştu.

Beethoven’ın hayatının son yılları acılar içinde geçer. 1821 yılında ilk kez kendisini hissettiren karaciğer sorunları 1826 yılının sonunda iyice artmıştır. Ölene kadar sürekli kusma ve ishal peşini bırakmayacaktır. Bünyesi hastalığa ancak üç ay dayanır. 17 Şubat 1827’de ölüm döşeğinde, inanılmaz bir güçle şunları yazmaktadır: “Sabrediyor ve düşünüyorum. Her çeşit kötülük, beraberinde bir takım iyilikleri de getirir.” 24 Mart 1827’de can çekişme başlar. İki gün sonra kar fırtınası kenti kapladığı sırada, ruhu bu altüst olmuş bedeni terk eder. Beethoven’ın ölüm nedeni hakkındaki anlaşmazlık halen devam etmektedir: Frengi, siroz, hepatit, zatülcenp, kurşun zehirlenmesi…  Yapılan bir otopsi, karaciğerinde yüksek miktarda alkol tüketime bağlı olarak karaciğer hasarı olduğunu göstermektedir. Yine bazı analizler, Beethoven’ın hastalığını tedavi etmeye uğraşan doktorların yüksek dozlu kurşun tedavisi ile istemeyerek de olsa bestecinin ölümüne neden olmuş olabileceklerini göstermektedir.

29 Mart 1827’deki cenaze töreninde bütün Viyana ayaktadır. Cenazesine yirmi bin kişi katılır. Tabutunu sekiz ünlü müzisyen taşımaktadır. Kalabalıkla birlikte genç biri daha yürümektedir. Bu genç kasabalı, Beethoven’la bir türlü bir türlü karşılaşamamış olan ve Beethoven’ın el yazısını gördüğünde; “O’nda tanrısal bir kıvılcım var” diyen Franz Schubert’tir. Bu sadık hayran, yalnızca bir yıl sonra, isteği üzerine Beethoven’in birkaç metre uzağına gömülecektir.

Beethoven’i öbür bestecilerden ayıran en belirgin özellik, demokratik akımdan büyük ölçüde etkilenmiş olmasıdır. Müzik O’nunla soyluların eğlencesi olmaktan çıkmış, müziği, toplumdaki bütün sınıfları ortak bir paydada birleştirmiştir: Sanatın evrenselliği, çünkü paylaşılabilirliği. Prenslerden, soylulardan, aristokrasiden destek görmekle birlikte, sanatın bağımsızlığına sahip çıkmaktan hiçbir zaman vazgeçmemiş bir sanatçıdır. Kriz dönemlerine kadar halktan biri gibi davrandı, daha önce kimsenin düşünmediği biçimde onların sözcülük görevlerini üstlendi. “Beethoven klasik midir yoksa romantik mi?” tartışması kuşaklar boyunca tartışıldıysa da, insanlar Beethoven’ın kişiliğinde romantizmin ve klasikçiliğin en mükemmel yanlarının toplandığını her daim gözlemlediler. Müzikal kimliği kişiliğiyle birebir örtüşen, kuşkusuz zaman içinde de kalıcı olacak bir isimdir. Beethoven müziğiyle olduğu kadar, kişiliğiyle de insanın gücüdür. Müziğinde mücadele vardır. Mücadelenin nedeni, aşamaları ya da sonucu değil, kendisi. Bu özellikli isim, yalnızca müzik alanında değil, psikoloji, edebiyat gibi başka alanlarda da araştırmacılara kaynaklık etmeyi sürdürecektir.

YAZI HAKKINDAKİ DÜŞÜNCELERİNİZ

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.