Meksika Devrimi

Mayıs 1910’da Meksika’da bir bayram havası esiyordu. 1810 devriminin, yani ilk devrimin 100. yıldönümü kutlanmaktaydı ve bu devrim, İspanyolların ülkeden atılmasını sağlamıştı. Yüz yıllık ulusal bağımsızlık, büyük şenlikler için haklı bir nedendi.

Kasım 1876’dan bu yana Meksika, sert, otoriter bir yönetim altında altındaydı. General Porfirio Diaz, olağanüstü bir süreklilik içinde iktidarı elinde tutuyordu. Diaz, geçmişi ayaklanma eylemleriyle dolu bir subaydı. Meksika’nın bağımsızlığından sonra işbaşına gelen Juarez ve Tejada’ya karşı ayaklanmış, 1876’da da iktidara gelmişti. ABD sermayesi, bağımsızlıktan sonra Meksika’ya ilk kez Diaz yönetimi döneminde girdi. Ama Diaz yönetimi, temelde büyük toprak sahiplerine dayanmaktaydı ve büyük burjuvazinin yaşamı, Paris yada Berlin’deki yaşamdan pek farklı değildi. Orta ve Güney Amerika’nın çoğu ülkelerinin yaşamını belirleyen devrimler, hükümet darbeleri, saray isyanlarının art arda geldiği düşünülürse Diaz’ın sürekli olarak iktidarda kalmasının daha da olağanüstü olduğu anlaşılır.

Diaz Meksika’yı 1876’dan 1901 yılına kadar mutlak bir otorite ile yönetmişti. Bu dönemde karışıklıklar bir ölçüde son bulmuş; demiryolları ve maden üretimi büyük bir hızla gelişmiş, ancak ülkenin kapıları İngiliz, Amerikan ve kısmen Alman sermayesine açılmıştı. Ülkenin ekonomisini denetleme olanağını ele geçiren yabancı şirketlere geniş çapta ayrıcalıklar tanınmıştı. Diaz, büyük sermayedarların ve toprak sahiplerinin bekçiliğini üstlenmişti. Yerli halka ve melezlere ait olan toprakları büyük toprak sahiplerine vermekte bir sakınca görmemekteydi.

Bununla birlikte bu otuz beş yıllık egemenlik dönemi, Meksika’ya daha modern bir ekonominin temellerini kurma olanağı sağladı. Asayiş sağlanmış, ayaklanmalar amansızca bastırılmış, haydutluk azalmış, yabancı sermaye de ülkenin doğal zenginliklerini sömürmek için akın etmişti; ülkenin zenginliğinden küçük bir azınlık yararlanmaktaydı. Demiryolu şebekesi 600 km. iken 24.700 kilometreye çıkmıştı. Ama ülkenin temel üretim aracı olan toprağa dayalı tarım düzeninde hiçbir değişiklik yapılmamıştı. Meksika’da tarım, büyük çiftliklere (hacienda) dayanmaya devam ediyordu.

Bu diktatörlük Washington tarafından çok iyi karşılanmaktaydı; özellikle Cumhuriyetçiler tarafından! Çünkü Başkan Taft’ın karısına yazdığı gibi, “Meksika’ya yatırılmış iki milyar dolarlık Amerikan sermayesi var”dı ve eğer Diaz ölecek olsa “bu sermaye tehlikeye girecekti.” Kısaca Taft’ın, Porfirio Diaz rejimine duyduğu sevgi, sağlam gerçeklere dayanmaktaydı.

Porfirio Diaz ülke düzenini kent polisi ve doğrudan doğruya büyük toprak sahiplerinin yönettikleri kır polisleri (rurales) ile sağlıyordu. Bunlar da yetmezse, Amerikan ordusu yardıma çağrılıyordu. Bütün bunlara rağmen, Diaz’ın kurduğu düzende çatlamalar görülmekteydi. Grevler bu çatlamanın belirtileriydi.

Çelişkiler Ülkesi Meksika

Porfirio Diaz’ın tutumu çelişik özellikler göstermekteydi. Bir yandan tam bir zorbalık, öte yandan ülkenin ekonomik kalkınması uğruna harcanan çaba… Bu çelişik özellikler, otuz dört yıl süren Porfirio Diaz döneminde ülkede biriken çelişkilerin yansıması olarak görülmelidir. Meksika’nın 1519’da fethedilmesinden bu yana, bu çelişkiler, toprak düzeninde çarpık bir yapı oluşturmuş durumdaydı. Fetih, ülkeye, büyük toprak ağalarının toprak yağmasına ve yerli emeğin kaba güç yoluyla sömürülmesine dayalı bir ekonomik düzen getirmişti. Dev mülkiyetler ve ismen değilse de fiilen kölelik koşullarında yaşayan sayısız yerli, Meksika’nın ekonomik sisteminin temelini oluşturuyordu.

Yerli emeğin kabaca sömürülmesi olayı, hiç kuşkusuz Porfirio Diaz döneminde azalmış değildi; tersine giderek, ağırlaşmıştı. Porfirio Diaz, meydanı büyük toprak ağalarına bırakmıştı; onlar da otuz dört yıllık düzen süresinde, çoğu yerli topluluklarının ve küçük çiftçilerin malı olan yaklaşık kırk milyon hektar toprağı ele geçirmişlerdi. Bununla birlikte, bir yandan sömürü ve yolsuzluk düzeni sürüp gider ve toprak sahipleri ülke üzerinde tam ve gerçek anlamda egemen bir yönetici sınıf durumuna gelirken öte yandan Porfirio Diaz ile onun danışmanları karayolu, demiryolu, liman yapımı alanında büyük altyapı girişimlerini sonuçlandırıyordu. Bütün bunlar yine de, ülkenin köhne tarımsal yapısıyla çelişmekteydi. Zaten bu tarımsal yapının kendi içinde de çelişkileri görülüyordu. Esas olarak ihracata yönelik malları üreten Güney kesimle, iç tüketime yönelik malları üreten Kuzey kesim, ülkenin yenileşmesinde farklı biçimlerde davranış gösteriyordu. Temelde, devlet görevlilerinden oluşan, orta sınıfın çıkarlarının da birlik ve tutarlık içinde olduğu söylenemezdi. Bürokratlar da ücretlerinin yetersiz olduğunu anlamakta gecikmeyeceklerdi… Gerçi, yolsuzlukla kendilerine ek gelir sağlamaktaydılar, ama her zaman da rüşvet ve yolsuzluk fırsatı bulunmuyordu ki! Üstelik yönetici kesim de kısa sürede yükünü tutmuştu ve küçük memur kadroları bile alabildiğine şişmiş durumdaydı. Bunun sonucu olarak genç aydınlar, genellikle issizdiler (bunun bir nedeni de, yaş haddini doldurmuş memurların, kadroları işgal etmekte olmalarıydı; öyle ki, 1910 yılında, üst düzeydeki kadroların tümü, 60-70 yaşları arasındaki kişilerce tutuluyordu).

Böylece, kurulu çıkarlar grubu içinde bile çözülmesi olanaksız bir çelişkiler düğümü oluşmuştu. Bu içinden çıkılmaz duruma tek çözüm yolunun artık Porfirio Diaz ve rejiminin ortadan kaldırılması olduğu açık seçik görülmekteydi.

Francisko Madero Başkanlığa Aday Oluyor

Porfirio Diaz, seçim oyununa her zaman başvurmuştu. Ama gerçekte seçim, bir aldatmacaydı ve Diaz sürekli olarak başkanlık koltuğunda oturmaktaydı (yalnız 1880-1884 yıllarında, Manuel Gonzalez başkanlık yapmıştı). İşte tam bu sırada, 1910’da yeni seçimlerin yapılması zamanı gelip çattı ve Porfirio Diaz yönetimine karşı ilk önemli siyasal tepki başkanlığa adaylığını koyan Francisko Madero‘dan geldi. Madero, oyların özgür bir biçimde kullanılmasını güvence altına alacak seçimleri öngören bir siyasal programla Diaz’ın karşısına çıkmıştı. Ayrıca toprak mülkiyetinin büyük çiftlik sahiplerinin (hacendados) elinde birikmesine de karşı çıkmaktaydı.

Francisco Madero,1873 yılında Pedro de las Colonias’ta doğdu. Babası, büyük toprak sahibiydi, demir madenciliği ile uğraşıyordu. Monterey’de bir dökümevleri vardı. Madero, Coahuila eyaletinde 1904 yılından itibaren, ılımlı bir muhalefete başlamıştı. Fransız ve Anglosakson eğitiminden geçmiş olan Madero’nun gerek içerik, gerekse biçim açısından demokrasiye çok derin ve kuşkusuz, içten bağlılığı vardı. Onu en çok öfkelendiren şey, seçimlerin dürüst bir biçimde yapılmayışıydı. Madero, önce resmen başkan yardımcısı adayı olarak ortaya çıktığı halde, sonradan hedefini değiştirerek başkanlığa adaylığını koydu.  Artık Porfirio Diaz’la çatışması kaçınılmazdı. Bu,  kaybedileceği önceden belli olan bir savaştı!

Porfirio DiazDiaz, Haziran 1910’da, rakibi Madero’yu tutuklattırdığı bir dönemde başkanlık seçimlerini tek aday olarak yeniden kazandı. Seçimden bir süre sonra şartlı olarak salıverilen Madero, gizlice ABD’ye kaçtı.  Nitekim Madero, Birleşik Amerika’da kaldığı kısa süre içinde ne Diaz’ın ne de adamlarının seçimle yenilmeyeceklerini anladı; çünkü seçimler temelden bozuk ve hileliydi. Gerçek demokratik bir sistem kurmak için başvurulması gereken tek yol zor kullanmaktı.

Madero, Meksika’ya geri döndü ve adamlarını harekete geçirdi. Yandaşları arasında, belirleyici olmasa da önemli bir rol üstlenen, eski haydut yeni guerrillero Pancho Villa ve Emiliano Zapata da bulunuyordu. Mülk sahibi ve yabancılar için Villa ve Zapata birer hayduttan başka bir şey değildi. Ele geçirdikleri toprakların ABD şirketlerine ait olması onlara vız gelmekteydi. Bu toprakları yerlilere geri veriyorlar, tapularını da yok ediyorlardı.

Meksika Devrimi’nin Başlaması

Madero 7 Ekim 1910’da, San Luis Potosi kentinden serbest genel seçimi amaçlayan bir bildirge yayınladı. Bu amacın gerçekleştirilmesi için Porfirio Diaz rejimin ortadan kaldırılması gerektiği de bildirgede yer alıyordu. Halkı 20 Kasım’da ayaklanmaya çağıran bu bildiri, devrim yolunda Meksika halkına yöneltilmiş açık bir çağrıydı.

Ayaklanma Madero’nun verdiği tarihte başlamadı; ama yine de Madero’nun çağrısına verilen yanıt, kısa zamanda ordunun başa çıkabileceği boyutları aştı. Yalnızca Mexico City çevresindeki, örgütlü devlet gücünün yoğun olduğu bölgelerde ordu asilere karşı ufak bir başarı elde edebildi. İster Diaz yanlısı olsun, ister Madero yanlısı, burjuvazi bir iç savaş istemiyordu. Bu yüzden Şubat 1911’de Madero’nun kuzeydeki birliklerin kontrolünü ele geçirmesinden sonra, ayaklanma son derece kısa bir sürede başarıya ulaştı. Güneyde Zapata’nın önderliğindeki Güney Kurtuluş Ordusu, Morelos eyaletinin en büyük şehri Cuauda’yı ve başkenti Cuernavaca’yı Mayıs ayı içinde ele geçirdiler. Madero’nun birlikleri de 10 Mayıs’ta Ciudad Juarez’e girdiler. Bunun üzerine görüşmeler başladı ve 21 Mayıs’ta hükümet yetkilileri ile Ciudad Juarez Anlaşması imzalandı. Anlaşmanın gereklerine göre Diaz bütün başkanlık yetkilerini, yeni seçimlere kadar yardımcısı Leon de la Barra’ya bırakarak 25 Mayıs’ta Meksika’yı terk etti. O sıralar seksen iki yaşında bulunan Porifiro Diaz’ın Meksika’dan ayrılmadan önce şu sözleri söylediği rivayet edilir: “Madero kaplanı serbest bıraktı; bakalım onu nasıl kontrol edecek!”

Diaz bu sözleri söylemiş ya da söylememiş olabilirdi. Ancak şu bir gerçekti: Diaz dönemi sona ermişti ama derhal bu düzenin alternatifini bulmak gerekiyordu. Madero, ünlü saflığıyla, demokratik diyalektiğin Diaz’ın düşmesiyle mucizeler yaratacağına ve sorunların kendiliklerinden çözüm yoluna yöneleceklerine gerçekten inanıyordu. Ancak Zapatista ve diğerleriyle varılan uzlaşma sınırlı ve yüzeyseldi. Burjuvazinin bazı kesimlerinin talep ettiği demokrasi ve özgürlükle işçilerinki aynı şey olmadığı gibi, köylüleri asıl ilgilendiren toprak sorunu da Ciudad Juarez Anlaşması’nda söz konusu bile edilmemişti.

 Emiliano Zapata (ortada) ve Pancho Villa (sağda)

Ya Ayala Planı ya da Savaşa Devam!

Bu koşullarda Madero’nun önünde duran en acil görev devrimin yatıştırılması idi. Mexico City’ye girişinin ikinci günü Zapata’yla görüştü. Aslında her iki adam da uzlaşarak savaşa son vermeye yatkındı ama birbirlerinin taleplerini kabul etmeleri olanaksızdı. Kendisi büyük bir toprak sahibi olan Madero için tarım reformu toprakların yeniden bölüşümü değil, olsa olsa hukuki yolsuzlukların giderilmesi anlamına gelebilirdi. Onun istediği asayişin yeniden sağlanması ve merkezi devletin iktidarının kurulması için Zapatista’nın silahlarını bırakmasıydı. Görüşme Zapata’nın sözleriyle sona erdi. “Bakınız Senyor Madero! Size saygıda kusur etmeden söylemeliyim ki, benim askerlerim -silaha sarılmış çiftçiler ve köylerdeki herkes- topraklarının geri verilmeye başlanmasını talep ediyorlar. Şimdi!”

1 Ekim’deki seçimlere kadar ülke nispeten sakin kaldı ama bu silahlı bir sessizlikti. Zapata ordusunu silahsızlandırmadı. Seçimlerden sonra ise bundan böyle bütün köylü devrimcilerin ödün vermeyeceği 15 maddelik Ayala Planı’nı yayınladı. Devrim boyunca Zapatista’nın uyguladığı şekliyle Ayala Planı’nın en çarpıcı özelliği, belli bir toprak mülkiyet biçimi öngörmesinden çok, toprağın nasıl tasarruf edileceğine, köyün ortak mülkiyetine mi, köylülerin özel mülkiyetine mi bırakılacağı yoksa satılabilir bir meta haline mi getirileceği konusunda karar verme yetkisini yine köylülere ve onların demokratik olarak seçilmiş kurullarına bırakmasıydı.

Yeni seçimler yapıldı ve Francisco Madero 6 Kasım 1911’de başkanlık görevine başladı. Başkan ve başkan yardımcısının görevlerine ikinci kez seçilmelerini yasaklayan 27 Kasım tarihli kararnameyle de, demokrasiye saygı pekiştirilmiş oldu.

Ne var ki, Madero’yu Mexico’ya girişinde kucaklayan coşkun sevgi bu arada, sönmediyse de zayıfladı. İş bu kadarla da kalmadı. Tipik ve namuslu bir liberal olan Madero orduya güvenmiyordu. O kadar ki, başkan olarak yemin edeceği törende muhafız kıtasının varlığına gerek duymamıştı. Bunu başlarına gelecek olan itibar kaybının bir ilk işareti olarak yorumlayan subaylar, darbe hazırlıklarına girişmekte gecikmediler. Francisco Madero iktidara geldiğinde kararlı, cesur ve tereddütsüz bir eyleme geçseydi, bütün bunlar kuşkusuz olmayacaktı. Madero, Diaz’ın uzun süreli diktatörlüğünün doğurduğu korkunç siyasal ve toplumsal sorunları kavrayamadı. Kendisine taşkın ve coşkulu bir yakınlık gösteren halkın oylarıyla iktidara geldiği halde, kitlelerin çıkarlarını gözetmeyi bilemedi. En kısa zamanda bir çözüm bekleyen toprak reformunu unutmuş göründü.

1912 başında Zapata ile hükümet güçleri arasındaki silahlı ateşkes sona erdi. Zapatista’nın Ayala Planı’nın öngördüğü toprak reformunu uygulamaya başlamasıyla, hükümet güçleri ile Güney Kurtuluş Ordusu arasındaki savaş da başlamış oldu. Diğer yandan kuzeyde, PLM birliklerinin önderi Pascuale Orozco da Mart 1912’de bir ayaklanma başlattı. Geleneksel olarak hükümet güçlerinin kontrolünde olan orta Meksika ise eski başkan adayı Bernardo Reyes ile Porfirio Diaz’ın yeğeni Felix Diaz’ın ayaklanmaları ile çalkalandı. Bu ayaklanmalar bastırıldı ama Reyes ile Diaz hapsedildikleri hücrelerden subaylarla haberleşmeye devam ettiler. Kısacası, koşullar askeri bir darbe için elverişli görünüyordu. Bu noktada, Madero en büyük siyasal hatalarından birini yaptı. Kuzeydeki Orozco isyanını bastırmak üzere General Victoriano Huerta’yı görevlendirdi. İsyanın Ağustos’ta bastırılması kuzeyin yatışmasını sağlamadı; dağılan askerler bu kez Villa gibi şeflerin önderliğinde gerilla savaşına başladılar. Bu kargaşa ortamının sürekliliğinden cesaret alan darbeci subaylar Şubat 1912’de Reyes ve Felix Diaz’ı serbest bırakmaya karar verdiler. 9 Şubat sabahı ayaklanmanın birinci evresi başarıyla gerçekleştirildi; ancak rejime sadık subaylar beklenenin aksine, çok güçlü bir şekilde direndiler. Reyes daha ilk çatışmada öldü ve asiler ordu cephaneliğine çekilmek zorunda kaldı. Böylelikle Mexico City’nin decade tragica’sı (trajik on günü) başlamış oldu. Şehir asilerle sadık kuvvetler arasındaki topçu düellosu sonunda büyük hasar gördü; ölenlerin arasında askerden çok sivil vardı. Sadık kuvvetlerin başında Reyes’in yakın arkadaşı General Huerta vardı. Onuncu günün sonunda Huerta asilerle anlaştı ve başkanlık yetkilerini devraldı.

Francisco Madero, demokrasiye olan inancının ve saflığının bedelini 22 Şubat günü kurşuna dizilerek ödedi. Madero’nun iktidarı gerçekten kısa sürmüş, bu yüzden Diaz döneminin çözülmemiş ağır sorunları olduğu gibi kalmıştı.

Şimdi Meksika, tarihinin en hareketli aşamasına girmişti.   Sahneye yeni kişiler giriyor ve bir süre sonra kayboluyorlardı. Başkaldırmalar, ayaklanmalar, nedeni ve mantığı iyice anlaşılmayan cinayetler birbirini izlemekteydi.

Huerta’nın başa geçmesini izleyen olaylar, bir anlamda, 1910’dakilerin bir tekrarı oldu. Kuzeydeki köylüler ve ayaktakımı, Pancho Villa önderliğinde “Kuzey Tümeni” adında bir ordu kurup yeniden ayaklanırken, güneyde Zapata’nın isyanı yeni bir hız kazandı. Burjuvazi ise bu kez eski bir politikacı olan Venustiano Carranza önderliğinde “Anayasalcı” diye anılan yeni bir blok oluşturdu. Üç grup arasında Başkan Huerta’ya karşı, 1910’da olduğu gibi son derece sınırlı ve istikrasız bir ittifak kuruldu.

ABD Bir Kez Daha Sahnede

Francisco MaderoGeneral Huerta, iktidarı ele geçirdiğinde başkan Wilson’un demokrasi ilkelerini benimseyen Amerikalılar tarafından tanınmaktaydı. Ama Huerta, 1913 Ekim’inde bir seçim yapılmasını bekleyen büyük kapitalistleri hayal kırıklığına uğratarak açık bir diktatörlük kurmadan önce 110 milletvekilini tutuklattı. Bunu Pasifik kıyısında bulunan ABD filosundaki “Delphin” gemisine bağlı denizcilerin tutuklanması izledi. Erlerin hemen hepsi daha sonra serbest bırakılmalarına rağmen, Amerikalı amiral özür dilenmesini ve ABD bayrağına saygı töreni yapılmasını istedi. Huerta bu isteği reddetti. Bunun üzerine Wilson, Carranza ile ilişki kurdu.

Wilson daha sonra deniz kuvvetlerine Atlantik kıyısındaki Vera Cruz’a, 12 Nisan 1914’te çıkartma emrini verdi. Bu liman özellikle seçilmişti; çünkü Vera Cruz, Meksika’nın Atlantik’teki başlıca limanıydı ve kenti ele geçiren deniz birlikleri, Huerta rejimini ekonomik yönden kıskaca almış olacaklardı. Deniz birliklerinin Vera Cruz’a çıkışından üç ay sonra Huerta kaçmış, 1914 Ağustos’unda Carranza başkente girmişti. Madero’nun öldürülmesinden bu yana sürdürdüğü savaş, ABD ordusunun desteği ile bir zaferle son bulmaktaydı.

Carranza Mexico City’ye yerleşir yerleşmez, Zapatacı delegelerle görüşmeye başladı. Ama görüşmeler çıkmaza girdi. Çünkü Zapata, herhangi bir anlaşmanın ancak Ayala Planı’nın, özellikle de planın toprak dağıtımına ilişkin maddelerinin kabulü üzerinde gerçekleşebileceğinde ısrar ediyordu. Buna karşılık Carranza bu konuya hiç değinmiyor, tıpkı 1910’da Madero’nun yaptığı gibi Güney Kurtuluş Ordusu’nun dağıtılmasını ve resmi güçlerin emrine girmesini istiyordu. Bir kez daha yeni bir savaşın başlaması kaçınılmaz görünüyordu.

Carranza’ya karşı savaşta başlangıçta askeri avantaj Zapata ve Villa’dan yana görünüyordu. Orduları başkent ve ülkenin merkezi kesimlerinin yanı sıra, demiryolu ağının da büyük bir bölümünü kontrol ediyorlardı. Carraza’ya bağlı birlikler ise Veracruz’da bir kıyı şeridine sıkışmışlardı ve kuzey ve güneyde çok dar bir bölgeyi denetleyebiliyorlardı. Mexico City’nin düşmesini izleyen haftalarda kuzeybatının denetimi tamamen Zapata ve Villa’nın eline geçti. Ancak tam bu noktada en büyük stratejik yanlışlarını yaptılar. Güçlerini Carranza güçlerinin merkezi Veracruz’da yoğunlaştırmak yerine, kuzeye ve güneye dağıttılar. Bu karar, yenilgiyle sonuçlanacak sürecin ilk adımıydı.

İlk yenilgilerden sonra, başlangıçta köylü devriminin, özellikle de Kuzey Tümeni’nin karşı durulmaz ilerlemesinden etkilenerek devrime katılmış olan Lucio Blanco gibi generaller de saf değiştirdi. Diğer yandan, Anayasalcı blokta da belirgin bir sola kayma başlamıştı. Villa ve Zapata’dan ayrılarak saf değiştiren radikal aydınlar da bu ortama katkıda bulundular. Toprak reformunun yanı sıra sekiz saatlik işgünü gibi, sendika hareketinin de kimi talepleri Anayasalcıların programına alındı. ABD açısından Carranza’nın demeçleri can sıkıcıydı: Yeraltı servetlerinin ulusallaştırılacağını ve bir toprak reformunun yapılacağını vadetmişti (15 milyon Meksikalının 10 milyonu bütünüyle topraksızdı; oysa nüfusun % 75’i köylerde yaşamaktaydı). Carranza Amerikan çıkarlarının söz konusu olduğu her şeyde reform vadetmişti: Petrol endüstrisinde, madenlerde, tarımda ve hayvancılıkta!

Carranza tarafından bozguna uğratılan Pancho Villa, ülkenin kuzeyindeki dağlara çekilmişti. Pancho Villa, hükümet birliklerinin karşısında bozguna uğrayınca Washington’a, Amerikan örneği bir demokrasiyi kabul edeceğini bildirdi. Wilson, Pancho Villa’nın bu sözüne inanacak, Carranza’yı Anayasa’ya uygun olarak seçilinceye kadar tanımayı reddedecektir.

Şimdi Pancho Villa, Carranza’nın duymak istemediği Amerikan öğütlerini beklemekteydi. 1915 yılının ilk on ayında Amerikalıların kararsızlığı, Meksika’da süren anarşiyi arttırmaktan başka bir işe yaramadı. Sonunda da ABD ve altı Latin Amerika ülkesi, 1915 Ekim’inde istemeye istemeye Carranza hükümetini tanımaya razı oldu.

Basın Kralı Hearst, Meksika’ya Haçlı Seferi İstiyor

Venustiano CarranzaBu gevşeklik Pancho Villa’yı kızdırdı. Özellikle, Meksika ordusuna isyancı çeteleri kovalamak için Amerikan sınırlarını geçme yetkisinin verilmesi onu çok öfkelendirmişti. 1916 Ocak ayında Sante Isabel’de bir trenin yolunu kesti, içinde bulunan on altı Amerikalıyı kurşuna dizdirdi. Ve kısa bir süre sonra Columbus’a (Yeni Meksika) saldırdı.

Bu olay, Meksika’ya askeri bir müdahale yapılması taraftarlarına bir gerekçe sağlayacak büyük bir fırsat olmakta gecikmedi. Basın kralı Hearst’ın gazeteleri, seçim kampanyasında destekledikleri Wilson’a saldırıyor ve neredeyse Meksika’nın işgalini öneriyorlardı. Hearst’ın annesinin Meksika’da bir çiftliği ve buna bağlı olarak da bazı çıkarları vardı ve Hearst bu çıkarlara dört milyon dolarlık bir değer biçmekteydi. Porfirio Diaz, Hearst’ın çok yakın dostuydu ve onun baskı rejimi altında bu mallar güven altında bulunmaktaydı. Diaz’ın 1911’de sürgüne gönderilmesinden sonra ülke, Hearst’a göre anarşiye sürüklenmişti.

Bu arada Pancho Villa’nın adamlarının Hearst’ın çiftliğine saldırıp yağma etmeleri, bu arada çiftlik kâhyasını öldürmeleri duruma tuz biber ekti. Bunun ardından çiftlik, Carranza’nın birlikleri tarafından işgal edildi. Hearst, ABD hükümetinin Meksika’da “düzeni korumak” gibi “kutsal” bir görevi olduğunu yaymaya başlayacak, gürültü kampanyalarından birini daha açacaktı. Hearst’ın gazetelerinde ateşli manşetler görülmeye başlanmıştı. “Meksika bize savaş açmaya hazırlanıyor! Haydutlar, ABD’ye savaş açmak için Carranza’yla birleşiyorlar!”

Meksika’ya karşı Haçlı Seferini isteyen, yalnızca Wilson’ın baş rakibi Roosevelt ve Hearst’ın güçlü basını değildi. Arizona senatörü Albert B. Fail da onlar gibi düşünmekteydi. Fail, ABD petrol çıkarlarının temsilcisiydi. (Sonraları Harding’in başkanlığı sırasında İçişleri Bakanı olacaktır). Senatör Fail, Meksika’nın 500.000 kişilik bir ordu tarafından işgal edilmesini istiyordu. Senatör, kuşkusuz yalnızca kendi inisiyatifiyle davranmamaktaydı ve çıkarlarına hizmet ettiği petrol şirketleri de Carranza’nın düşmesini istiyorlardı. ABD petrol tröstleri Meksika petrolünü ulusallaştırmak istediği için Carranza’yı bağışlamamaktaydılar. Senatör Fail, Meksika Başkanı’na karşı saldırılarını arttırırken, demokrasi savunuculuğu tutumu takınmakta ve “Carranza’nın, Deli Petro’dan daha despot olduğunu ve bu despotluğun Amerikan demokrasisini tehdit ettiğini” söylemekteydi!

1916 Ocak ve Mart aylarında Santa İsabel ve Colombus’taki kanlı olaylarda ölen Amerikalıların sayısı 35’ti ve Amerikan kamuoyunda Meksika’ya karşı tam bir düşmanca tavır oluşturulmuştu. Wilson, kararsız kalırsa itibarının sarsılacağını anladığından derhal bir “cezalandırma seferi” emri vermiş, bunun komutanlığını da 1898’de Küba’da ve Filipinler’de birkaç kez görev yüklenmiş olan General John F. Pershing’e bırakmıştı. Pershing, Pancho Villa’yı yakalamak ve onun haydutluğuna son vermekle görevliydi.

Amerikan birlikleri, 15 Mart 1916’da Meksika’ya önce 5.000 sonra da 11.000 kişiyle büyük bir çıkartma yaptılar. Oysa Carranza rejimi yalnızca beş ay önce Washington tarafından tanınmıştı. Meksika’nın içişlerine yabancı bir ülkenin müdahalesi, Carranza’yla Villa’yı birbirine yaklaştırmıştı. Carranza, Amerikan birliklerinin ülkeyi derhal terk etmelerini istiyordu. Oysa ABD, bu çıkartmayı Meksika’ya karşı bir genel savaş durumuna dönüştürmeye hazırlanmaktaydı.

Fakat işler beklenildiği gibi gitmedi. ABD’deki barış yanlılarının tepkileri yoğunlaşmış ve Avrupa’da I. Dünya Savaşı iyice hızlanmıştı. ABD bu yüzden Meksika’daki birliklerini geri çekme karan aldı. Bu karara karşı tepkiler sert oldu. Kendi yatırımları, özellikle petrol endüstrisindeki yatırımları konusunda çeşitli güvenceler elde etmek isteyen çıkar grupları bu karara karşı çıktılar. Bu çekişmeler, Meksika’daki “cezalandırma seferi”nin tek amacının Pancho Villa’yı yakalamak olmadığını kanıtladı. Bu yüzden bir Amerikan komisyonu tarafından hazırlanmış ve Kasım ayında imzalanmış olan anlaşma protokolü, 1916 yılı Aralık ayı sonunda Carranza tarafından reddedildi.

Carranza, 1916 Ekim’inde, 1917 Anayasası’nı yapacak bir kurucu meclis seçtirdi. ABD Başkanı Wilson seçimle işbaşına gelen demokratik hükümeti destekleyeceğine dair verdiği sözü yerine getirerek, 18 Ocak 1917’de fiilen (de facto) tanıdığı Carranza hükümetini, hukuki olarak (de jure) tanımıştı. Meksika’da büyük çıkarları olan maliyeci ve sanayici Amerikalı gruplar doğallıkla pek memnun kalmadılar; yeni askeri müdahale ortamı yaratmaya çalıştılar. 1917 Anayasası yalnızca kilise mallarını ulusallaştırmakla, ülkenin yeraltı ve yerüstü servetlerinin Meksika halkına ait olduğunu bildirmekle kalmıyor, aynı zamanda Meksika’da toprak sahibi olmayı da ayrı bir yasaya bağlıyordu. Bununla birlikte hükümet, Meksika yurttaşı olmayan bazı yabancıları da bu toprak sahibi olma hakkından yararlandırmayı da ihmal etmemişti. Bu yabancılar bir suç işlediklerinde kendi hükümetlerinin himayesini istememeyi kabul ettikleri sürece toprak sahibi olabileceklerdi.

Meksika’daki Amerikan çıkarlarını temsil eden gruplar, buna rağmen 1917 anayasasına saldırılarda bulundularsa da Washington’un doğrudan müdahalesini sağlayamadılar.

Meksika Devrimi, ülkenin içyapısındaki iki büyük değişkenin varlığını ortaya çıkarmıştı: aşırı Katoliklik ve onun karşısında daha da ileri bir tanrıtanımazlık. Zapata’nın adamları olan köylüler, şapkaları üzerinde aziz tasvirleriyle savaşa giderken, sanayi proletaryasından oluşan “Kızıl Taburlar” kilise yakmaktan başka bir şey yapmıyorlardı. Ülkedeki bu büyük bölünme hiç bir zaman bir uzlaşmaya varamayacak, tersine, 1920’den, özellikle 1926’dan sonra, Kilise’yle Devlet arasındaki kopma Cristero’ların (Hristiyanlar) özellikle kırsal kesimlerde kanlı biçimde ezilmeleriyle daha belirgin olarak kendini gösterecektir. Cristerolar, laik devletin buyruklarını kabul etmeyen köylülerdi.

Kısaca, ortada köklü bir karşıtlık vardı: her şey her şeye karşıydı! Böyle bir durumda, bu ya da öteki liderle saflaşmak, bu ya da öteki partiyi tutmak, şu ya da bu dava ardında koşmak nasıl olanaklı olabilirdi? Böyle bir ortamda, her şey olağandı. Yanlışlıklarla birlikte, dehşet eylemleri, nedensiz kötülükler yıllar boyu sürdü. Hem aktör, hem seyirci, hem kurban, hem katil olan Meksika halkı, bu kasırga içinde kendi kendini buluyor, Meksika ulusunu kuruyordu.

Pancho Villa,  Emiliano Zapata ve Venustiano Carranza

Pancho Villa ve Kuzey Tümeni askerleriMeksika Devrimi’nin bütün olayları, kuşkusuz az sayıda bayrak kişilerde açıklanamaz ya da devrimin liderinin tek kişi olduğu söylenemez. Bununla birlikte özellikleri, eğilimleri, düşünceleri ve tutkuları ötekilerden daha iyi simgeleyebilecek en az üç baş oyuncu bulunabilir: Villa, Zapata, Carranza…

Meksika Devrimi olaylarını dikkatle izleyecek olursak, bu olayların iki noktada toplandığını görürüz. Kuzey (özellikle, Chihuahua eyaletinde) ve Güney (özellikle Morelos eyaletinde). Meksika Devrimi’nin belli başlı iki köylü eyleminden biri Pancho Villa’nın Kuzeyde yürüttüğü eşkıyalık temeline dayanan eylem, öteki ise Zapata’nın Güney’de (Morelos’da) tarım kesiminde başlattığı, eşkıyalıkla ilgisi olmayan ajitasyon eylemiydi.

Francisco Pancho Villa, 1878’de doğdu. Asıl adı, Doroteo Arango’dur. 1894 yılında köyündeki patronu kızkardeşine tecavüz edince onu öldürmeye kalkıştı. Kaçmak zorunda kaldı ve haydut oldu. Küçük bir haydut olarak, ülkenin kuzeyini altüst eden bir sürü çeteden biri ya da ötekiyle çalıştı. Kendi seçtiği “Pancho” adıyla ün yaptı. Aslında, Arango, babasının adı değildi; “Pancho” Jesus Villa adında bir toprak sahibinin, evlilik dışı oğluydu. (Arango, babaannesinin adıydı).

Pancho Villa on dört yıl süren haydutluk yaşamıyla bir çeşit Meksikalı Robin Hood ya da Giyom Tel destanı yazmak düşüncesini bir yana bıraktı. Haydut Pancho Villa’nın ardına düşen jandarmalardan kurtulmak için her yerde dostlara ihtiyacı vardı ve o bunu anlayacak kadar zekiydi. Bu nedenle yağmalardan elde ettiği malların bir bölümünü faaliyet gösterdiği bölgenin yoksullarına dağıtmayı bir âdet haline getirmişti. 1910’da Madero’nun hizmetine girdi ve geniş destek sağladı. Aslında okuma yazma bilmeyen, on dört yıl haydutluk yapmış, toplumsal koşulların geri bıraktırdığı bölgede doğmuş olan bir köylünün tutarlı bir ideolojik çizgiye ulaşması elbette mümkün değildi. Öte yandan Villa, büyük bir general olmayı da başarmıştı. Kavrama yeteneği olağanüstüydü; topçuluk tekniğini kısa sürede ustası Rubio Navarrete’yi şaşkınlığa düşürecek biçimde kavramıştı. Kara muharebelerinde hava desteğinin önemini anlamış, adamları arasına Amerikalı pilotları katmıştı. Savaşta çevikliğin önemine inanmıştı ve zırhlı trenler kullanarak birliklerine yer değiştirmede ustaydı. 1910 yılı için henüz bir yenilik sayılan gece savaşını ilk uygulayanlardan biri Pancho Villa’dır. Süvari savaşlarında kimseyle kıyaslanamayacak bir ustaydı; ama bu onun siper muharebesinin önemini de anlamaktan alıkoymamıştı.

Pancho Villa’nın savaş eylemleri incelenirse bunlarda büyük hatalar bulunamaz. Üstelik Porfirio Diaz’ın Avrupa’nın en ileri okullarına uygun biçimde eğitilmiş askerlerden oluşan ordusuna karşı savaşmıştı. Yine de 1915’te Celaya’da Obregon’a karşı savaşırken önemli bir yanlışlık yaptı: Yüksek tepelerde mevzilenmiş karşı birlikleri, aşağıdan yukarı süvari hücumuyla yenmeye çalıştı.

Ustalık ve dayanıklılık açısından olağanüstü bir süvari olan Villa, daima giydiği koyu renk deriden elbisesi ile tam babacan bir haydut görünümündeydi. Düşmanları karşısında kıyıcı, kendinden olanlara karşı cömertti, dostlarına karşı dürüst, hasımlarına karşı acımasızdı. Villa ve onun gibi devrimci eşkıyalar için görünürdeki amaç “kardeşlik ilkesine dayanarak kurulmuş özgür bir toplum ülküsü” olsa da, son çözümde onların gerçek özlemleri sınıf değiştirmekti. Nitekim 1920’de iki general (Obregon ve Calles) tarafından Carranza hükümetinin düşürülmesinin ardından, Parral yakınlarında oldukça büyük bir çiftlik verilmesi karşılığında Villa politikadan çekilmeyi kabul etmişti.

Pancho Villa’nın yaşamı bu nedenle bir dizi çelişkilerle doludur. Belki de bu çelişkiler devrimin böyle önemli bir kişisine, gereken değerin verilmemesine neden olmuştur (Villa’nın anısına ilk anıt 1969’da dikilmiştir. Oysa ilk anıtı dikilene kadar, Pancho Villa’yı görmüş olan yaşlı köylüler, onun gözde atı “Siete Leguas”ın üstünde gururla ve onurla geçişini anlatırlardı). Meksika yönetici sınıfının, büyük ulusal kişiler arasına Pancho Villa gibi resmi açıdan pek de gerekli olmayan bir kişiyi katmamaları doğaldı. Ama halkın bilinci, bu bilincin ortaya çıkardığı Pancho Villa’yı kolay kolay unutamaz.

Ülkenin kuzeyinden Orta Güney’e geçelim. Pancho Villa’nın her yana dal budak saran eylemleri karşısında, Emiliano Zapata’nın belirli bir bölgenin alanı içinde kaldığı görülür. Ama etkinlik bakımından, Zapata da Villa’dan geri kalmadı.

1877’de Cuautla’da doğan Emiliano Zapata’nın ailesinin küçük bir toprağı vardı. Zapata da (Morelos eyaletinin insanı gibi) Porfirio Diaz döneminde Kızılderililere ait toprakların zorla alınması karşısında büyük bir kırgınlık duymuştu. Geçmişte yapılan bazı yorumlara rağmen Emiliano Zapata’nın komünist görüşlü olduğunu söylemek olanaksızdı. O yalnızca, kendi adına ve toprakları büyük toprak sahiplerince ellerinden alınmış olan Meksikalı köylüler adına, savaşmaktaydı. Kısacası Emiliano Zapata açısından, eski dengenin yeniden kurulması söz konusuydu. Bunu gerçekleştirmek için Zapata, önceleri, 1910 yılında San Luis Potosi’de, Madero’nun ilan ettiği plana bel bağladı. Yeni başkanın oyalaması karşısında, bu umudu zayıfladı; Madero’nun yerine geçen Huerta’nın davranışı yüzünden de Zapata yöneticilerden umudunu bütün bütüne kesti. Carranza rejiminin de en az eskiler kadar yoz olduğunu, iktidarı ele geçirenlerin uğruna savaştıkları halkı unutup, devirdikleri despot liderler gibi halka zulmettiğini görmesi Zapata’da kesin bir güvensizlik yaratacaktı.

Orta Güney Meksika köylülerinin başına geçen Zapata’nın savaş eylemleri, Pancho Villa’nınkiler kadar epik olmamakla birlikte, asgari etki açısından onlardan aşağı değildi. Bunun kanıtı, 1914 yılında Villa ve Zapata birleşik kuvvetlerinin birlikte başkente girişlerinde görülecekti.

Zapata tam bir idealistti. Doğduğu topraklardan gelen köylüler ona kardeşi Eufemio Zapata’nın diktatör gibi davranmaya başladığını; köylülerin topraklarına ve hatta kadınlarına el koyduğunu söylediklerinde köyüne gitmiş; kardeşi, karısını zorla elinden aldığı bir köylü tarafından gözlerinin önünde öldürülmesine karşın kardeşinin haksız olduğunu bildiğinden kılını bile kıpırdatmamıştı.

Ne var ki, devrim eylemini sürdürecek kişiler Villa ya da Zapata olmadı hiçbir zaman… Zapata kendisini bekleyen sonun bilincindeydi: “Bu politikacılar ben ölmeden halka hakkını vermeyecekler. Benden o kadar iğreniyorlar ki söylediklerimi işitemiyorlar. Biliyorum, diktiğimiz ağacın meyvesini asla göremeyeceğim. Ama sizler göreceksiniz” demişti. Zapata’nın kehaneti hiç değilse ölümü açısından doğru çıktı. 10 Nisan 1919 günü henüz 39 yaşındayken ihanete uğrayarak öldürüldü. Delik deşik edilerek tanınmaz hale getirilen cesedi halka gözdağı ve ibret vermek için köy meydanına atıldı.

Her türlü askeri etkinlik olanağından giderek yoksun bırakılan Pancho Villa da, aynı biçimde 20 Temmuz 1923’te pusuya düşürülerek öldürülecekti.

Pancho Villa’yla Emiliano Zapata birçok konuda birbirleriyle çeliştiler. Örneğin Zapata hiçbir zaman Madero’ya sempati duymazken Villa, Madero’nun buyruğuyla hapse atılmış olmasına rağmen küçük şef (pegueno jefe) için her zaman sonsuz bir hayranlık beslemiştir. Meksika Devrimi adlı yapıtında John Womack ikisi arasındaki fiziksel farkı şöyle anlatır: “Pancho Viila ile Zapata’nın görüşmesini izleyen bir Amerikalı, iki adam arasında belirgin bir kontrast olduğunu belirtiyordu. Villa uzun boylu, kanlı canlı, yaklaşık 90 kilo ağırlığındaydı. Onun yanında Zapata sanki başka bir ülkenin yerlisi gibi duruyordu.”

Ama bir nokta üzerinde her zaman uzlaşıyorlardı: Venustiano Carranza’ya karşı duydukları nefret!

Porfirio Diaz ordusunun eski bir askeri olan Carranza konusunda her türlü yargıya varmak mümkündür. Gerçekten de Carranza için bütünüyle birbirine karşıt sıfatlar kullanıldı: bir yandan babacan, cömert, iyi, ülkenin birliği için çalışan bir adam sayılırken, öte yandan, ülkenin en küçük sorununu anlamaktan âciz, aşağılık, adi bir adam olduğu söylendi. Örneğin, “la cucaracha” (hamam böceği) sözcüğü, Villa’nın askerlerinin Carranza’yı kastederek söyledikleri bir türkünün adıydı. Carranza’yı tanımış, ilişki kurmuş olan herkes onu ya kesinkes sevmiş ya da ondan nefret etmiştir. Ayrıca, tepeden bakan soğuk kişiliğiyle Carranza’nın, insanlarla ilişki kurması da zor oluyordu. (Soğuk davranışlarını, onun iki özelliğini, yeteneksizliğini ve zalimliğini saklamak için kullandığı söylenir). Beş yıl süren başkanlığı, karışıklık içinde geçti. Müttefikleri düşmana dönüştü, düşmanlarıysa onunla işbirliğine asla yanaşmadılar. Venustiano Carranza 21 Mayıs 1920’de öldürüldü.

Meksika Devrimi’nin 1920 yılında bitmiş olduğu söylenebilir. Bundan sonra Meksika’da çok sayıda darbe daha oldu. Emperyalist güçler, işbirlikçiler ve Meksika burjuvazisi, işçi ve köylü ittifakının tam olarak sağlanamamasından yararlanarak, bu iki sınıfı birbirine düşürmeyi denediler ve böylece ülkeyi daha kolay sömürme olanağı buldular; karşıdevrimci düşünceler giderek güç kazandı. Ama yine de gözyaşı ve kanla, dehşet ve acıyla Meksika halkı kendi varlığının, kendi cevherinin, kısacası Meksikalılığının bilincine ulaştı. 1910’da başlayan devrim sürecinden, fırtınalı olaylardan sonra Meksika tarihi artık aynı kalamazdı. Gerçekten de Kızılderililer, melezler, beyazlar, zenciler, devrimden sonra eskisi gibi kalmadılar: Artık hepsi de Meksikalı olacaklardı ve her zaman öyle kalacaklardı. Devrim, başlangıçtaki sosyal ve ekonomik amaçlarından geniş çapta saptırılmış da olsa, işlevini yerine getirmişti.

YAZI HAKKINDAKİ DÜŞÜNCELERİNİZ

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.