Musul Sorunu Nasıl Çözüldü?

19. yüzyılın başlarında dünyanın en büyük sömürgeci devleti İngiltere’nin Ortadoğu siyasetinde, Hindistan yolu üzerindeki Irak ve Arabistan’ın stratejik önemi son derece büyüktü. İngiliz İmparatorluğu’nun sınır ve ulaşım güvenliğini sağlamak ve refahının devamı için, İngiltere’nin açık denizlerin kontrolünü elinde bulundurması, Avrupa güç dengesinin korunması ve dünya petrol politikasını elinde tutması gerekiyordu.

İngiltere’nin güç dengesinin korunması politikasındaki en önemli öğelerden birisi, Irak ve Arabistan’ı elinde bulundurması nedeniyle doğal olarak Osmanlı İmparatorluğu’ydu. İngiltere uzun yıllar boyunca, diğer büyük devletlerin eline geçmesi durumunda kendi aleyhine güç dengeleri bozulacağı için Osmanlı’nın toprak bütünlüğünü korumaya çalışmış, diğer devletlerin Osmanlı üzerinde nüfuz sahibi olmasını elinden geldiğince engellemişti.

1877-1878 Türk Rus Savaşı, Türk-İngiliz ilişkilerinde bir dönüm noktası oldu. Bu tarihe kadar yukarıda söz konusu edilen siyaset gereği genel olarak Osmanlı toprak bütünlüğünü korumaya çalışan İngiltere bu savaşın ardından Osmanlı’yı yaşatmanın ya da toprak bütünlüğünü korumanın artık olanaksız olduğunu anlamıştı.  Başka devletler Osmanlı topraklarını parça parça ellerine geçirirken, dönemin en büyük emperyalist devleti olan İngiltere’nin yaşananları uzaktan izlemesi düşünülemezdi. Nitekim bu yeni politikanın ilk adımları da Kıbrıs’ın ve Mısır’ın işgal edilmesi oldu.

Musul, stratejik konumu, zengin ve verimli toprakları dolayısıyla tarihin her döneminde önemini koruyan bir bölgeydi. İlk kez 1055-1056 tarihinde Selçukluların eline geçmiş, o tarihten sonra hep Türklerin elinde kaldığı için vatan toprağı olarak görülmüştü. 20. yüzyılın hemen başlarında petrolün insan yaşamının her alanına girmesi ve petrolün ilk keşfedildiği bölgelerden biri olması nedeniyle Musul’un stratejik önemi bir kat daha artmıştı. Başta İngiltere olmak üzere bütün emperyalist devletler, aç kurtlar gibi petrol zengini bu bölgenin avuçlarına düşmesi için artık fırsat kollamaya başlamışlardı.

Görüleceği üzere, İngiltere’nin Musul bölgesine olan ilgisi I. Dünya Savaşı’ndan çok önce başlamış, savaş boyunca da devam etmişti. 1915’te Sir Mauric Bunsen’in başkanlığında kurulan “Asya Türkiyesi’ni İnceleme Komisyonu”, savaşın sonunda Musul’un mutlaka İngiltere’nin nüfuz alanına dahil edilmesini öneriyordu.

31 Ekim 1918’de Mondros Mütarekesi imzalandığı gün, Türkiye iyimser bir şekilde Türk ordusunun elinde bulunan yerlerin “Mütareke Hattı”nı oluşturacağını beklemekteydi. Musul da mütarekenin imzalandığı gün Türklerin elinde olan bölgelerden biriydi. Ancak mütarekeye aykırı olarak askeri harekatı sürdüren İngilizler, 6. Ordu Komutanı Ali İhsan Sabis’ten Musul’un boşaltılmasını istediler. Bir yandan da işgallerini kolaylaştırmak için zemin hazırlamaya çalışıyorlardı. Bazı Arap kabileleri İngilizlerin tahrik ve teşvikleriyle Türk birliklerine saldırarak silah ve erzaklarını binek hayvanlarını yağmalamışlardı.

Mütareke metnini 3 Kasım 1918 günü alan Ali İhsan Paşa, İngilizlere 31 Ekim 1918 günü öğle vakti askeri harekat durduğundan, İngilizlerin Musul’a girme haklarının olmadığını söylüyordu. İngiliz Irak Ordusu Başkomutanı General Marshall ise 7 Kasım 1918 günü Musul’u işgal için emir aldıklarını ve şehri boşaltmak için 15 Kasım 1918 günü öğlene kadar vakit verdiklerini kesin olarak belirtmişti.

9 Kasım 1918 günü Ali İhsan Paşa, Sadrazam İzzet Paşa’dan 15 Kasım 1918 tarihine kadar Musul’u boşaltma emrini alınca  Nusaybin’e çekilerek Musul’u İngiliz işgaline bırakmak zorunda kaldı. 15 Kasım 1918 günü Musul merkezi, 6 Aralık’ta ise vilayetin tamamı Türk birliklerince boşaltılmış, Musul’da İngiliz işgali ile birlikte Musul sorunu dönemi başlamıştı.

25 Nisan 1920’deki San Remo Konferansı’nda varılan uzlaşmaya göre İngiltere Musul petrol gelirlerinin % 75’ine ve petrol şirketinin yönetimine sahip olacak, Fransa da % 25’lik bir paya sahip olacaktı. İngiltere, 1920 Aralığında Suriye’yi de etkileyen Arap isyanları sonunda Musul, Kerkük ve Süleymaniye halkının tepkisine rağmen Emir Faysal’ı sözde bir halkoyuna dayanarak Irak Kral’ı ilan etmişti.

Erzurum ve Sivas Kongreleri kararlarına göre Mustafa Kemal Atatürk ve Heyet-i Temsiliye tarafından Türkiye’nin bölünmez sınırlarını belirleyen Misak-ı Milli’yi hazırlanmıştı. 28 Ocak 1920’de son Osmanlı Meclis-i Mebusan’ı tarafından kabul edilen Misak-ı Milli’ye göre Mondros Mütarekesi’nin imzalandığı 30 Ekim 1918 günü Türk Ordusunun elinde bulunan, Türk ve İslam çoğunluğun yaşadığı Osmanlı toprakları Türkiye’nin ayrılmaz sınırlarını oluşturmaktaydı. Misak-ı Milli’nin kabul ve ilanı Türkiye’nin Musul’u kendi toprakları olarak gördüğünün ifadesiydi.

Sakarya Savaşı’nın Türkiye’nin zaferiyle sonuçlanması İngiltere’yi endişelendirmişti. İngiliz yetkilileri arasında Türkiye’nin Musul’a müdahale olasılığı göz önünde bulundurularak, TBMM Hükümeti’ne karşı izlenen politikanın değiştirilmesi fikri gündeme gelmişti. Milli Mücadele döneminde TBMM Hükümeti, Musul’u vatan toprağı olarak görmekten hiçbir zaman vazgeçmemesine rağmen, Yunan ordusuyla savaşın şartları ve Musul’a ulaşan demiryollarının Fransa’nın işgalinde bulunması gibi nedenlerle yeterince ilgilenememiştir. Ancak 1922 yılı başlarında Antep Milli Kuvvetleri Komutanı Özdemir Bey emrindeki birlikler bölgeye gönderilmiştir. 1922 yılı Ağustos ayında önemli başarılar elde edilmiştir. Özdemir Bey’e Musul halkının verdiği destek yanında Tunus ve Cezayirli gönüllüler de katılmıştır. Aralık 1922’de İngilizlerin hava saldırıları ve taarruzları sonunda geri çekilmek mecburiyetinde kalmıştır.

Lozan Konferansı’nda Musul

Musul, Lozan Konferansı sırasında en çok tartışılan konudur. Lozan Konferansı 20 Kasım 1922’deki açılış töreninden sonra ilk toplantısını ertesi gün yapmıştı. Konferans İç Tüzüğü’ne göre Musul meselesi “Askeri ve Arazi Komisyonu”nda görüşülecekti. Komisyon Başkanlığı’na İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Curzon getirilmişti. Lozan Konferansı’nda Türkiye’yi temsil eden Dışişleri Bakanı İsmet (İnönü) Paşa başkanlığındaki heyete verilen talimatta Musul, Kerkük ve Süleymaniye’nin iadesi istenirken, İngiltere’ye bazı ekonomik ayrıcalıklar tanınabileceği bildirilmişti.

Musul sorunu, 27 Kasım 1922 günü resmen görüşülmeye başlanacaktı. Ancak İsmet Paşa ve Lord Curzon özel görüşmelerle çözmeye karar vermişlerdir. Özel görüşmelerde iki taraf da tezlerini etnik ve siyasi nedenlere dayandırmıştır. Ancak İngiltere açısından konunun petrol meselesine dayandığı ortaya çıkmıştı. Türkiye’nin de elbette bölge petrollerine ihtiyacı vardı fakat asıl olan Misak-ı Milli hedeflerini gerçekleştirmekti.

Lord Curzon, petrol tavizi vererek Türkiye’yi Musul’dan vazgeçmeye uğraşmıştır. Buna rağmen Türkiye’nin Musul’u içine almayan bir anlaşmayı kabul etmeme kararlılığını da görmüştü. Bunun üzerine Türkiye’nin taleplerinin bir kısmını karşılamayı düşünerek Köysancak, Revandüz ve Süleymaniye’yi vermeyi önermiştir. Türk heyeti, vilayetin tamamını isteyerek, bölgede halkoyuna başvurulmasını teklif etmiştir. Curzon bu defa halkın cahil olduğunu, halk oyuna başvurulamayacağını ileri sürdürmüştü. Halbuki, İngiltere Emir Faysal’ı krallığa getirirken halkoyuna başvurmuştu.

Musul sorunu 23 Ocak 1923 günü Lord Curzon’un başkanlığını yaptığı Arazi Komisyonu’nda görüşülmeye başlandı. İsmet Paşa, özel görüşmelerde olduğu gibi Türkiye’nin tezini etnik, siyasi, coğrafi, askeri, tarihi ve iktisadi açılardan ele alarak kanıtlarıyla anlattı. Özellikle nüfus meselesinde İngiltere’nin iddia ettiği rakamların güvenilir olmayacağı, vilayetin ancak bir kısmını dolaşabilen birkaç memurun vilayetin nüfusunu tespit imkanı olmadığı açık bir şekilde görülmüştü. Türkiye’nin son istatistiklerine göre vilayetin yerleşik nüfusu, 503.000 civarında idi. Bunun dışında 170.000 civarında Türkmen, Türk ve Arap aşireti yılın belli dönemlerinde vilayette bulunmaktaydı.

İsmet Paşa’nın dile getirdiği Türk tezinin devamını özetlemek gerekirse, Türkiye üçüncü devletler arasında yapılmış olabilecek anlaşmaları hukuken geçerli görmemektedir, dolayısıyla Musul vilayeti de İngiliz-Irak mandaterliğinde değildir. Gerçekte bu konuda halk özgür iradesiyle karar vermemiştir. Musul’un Akdeniz limanlarıyla bağlantısı ancak Anadolu üzerinden gerçekleşebilir. Ekonomisi ve güvenliği de Türkiye’ye bağlı kalmasını gerektirmektedir. Aynı şekilde Türkiye’nin Doğu’daki güvenliği de buna bağlıdır. Ayrıca, İngiltere mütarekeyi imzaladıktan sonra işgal ettiği Musul’u Türkiye’ye iade etmelidir.

İngiltere adına söz alan Lord Curzon, İngiltere’nin Musul’u Mondoros Mütarekesi’ni imzaladıktan sonra işgal ettiğini göz ardı etmiştir. Curzon, İngiltere’nin Irak’ta mandater devlet olma sıfatıyla Musul’daki işgalinin hukuki bir temele dayandığını iddia etmiştir. İngiltere bu iddiaya göre San Remo’da Irak’ta mandater devlet olma hakkını almıştır. Lord Curzon, son olarak petrol meselesine değinmiştir. İngiltere’nin Musul petrolleriyle ilgili olmadığını, asıl Türkiye’nin petrol kaynaklarından dolayı Musul’u istediğini iddia etmiştir. Curzon böylece Musul meselesinin İngiltere açısından asıl değerini gizleyerek dünya kamuoyunu etkilemeye çalışmıştır.

Musul'daki Türk ve İngiliz subaylar

Lord Curzon’un asıl hedefi konuyu Milletler Cemiyeti’ne havale etmekti. O’na göre Türkiye kendinden bu kadar eminse, bu çözüm şeklini kabul etmeliydi. İngiltere, Musul sorununu Milletler Cemiyeti’ne götürmek isterken, Türkiye’nin uluslararası ortamdaki yalnızlığını göz önüne almıştı. Buna karşılık Milletler Cemiyeti’nin etkin üyesi olarak meseleyi istediği gibi çözümleyeceğini düşünüyordu.

31 Ocak 1923 günü İngiltere, Fransa ve İtalya temsilcilerinin hazırladığı anlaşma projesi Türk heyetine özel olarak iletilmiştir. Musul sorununun çözüm önerisine Milletler Cemiyeti Meclisi’nin vereceği karara göre tespit edilecek sınır Türk-Irak sınırını meydana getirecekti. İsmet Paşa bu teklife itiraz ederken, Ankara’nın görüşünü istemiştir. Hükümet, İsmet Paşa’ya, Musul meselesinin çözümünü her türlü baskıdan uzak olarak halkın oyuna bağlı olduğunu, petrol konusunun görüşülebileceğini bildirmiştir. Ankara’dan gönderilen talimatta, İngiltere’nin Musul petrollerinden “İngiliz kapitalistlerinin ihtiraslarını tatmin için” savaşa sürüklediklerini iyi bir propaganda ile ABD ve Avrupa kamuoyuna duyurulması isteniyordu. 2 Şubat 1923 günü komisyon yeniden toplandığında İtalya ve Fransa temsilcileri, meselenin Milletler Cemiyeti’nin gözetiminde halk oyuna başvurularak çözülmesine bu defa olumlu baktılar. Ancak Lord Curzon, sorunun artık Milletler Cemiyeti’nin bir sorunu olduğunu ileri sürerek reddetti.

İsmet Paşa 4 Şubat 1923 tarihli bir mektupla, barışın sağlanabilmesi için Musul sorununun konferans programından çıkarılarak bir yıl içinde Türkiye ve İngiltere arasında çözümlenmesini önerdi. İngiltere aynı gün Milletler Cemiyeti Meclisi’nde bir yıldan önce “Türk Irak sınırı sorununun” ele alınmasını istedi. Türkiye’nin söz konusu yaklaşımına rağmen konferans aynı gün kesintiye uğradı ve İsmet İnönü Türkiye’ye dönmek üzere yola çıktı.

Musul Sorunu Görüşülürken TBMM’de Tansiyon Yükseliyor

Lord CurzonTürkiye’ye dönüş yolundaki İsmet Paşa, Türkiye’nin barış görüşmelerindeki kesinti nedeniyle savaşa girmesinden kaygılıdır. Her olasılığa karşı orduyu hazır bulundurmakla birlikte, kamuoyunda savaş endişesini yaratmamaya ve özellikle İngilizlerle mücadeleden kaçınılmasına dikkat çekmektedir.

Ankara’ya dönen İsmet Paşa, 21 Şubat 1923 günü TBMM’nin gizli celsesinde Lozan’daki görüşmeler hakkında bilgi verdi. Musul sorunu ile ilgili olarak özel görüşmeleri, karşılıklı notaları, İngiltere’nin kamuoyuna Türkiye aleyhine yönlendirme çabasını, petrolle ilgili tarafların tavrını geniş bir şekilde anlatmıştır.

İsmet Paşa’nın konuşmasından sonra, Meclis’te oldukça sert tartışmalar başlamıştır. Tasarıya karşı olan milletvekilleri Musul sorununun bu şekilde çözümünü Misak-ı Milli’den ödün vermek olarak değerlendirmekteydi. Öyle ki hükümetin hatta meclisin istifasının gerektiğini ileri süren milletvekilleri vardı. Tansiyonun giderek yükselmesi üzerine M. Kemal Atatürk söz alma ihtiyacı duymuştur. Atatürk’ün konuşması özetlemek gerekirse: Mevcut şartlarda meseleyi Türkiye’nin daha güçlü olduğu bir zamana bırakmak uygun olacaktır. Ancak bu Musul’dan vazgeçmek anlamına gelmemektedir. Bu anda halletmeye çalışmak Türkiye’nin karşısına İngiltere’den başka Fransa, İtalya, Japonya gibi dünya devletlerini çıkaracaktır. İlerde çözümsüzlük halinde Türkiye’nin karşısında yalnız İngiltere olacaktır ve bu da çıkarlarına uygundur. Atatürk, Musul’u savaş yoluyla almanın hemen mümkün olabileceğini, ordunun bu güce sahip olduğunu belirterek bu konudaki orduya güvenini de ortaya koymuştu. Ancak savaşa girmenin “mahsurlarını” göz önüne almak gerektiğini de izah etmiştir.

Atatürk ve hükümet, Milli Mücadele’den yeni çıkmış bir Türkiye için, İngiltere açısından bu kadar önemli olan bir bölgede savaşmanın, elde edilenlerin kaybıyla sonuçlanabileceğini göz ardı etmemiştir. M. Kemal Paşa’nın buradaki değerlendirmesinde devletlerin, yeni çıkarlar elde etmek için Türkiye’ye karşı harekete geçebilecekleri olasılığını iyi hesaplamıştı. Nitekim konferans devam ederken Lozan’daki Yunanistan temsilcisi Türkiye’nin Musul’a silahlı mücadelede bulunmasını destekleyerek, Trakya’da kendilerinin rahat hareket etme fırsatı bulabileceğini düşünmüştür. Barış imzalama süresi ne kadar gecikirlerse bir o kadar Türkiye’nin aleyhine olacaktı. İstanbul ve Boğazların güvenliği de önemli öncelikler arasındaydı.

Atatürk Meclis’in bir an önce karara varması gerektiğini “sulh yapılacaksa bir an evvel yapılsın, olmayacaksa aldanmayalım tedabir-i askeriyemizden geri kalmayalım” sözleriyle dile getirmiştir. Uzun tartışmalardan sonra Meclis’e sunulan önerge 170 oyla kabul edilmiş ve karar resmi bir tebliğ halinde yayınlanmıştı. Buna göre TBMM, hükümete “mali, iktisadi, idari meselelerde hayat ve istiklal haklarımızın temini şartıyla” barış görüşmelerine devam etme yetkisi vermiştir. Böylece Musul meselesini ileri bir tarihte çözmeyi de kabul etmiştir.

TBMM’deki konuşmalardan sonra genel olarak iki görüş ortaya çıkmıştı. Başta Mustafa Kemal Atatürk ve hükümet üyeleri “hayati” olarak nitelendirilen siyasi, iktisadi, mali, adli ve idari meselelerin öncelikle halledilmesi gerektiği görüşündeydiler. Musul’u savaşarak alma yolunun getireceği sonuçlarından emin olmak mümkün değildi. Boğazlar, Doğu Trakya ve İstanbul tehlikeye düşebilirdi. O halde barış için Musul meselesinde ertelemeye gitmek en doğru yol olacaktı. Problemlerini çözmüş güçlü bir Türkiye Musul meselesine daha güvenli ve kararlı bir şekilde eğilebilirdi. Meclis’te oldukça yaygın görülen diğer bir görüş ise Musul sorununun çözümünü hiçbir şekilde ertelememek gerekirse savaş yoluyla halletmek gerektiği idi. Bu görüşteki milletvekilleri meseleyi erteleyerek yapılan barışı Misak-ı Milli’den ödün vermek olarak nitelendirmekteydiler. İngiltere’nin propaganda, diplomasi ve maddi gücünü kullanarak istediği çözüme ulaşacağını düşünüyor Milletler Cemiyeti ve İngiltere’ye güvenmiyorlardı.

İngiliz yetkililer arasında da ikili bir görüş hakimdi. Bir kısım parlamenter, Musul sorunu yüzünden barışın ertelenmesini ülkenin çıkarları açısından sakıncalı bulup hükümeti eleştirirken, hükümet ve hükümete yakın çevreler de Türkiye’nin söz konusu şartlarda Musul için savaşı göze alamayacağını hesaplayarak, İngiltere’nin tezinde ısrar etmesinden yana idi. İngiliz yetkilileri savaşı ihtimal dahilinde görmüyor, bu konuda tabiri caizse blöf yapıyordu.

İngiltere bu psikoloji içindeyken Türkiye’nin barış tasarısını almıştır. Tasarıyı 21 Mart 1923’te müttefikleriyle yaptığı görüşmede değerlendirdikten sonra, konferansın 23 Nisan 1923’te yine Lozan’da toplanmasına karar verilmiş ve Türkiye’ye bildirilmiştir.

İsmet Paşa tarafından müttefik devletlere gönderilen anlaşma tasarısında Musul meselesi ile ilgili bölüm “Türkiye ile Irak arasındaki sınır, işbu anlaşmanın yürürlüğe girmesinden itibaren başlayarak, 12 aylık bir süre içinde Türkiye ile İngiltere arasında dostça bir çözüm yoluyla tespit edilecektir. Antlaşmaya varılamazsa, anlaşmazlık Milletler Cemiyeti Meclisi’ne götürülecektir” şeklindeydi.

24 Temmuz 1923’te imzalanan Lozan Barış Antlaşmasının 3. maddesinin 2. fıkrası gereğince Musul hakkındaki kararda, Türkiye’nin bir yıllık süre önerisi dokuz aya indirilmişti. Ayrıca, Türkiye’nin önerisinden farklı olarak Anlaşma’da “sınır çizgisi konusunda alınacak kararı beklerken, Türk ve İngiliz hükümetleri kesin geleceği (kaderi) bu karara bağlı olan toprakların şimdiki durumunda herhangi bir değişiklik yapacak nitelikte hiçbir askeri yada başka bir harekette bulunmamayı karşılıklı olarak yükümlenirler” hükmü yer almıştı.

Lozan Barış Konferansı’ndan Sonra Musul Sorunu

Lozan Antlaşması’na göre Musul sorununun Antlaşma’nın yürürlüğe girmesinden itibaren başlayan dokuz aylık süre içinde halledilmesi gerekiyordu. Ancak İngiltere, sürenin 5 Ekim 1923’ten itibaren başlamasını istedi. Yapılan görüşmelerin sonunda konferansın Mayıs 1924’te İstanbul’da toplanmasına karar verildi.

Haliç Konferansı’nda Türkiye’yi TBMM Başkanı ve İstanbul Milletvekili Ali Fethi (Okyar) Bey başkanlığında bir heyet temsil etmiştir. İngiliz Heyeti’ne ise Irak’ta Yüksek Komiser olarak görev yapmış olan ve Musul sorununa son derece vakıf olan Sir Percy Cox başkanlık etmiştir.

Haliç Konferansı 19 Mayıs 1924 günü çalışmalarına başlamıştır. Açış konuşmasını yapan Ali Fethi Bey, nüfus bakımından üçte ikisi Türk ve Kürtlerden müteşekkil olan vilayetin, coğrafi bakımdan da Türkiye’nin bir parçası olduğunu bilimsel kanıtlarla ortaya koymuştur. Buna karşılık İngiliz Heyeti Başkanı Sir Percy Cox, daha ilk konuşmasında İngiltere’nin sorunu Milletler Cemiyeti’ne götürmek istediğini ortaya koymuştur. 24 Mayıs 1924 günkü toplantı da İngiltere bu defa Musul vilayeti yanında Hakkari vilayetinin bir kısmını da isteklerine dahil etmiştir. Hakkari’den Musul’a göç etmiş olan Nasturiler için toprak talebinde bulunarak Türk Irak sınırını daha kuzeyden geçiren bir harita ortaya koymuştur. İngiltere böylece Türkiye’nin kabul edemeyeceği bir istekte bulunarak meseleyi Milletler Cemiyeti’ne götürmek istemişti. Aynı zamanda Türkiye’den daha fazla toprak talebinde bulunarak, sonra vazgeçip Musul’u sağlama bağlamak taktiği uygulamış olmalıdır.

Görüşmeler sürerken İtalya’da Türkiye Musul’u almak için askeri bir harekata girişirse kendisine St. Jean de Maureinne Antlaşması’yla vaat edilen Türk topraklarını işgal edeceği söylentileri yayılmaya başlamıştı. Bu durum Türkiye’de infial yaratmış ise de İsmet Paşa’nın Türk-İtalya ilişkileriyle ilgili bir beyanatıyla ortam sakinleşmişti.

Haliç Konferansı on günlük bir aradan sonra 5 Haziran 1924 günü son toplantısını yaptı. Ankara’dan Ali Fethi Bey’e gönderilen talimat, yeni bir görüşme ortamı hazırlayacak nitelikteydi. Ancak, İngiliz Temsil Heyeti tavrını değiştirmedi ve konferans anlaşma sağlanamadan dağıldı.

Bu sırada merkezi Diyarbakır’da bulunan VII. Kolordu Komutanlığı’na, Edirne Milletvekili Cafer Tayyar Paşa atanmıştı. Cafer Tayyar Paşa’nın şahsi arşivinde bulunan notları arasında VII. Kolordu Komutanlığı’na atanması sırasında M. Kemal Atatürk’le yaptığı görüşmeyi anlattığı bölüm, Türkiye’nin Musul meselesini gerekirse savaşarak halletmeyi düşündüğüne işaret etmektedir. Caffer Tayyar Paşa’nın görev bölgesi Hakkari ve Van’ı da içine alan Irak Sınırına kadar uzanan geniş bir sahayı içine almaktaydı. Bu sırada bölgedeki Nasturiler İngilizler tarafından desteklenerek silahlandırılmışlardı. Bulundukları bölgelere devlet memurlarının girmesine dahi izin vermiyorlardı. İngiltere’nin Milletler Cemiyeti’ne başvurduğu sırada Nasturilerin isyanı başlamıştır. Hükümet isyanı bastırma görevini VII. Kolordu Komutanına vermişti. Cafer Tayyar Paşa, bu fırsatı değerlendirerek, harekatı Musul’a doğru sürdürmeyi düşünerek Ankara’nın onayını istemiştir. Ancak, bu sırada Musul sorunu Milletler Cemiyeti’nde ele alınmıştı. Türkiye Musul’u hukuki yollarla alacağı umudunu taşımaktaydı. Dolayısıyla bu aşamada askeri bir harekatla Musul’a girmek Türkiye’yi zor duruma düşürebilirdi.

Milletler Cemiyeti’nde Türkiye’yi Haliç Konferansı’nda olduğu gibi Ali Fethi Bey başkanlığında bir heyet temsil etmiştir. Türkiye’nin artık tek bir yolu vardı. O da Milletler Cemiyeti Meclisi’nde Musul vilayetinde halk oyuna başvurma kararını almayı sağlamaktı.

Milletler Cemiyeti Meclisi, Musul’la ilgili ilk toplantısını 20 Eylül 1924 günü yapmıştır. İlk olarak söz alan İngiltere Temsilcisi Lord Parmoor, görüşülecek konunun Musul’un geleceği değil, Türkiye-Irak sınırının tespiti olduğunu söylemişti. İngiltere temsilcisi sınır sorununun halkoylamasıyla çözülmeyeceğini ileri sürerek Türkiye’nin isteğini öncelikle reddetmiştir. İngiltere’nin önerisi, bir komisyon kurarak Musul’a gönderilmesi ve incelemesine göre karar verilmesiydi.

Milletler Cemiyeti Meclisi’nin bir sonraki toplantısında raportör Brantry, İngiltere’nin Milletler Cemiyeti’nin vereceği kararı kabul ettiğini buna karşılık Türkiye’nin bu konudaki görüşünü açıklamadığını hatırlatarak Fethi Bey’den görüşünü bildirmesini istemiştir. Fethi Bey, Türkiye için Cemiyet’in hakemliğine başvurmanın Musul üzerindeki hakimiyet hakkından da vazgeçmek olmadığını, ancak yapılacak halkoylamasının sonucunu kabul edebileceğini söylemiştir.

Musul Sorununun Çözümü

Musul haritasıTarafların görüşlerini açıklamasından sonra Milletler Cemiyeti Meclisi, Musul sorununu incelemek üzere bir komisyon kurma kararı aldı. Bağımsız üç üyeden oluşacak olan komisyon, bölgede araştırmalar yapacak, belgeleri inceleyecek ve Milletler Cemiyeti’ne konunun çözümüyle ilgili bilgi ve tekliflerini verecektir. İki taraf hükümette komisyona yardımcı olmak üzere danışmanlar tayin edebilecektir. Masraflar taraflarca karşılanacaktır.

Bu sırada Musul bölgesindeki İngiliz ve Türk birlikleri arasında sınır çatışmaları oluyordu. İngilizler Süleymaniye’deki Kürtlere maddi destek sağlayarak Erbil ve Kerkük üzerine sevk etmiş, kanlı olaylar meydana gelmiştir. İngiliz uçakları da sınır ihlâliyle Türk askeri noktalarına saldırmıştı. Sınırdaki, olayların devam etmesi üzerine hükümet 16 Ekim 1924’te Milletler Cemiyeti sekreterine gönderdiği bir nota ile İngilizlerin Lozan’da belirlenen statüye uymadığını, uçak saldırılarıyla masum halka zarar verdiğini belirterek sınır ihlâli devam ederse Türkiye’nin alacağı tedbirlerden İngiltere’nin sorumlu olacağını bildirmişti.

Bölgede durum gerginleşmişti. Bunun üzerine 29 Ekim 1924’te Brüksel’de toplanan Milletler Cemiyeti Meclisi geçici bir “sınır hattı” tespit etmişti. Tayin edilen bu sınır Milletler Cemiyeti’nin vereceği kararı etkilemeyecekti ve hemen hemen Musul vilayetini Hakkari vilayetinden ayıran eski vilayet sınırı idi.

Üçlü komisyon, Macaristan’dan Kont Teleki, Belçikalı A. Yavlis ve İsveç’ten A.Wirsen’den oluşuyordu. 13 Kasım 1924’te Cenevre’de toplanarak çalışmalarına başladı.

“Musul Tahkik Komisyonu” önce Londra’yı ziyaret etmişti. Burada İngiltere, Milletler Cemiyeti’nin Musul’a bir komisyon göndererek, İngiltere’nin halkoylamasından daha etkili olacağına inandığı yolun seçildiğinden dolayı memnuniyetini dile getirmiş, heyeti etkilemeye çalışmışlardır. Ancak komisyon başkanı, yetkilerinin Milletler Cemiyeti tarafından sınırlandırılmadığını gerekirse halkoylaması ya da başka bir çözüm yolu önerebileceklerini söylemiş, İngiltere endişelenmişti.

4 Ocak 1925 günü Ankara’ya gelen “Tahkik Komisyonu”na Türkiye’den de yardımcı üye olarak Türkiye eski Diyarbakır ve Yöresi Ordular Genel Müfettişi olan Cevad Paşa ve yardımcı olarak Nâzım ve tercüman olarak da Fettah Beyler katılmıştı.

Heyet 16 Ocak 1925 günü Bağdat’a giderek büyük güçlüklere karşın çalışmalarına başlamıştı. İngiltere komisyonu etkilemek amacıyla kendisine taraftar teşkilatlar kurarak, bunun için büyük paralar harcamaktan kaçınmıyordu. Türk heyetine halkın sevgi gösterilerinde bulunmasını engellemek için can güvenliklerini koruma bahanesini ileri sürüyorlardı. Ama Musul halkı Türk heyetini görünce Türkiye’ye bağlılık ve sevgi gösterilerinde bulunmuş, Irak hükümeti şiddet kullanarak halkını dağıtmaya çalışmıştı. Türkiye olayı İngiltere ve Milletler Cemiyeti nezdinde protesto etmiştir.

Mart ayının sonuna doğru çalışmalarını tamamlayan Tahkik Komisyonu 20 Nisan’da Cenevre’ye döndü, 16 Temmuz 1926’da hazırlamış olduğu raporu Milletler Cemiyeti’ne sundu. Türkiye’nin başından beri savunduğu ve istediği halkoyuna başvurma konusunda komisyon, uygulama zorluğu nedeniyle yapılamayacağı kanaatine varmıştı. Musul’un iktisadi olarak Irak’a bağlı kalması gerektiği görüşünde olan komisyon, Musul’un gelecekteki alacağı durum ne olursa olsun Türkiye ile bir iktisadi anlaşma yapmasının zorunlu olduğunu belirtiyordu.

Milletler Cemiyeti Meclisi’nde komisyon raporu, 3 Eylül 1925 günü görüşmeye başladı ve 16 Aralık 1925 günü “Musul Tahkik Komisyonu” raporuna göre, Brüksel hattının güneyini Irak’a kuzeyini Türkiye’ye bırakma kararı aldı. Türkiye bunu Lozan Antlaşması’na aykırı gördüğünü ileri sürerek Cenevre’deki görüşmelerden çekildi.

Türkiye Milletler Cemiyeti Meclisi’nin kararına oldukça sert bir tepki verdi. 16 Mart 1925 günü gönderdiği notada “Bir milletin kendisine bağlı bir toprak üzerindeki egemenliğini ancak kendi rızasıyla sona erdireceğini Türkiye’nin Musul üzerindeki haklarının olduğu gibi devam ettiğini söyleyerek, bundan sonra söz Ankara’nındır” diyordu.

Türkiye’nin Milletler Cemiyeti kararlarına dolaylı olarak verdiği cevap karardan hemen sonra Sovyetler Birliği ile bir Dostluk ve Tarafsızlık Antlaşması imzalamak olmuştu. Türkiye, böylece bir savaş durumunda Rusya’nın tarafsızlığını sağlamış oluyordu. İngiltere ise, Türkiye’nin Musul’a askeri harekatla girebileceği ihtimalini önemle göz önünde bulundurarak alacağı tavrı belirlemeye çalışıyordu.

Ancak Türkiye’nin İngiltere’ye karşı diplomatik direnişi iç ve dış nedenlerle fazla uzun sürmemiştir. İngiltere’ye Ankara’da görüşme teklifinde bulunmuştu. Bu aşamada Türkiye’nin talepleri arasında dikkat çekeni İngiliz manda yönetiminden sonra Musul vilayetinin Türkiye’ye iadesi ve Musul petrollerinden pay verilmesi olmuştu. İlkini reddeden İngiltere, petrol meselesini “Türkiye’nin Irak’la iyi geçinmek için maddi bir bağlantı sağlaması” açısından yararlı görmüştü.

Musul sorununu çözüme ulaştıran antlaşma, 5 Haziran 1926’da Ankara’da Türkiye, İngiltere ve Irak arasında imzalanan Sınır ve İyi Komşuluk Antlaşması oldu. Antlaşma 3 bölüm 18 maddeden oluşmaktaydı. Birinci bölüm, Türkiye-Irak sınırıyla ilgili idi. Bu sınır, Milletler Cemiyeti tarafından 29 Ekim 1924’te çizilen Brüksel Hattı (Türkiye lehine çok küçük bir değişiklikle) belirleyecekti. 14. madde petrolle ilgilidir. Türkiye antlaşmanın yürürlüğe girdiği tarihten itibaren 25 yıl süreyle Irak hükümetinin petrol gelirlerinden %10’unu alacaktı. Ancak Türkiye bu hakkında, antlaşmaya ek bir karara göre 500.000 İngiliz Sterlini karşılığında vazgeçmiştir.

Musul’u Neden Kaybettik?

Öncelikle başta M. Kemal Atatürk olmak üzere Türkiye’de hiçbir yetkili (ve yetkisiz) Musul’u Irak’a terk etmeyi düşünmemiştir. Misak-ı Milli sınırlarındaki diğer topraklar kadar vatan toprağı kabul edilmiş. Sorunun her aşamasında askeri yollarla geri alma alternatifi gözden geçirilmiştir. Ancak Türkiye iç ve dış nedenlerle savaşı göze alamamıştır.

Türkiye’yi Musul’u sınırlarının dışında bırakma fedakarlığına iten en önemli etkenlerden biri Musul’un kendi yapısından kaynaklanan stratejik ve ekonomik değeridir. Bu nedenle İngiltere, Türkiye’nin karşısına kararlı bir şekilde çıkmıştır.

Türkiye’nin uluslararası ortamdaki yalnızlığı, Musul meselesinde Avrupa devletlerinin İngiltere’yi desteklemesi de göz ardı edilmemesi gereken çok önemli bir nedendir. Bu konu en açık şekliyle Lozan Konferansı görüşmeleri esnasında görülmüştür. Milletler Cemiyeti’nde ise tartışmasız ağırlığı olan İngiltere karşısında Türkiye haklı davasında haksız duruma düşmüştür. İngiltere Musul meselesi nedeniyle İngiltere ile ilişkilerinin gerginleştiği dönemde, İtalya’nın Türkiye Musul’a girerse, Antalya’yı işgal edeceği tehdidi bu konudaki teşebbüsünü engellemişti. Uluslararası yalnızlığını daha önce olduğu gibi Sovyetler Birliği’ne yaklaşarak gidermek isteyen Türkiye, amacına ulaşamamıştır. Söz konusu antlaşmaya göre tarafların herhangi bir ülkeyle savaşa girişmesi, diğer devletin yardımını değil, tarafsız kalmasını öngörüyordu. Dolayısıyla Türkiye, İngiltere ile Musul için savaşa girdiğinde Sovyetler Birliği fiili destek vermeyecekti. Türk-Fransız İlişkileri de Musul meselesine bağlıydı. Suriye sınırı ile ilgili Türk-Fransız Antlaşması 18 Şubat 1926’da parafe edilmesine rağmen imzalanmamıştı.

Birkaç yıl önce büyük bir savaştan çıkmış olan genç Türkiye’nin ana hedeflerinden biri de modern bir toplum, çağdaş bir yönetimle uluslararası ortamdaki yerini almaktı. Bu hedefe ulaşabilmesi için çağdaş devlet modeli olarak gördüğü ve ileride kaçınılmaz bir ittifak kurması gereken İngiltere ile problemlerini bir an önce çözmeye ihtiyacı vardı.

Ayrıca Şeyh Sait İsyanı da Musul sorununda Türkiye’nin iddia ve isteklerini olumsuz olarak etkilemiştir. İsyan Musul’u kaybetmesine dolaylı olarak etkisi olan bir olaydı. Türk Ordusu tüm askeri gücünü Şeyh Sait İsyanı’nı bastırmak için harcadığından güçsüz düşmüştür, oysa Türk ordusu bu kadar güçsüzken Musul için savaşılması gereken İngiltere dönemin en büyük askeri ve ekonomik gücüdür. Türk basınında İngiltere’nin isyanda rolü olduğuna dair çıkan haberleri, Türk hükümetinin görüşlerinin yansıması olarak değerlendiren İngiltere bu haberi yalanlamıştır. Ancak Şeyh Sait İsyanı’nda İngiltere’nin rolüyle ilgili kesin bir şey söylemek mümkün değilse de ayaklanmanın İngiliz iddialarına destek olduğu bir gerçektir.

Sonuç olarak Türkiye Musul’u kaybetmemek için, milletlerarası barış yollarının hepsini denemiştir. Ancak, uluslararası ortamdaki yalnızlığı meselenin lehine çözümünü engellemiştir. İçte istikrarı sağlamak ve batılılaşma çabalarının sonucunu almak amacıyla Musul’dan vazgeçmek zorunda kalmıştır. Günümüzde de uluslararası önemini koruyan Musul, dünya ve Türkiye’nin gündemindedir. Sınır güvenliği ve bölge halkının içinde bulunduğu zorluklar insani yönüyle de doğal olarak Türkiye’yi ilgilendirmektedir.

YAZI HAKKINDAKİ DÜŞÜNCELERİNİZ

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.