Osmanlı Devleti’ne “Hasta Adam” Lakabını Kim Taktı?

Osmanlı Devleti’ne “Hasta Adam” lakabının verilmesi, Rusya’nın Osmanlı İmparatorluğu’nu paylaşma emeli ve girişimlerinden kaynaklanmış ve Osmanlı Devleti  için Hasta Adam sözünü ilk olarak Çar I. Nikola kullanmıştır.  Bu süreç şöyle yaşanmıştı:

Rusya’nın bir kara devleti olarak kuruluşunun getirdiği “Sıcak Denizler”e inme arzusu Fatih Sultan Mehmet’in 1453’de İstanbul’u almakla Bizans’a son vermesinin Moskova’da doğurduğu “Bizans varisliği” idealinin birinci derecedeki hedefi Osmanlı Devleti olmuş, bunun odağını İstanbul ve Boğazlara yerleşmek teşkil etmişti. Çarlık Rusyası bu hedefe ulaşabilmek için hep “Güney’e doğru” yayılmacı politika takip etmiş, Sıcak Denizler’e yönelik ilk hedefi Karadeniz, Hazar Denizi ve Baltık Denizi’ne inmek olmuştur. Astırhan Hanlıkları’nı ortadan kaldırarak 1556’da Hazar Denizi’ne, İsveç Kralı’nı mağlup ederek 1721’de Baltık Denizi’ne inerek imparatorluk haline gelen Rusya’nın Karadeniz’e ayak basması, 1768-1774 Türk-Rus Harbi’nde Türkiye’nin yenilmesiyle birlikte ortaya çıkmıştır.

Rusya’nın üç denize ulaştıktan sonraki yeni hedefi ise iki sıcak denize yani Akdeniz ve Hint Denizi’ne inmek olmuş, Akdeniz’i Balkanlar ve Boğazlar, Hint Denizi’ni ise Kafkasya-İran-Basra Körfezi üzerinden zorlamaya başlamıştır. İşte tam bu sırada İngiltere devreye girmiş, kendisini en kârlı sömürgesi olan Hindistan’a götüren Doğu Akdeniz-Kızıldeniz-Basra Körfezi yolunun (Hindistan Yolu) Rusya’nın eline geçmemesi için Osmanlı Devleti ve İran’ı yaşatmak ve bunların toprak bütünlüğünü korumak politikasını izlemeye başlamıştır.

XIX. yüzyılın başlarına gelindiğinde, İngiltere’nin bu politikası kendisini iyice gösteriyor, özellikle Başbakan William Pitt’in 1791’de iktidara gelmesiyle, 1720’den beri var olan İngiliz-Rus dostluğu sona eriyor, İngiltere’nin Rus yayılmacılığına karşı Osmanlı Devleti’ni koruma politikası başlıyor, bu politika, 1830’lu yıllarda Başbakan Palmerston’la zirveye çıkıyordu.

Rusya’yı Ürküten Tablo

Rusya, İngiltere’nin engellemeleri sebebiyle Sıcak Denizler’e inmenin ikinci aşamasının öyle kolayca gerçekleştiremeyeceğini 1828 Türk-Rus Harbi’nin ardından kesin olarak kavradı. 8 Temmuz 1833’te Osmanlı Devleti ile Rusya arasında yapılan savunmaya yönelik Hünkar İskelesi Antlaşması, İngiltere ile Rusya’yı Türkiye üzerine olan kavgada ilk defa ciddi olarak karşı karşıya getiriyordu.

Beklenmedik bir şekilde ortaya çıkan bu tabloyu, Osmanlı Devleti’nin Rusya’nın himaye ve hâkimiyetine girdiği şeklinde yorumlayan İngiltere ve Fransa buna karşı çıkmışlar, Rus filosunun derhal İstanbul’dan uzaklaştırılmasını istemişlerdir. Hünkar İskelesi Antlaşması’nın ortadan kaldırılması ancak Mısır sorununun çözümü ile mümkündü. Bunun için İngiltere, Fransa ve Avusturya Osmanlı Devleti’ne askeri yardımda bulunarak, Mehmet Ali Paşa’yı mağlup etmeleri sonucu onu Mısır Valiliği ile yetinmeye ikna etmişlerdi. Ardından, Hünkar İskelesi Antlaşması ortadan kalkıyordu.

Konu, büyük devletler arasında Boğazlar üzerinde menfaat çatışmalarına kilitlendiği için bunun çözümü için 1841’de Londra’da Londra Boğazlar Antlaşması imzalandı. İngiltere, Fransa ve Avusturya ve Osmanlı Devleti’nin tarafları olduğu adı geçen antlaşmayı, istemeyerek de olsa kabul etmek zorunda kalan Çar I. Nikola, amacını silahlı mücadele ile gerçekleştirmek için Sivastopol’da savaş limanı çalışmaları ve Karadeniz’de kuvvetli bir Rus donanması kurma faaliyetine hız verdi.

Boğazlar’ın Rusya’nın savaş gemilerine kapatılması tablosu yanında, Rusya’yı korkutan bir diğer tablo da Hünkar İskelesi Antlaşması’ndan sonra ortaya çıkan ve öncülüğünü İngiltere’nin yaptığı Türkiye’yi Batılı örneklerle ıslah edip güçlendirerek, Rusya’nın karşısına sadece askeri değil, idari, ekonomik ve sosyal yönden de “kuvvetli bir ülke” olarak dikmek politikasına başlanması olmuş, 1839 Tanzimat Fermanı bu gelişmeler sonucu ortaya çıkmış, Sadrazam Mustafa Reşit Paşa ile İngiliz Büyükelçisi Stratford Canning arasında hazırlanarak yürürlüğe konulmuştu.

Rusya, Osmanlı Devleti’nin ıslahatlarla güçlenmesine daha işin başından beri karşı idi. Çar I. Petro, 1700’de İstanbul’a gönderdiği ilk Büyükelçisi Tolstoy’dan Türkiye’nin kuvvetli ve zayıf taraflarının kendisine bildirilmesini istemiş, Osmanlı Devleti’nin güçlenmesinin önüne geçilmesi tavsiyesinde bulunmuştu.  Rusya, Türkiye üzerindeki emellerini gerçekleştirmek için sınırları üzerinde zayıf ve güçsüz bir Türkiye bulunmasını istiyordu.

Çar I. Nikola’nın Türkiye’yi Paylaşım Teklifleri

Boğazlar’ın uluslararası garanti altına alınması, Türkiye’nin reformlarla güçlendirilmesi tablosunun ortaya çıkması, Rusya’yı, Osmanlı Devleti üzerindeki yayılmacılık emellerini artık tek başına gerçekleştiremeyeceği kanaatine sevk ederek onu ancak Büyük Devletler’le yapacağı pazarlıklar sonucu paylaşma faaliyetlerine yöneltti.

İşte Çar I. Nikola, bu iki özellikten kaynaklanan korkusu sebebiyle, Büyük Devletler nezdinde temasa geçerek, “Türkiye’nin ıslahat yapamayacağı”nı, “ölmekte olan bir adam olduğu”nu telkinle, Osmanlı topraklarını paylaşım teklifleri yapmaya başladı. Fransız tarihçi Driault’a göre Rusya, Türkiye’nin ıslahat yapamayacağını kanıtlamak için senaryolar da oynuyordu. Islahatları engellemeye yönelik karışıklıkları bizzat kendisi körükleyerek, “Bâbıâli’nin iktidarsızlığı nedeniyle ıslahat icra edemeyeceği” konusunda Avrupa devletlerinin dikkatini çekiyor, Tanzimat Fermanı’nın ruhu olan “tebaanın eşitliği” ilkesinin, dini sebeplerden dolayı Müslümanlarla Hristiyanlar arasında uygulanamayacağı üzerinde duruyor, Türkiye için “ya otonomi ya da anatomi” istiyordu.  Bunun anlamı, Osmanlı İmparatorluğu’nun milliyet esasına göre taksimi, milletlerarasında paylaşılması demekti.

Rus yayılmacılığı

Bu tablodan Rusya’ya da bir pay çıkacağı düşünülüyor, bunların İstanbul ve Boğazlar olması hayal ediliyordu. Çar I. Nikola, hükümdarlık makamına geldiği günden beri hep bu politikayı takip etmiş, İstanbul’u zapt ederek Ayasofya’nın kubbesi üzerine haç dikmek idealinin ardından gitmişti.

I. Nikola, 1841 Londra Boğazlar Antlaşması’nı müteakip, Büyük Devletler nezdinde harekete geçerek paylaşım tekliflerini iletmeye başladı. İlk görüşmesini Eylül 1843’de Avusturya’nın Petersburg Büyükelçisi Coııt Ficquelmont ile yaptı. Onunla dört kez görüştü. Tuna ile Ege Denizi arasım Avusturya’ya vaat etmişti. Paylaşım sebebiyle İngiltere ve Fransa da tatmin edilecek, Mısır İngiltere’ye, Ege Adaları Fransa’ya bırakılacaktı. Kendisinin de İstanbul ve Boğazlar’a yerleşmesini ima etmişti. Büyükelçi, bu teklifi Başbakan Metternich’e iletmiş, Metternich, “Osmanlı İmparatorluğu’nun yakın zamanda çökeceğine inanmıyorum” diyerek Çar’ın tekliflerini reddetmişti. Ayrıca, “İngiltere ve Fransa’nın rızası alınmadan Türkiye paylaşılamaz” diyordu.

I. Nikola, Avusturya’yı Türkiye’yi paylaşmak uğrunda “birinci derecede ilgili devlet” olarak görüyor, onunla pazarlık konusunda ısrar ediyordu. Çar, bu konuda Metternich’i ikna edebileceği ümidiyle Viyana’ya kadar gitmişti. 1846 yılının Aralık ayında Viyana’ya yaptığı kısa bir ziyaret sırasında Nikola I, Osmanlı İmparatorluğu konusunda Metternich’e yeniden açılmış ve görüşme sırasında, şu noktayı kesinlikle bildirmişti: Türkiye’nin çöküşü söz konusu olduğu taktirde, İstanbul’u hiç kimseye kaptırmayacaktı. Herhangi bir devlet ordusunu oraya yolladığı taktirde herkesten önce kendisi İstanbul’da olacak ve kente bir kez yerleştikten sonra da bir daha çıkmayacaktı.

I. Nikola’nın İngiltere’ye Yönelişi: “Kollarımız Arasındaki Hasta Adam’ı Paylaşalım”

Türkiye’yi paylaşmak konusunda Fransa’yı takmayan, Avusturya ve Prusya’dan olumsuz cevap alan I. Nikola’nın “son şans” olarak İngiltere’ye yöneldiği görüldü. Çar, 1843’de Avusturya’dan ret cevabı alınca daha 1844’de İngiltere nezdinde ilk nabız yoklamasında bulunmuştu. Çar, 1844 Haziran’ı başında İngiltere’ye beklenmedik bir ziyaret yaparak Osmanlı İmparatorluğu konusunda Robert Peel (Başbakan), ve Lord Aberdeen (Dışişleri Bakanı) ile görüştü. İngiltere ile uzlaşırsa, Avusturya’nın da aynı yolu takip edeceği ümidinde olduğunu gösteriyordu.

I. Nikola; Peel ve Aberdeen’e şunları söylemişti: “Osmanlı Devleti’nin er geç yıkılacağı ihtimaline samimiyetle inanıp mantığımızın da gerektiği gibi bu neticeyi gözden kaçırmamak lazımdır… Dolayısıyla mantığımızı kullanıp bu konu üzerinde açık ve samimi bir anlaşmaya varılması için gayret sarf etmemiz gerekir.” Aberdeen, buna cevap olarak “Bir santim Osmanlı toprağı dahi istemediğini ve kimsenin de böyle yapmasına izin vermeyeceğini” söylemişti.

Çar I. Nikola’nın aldığı bu ret cevabının ardından İngiltere’ye son bir paylaşım teklifi, 9 Ocak 1853’de Petersburg’da iletildi. İngiltere Büyükelçisi S.H. Seymour’la yapılan mülakatta Çar’ın ona, Osmanlı’nın “Hasta Adam” olduğundan bahisle, “ölmeden onun mirasını paylaşmak” istediğini bildiriyordu. Mülakatın bir bölümünde I. Nikola şöyle diyordu:

Türkiye’nin işleri bozuk bir haldedir; uyuşmamız lazımdır… Bakınız! Kucağımızda hasta ve pek ağır hasta bir adam var; biz hazırlıklı bulunmadan onu elimizden kaçırırsak büyük bir felaket olur. Hasta ansızın ölebilir; biz öleni diriltmeye muktedir değiliz. Bundan doğacak karışıklıklara maruz kalmadan ise her olasılığa karşı önceden hazır bulunmak daha iyi olmaz mı? İşte hükümetinizin nazarı dikkatine arz etmek istediğim mesele budur.

Hasta Adam ifadesi ile Çar I. Nikola Osmanlı’nın er geç yıkılacağını ve ganimetten pay alınması gerektiğini anlatmaya çalışıyordu. Ne var ki İngiliz Dışişleri Bakanı John Russel’den gelen cevap olumsuzdu. Russel, “Osmanlı Devleti’nin mirasının taksimini düşünmeye mahal yoktur” diyordu.

I. Nikola, Seymour’la mülakatında, Rusya’nın İstanbul’a “geçici” veya “tam” yerleşme, Romanya, Bulgaristan ve Sırbistan’a himayesinde bağımsızlık verilmesi karşılığı olarak İngiltere’ye Mısır ve Girit’i, Avusturya’ya Adriyatik kıyılarını vaat etmişti.

Çar I. Nikola’nın son çaldığı kapı İngiltere’den ret cevabı alınca, başvuracağı iki seçenek kalmıştı: Tasarladığı girişimi ertelemek ya da içinde bulunulan durum ve şartları hesaba katmaksızın kuvvet kullanma yolunu denemek.

I. Nikola, ikinci yolu seçip, Osmanlı Devleti’ni hegemonyasına almak için harbe başvurunca, İngiltere, Fransa ve Avusturya’yı karşısında buldu. Bunların Osmanlı Devleti ile yaptıkları ittifak sonucu 1854-55 Kırım Harbi ortaya çıktı. Boğazlar yönünden Rusya’nın korktuğu olmuş, buralardan geçen müttefik donanması Rusya’yı “yumuşak karnı” Karadeniz’de vurarak mağlup etmiş, ardından imzalanan 1856 Paris Antlaşmasıyla Rusya, Boğazlar’ın yanında Karadeniz’den de (burada tersane ve donanma bulunduramayacaktı) tecrit edilmişti. Aynı antlaşma ile Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğü, Avrupa devletlerinin ortak kefaletine alınıyor, ayrıca 1839 Tanzimat Fermanı’nı takviye için 1856 Islahat Fermanı hazırlanarak bunun uygulanmasının murakabesi aynı devletlere veriliyordu. Bu gelişmeler sonucu Osmanlı Devleti, “Rusya’nın egemenliği altına girmeyeyim” derken kendini Avrupa devletlerinin kolları arasında buluyordu. Kendi ayağı üstünde durarak yaşamayı başaramayan, ancak himaye politikaları ile yaşayan Osmanlı Devleti’nin bu statüsü onu 20. asrın ilk çeyreğinde tarihe gömecektir.

YAZI HAKKINDAKİ DÜŞÜNCELERİNİZ

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.