Titanik Nasıl Battı?

Gözcü Frederick Fleet, buzdağını gördüğünde deniz bir havuz kadar düz, gökyüzü yıldızlarla pırıl pırıldı.

Büyük bir telaşla geminin çanını üç kez çaldı ve telefonundan köprüye, “Tam karşımızda buzdağı var!” diye seslendi. Telefona çıkan altıncı subay James Paul Moody teşekkür edip telefonu kapattı. Ve “batması olanaksız” Titanik’in (Titanic) 2224 yolcusu ve mürettebatı için korku ve dehşet dolu 2 saat 40 dakika böylece başladı. Buzdağının görülmesi ile dünyanın en büyük ve en güvenli olduğu sanılan transatlantiğinin okyanusun buz gibi sularına gömülmesi, ancak bu kadar sürmüştü.

Gözcüden uyarı geldiğinde 14 Nisan 1912, saat 23.40’tı. Dev gemi hemen iskele tarafına dümen kırdı. Ancak çok geç kalmıştı. Fleet’in buzdağını görmesinden yaklaşık 37 saniye sonra Titanik buzdağının yanına sürtünmüştü.

Titanik’e çarpan buzdağı onu süredir bekliyordu; hem de çok uzun! Buzdağının hayatı, Tutankamon’un Mısır firavunu olduğu dönemde,  Grönland’ın batı kıyılarına MÖ 1.300 yıllarında yağan karla birlikte başlamıştı. Yüzyıllar boyunca üzerine yağan karla giderek büyümüş ve sonunda buzulun içindeki donmuş suyun dev kütleyi denize doğru iteklemesiyle buzdağının Kuzey Atlantik’e olan yolculuğu başlamıştı…

Kaptan köprüsünde gemi subayları, tehlikeyi ucuz atlattıkları için birbirlerini kutluyorlardı; ancak su kesimi altında 70 metrelik bir yarıktan büyük bir hızla içeri su dolduğunun henüz farkına varamamışlardı.

Titanik faciasından sağ kurtulan geminin serdümenlerinden George Rowe çarpışmayı daha şöyle anlatacaktır:

Teknenin garip bir biçimde titrediğim fark ettiğim anda tehlikeyi anlamıştım. Hava birden soğumuştu, soluğum havada donuyordu. Sonra buzdağını gördüm… Hiç unutamayacağım bir şeydir bu.

Önce teknenin yanından kayıp giden beyaz bir hayal görünce, yelkenli bir gemiye çarptığımızı sandım. Binlerce lomboz deliğinden taşan ışıkta, buzdağının dümdüz yüzeyi ıslak bir yelkeni andırıyordu.

Kenara koşup baktığımda, bunun bir buzdağı olduğunu fark ettim. Gökyüzünü örtecek kadar büyüktü. Diğer buzdağları arasında bir dev gibi yükseliyordu, kaptan köprüsünden bile yüksekteydi.

Birkaç saniye inanmayarak baktım. Elimi uzatsam tutabilirdim. Sonra birden karanlıkta kaybolup gitti.

Gemi kaptanı Ernest Smith, dünyanın bu harika gemisinin teknesinin yara aldığını anlamış, ama telâşlanmamıştı. Ne de olsa Titanik “batmaz”dı. Dört gün önce ilk seferi için Southampton’dan New York’a doğru yola çıkarken gururla söylenen tek şey buydu: Titanik batmaz.

Titanik Neden Battı?

Titanik, White Star Line Şirketi’nin gurur kaynağıydı. 46.328 groston ağırlığı, 269 metre uzunluğu ile 1912’de yapımı tamamlandığında dünyanın en büyük buharlı yolcu gemisi unvanını eline geçirmişti bile. Geminin planının çizimleri 1907 yılında  başlamıştı. Şirketin verdiği isimle, Olympic sınıfı  bu geminin iki de kızkardeşi olacaktı: HMHS Britannic ve RMS Olympic. White Star Line yöneticileri coşku içindeydi. Çünkü en büyük rakipleri olan Cunard Lines şirketinin RMS Lusitania gemisine RMS Olympic’ten sonra bir kez daha çok güçlü bir yanıt vermişlerdi.

İnşasına 31 Mart 1909’de başlanmış, 11.000’i aşkın işçi devasa geminin yapımını ancak 3 yılda tamamlayabilmişlerdi. Dönemin en ileri teknikleri kullanılmış, hiçbir masraftan kaçınılmamıştı Titanik’in yapımında. Ve böylece ihtişam, gösteriş ve konfor bakımından tüm rakiplerinin gıpta ile baktıkları bir gemi ortaya çıkmıştı. Deyim yerindeyse gemide yok yoktu: Yüzme havuzları, Türk hamamları, tenis kortları, kütüphaneler, radyo sistemi… White Star Line yöneticileri, bir mühendislik harikası olan başyapıtları ile gurur duymakta sonuna kadar haklıydılar. Ve gemiye devasa büyüklüğüne yaraşır biçimde Yunan mitolojisindeki dev tanrıların yani Titanların adını vermişlerdi.

Titanik, 10 Nisan 1912’de ilk seferi için Southampton-İngiltere’den, New York City’ye açıldığında Atlantik’i geçen herhangi bir gemi değil, herkesin seyahat etmek istediği gemiydi. 1912’de Titanik ilk ve son seferine açılırken, gemiye binme ayrıcalığına sahip olanlara herkes imrenmişti.

Geminin 269 metrelik gövdesi 14 su geçirmez bölmeden yapılmıştı. Karinası da çiftti. Dünyanın en güvenli gemisiydi. İç içe geçen güverteleri, su tahliye pompaları, son teknoloji elektrikli cihazları sayesinde yolculuğun güven içinde tamamlanacağına ilişkin kimsenin kuşkusu yoktu.

O dönem inşa edilen gemilerin alt kısmı boş oluyor, bir darbe alması durumunda içi anında suyla doluyordu. Ama Titanik’te durum farklıydı, daha önce olmayan bir yeniliğe sahipti. Tasarımcılar alt kısmın boş kalması yerine belli aralıklarda bölmeler yerleştirmiştiler. Bu bölmelerde bir sorun durumunda uyarı sistemi ile kaptan köşkü uyarılıyor, köşkten ise bölmelerin kapakları hemen kapatılabiliyordu. Kısacası bir bölme su alırsa kaptan köşkünden yapılacak müdahale ile kapatılan kapaklar suyun diğer bölmelere yayılmasını engelliyordu. 1911 yılında daha yapımı sürerken, Shipbuilder dergisi Titanik ile ilgili makalesinde yazdıklarıyla bir efsane doğurmuştu:  “…su geçirmez kapaklar kapandığında gemi muhtemelen asla batmaz…

Gerçekten de Titanik, ilk dört bölmesi tümüyle su alsa bile batmazdı. Ancak beklenmeyen gerçekleşmişti: Buzdağı ilk beş bölmeyi yarmıştı. Teknenin yapımındaki bir gariplik yüzünden, beşinci bölme diğerleri kadar yüksek değildi. Bu yüzden ilk dört bölme su alınca geminin burnu batıyor, sular beşinci bölmenin üstünden altıncıya, oradan yedinciye ve sekizinciye geçiyordu. Suyun tüm bölmeleri doldurması, ancak bir zaman sorunuydu.

Çarpışma anında geminin omurgasındaki birçok noktada bükülmeler oluşmuş, suyun altında kalan perçinler derhal atmıştı. Geminin su üzerinde kalan kısımlarının perçinleri makine yardımıyla kusursuz şekilde yerleştirilmişti ama su altındaki kısımları makineler giremediğinden insan gücüyle güçlendirilmeye çalışılmıştı. Buzdağı bu hatayı affetmemiş, perçinleri bir çırpıda parçalamıştı

Titanik’in batmaz sanılması, insan yanılgılarının toplamından oluşan bir efsaneydi yalnızca! Yapımda hata olmasaydı, ne Titanik batacak, ne de Titanik faciasında 1513 kişi hayatını kaybedecekti.

Bölgede buzdağlarının varlığı bilindiği halde Titanik neden 22 mil hızla gitmekteydi? Çarpışmadan hemen önce transatlantik “tam yol” ilerlemekteydi. Oysa aralarında Baltık’ın da bulunduğu diğer gemilerden alınan telsizlerde, Titanik’in buzdağları bölgesine girmekte olduğu bildirilmişti.

Baltık gemisinden alınan telsiz, gemide yolculuk eden White Star Line yöneticisi Ismay’a verilmiş, o da bunu yolculardan bazılarına gösterdikten sonra saat 19.15’te harita odasına astırmıştı.

Saat 21.40’ta son olarak Messaba, Titanik’e bölgede buzdağı olduğuna dair uyarı mesajı göndermişti. Bu mesaj Titanik’in telsiz odasındaki görevliler Jack Phillips ve Harold Bride tarafından alınmış ama bazı ihmaller nedeniyle köprüye ulaşmamıştı.

Bu mesaj Kaptan Smith’e iletilmiş olsaydı, 1513 kişinin yaşamı kesinlikle kurtulurdu. Çünkü bundan bir saat önce Smith, nöbetçi subayı ile buzdağı tehlikesini konuşmuş, gözcülerin çok dikkatli olmaları için buyruk vermişti. Ancak hız kesecek kadar ciddi bir durum görmediği de kuşkusuzdur.

Titanik’in 2224 yolcusuna ve tam kapasitesi 3547 kişi olmasına karşılık, neden 1178 kişi alabilecek 20 can filikası vardı? Oysa transatlantiğin 48 filika alacak yeri bulunuyordu. Geminin yapımı sırasında dizayn bölümünün başı Alexander Carlisle 48 filika taşıyacak bir model önermiş ama geminin güzelliğine gölge düşürdüğü için kabul görmemişti. Titanik için görünüm öyle önemliydi ki, 4 bacası olmasına karşın yalnızca 3 bacası faal olarak çalışıyordu. Dördüncü baca yalnızca gemiyi daha güzel göstereceği için eklenenen bir süstü sadece.

White Star Line, böylesine eksik sayıda filika almak için gerekli hukuki dayanaklara sahipti. Transatlantiğin denize açılma koşullarını kapsayan İngiliz Ticaret Odası Kararnamesi, 1894’te çıkarılmış olup o gün için artık çok eskimişti. Kararnamede can filikaları maddesi 10.000 grostonun üzerindeki gemiler için düzenlenmişti. Ama ne var ki, o günden sonra transatlantikler çok büyük gelişme göstermişlerdi. Titanik 46.328 grostondu.

Titanik'in battığı bölgenin haritası

Titanik Faciası Ucuz Atlatılabilirdi

Yanıtlanmamış sorulardan en büyüğü, daha önce Titanik’e buzdağı uyarı mesajı göndermiş olan Californian’a ilişkindir. Tehlike yüzünden Californian, Titanik’in battığı yerin yalnızca sekiz mil uzağında durmuş bulunuyordu. Ne var ki, Titanik tamamen sulara gömülmeden yardıma gelebilmiş değildir.

6000 tonluk Californian olaysız bir gece geçirmekteydi. Akşam üzeri Californian’ın telsizcisi Cyril Evans, Titanik’e buzdağı tehlikesini bildirmeye çalışmıştı. Titanik’in 25 yaşındaki telsiz görevlisi Jack Phillips, saatlerdir zengin yolcuların yüzlerce mesajını iletmekten bunaldığından, Evans’a yanıtı kaba bir tonla “kapa çeneni” olmuştu.  Kaba bir biçimde karşılanmış olmasına kırılan Evans, nöbeti sona erince telsizi kapatmış ve kamarasına gitmişti. Saat 23.30 gibiydi… Titanik’in çarpmasından tam on dakika önce.

İşte bu yüzden Titanik’in yardım çağrısını alamayan SS Californian, facianın yaşandığı yere gitmemişti. Uzmanlara göre Titanik’e bu kadar yakın olan Californian, yardım çağrısına karşılık vererek kaza yerine gitseydi, Titanik yolcularının neredeyse tümü kurtarılabilirdi.

Californian’ın kaptan köprüsünde üçüncü süvari, Titanik’in hızla buzdağı bölgesine ilerlemekte olduğunu ışıklarından görmüş, durumu kaptana bildirmişti. Kaptan Stanley Lord ışıldakla transatlantikle ilişki kurulmasını önerdi. Bu yolu birkaç kez denediler. Ancak Titanik, gönderilen ışıklı mesajlara aldırmadığından ya da görmediğinden buzdağı bölgesine girdi.

Geminin hafifçe yana yatması, Titanik’in yolcularını korkutmaktan çok şaşırtmıştı. Ne olduğunu öğrenmek için güvertelere çıkarken, hiçbir panik belirtisi göstermediler. Hepsi geminin batmaz olduğuna inanmıştı.

Titanik buzdağına saat 23.40’ta çarptığı halde, “Can filikalarının örtülerini çıkarın” buyruğu, ancak geceyarısını beş dakika geçe verildi. Tayfalar örtüleri çıkarırken gemi orkestrası da neşeli bir havaya başlamıştı.

Titanik'in enkazıDaha sonra tehlike roketi atıldığında, bir gürültü ve parıltı oldu. Yolcular ilk kez o zaman tehlikede olduklarını anlamaya başladılar. O zamana kadar filikalara binmek istememişlerdi. Kadınlar, kocalarıyla kalmak için tayfalara yalvarıyorlardı. Kocaları ise, filikalara binmeleri için karılarını zorlamaktaydılar. Titanik 15 Nisan 1912′de sabaha karşı sulara gömülürken, geminin kaptanı Ernest Smith önce kadınların ve çocukların filikalara binmesini emrettiğinde tüm tartışmalar kesildi.

Ölüm artık gerçekten de Titanik yolcuları için çok uzak değildi.

Telsiz odasında John Phillips sürekli olarak “CQD… CQD..” işaretini gönderiyordu. CQD, zamanın deniz imdat çağrısıydı. Ancak uluslararası bir komisyon bunun yerine SOS işaretinin kullanılmasına kısa bir süre önce karar almıştı. Phillips işaretleri değiştirmeye karar verdi ve tarihte ilk olarak SOS işaretini göndermeye başladı.

Beş-altı gemi, olay yerine hareket etmişlerdi. Ne var ki, Titanik’e en yakın olan iki gemi imdat çağrısını almadılar. Tümüyle yol kesip duran Californian’da telsizci uyuyordu. 60 mil ötede Cunard şirketinin Carpalhia transatlantiğinin telsizcisi odasında değil, kaptan köprüsündeydi. Telsiz odasına döndüğünde saat geceyarısını geçmişti. Telsizci bölgede olduğunu bildiği yeni transatlantiğe selâm göndermek için telsiz başına geçtiğinde ilk duyduğu şey, “SOS! Buzdağına çarptık. Derhal yardıma gelin” oldu.

Saat ikide Titanik’in telsizcisi, “Gemiyi terk edin… Herkes başının çaresine baksın” buyruğunu aldı. Ama buyruğu dinlemeyip son dakikaya kadar SOS göndermeye devam etti.

Titanik’i en son terk eden filikalarından birinde, Amerika’ya kocasının yanma giden 24 yaşındaki Bayan Emily Richards ile kucağındaki on aylık çocuğu George da vardı. Daha sonraları, Tçtanik batarken gördüğü manzarayı şöyle anlatacaktı:

Gemiden ayrıldık. Deniz insan ve enkaz doluydu. Bazıları suya atlamış ve imdat istiyorlardı. Su buz gibiydi. Onları almak istedik, ama filikamız zaten aşırı doluydu.

Filikalar gemiden uzaklaşırken, kurtulanlar ancak cehennemde hayal edebilecekleri bu manzaraya bakıyorlardı.

Titanik, sıra sıra ışıkları hâlâ yanar bir halde, bir havuz kadar düzgün suda, buzdağları arasındaydı. Çarptığı buzdağına çok yakındı. Su kesiminden 50 metre yüksek olan bacaları, yıldızlarla bezenmiş göğe uzanıyordu. İnanılmaz bir açıyla denize yatmıştı tekne. Saat 2’yi 20 geçe Titanik hızla batmaya başladı. Orkestra hâlâ çalıyordu. Ama bu kez neşeli parça sona ermiş, yerine bir ilahi başlamıştı. Kimi bunun “Autumm”, kimi de “Nearer My God To Thee” olduğunu söyler. Pervaneler suyun yüzüne çıktığında, güvertelere ve küpeştelere tutunmuş yüzlerce insan görünüyordu. Bunlar da birer birer denize  -ve kesin olarak ölüme- düştüler ya da atladılar.

“Uzaktan gökgürültüsü gibi bir ses duyuldu” diyor Emily Richards. “Işıklar söndü, bir daha yandı ve sonra yanmamak üzere söndü, geminin kıçı havaya dikildi. Ve Titanik sessizce gözden kayboldu.

Filikalar, şafak sökene kadar kaza yerinde dönüp durdular. Sabah Carpathia yetişip yolculardan 710’unu denizden topladı.

Tarih, 15 Nisan 1912’yi batmaz denilen Titanik’in battığı tarih olarak kayda geçiyordu…

Sınıf Farkının Bedeli…

Titanik faciasından erkeklerin yüzde 20′si, kadın ve çocukların yüzde 70′i kurtulmuştu ve kurtulanların çoğunluğu birinci sınıfta yolculuk edenlerdi. Birinci sınıf yolcularının yaklaşık % 60’ı kurtulmuştu. Filikalara binmekte bunlara öncelik verilmiş; bunların çocuklarının tümü kurtulmuştu. Gemideki dört asansörden üçü birinci sınıfta yolculuk edenlere, sonuncusu ise ikinci sınıfta yolculuk edenlere ayrılmıştı. Faciadan ikinci sınıf yolculardan yalnızca % 36’sı kurtulmayı başarırken, üçüncü sınıf yolculardan ancak % 24’ü kurtulabilmişti. Sınıf farkı Titanik’te de kendini göstermiş, daha iyi bir yaşam kurmak umuduyla ABD’ye göç eden üçüncü mevkideki daha yoksulların payına bir kez daha ölüm düşmüştü.

RMS TitanicGemide büyük bir can telaşı yaşanırken, Californian’ın köprüsündekiler Titanik’i uzaktan dürbünle seyrediyorlardı. Kendileri gibi onun da buzlar arasında hareketsiz kaldığını görmüşler, uzaktan titreyen ışıklarına bakmışlardı. Işıldakla ilişki kurmaya çalışmışlar, ama yanıt alamayınca vazgeçmişlerdi. Saat 0.45’te havai fişek atıldığını da görmüşler ama önemsememişlerdi. Atılan havai fişekler, acil durumlarda kullanılan kırmızı yerine beyaz olduklarından gemidekilerin eğlence düzenlediklerini sanmışlardı. Saat 2.20’de uzaktaki ışıkların söndüğünü fark etmişler, fakat yine bir şey yapmamışlardı.

Daha sonra İngiltere ve Amerika’da soruşturma açılmış, roket işaretlerine yanıt vermediği için Californian kaptanı Lord kınanmıştı. Lord, 1962’de ölümüne kadar, haklı olduğunu kanıtlamaya çalışmıştır.

Soruşturmada, Kaptan Smith’in de güneye dümen kırmamak ve hız kesmemekle hata işlediği saptanmıştı. Ancak, o zaman bu tür davranışlar yaygın olduğu için suçlu bulunmadı. Tarihin bir cilvesidir ki, Kaptan Edward Smith Titanik faciasında ölmeseydi, Titanik’in ilk seferinden sonra emekli olacaktı!

İngiliz soruşturma komisyonu bazı önemli öneri kararları da aldı. Bir geminin can filikası adedinin, tonuna değil de taşıdığı yolcuya göre hesaplanmasını, telsizin başında gece gündüz nöbet tutulmasını kararlaştırdı. Bundan böyle tam yolla buzdağı bölgesine girecek bir kaptan ihmalcilikle suçlanabilecekti.

Ama bütün bu önlemler kaybolanları geri getiremezdi.

Ne garip bir şeydir ki, benzer bir felaket Morgan Roberstson’un 14 yıl önce yayınlanmış Futulity adlı romanında da dile getirilmişti.

Morgan Roberstson, kitabında o güne kadar yapılmış en büyük ve en lüks transatlantiğin Southampton’dan New York’a çıktığı ilk seferinde Kuzey Atlantik’te buzdağına çarptığını, su kesimi altından yara aldığını ve yeterli can filikası bulunmadığı için çok büyük insan kaybına neden olduğunu yazıyordu.

Romandaki teknenin adı Titan’dı.

5 Yorum

YAZI HAKKINDAKİ DÜŞÜNCELERİNİZ

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.