Azizlikten Sapkınlığa: Tapınak Şövalyeleri’nin Gizemi

Önce ilahlaştırıldılar; sonra kafirlik, sapkınlık, eşcinsellik ve şeytana tapma gibi birçok suçla suçlandılar. Asıl amaçları bugüne kadar tartışılan Tapınak Şövalyeleri ya da Templar Tarikatı üyeleri gerçekte kimdi? Kafirler mi yoksa hazine avcıları mı? Yoksa Da Vinci’nin Şifresi kitabında yazıldığı gibi kutsal bilginin muhafızları mı? Tapınak Şövalyeleri hakkında bilgiler yetersiz olduğu için bu gizem yüzyıllardır tarihçiler tarafından çözülmeyi bekliyor.

Tapınak Şövalyeleri’nin tarihi, 1099’da Kudüs’ün fethi ile başlar. Kudüs, 1. Haçlı Seferi sonunda yeniden Hristiyanların eline geçince, Avrupa’nın dört bir yanındaki Hristiyanlar büyük kalabalıklar halinde doğuya, kutsal topraklara yol almaya başladı.  Fakat bu yolculuklar hiç de güvenli değildi. Kudüs kimin yönetiminde olursa olsun, şehri koruyan surların dışına çıkıldığında son derece tehlikeli, yabani bir bölgeydi. Hiç kimse can güvenliğinden emin değildi.

Bu noktada 1119 yılında Tapınak Şövalyeleri’nin çekirdeğini oluşturacak ilk üyeler Kudüs Kralı II. Baldwin’in huzuruna çıktılar ve Kudüs’e akın eden Hıristiyanların mallarını ve canlarını korumaya hazır olduklarını belirttiler! Hareketin ilk liderleri Fransız bir asilzade olan Hugues de Payens (1070-1136) ile birlikte toplam dokuz şövalyeydi ve hepsi kan bağı ya da evlilik yoluyla birbiri ile akrabaydılar.

Tapınakçıların ilk “Büyük Üstadı” olan Hugues de Payens’i yakından tanıyan Kudüs Kralı onlara büyük destek verdi; aynı zamanda onlara bir zamanlar Süleyman Tapınağı’nın yer aldığı (Mescid-i Aksa’yı da kapsayan) bölgeyi tahsis etti. Artık onlara “Templars” (Tapınakçılar) deniliyordu çünkü amaçlarından biri, Kudüs’teki Süleyman Tapınağı’nın önceden bulunduğu yer olduğuna inanılan Moriah Dağı’nda seçtikleri yere tapınağı yeniden inşa etmekti.

Sonradan tutulmuş kayıtlarda Tapınak Şövalyeleri’nin misyonunun Akdeniz kıyılarından kutsal topraklara gelen hacıları korumak olduğu yazsa da, ne ilk kayıtlarda böyle bilgi vardır ne de yalnızca 9 Tapınak Şövalyesi’nin  Hayfa’dan Kudüs’e kadar olan bir bölgeyi kendi başlarına korumaları  akla uygun düşer.

Tapınakçıların Yükselişi

Kralın huzuruna çıktıktan sonra yaklaşık 8-9 yıl ortada görünmeyen Tapınakçılar, 1128’de Avrupa’ya döndüklerinde kendilerini bir çelişkinin ortasında bulurlar. Çünkü o zamana değin dua eden bir papazın ya da rahibin silah kuşanması düşünülemezdi bile. Fakat kısa sürede kendilerine bu itirazlarla başa çıkabilecek güçlü bir koruyucu bulmakta gecikmezler: Batı’nın Thaumaturgus’u (1091-1153) olarak da tanınan devrin en güçlü papazlarından Aziz Bernard. Onları savunan bildirisinde Aziz Bernard “Bir Tapınak Şövalyesi korkusuz bir şövalyedir ve her açıdan güvenilirdir. Çünkü ruhu inancın zırhıyla korunur. Tıpkı bedeninin çelik zırhla korunması gibi. Bu yüzden iki kere silahlanmıştır o ve ne iblislerden korkar ne de insanlardan” diyordu.

Örgütün yönetmeliği ve törenleri de Aziz Bernard tarafından yazıldı ya da ondan etkilenildi.

1129’ta Tapınakçılar tarihin en başarılı asker ve para toplama kampanyalarından birini başlattı. Aziz Bernard’ın desteğini arkalarına alarak, Avrupa’da kutsal amaca adanacak toprağı, serveti ya da oğlu olan soylu ailelere ulaştılar.  Tapınak Şövalyeleri kısa zaman içinde hem büyük bir maddi güce kavuşmuş, hem de en iyi eğitimli ve fanatik Haçlı askerlerini kendine çekmişti. Çoğu Hristiyan artık bu eğitimli askerlerden oluşan grubun kutsal torakları savunmasının iyi bir fikir olduğunu düşünüyordu. Tapınak Şövalyeleri, yoksullarına vurgu yaparak başladıkları serüvenlerinde muazzam bir servete kavuşmuşlardı. Alan Butler ve Stephen Dafoe, Tapınakçıların tarihini yazdıkları kitaplarında bu durumu şöyle anlatır:

Kutsal topraklardan Avrupa’ya kadar her yerde bir “efsane” olarak dilden dile dolaşmaya başladılar. Örgüt kısa bir zaman diliminde, dokuz şövalyeden iyi eğitimli on binlerce çalışana ve muazzam bir sermayeye sahip dev bir şirkete dönüştü. Yeni üyeler, para ve arazi teklifleri her yerden akmaya başladı. Kısa zamanda inşa edilen pek çok kale, çiftlik ve kilise, Tapınak Şövalyeleri ve hizmetçileri tarafından kullanıldı. Tapınakçılar gemileri teçhiz ettiler, hem ticaret hem de savaş gemileri filosu oluşturdular. Zamanla dönemlerinin en tanınmış savaşçıları, seyyahları, bankerleri ve finansörleri oldular.

1146’da, üçüncü Büyük Üstat’ın liderliğinde, Paris’te düzenlenen Genel Toplantı, Fransa Kralı (VII. Louis) ve Papan’ın (III. Eugenius) katılımıyla onurlandırıldı. 1172’de Papa, Tapınak Şövalyeleri’ne örgüt içinde kendi piskopos ve rahipleri olduğu anlamına gelen, dışardan herhangi bir piskoposun yetkisinden bağımsız olma olağanüstü ayrıcalığını verdi. 1185’te İmparator Frederick Barbarossa, örgütün “Koruyucusu” oldu. Kurulduktan yüz yıl sonra, Tapınak Şövalyeleri’nin sayısı 15 bine ulaşmış, Avrupa’nın birçok yerinde toprak ve mülk edinmişlerdi. Bazı yerlerde vergiden muaftılar. Ekonomik olarak o kadar güçlenmişlerdi ki; Avrupa’daki hanedanlıklar arasında Tapınakçılara borçlu olmayan yoktu. İngiltere’nin birçok kralı, tarikata olan devasa borçlarına karşılık Kraliyet hazinesini Londra’daki Tapınakçı merkezlerine ipotek etmek zorunda kalmıştı.

Tapınak Şövalyeleri’nin Yapısı

Tapınak ŞövalyeleriTapınak Şövalyesi olabilmek pek de kolay değildi. Öncelikle hasta veya sakat olmamak, bekar olmak, borçlu olmamak, başka bir tarikat ile bağlantı içinde olmamak, meşru olarak asil bir soydan gelmiş olmak ve zaten bir şövalye olmak gerekiyordu. Örgüte katılmak isteyen kişinin tüm topraklarını ve tüm mal varlığını örgüte bağışlanması zorunluydu. Büyük bir gizlilik içinde yapılan kabul törenlerinde şövalyeler ölümüne itaat ve bağlılık yemini içiyorlardı. Tapınakçılar eyaletlere, eyaletler şövalyeliklere ve şövalyelikler de loncalara bölünmüştü.  Şövalyeler üzerinde kırmızı sekiz uçlu bir haç olan kolsuz paltolar giyerdi. Kiliseleri sekiz yanlıydı. Başlangıçtaki simgeleri, yoksulluklarını vurgulamak için bir atın üzerine binmiş iki şövalye idi. Zaten bu nedenle diğer bir adları da Süleyman Tapınağı’nın Yoksul Şövalyeleri (Pauperes Commilitones Christi Templique Salomonis) idi. Sonraları üzerinde İsa’nın başı, daha sonra da bir kartal yer aldı. Her üye manastıra özgü, olağan yoksulluk, namus ve bağlılık yeminini ederdi. Üyeler, rahipler, şövalyeler ve şövalyelere refakat eden hizmetkâr kardeşler olarak bölündü. Büyük Başkan hükümdar prens rütbesindeydi ve birçok yönetici vardı. Olağan rahiplik yükümlülükleri yoktu ve ülke yetkililerine vergi ödemiyorlardı. Bir şövalye birini gücendirdiği zaman, onu mahkemeye çıkarmak neredeyse olanaksızdı.

Memlüklerin 1291 yılında Akka’yı alması Tapınak Şövalyelerinin tarihinde bir dönüm noktasıydı. Kutsal topraklardaki Haçlı varlığı sona erince, buralarda yerleşmiş olan Tapınakçılar da Avrupa’ya dönmek zorunda kalmış, başta Fransa olmak üzere çeşitli merkezlere yerleşmişlerdi. Kutsal Toprakların yitirilmesi Avrupa’da büyük değişimlere neden oldu. Yenilginin faturası Kilise’ye çıkartılmış, saygınlığını büyük ölçüde kaybeden kurum, politik istismara açık bir hale gelmişti. Bu kargaşa döneminde Tapınak Şövalyeleri sahip oldukları himayeyi bir ölçüde yitirdiler. Halk bu gizemli tarikatı yakından tanıma fırsatı bulunca Tapınakçıların hiç de sanıldığı gibi samimi dindar şövalyelerden kurulmadığını görmüş, yıllardır kısık sesle dile getirilen şikayetler artık yüksek sesle dile getirilmeye başlanmıştı. Görülmemiş bir zenginliğe sahip olan Tapınak Şövalyeleri’nin var oluş amacı artık sorguluyordu.

Bu devasa zenginlik, Tapınak Şövalyelerinin sonunu hazırlayacaktı…

Sonun Başlangıcı…

Fransa IV. Philip’in iktidarı döneminde oldukça fakir durumdaydı. Babası savaşlara korkunç büyüklükte paralar harcamış ve oğluna oldukça yoksul bir ülke miras bırakmıştı. Tapınak Şövalyeleri’nden alınan borç oldukça yüklü miktardaydı. 1285’te IV. Philip parasal sıkıntıya düşünce Tapınak Şövalyeleri’nden vergi alınmasını önleyen Papa VIII. Boniface’yle karşı karşıya gelmiş, Papa’dan başkasına hesap vermeyen, devlet içinde devlet oluşturan Tapınak Şövalyeleri’nin mutlak egemenliği karşısında büyük tehdit oluşturduğunun farkına varmıştı. Tapınak Şövalyeleri ortadan kaldırılırsa üstelik bu büyük borçtan da kurtulabilirdi.

Gerçi, tarikatın ileriye dönük planlarını isabetle tespit edip, tehlikenin boyutlarını fark eden ilk kişi kendisi de değildi. Ondan önce Kral II. Frederick, bütün karşı kampanyalara ve Kilise içindeki bazı çevrelerin tehditlerine rağmen, şövalyelerle mücadeleye girişmiş ve bir ölçüde başarılı olmuştu. Ne var ki, Tapınakçılara asıl ölümcül darbeyi darbeyi, Fransa Kralı IV. Philip indirecekti.

Tapınak Şövalyelerinin başlangıçtaki simgeleriPapa VIII. Boniface 1303’te öldü ve XI. Benedict’in (1303-1304) kısa bir süre papalık yapmasından sonra, Kral Philip, Fransız piskoposlarından birinin V. Clemens adıyla 1305’te papalığa seçilmesini sağlamayı başardı. Böylece Tapınakçılar önemli bir kalelerini yitirmiş oluyordu. Clemens’in Roma’da yaşamasına izin verilmedi, ancak karargâhını Avignon da kurdu.

Bir gün kral, Languedoc’ta bir yerin valisinden bir mektup aldı. Dindışı görüşleri nedeniyle suçlanan ve ölüm cezasına çarptırılan bir Bezierli’nin olağanüstü ölçüde önemli bir sırrı olduğunu iddia ettiği ve yaşamı bağışlanırsa bunu açıklayacağına söz verdiği yazıyordu. Vali, krala mahkumun idamını ertelediğini bildirdi. Kral Philip, mahkumun Paris’e gönderilmesini istedi. Devlete çok önemli bir açıklama yapacak olursa yaşamı bağışlanacaktı. Mahkum, kendi gibi ölüm cezasına çarptırılan ve idam edilmeden önce kendisine cezasını çekeceği suçun, Tapınak Şövalyeleri’ne katılmasıyla yapmaya zorlandığı suçların yanında az kaldığını söyleyen, Tapınak Şövalyeliği’nden ayrılmış biriyle aynı cezaevinde bulunduğunu açıkladı. Bu suçların arasında, eşcinsellik, putperestlik ve İsa’yı reddetme vardı.

Tapınak Şövalyeleri’nin büyük gücü karşısında korkmuş olan, varlıklarını ele geçirmek için haklı bir neden bulmaya hevesli Kral Philip, mahkumun yaşamını bağışladı ve örgüte son vermek için planlar kurdu. Büyük Üstat Jacques de Molay  da dahil olmak üzere şövalyelerin liderleri Avrupa’nın her yerinden Paris’e çağrıldı. Görünüşte, şövalyelerin ve diğer askeri birimlerin olası birleşmelerini tartışmak için yapılacak bir toplantı düzenlenmişti.

De Molay daveti kabul eder, büyük bir heyetle gelir ve saygıyla karşılanır. Ancak 13 Ekim 1307 Cuma günü, De Molay Paris’te bulunan tüm Tapınak Şövalyeleriyle birlikte tutuklanırken, aynı uygulamanın gerçekleşmesini sağlamak için, daha önceden ülkenin her yerine emir gönderilmiştir. Hatta Philip yabancı hükümdarlara yazmıştı, böylelikle kısa bir süre sonra Avrupa’nın çoğu yerinde Tapınak Şövalyeleri’ne karşı bir hareket başlar. İtalya’da birçoğu ele geçirilir. İngiltere’de Kral II. Edward geç davranmış ancak sonunda emir kan dökülmeden uygulanmıştı. Şövalyeler Almanya’da da yakalandılar ancak kendilerine hoşgörülü davranıldı. İspanya ve Portekiz’de yargılandılar, suçsuz bulundular ve İspanya’da Montesa Örgütü, Portekiz’de de Mesih Örgütü adı altında yeniden organize oldular. Ancak Fransa’da şiddetli bir zulüm gördüler. Uzun süre ertelenen yargılama ve işkence altında itirafta bulunmalarını sağlama denemeleri sonrasında, Büyük Üstat diri diri yakıldı (Mart 1313) ve birçoğu da benzer biçimde öldürüldü.

Sonuçta, 1312’de toplanan Viyana Konsülü aldığı kararla Tapınak Sövalyeliğini tüm Avrupa’da yasakladı. Papa V. Clement’in 22 Mart 1312’de yayınladığı ve tarihe “Vox in excelso” adıyla geçen fermanıyla tarikat dağıtılarak varlığına resmen son verildi.

YAZI HAKKINDAKİ DÜŞÜNCELERİNİZ

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.