Çanakkale Atatürk’tür, Atatürk Çanakkale’dir

Çanakkale zaferi, Türk tarihindeki zaferler içinde en çok kan dökülerek, en çok şehit verilerek kazanılmış zaferlerin başında gelir. Evet Çanakkale  zaferini düşmanın üstün silahlarına, çelik kalelerine karşı canımızı, kanımızı ortaya koyarak kazandık. Kendi iç denizimiz Marmara’ya bile güvenemeden, ikmalimizi karadan binbir zorlukla yaparak kazandık. Şehitlerimizle, gazilerimizle ve nice adsız kahramanlarımızla kazandık. Bir kuşağın gürbüz gençliğini orada gömerek kazandık.

Bugün her yıl 18 Mart’ı törenlerle, gururla ama bin bir acıyla yüklü olarak kutlarız. Törenlerde hep, “Biz orada 250.000 şehit verdik” denir. Çoğumuzun aklında da Çanakkale Savaşı’ndaki şehit sayısı 250.000 olarak yerleşip kalmıştır. Çanakkale Savaşı’ndaki şehit rakamı gerçekte daha düşük olsa da, bu durum zaferin büyüklüğüne en ufak gölge bile düşürmez. Genelkurmay Başkanlığı kayıtlarına göre Çanakkale Savaşı’ndaki kayıp rakamlarımız şöyledir.

  Subay Er Toplam
Şehit 589 56.495 57.084
Yaralı 1.017 96.847 97.864
Kayıp 27 11.151 11.178
Hastaneye Gönderilen 14.000
Hava Değişimi 13.459
Hastalıktan Ölen 20.000
  Zayiat Toplamı 213.585

Kurtuluş Savaşı’nda en güçlü olduğumuz Büyük Taarruz öncesinde Türk ordusunun toplam mevcudunun yaklaşık 100.000, Kurtuluş Savaşı boyunca verdiğimiz şehit sayısının yaklaşık 40.000 olduğu hatırımıza gelecek olursa Çanakkale zaferinin ne denli ağır bir bedel ödenerek kazanıldığı anlaşılabilir.Kesin olmayan tahminlere göre bu rakamlara dahil olan 100.000’den fazla öğretmen, mülkiyeli, tıbbiyeli ve Türk Ocakları’nda yetişmiş okur-yazarın kaybedilmesi Cumhuriyet’in ilk yıllarında en ağır biçimde hissedilmiştir. Zayiatın neredeyse 250 bin civarında olduğu göz önünde bulundurulursa, yaklaşık 1,5 milyon Türk’ün aile bağlarıyla bu savaştan etkilendiği görülür. Eğer bunlara akrabalık, komşuluk ve arkadaşlık bağları da eklenirse, neredeyse o günkü bütün Anadolu nüfusunun Çanakkale Savaşı’yla doğrudan ilgisi bulunabilir.

Çanakkale zaferinin Türk tarihinin altın sayfalarından birisi olmasının tek nedeni elbette verilen şehit ya da zayiat sayısı değildir.

Çanakkale Savaşı sırasında Türk ulusunun karşısındaki düşman, “yedi denizin hakimi, toprakları üzerinde güneş batmayan imparatorluk” denilen ve devrin en güçlü imparatorluğu olan İngiltere ile birlikte Fransa’dır. Yani devrin en büyük güçleri. Her iki devlet de 1. Dünya Savaşı’nı bir an önce bitirmek için Mehmet Akif’in deyimiyle ufacık bir karaya tüm güçleri ile yüklenmiş, bütün sömürgelerinden adeta insan yağdırmıştı:

Eski Dünya, Yeni Dünya bütün akvam-ı beşer
Kaynıyor kum gibi, Mahşer mi, hakikat mahşer.
Yedi iklimi cihanın duruyor karşında,
Osrtralya’yla beraber bakıyorsun; Kanada!

Oysa düşmanın böylesine güçlü olduğu bu savaşa, Türk ordusu en güçsüz olduğu dönemlerden birinde girmişti. Çok değil, yalnızca bir yıl önce Balkan Savaşı’nda tarihinin en acı yenilgilerinden birini yaşamış, topraklarının beşte birini kaybetmişti. Türk ulusunun tarihinin en güç dönemlerinden birini yaşadığı bu savaşa İtilaf devletleri adeta güle oynaya gelmişlerdi; Türk ordusu bu kadar güçsüzken ne kadar dayanabilirdi ki? İngiliz ve Fransız gemilerinden oluşan donanma, savaşın başında kendisine o kadar çok güveniyordu ki, en geç bir ay içinde Marmara’ya girerek İstanbul’u alacaklarını düşünüyorlardı.  Fakat Türk’ün tükendiği, tarihi misyonunu tamamladığı, kolayca zafere ulaşılacağının düşünüldüğü sırada Mustafa Kemal adındaki biri tarih sahnesine çıkacak; Türk’ün, koşullar ne denli zor ve umutsuz görünürse çok şeyler başarabilecek güç ve inanca hâlâ sahip olduğunu, devlet çökse bile Türk ulusunun çökmeyeceğini bir kez daha dünyaya kanıtlayacaktı. İşte Çanakkale Savaşı’nın diğer bir önemi de budur. Napolyon Bonapart’ın, “Türkler öldürülebilir fakat mağlup edilemezler” sözünün anlam bulduğu yerdir Çanakkale…

Bu zaferle Türk milleti eski güç ve dinamizmini koruduğu, “hasta adam” nitelendirmesinin yanlışlığını ortaya koymuştur. Çanakkale Savaşı’nın en önemli siyasi sonucu ise hiç kuşkusuz Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunu hazırlamış olmasıdır. Zira, İstanbul’un o sırada ele geçirilemeyip, savaşın uzaması bambaşka şartlar doğurmuştur. I. Dünya Savaşı’nın sonunda ülkenin işgale uğraması karşısında Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde verilen mücadelenin en önemli dayanak noktası Çanakkale’nin verdiği moral güçtür.

Çanakkale aynı zamanda Osmanlı’yı ayakta tutmak, yaşatmak için öne sürülen ümmetçilik akımının iflas ettiği, Türk milliyetçiliğine dayalı uluslaşma sürecinin güçlendiği yerdir. Türk ulusu Çanakkale Savaşı’nda Halife’nin kutsal cihat çağrısına karşın karşılarında Hristiyanlarla omuz omuza çarpışan Fas, Tunus, Mısır ve Senegalli Müslüman askerleri görmüş, ümmetçiliğin artık Osmanlı’yı bir arada tutacak bir tutkal olmadığını anlamıştır.

Çanakkale Savaşı’ndan Mustafa Kemal’i Silmek

Günümüzde ilginç bir biçimde, Türk tarihinde bir inanç, cesaret ve kararlılık sembolü haline gelen Çanakkale Savaşı’ndan Atatürk’ün adını silmek, Atatürksüz bir Çanakkale Savaşı tarihi yazmak için olağanüstü bir gayret gösteriliyor. Tüm tarihi ters yüz ederek Çanakkale Savaşı’nı yeniden yazmaya çalışanların iddiasına göre Çanakkale Savaşı sırasında Atatürk’ün esamesi bile okunmuyordu. Gayr-i Resmi Yakın Tarih Ansiklopedi’nde yazanlar işin artık ne boyuta geldiğini gösteriyor: “Mustafa Kemal Çanakkale Savaşı sırasında göğsünü düşmana siper eden 1887 subaydan sadece biridir. İstiklal Harbi’nde bile vatanı kurtardığı söylenemez!

Çanakkale Savaşı’nı geçtik, artık Kurtuluş Savaşı’nda bile Mustafa Kemal’in bir rolü olmayacağını iddia edebilecek düzeyde bir tarih çarpıtması tüm çıplaklığıyla karşımızda duruyor.

Peki, onların iddiasına göre madem Atatürk’ün Çanakkale zaferinde hiçbir payı yok, bugün neden Çanakkale Savaşı denilince herkesin aklına ilk gelen isimlerden biri Atatürk oluyor? Neden Çanakkale ve Atatürk adı birbiriyle bu kadar özdeşleşmiş durumda?

Yine aynı iddia sahiplerine göre bugün Atatürk’ün Çanakkale Savaşı’nda bir kahraman gibi gösterilmesinin nedeni, Atatürk’ün Cumhuriyet’in ilanı ile siyasi gücü eline geçirmesinden sonra tarihin yeniden yazılması. Demek istiyorlar ki, 1923’ten sonra Çanakkale Savaşı resmi tarihe göre yeniden yazıldı ve Atatürk Çanakkale Savaşı’nın tam ortasına bir kahraman gibi monte edildi. Çanakkale Savaşı’nda Atatürk’ü ön plana çıkaran resmi tarihtir, oysa 1923 öncesinde Çanakkale Savaşı’nda Atatürk’ün (Mustafa Kemal) adı bile geçmez. Daha insaflılarına göre ise Mustafa Kemal’in de rolü vardır ama önemli değildir, gerçek kahramanları unutturmak için abartılmıştır. Örneğin Ahmet Altan’ın, “Mustafa Kemal Çanakkale’de yarbay rütbesi ile komuta kademesinde 17. sırada olmasına karşın resmi tarih onu kahraman gibi göstermiştir” sözlerinde olduğu gibi…

Bazıları ise bırakın Atatürk’ü, Çanakkale zaferinde Türk ulusunun bile hiçbir payı olmadığını ima etmekten çekinmiyor. Örneğin 12-19 Mart 1992 tarihli Aktüel dergisinde Mete Tuncay’ın yazdığı gibi:

Tamam, Mustafa Kemal’in Çanakkale zaferinde kısmi başarısı vardır ama zafer Mustafa Kemal’e ait değildir. Ordu Osmanlı ordusu ama (Çanakkale) zafer Almanlarındır. Çünkü savaşta zaferi komutanlara izafe etmek bir gelenektir.

Acaba gerçekten Çanakkale Savaşı’nda Atatürk’ün başarıları 1923’ten sonra resmi tarihin uydurduğu bir yalandan mı ibaret? Atatürk yalnızca sıradan bir asker miydi, zaferi kazanan Almanlar mıydı?

Oysa güneş nasıl balçıkla sıvanmazsa, Atatürk’ün olmadığı bir Çanakkale Savaşı yazmak düşünülemez bile. Çünkü iddiaların aksine Atatürk adının Çanakkale zaferi ile özdeşleşmesi 1923’ten sonra olan bir olay değildir. O’nun adı daha savaş devam ederken Çanakkale ile özdeşleşmeye başlamıştır bile. Dilerseniz biz de Atatürk’ün henüz Atatürk olmadığı dönemlerin, yani diğerlerinin iddia ettikleri gibi resmi tarihi etkileyemeyeceği dönemlerin kaynaklarına bakarak ve yabancı tarihçilerin gözünden Çanakkale Savaşı’nda Atatürk’e bakalım da bu iddiaların ne kadar temelsiz ve kasıtlı olduğunu hep birlikte görelim.

Atatürk ve Çanakkale

Goben ve Breslav gemileri Rus limanlarını bombalayıp Osmanlı İmparatorluğu bir oldubitti ile kendini Birinci Dünya Savaşı’nda bulduğunda, Mustafa Kemal Sofya’da ateşemilititer idi. Savaşın patlak vermesi üzerine Kasım 1914’te Mustafa Kemal, Başkomutanlığa mesaj çekip Sofya’daki görevinden alınmasını ve cephede bir göreve verilmesini ister fakat isteği kabul edilmez. Mustafa Kemal vazgeçmez ve bir kez daha mektup yazarak cephede savaşmak isteğini yineleyince Başkomutan Enver Paşa tarafından, 3. Kolordu’ya bağlı olarak Tekirdağ’da kurulacak 19. Tümen Komutanlığı’na atanır. 18 Nisan 1915’te 19. Tümen, Çanakkale’ye yeni atanan Mareşal Liman von Sanders’in emri altında 5. Ordu’nun yedeğine verildiğinde Mustafa Kemal’in Çanakkale cephesindeki görevi de başlamış olur.

Savaşın Yazgısını Değiştiren Mustafa Kemal’dir

Mustafa Kemal Çanakkale Savaşı’na katıldığında rütbesi yarbaydır, fakat yalnızca 5 hafta sonra, 1 Haziran 1915’te Mustafa Kemal’in Çanakkale Savaşı sırasındaki rütbesi albaylığa yükseltilir.

Bazı tarihçiler üzerine basa basa “ihtiyat kuvveti” komutanı diyerek Mustafa Kemal’in rolünü küçümsemeye çalışır. Böylece Mustafa Kemal’in bir yedek kuvvetler komutanı olduğunu ve savaşa dahil olmadığını bilinç altına yerleştirmek isterler. Doğrudur, Mustafa Kemal savaş başladığında ihtiyat kuvvetleri komutanıdır fakat Çanakkale’de kara savaşlarının başladığı daha ilk günden (25 Nisan 1915) itibaren bilfiil savaşa dahil olmuş ve daha ilk günden savaşın yazgısını değiştirmiştir.

25 Nisan 1915 sabahı Arıburnu’na çıkarma yapan düşman kuvvetleri, kendilerini durduracak yeterli kuvvet olmadığından hızla Conkbayırı’na doğru ilerlemektedir. Conkbayırı’nın düşmanın eline düşmesi ise Çanakkale’nin savunmasız duruma gelmesi, İstanbul’a giden deniz ve karayolunun düşmanın eline geçmesi ile aynı anlama geldiğinden felaketle sonuçlanacak bir durumdur.

Dakikaların bile önemli olduğu o anlarda, Mustafa Kemal 3. Kolordu Komutanlığı’na durumu anlatan bir mesaj gönderir ve mesajın yanıtını bile beklemeden inisiyatif kullanarak 57. Alay ve bir dağ bataryası ile birlikte düşmanın çıkarma yaptığı yere doğru harekete geçer. Atatürk’ün inisiyatif kullanarak,  “Ben size taarruzu emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum! Biz ölünceye kadar geçecek zaman zarfında yerimize başka kuvvetler ve komutanlar geçebilir” diyerek başlattığı taarruzla, tam düşmek üzereyken Conkbayırı kurtarıldığı gibi düşman kıyıya kadar sürülür. “On Yıllık Harbin Kadrosu” adlı kitabında, o gün kazanılan zaferin önemini İsmet Görgülü şöyle değerlendiriyor:

Yarbay Mustafa Kemal, düşmana taarruz etmek için Ordu Komutanından gerekli izni almayı bekleseydi, düşman muharebenin ilk saatlerinde, bölgenin en hakim tepeleri olan Conkbayırı ve Kocaçimen’i ele geçirecek ve Boğaz yolunu açmış olacak, Seddülbahir’i de savunan Türk kuvvetlerini de kuzeyden kuşatmış olacaktı. Aynı zamanda düşmanın çıkarma yaptığı Arıburnu ve Seddülbahir bölgelerine, muharebenin ilk gününde müdahale edebilecek mesafede Türk birliği bulunmadığından (M. Kemal’in tümeni dışında) Mustafa Kemal’in bu tarihi müdahalesi olmasaydı Çanakkale Muharebeleri, 25 Nisan günü kaybedilebilirdi.

Şimdi birileri, “Başka komutan da olsa aynısını yapardı” diye düşünebilir. Oysa kolay kolay yapılamazdı, yapılamadı da! Düşmanın Arıburnu’na çıkarma yaptığı hayati dakikalarda Yarbay Mustafa Kemal, Kolordu Komutanı’ndan saldırı için izin ister. Mustafa Kemal’in emrindeki 19. Tümen ihtiyat tümeni olduğundan bizzat Ordu Komutanı’nın izin vermesi gereklidir ve bu yüzden Kolordu Komutanı bir türlü karar veremez. Çünkü Mustafa Kemal’in 19. Tümeni’nin Arıburnu’na gönderilmesi durumunda diğer bölgelerde meydana gelebilecek tehlikelere karşı elde yedek kuvvet kalmayacaktır. Kolordu Komutanı üstü olan Ordu Komutanına danışmak ister ama telefonla bağlantı kurulamayınca 40 km ötedeki Saros Bölgesi’ne doğru yola çıkar. Oysa bu en az iki saat daha gecikme demektir. Fakat düşman Kolordu Komutanının dönmesini beklemeyecektir. İşte bu durumda Mustafa Kemal inisiyatif kullanarak, Çanakkale Savaşı’nın yazgısını değiştirecek adımı atar, gelecek emri beklemeden düşmana saldırır.

Oysa inisiyatif kullanamayan, bir türlü karar veremeyip Ordu Komutanı ile görüşmeye giden Kolordu Komutanı, Balkan hezimetimizdeki ender başarılı savunmalarımızdan Yanya Savunması’nı yapan Yanyalı Esat Paşa’dan başkası değildir. Böyle bir komutanın dahi inisiyatif kullanmaktan çekindiği bir durumda, Mustafa Kemal’in tüm kariyerini riske atarak giriştiği böyle bir saldırı komutanlık ve savaş sanatının altın sayfalarından biri değil de nedir? Kaç tane subay, kolordu komutanının emrine rağmen böyle bir saldırıyı gerçekleştirme cesaretini kendinde bulabilir?

Mustafa Kemal bu büyük başarısının ardından aynı gün Arıburnu Kuvvetler Komutanlığı’na getirilir.

Tarihler 8 Ağustos 1915’i gösterirken Mustafa Kemal’i bu kez Liman von Sanders tarafından Anafartalar Grup Komutanı olarak atanmış olarak görürüz. Emrine 2, 16 ve 15. Kolordular olmak üzere tam üç kolordu verilmiştir. Atatürk’ün bu görevi, Çanakkale’den ayrılacağı 10 Aralık 1915’e kadar devam edecektir.

Burada dikkat edilmesi gerek en önemli nokta, o sırada albay rütbesinde olmasına karşın Atatürk’ün emrine verilen kuvvetlerin ordu niteliğinde bir kuvvet olmasıdır. Tüm Çanakkale Savaşı boyunca, Liman von Sanders dışında hiçbir komutan, bu kadar uzun zaman, bu kadar çok birliği ve bu kadar geniş bir alanı komuta etmemiştir. Çanakkale zaferinde Mustafa Kemal’in payı yok diyenler için bir kez daha tekrarlayalım: Liman von Sanders dışındaki hiçbir komutan Çanakkale Savaşı’nda Mustafa Kemal kadar büyük bir kuvvete komuta etmemiştir!

Şimdi, açık bir tarihi gerçek olan bu durum, resmi tarihin yalanlarından biri olarak açıklanabilir mi? Madem hiçbir rolü yok, neden Ordu düzeyindeki büyük bir güç, çok daha kıdemli üstleri olduğu halde albay rütbesindeki Mustafa Kemal’e verilmiştir?

Atatürk, Anafartalar Grup Komutanı olduktan sonra da tıpkı Arıburnu’nda olduğu gibi başarılarını tekrarlar, artık Anafartalar Kahramanı olarak anılmaya başlanır. Atatürk’ün kazandığı bu haklı ün, Başkomutanlık tarafından da dikkatle izlenmektedir. Kendisine savaş sürerken iki önemli görev teklifi yapılır. İlki, Temmuz 1915 ortasında, Trablusgarb’a ordu komutanı yetkisiyle ve Tuğgeneral (Mirliva) rütbesi ile gitmek isteyip istemediği sorulur. İkincisi ise Anafartalar Grup Komutanı iken 1915 Ekim ayı başında, Irak Ordusu Komutanlığı görevi kendisine teklif edilir.

Tüm bu teklifler, henüz zafere erişilmemişken bile Genelkurmay’ın Anafartalar Kahramanı Mustafa Kemal’e bakış açısını gösterdiği gibi hakkının daha o zaman teslim edildiğinin en açık göstergesidir. Yani 1923’ten çok önce bile Mustafa Kemal’in Çanakkale zaferindeki haklı payı çoktan teslim edilmeye başlamıştır.

Harp Mecmuası: Büyüklüğüne Söz Bulunamayan Bir Levha-i Şehamet

Mustafa Kemal Çanakkale cephesindeÇanakkale Savaşı sürerken, asker ve sivil işbirliğinde yani yarı resmi yayın organı olan Harp Mecmuası adlı bir yayın çıkarılmaktadır. Bu yayının 1915 yılı 4. sayısında Mustafa Kemal’in Kireç Tepe’de mermi kovanlarından yapılmış bir anıtın önündeki fotoğrafı tam sayfa basılır. Fotoğrafın altındaki Mustafa Kemal değerlendirmesine bir bakalım: “Büyüklüğüne söz bulunamayan bir levha-i şehamet (Akılla yaratılan bir yiğitlik levhası).

Aslında Harp Mecmuası, Mustafa Kemal’in renkli bir fotoğrafını kapak olarak basarak yayınlamak istemiş ama Enver Paşa bu durumu öğrenip Mustafa Kemal’in fotoğrafının kapak olarak basılmasını önleyip yerine amcası Halil Paşa’nın (Kut) resmini koydurtmuştur. Enver Paşa’nın Mustafa Kemal’in bu denli öne çıkmasından duyduğu rahatsızlık oldukça açıktır. Keza 29 Ekim 1915’te Tasvir-i Ekfar gazetesinin de Atatürk’ün bir fotoğrafını yayınlayıp altına yazdığı satırlar Enver Paşa’nın kızmasına neden olmuş,  gazetenin sahibi Yunus Nadi’ye, milletvekili olduğu için bir şey yapamadığından bazı gazete görevlilerini hapsettirirmiş ve birkaç gün gazeteyi kapattırmıştır. Gazetenin kapanmasına neden olan yazı şöyledir:

Çanakkale Deniz Savaşları’nda olağanüstü yararlılık gösteren, olağanüstü şeref ve şanlı muharebe yapan, boğazları, halifelik makamı olan İstanbul’u kurtaran komutanlarımızdan güçlü, hamiyetli, saygın Albay Mustafa Kemal Beyefendi.

Enver Paşa’nın  Mustafa Kemal’e  duyduğu soğukluk, Çanakkale Cephesi’ni ziyaretinde ve sonrasında yeniden ortaya çıkacaktır. Avustralyalı tarihçi Alan Moorehead, Enver Paşa ve Mustafa Kemal arasındaki soğukluğu satırlarına şöyle taşır:

Mustafa Kemal’in efsanevi bir biçimde iktidara yükselmesinde, kuşkusuz pek çok yön bulunur. Fakat belki de, Çanakkale’deki ilk zaferleri, onun için bütün ötekilerden daha önemlidir. Harekatın sonuna doğru hasta ve yorgun olarak İstanbul’a döndüğü zaman, Enver Paşa’nın bütün çabaları O’nun “Çanakkale Kahramanı” olarak selamlanmasına engel olamamıştı.

Tarihlere dikkat ederseniz, 1915 yılında o dönem yaşananların bizzat tanıkları olanlar bile Mustafa Kemal’den “büyüklüğüne söz bulunamayan, İstanbul’u kurtaran komutan” diye bahsederken günümüzde Mustafa Kemal’in Çanakkale zaferinde hiçbir payı yok denilmesi biraz garip değil mi? Kime inanmak gerek şimdi: O dönemin tanıklarına mı, yoksa bir yüzyıl sonra oturduğu yerden tarih yazanlara mı?

Çok az kişinin dikkat ettiği tarihi gerçeklerden biri de “Mustafa Kemal” adının Türk şiirine ilk kez Çanakkale Savaşı ile birlikte girmiş olduğudur, yani Mustafa Kemal üzerine yazılan ilk şiir Çanakkale Savaşı’ndaki başarıları nedeniyledir.

Çanakkale’deki çarpışmalar tüm şiddetiyle sürerken Genelkurmay Başkanlığı, milli duyguları güçlendirmek için bir savaş edebiyatı kampanyası başlatır. Bu amaçla düzenlenen kampanya dahilinde sanat ve edebiyat dünyasından bir grup insan, olanları bizzat yerinde görmesi için Çanakkale Cephesi’ne götürülür.

Gruba dahil olan şairlerden biri de ünlü şair Mehmet Emin Yurdakul’dur. Mehmed Emin İstanbul’a döndükten sonra, “Çanakkale Kahramanlarına” adadığı 1915 tarihli Ordunun Destanı adlı kitabı ile Çanakkale Muharebeleri’ni destanlaştırır. Ve şiirinin sonunda şöyle seslenir:

Ey bu güne şahit olan sarp hisarlar
Ey kahraman Mehmed Çavuş siperleri
Ey Mustafa Kemallerin aziz yeri
Ey toprağı kanlı dağlar, yanık yarlar!

Göreceğiniz üzere Mustafa Kemal’in Türk şiirine girişi bile Çanakkale Savaşı ile başladığı halde Mustafa Kemal’i Çanakkale’de yok saymaya çalışmanın anlamı nedir?

1915 yılında H. Cemal adında bir subay “Ulu Cenk” adında Çanakkale Savaşı ile ilgili bir kitap kaleme alır. Bu kitap Çanakkale Savaşı hakkındaki ilk kitaplardan birisi olması nedeniyle o dönem Çanakkale Savaşı hakkında Türk insanının düşüncelerini ortaya koyması bakımından önemlidir. Bakın Çanakkale Savaşı hakkında yazılan ilk kitaplardan birinde “yarının Genelkurmay Başkanı” denilen Mustafa Kemal nasıl değerlendiriliyor:

Çanakkale’ye bir zafer heykeli dikmek şerefi ile Türkler şeref kazanacaklarsa o heykelin, Çanakkale’yi kurtaran Mustafa Kemal Bey olması lazımdır. Başkası olamaz. Bu hak kimseye verilemez.

Bu satırların daha 1915’te yazıldığını tekrar hatırlatalım ve aynı kitaptan birkaç cümle daha aktaralım:

Türk askerini, yalnız bu komutan, hiçbir vakit lüzumsuz yere harcamıyor. Gerek subaylar, gerek erler Arıburnu siperlerinden söz ederken Mustafa Kemal’in adını hürmetle anıyorlar…

Sizce Mustafa Kemal’in daha 1915 yılında geleceğin Genelkurmay Başkanı olarak değerlendirilmesinde acaba Çanakkale Savaşı’nda gösterdiği başarıların azıcık da olsa payı yok mudur? Bazılarına itiraf etmek her ne kadar zor gelse de…

Çanakkale Savaşı’na ilişkin yine ilk kitaplardan biri olan ve Uryânîzâde Ali Vahid tarafından 1915 yılında yazılıp 1916 yılında basılan “Çanakkale Cephesi’nde Duyup Düşündüklerim” adlı kitapta bakın Anafartalar Kahramanı Mustafa Kemal nasıl anlatılmış:

Ertesi günü Anafartalar grubuna gitmek üzere ale’s-sabah hareket olundu. O grupta da bu heyet bir gün yaşadı ki dünyada tarif kabul etmez. İstikbal, hüsn-i kabul, mihmannüvazlık olsa da “Allah” için bu kadar olur. (…)

Bu grubun kahramanı Mustafa Kemal Bey’e, bu büyük kumandana bütün İslâmlar ve müttefiklerimiz medyun-ı şükrandır. Anafartalar’ın en nazik bir zamanında Mustafa Kemal Bey’in aldığı tertibat ve tertib ettiği bir hücum sayesinde boğaz büyük bir tehlikeden kurtulmuştur.

Türk edebiyatında Mustafa Kemal (Atatürk) adının geçtiği ilk “manzum” ve “mensur” eserlerin nedense Çanakkale Savaşı hakkında olması, tüm bu yayınlarda Mustafa Kemal’den kahraman olarak söz edilmesi de sizce bir rastlantı mıdır acaba? Bu kadarı biraz fazla değil mi?

Ve yine tarihe not düşmemiz gereken bir bilgi: İlk Mustafa Kemal portresi de Anafartalar Savaşı sırasında Avusturyalı ressam Vilhelm Victor Krausz tarafından çizilmiştir.

Biraz evvel Enver Paşa’nın Mustafa Kemal’e karşı bir soğukluk duyduğunu yazmıştık. Bu soğukluk, Enver Paşa’nın Eylül 1915’te cepheye gelişiyle birlikte doruk noktasına çıkar. Cephenin her yerini, bütün komutanlarını ziyaret ettiği halde, bir tek Mustafa Kemal’i ziyaret etmez. Anafartalar Kahramanı bu duruma bir hayli kırılarak istifasını Limon van Sanders’e sunar. Liman von Sanders böylesine yetenekli bir komutanı kaybetmemek için istifa dilekçesini kabul etmez ve Enver Paşa’ya bir mektup yazar:

Albay Mustafa Kemal’in bir dilekçe ile hizmetten ayrılmak dileğinde olduğunu bildirmekten üzüntü duyarım.

Bu dilekçeyi destekleyemem. Çünkü Mustafa Bey’i vatanın bu büyük savaşında çok az rastlanan yetenekte, yetkili ve cesur bir subay olarak tanıdım ve takdir etmeyi öğrendim. Öyle ki, kendisine görevim icabı takdirimi ve şükranımı tekrar tekrar ifade ettim.

Limon van Sanders mektubun devamında Mustafa Kemal’in neden istifa etmek istediğini açıklamakta ve Enver Paşa’dan gereğinin yapılmasını istemektedir. Nitekim Enver Paşa kısa süre sonra Mustafa Kemal’e telgraf çekerek durumu düzeltir. Bu mektupta Liman von Sanders’in Mustafa Kemal hakkındaki düşünceleri gayet açıktır: Eşine az rastlanan yetenekte bir komutan. Liman Paşa bu değerlendirmeyi elbette Mustafa Kemal’in kara kaşlarına göre değil, Çanakkale Savaşı sırasında göstermiş olduğu başarılara dayanarak yapmaktadır. Emri altında bu kadar yetenekli bir komutan varken kaybetmek istememesi gayet doğaldır.

II. Abdülhamit: Mustafa Kemal Bey Adında Bir Miralay…

Atatürk'ün bilinen ilk resmiTürk halkı ellerini açmış, savaşın zaferle sonuçlanması için dua etmektedir. Çünkü bu bir ölüm kalım savaşı, Türk’ün var olma mücadelesidir. Çanakkale Savaşı’nın zaferle sona ermesi için dua edenlerden biri de Çanakkale Savaşı sırasında Selanik’te sürgünde olan II. Abdülhamit’tir. Tarihle arası iyi olanlar hemen anımsayacaklardır. 31 Mart Ayaklanması’nı bastırmak için Mahmut Şevket Paşa komutasında ve Mustafa Kemal’in kurmay başkanlığında İstanbul’a gönderilen Harekat Ordusu II. Abdülhamid’i tahtından indirip Selanik’e sürgüne yollamıştır. Bakın Sultan II. Abdülhamit, kendisini tahtan indiren ordunun kurmay başkanı hakkında, İsmet Bozdağ tarafından 1975 yılında “Abdülhamid”in Hatıra Defteri” adıyla yayınlanan anılarında neler yazmış:

İşte bu sırada rabbime şükürler olsun ki, ummaya bile cesaret edemediğim zafer haberi ulaştı. Düşman tasını tarağını toplamış askerlerinin yarısını denize, yarısını gemilerine dökerek Çanakkale önünden çekilip gitmişti. Bu büyük zaferi, Mustafa Kemal Bey adında bir miralay (albay) kazanmış. Allah, devletime hizmeti geçenlerden razı olsun.

Sezar’ın hakkı Sezar’a…

II. Abdülhamit bile, kendisini Osmanlı tahtından indiren ordunun kurmay başkanı olmasına karşın Mustafa Kemal’i Çanakkale zaferini kazandıran komutan olarak görüp hakkını teslim ederken, bazıları halen daha “bunlar resmi tarihin uydurmasıdır” diyerek suyu bulandırma, geçeklerinin üzerine örtme gayreti içinde çırpınıyor. Çünkü amaçları gerçeğe ulaşmak ya da üzüm yemek değil, bağcıyı dövmek.

Üstelik Atatürk’ün Çanakkale Savaşı’ndaki rolünü bilen tek Osmanlı Padişahı II. Abdülhamit de değildir. Son Osmanlı Padişahı Vahdettin’in damadı olan İsmail Hakkı Okday, anılarında şunları yazar: “Vahideddin Efendi, bu seyahate (Almanya) çıkarken, kendisine refakat etmek üzere, o zaman ‘ Anafartalar Kahramanı’ olarak anılan Mustafa Kemal Paşa’yı yanına almıştı…

Zaferden sonra Mustafa Kemal adı, efsanevi bir kimlik kazanmıştır. Gittiği her yerde halk tarafından büyük bir coşku  ile karşılanır. 1916 yılı Ocak ayında Edirne’yi ziyaret ettiğinde kent girişinde halk sokaklara dökülmüş, kendisini beklemektedir. Orgeneral İzzettin Çalışlar, tuttuğu günlüğün 28 Ocak 1916 tarihli sayfasında bu karşılanışı şöyle anlatır:

… Yollar hıncahınç ahaliyle dolmuş, bütün mektepler karşılama için yerlerini almıştı. Şehir saray gibi donanmış, peş peşe zafer takları yapılmıştı. “Yaşasın Arıburnu ve Anafartalar Kahramanı Mustafa Kemal Bey”  yazılı levhalar asılmıştı… Edirne eşrafı, vilayet erkanı, konsoloslar hep oradaydılar… Bütün şehir, heyecan ve coşkulu sevinçle karşıladı. Çiçekler, buketler takdim ettiler. Alkışlar, her türlü nümayişler, tezahürat, her türlü tasavvurun üstündeydi…

Atatürk’ün Edirne’yi ziyareti için Fahrettin Altay da şunları yazar:

Anafartalar Zaferi ile İstanbul’u düşman işgalinden kurtaran Albay Mustafa Kemal, 16.  Kolordu Komutanı olarak Edirne’ye gönderilmiş, Edirne halkı da onu çok büyük gösterilerle karşılamıştı. Çünkü biliyorlardı ki, Anafartalar kahramanı yalnız İstanbul’u değil, Edirne ve bütün Trakya’yı da kurtarmıştır.

Görüldüğü gibi Atatürk’ün şöhreti, halkın kendisine layık gördüğü unvanlar, kendisine duyulan hayranlık daha o günlerde ortaya çıkmıştır, öyle iddia edildiği gibi resmi tarihin sonradan yakıştırması değildir. Albay Mustafa Kemal ne Edirne fatihidir, ne de Edirne’yi düşmandan kurtarmıştır. Hatta fiziken Edirneliler tarafından tanınmamaktadır bile. Buna karşın halk tarafından böyle karşılanışının nedeni Çanakkale zaferindeki payıdır. Türk ulusuna yüzyıllardır hasret kaldığı büyük bir zaferin coşkusunu tekrar tattırmasıdır.

Mustafa Kemal’in haklı ünü yalnızca Türkler arasında yayılmış değildir. İngiliz yazışmalarında da, örneğin Atatürk’ün Samsun’a müfettiş olarak gönderilmesi sırasında Amiral Cartorpe, Dışişleri Bakanı Lord Curzon’a yazdığı gönderdiği mesajda Mustafa Kemal’den “Çanakkale Savaşı ile bir hayli ünlenen Mustafa Kemal” diye bahsetmesi boşuna değildir. Yüksek Komiser Vekili Amiral Richard Webb ise, 28 Haziran 1919’da, Mustafa Kemal’in Samsun’a doğru yola çıktığını Sir R. Graham’a şu satırlarla bildirmektedir:

Çanakkale Savaşı’nda bir hayli ün yapan Mustafa Kemal, Sadrazam tarafından Samsun’a müfettiş olarak gönderildi…

Keza daha Kurtuluş Savaşı sürerken ünlü Fransız dergisi L’illustration 26 Şubat 1921 tarihli sayısında Mustafa Kemal’i okuyucularına şöyle tanıtmaktadır:

Kararlı, sert ama iman etmiş olan Mustafa Kemal Paşa dünyaya başkaldırmıştır. Meslekten askerdir. Çanakkale’de İngilizler karşısında kazandığı büyük zafer anılmaya değerdir.

Çanakkale Savaşı bizler için ne kadar gurur kaynağıysa, İngilizler için bir hezimet, bir utançtır. Çünkü en güçlü oldukları bir dönemde hiç ummadıkları bir tokattır. İngiliz General Aspinal Oglander’in itirafı, Çanakkale’de neden yenildikleri hakkında ufak bir ipucu veriyor görmek isteyene:

Bir Tümen Komutanı’nın üç ayrı yerde tek başına giriştiği hareketlerle bir savaşın, hatta bir ulusun kaderini değiştirecek yücelikte bir zafer kazandığı tarihte pek enderdir.

“Savaşın ve bir ulusun kaderini değiştiren Tümen Komutanı” olarak kimden bahsettiğini anlamışsınızdır herhalde. Nitekim aynı itirafı Kurtuluş Savaşı sonunda İngiltere Başbakanı Lloyd George İngiliz Parlamentosu’nda yapıyor, “İnsanlık tarihi birkaç yüzyılda ancak bir dâhi yetiştirebiliyor. Şu talihsizliğimize bakın ki, beklenilen o dâhi bugün Türk ulusuna nasip oldu. Elden ne gelirdi” diyor ve büyük bir sessizlik içinde kürsüden indikten sonra da başbakanlıktan istifa ediyordu.

Tarihi gerçekler görüleceği üzere resmi tarih diyerek üzeri örtülemeyecek kadar açık. Mustafa Kemal daha Atatürk olmadan çok önce Çanakkale Zaferi’ndeki payı hem düşman askerleri hem de dönemin padişahları, gazetecileri yazarları ve halk tarafından kendisine teslim edilmiştir. Hiçbir güç ya da hiçbir art niyetli düşünce, Türk’ü karanlığa çekmek isteyen hiçbir akım, Atatürk’ü ne Türk ulusunun kalbinden, gönlünden, ruhundan ne de Çanakkale Savaşı’ndan silemez, silemeyecektir de. Çanakkale Savaşı Mustafa Kemal’in doğduğu yerdir. Neyse ki Atatürk’ün Çanakkale zaferindeki payını anlayabilmek için dahi olmaya gerek yok. Birazcık vicdan ve utanma duygusu bile yeter…

1 Yorum

YAZI HAKKINDAKİ DÜŞÜNCELERİNİZ

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.