Dumlupınar Denizaltısı: Bir Facianın Hikayesi

Nisan 1953 sabahı, Astsubay Selami Özben’in Çanakkale Boğazı’nın 80 metre derinliğindeki karanlık dünyadan, su üstündeki şamandırada bulunan telefona akseden sesinde en ufak bir endişe sezilmiyordu. O anda deniz dibinde, adeta çelik bir tabuta dönüşmüş denizaltının arka bölmesinde umutla kurtarılmayı bekleyen 22 kişiden biri değildi sanki… Bulunduğu daracık, karanlık yerden, fazla oksijen tüketimini önlemek amacıyla sorulara kesik kesik cevaplar veriyordu.

Üsteğmen Suat Tezcan, su üstünde, sesinin titremesine engel olmaya çalışarak sordu:

-Alo! Alo Dumlu!

Bu sesleniş, deniz dibindekilere bir umut, yaşam umudu verebilmek içindi. 80 metre aşağıdan tok bir ses cevap verdi:

-Evet Dumlu.

-Ben Üsteğmen Suat.

-Evet efendim, ben Selami.

-Selami nasılın? Biz geldik, şimdi bana durumu anlat.

– Dizellerden yara aldık. Çarpışma sonucu santral harap olduğu için makineler stop etti. Elektrikler söndü. Ön bölmede bulunanlardan üç er, derhal bizim bölmeye geçerek kapakları kapattı.

-Kaç kişisiniz orada?

-22 kişiyiz.

-Selami kurtaran geldi, şimdi kurtarma işine başlanıyor.

-Sizleri bekliyoruz…

Deniz dibinde, su üstünden 80 metre derinlikteki 22 kişiden biri olan Astsubay Selami Özben kendilerini kurtarmaya çalışan arkadaşlarına telsizden “Sizleri bekliyoruz” derken ölümü aklına bile getirmek istemiyor, umutla bekliyordu.

İçeride onları 72 saat yaşatacak kadar oksijen vardı. Telsizle yukarı seslenirken, doğanın kendilerine amansız bir düşman gibi davrandığından her türlü şefkatini kendilerinden esirgeyip onları deniz dibinde kalmaya mahkum ettiğinden haberi yoktu.

Bekardı Selami… Belki de annesini düşünüyordu. Sefer dönüşleri önüne çakı gibi dikilip selam verdiği babası Mustafa, şimdi onun yolunu gözlüyor olmalıydı.

Sefer öncesi, güzel bir bahar günü, İzmit’te bir fotoğrafçıya yakışıklı bir bahriye eri girmişti. Saf yüzünde beliren bir gülümsemeyle fotoğrafçıya resim çektirmek istediğini söylemiş “Yakışıklı olsun, sefere çıkıyoruz, dönüşte gelip alırım” demişti. Kim bilir belki vatanın uzak bir köşesinde yolunu gözleyen yavuklusuna gönderecekti fotoğrafı. Çekilen fotoğraf günlerce o dükkanda sahibinin seferden dönüp kendisini almasını bekledi. Ama bu seferden dönüş hiç bir zaman gerçekleşmedi.

Teğmen Bülent Orkun, daha bir hafta önce katılmıştı denizaltı filosuna… Apoletlerindeki işaretler bile hâlâ pırıl pırıldı. Büyük bir tutkuyla özlemini çektiği ideali gerçekleştirmiş, denizci olmuştu. Ama daha ilk seferinden geri dönemeyeceğini nereden bilebilirdi ki!

Astsubay Selahattin Çetindemir ise sefere çıkarken yuvasına yeni gelecek konuğun heyecanı içindeydi. Üçüncü çocuğunun doğumunu bekliyordu. “Görev her şeyden kutsaldır” deyip sefere çıkarken dönüşte kucağına verilecek nurtopu gibi bir evladın hayalini kuruyordu. Ama o da çocuğuna hasret gidecekti…

Oysa her şey öylesine güzel başlamıştı ki…1 Nisan 1953 günü saat 16.00’da Gölcük ana üssünden komodor forsunu çekip ayrılırken içlerinden sadece beşinin geriye dönebileceğini akıllarına bile getirmemişlerdi.

Dumlupınar Faciası Naboland’la Birlikte Geldi

4 Nisan gecesi, Akdeniz’de NATO ülkeleri arasında düzenlenen “Mavi Deniz” tatbikatından dönen Dumlupınar Denizaltısı, 9 mil hızla Çanakkale boğazında su üstünde seyrediyordu.

Balao sınıfı dizel-elektrikli, güzel ve modern bir gemiydi Dumlupınar… Amerika’da 23 Nisan 1944’te “Blover” adıyla denize indirilmiş, 6 yıl süreyle Amerikan donanmasında görev yaptıktan sonra Marshall Yardımı çerçevesinde Çanakkale (Bumber) denizaltısı ile birlikte Türkiye’ye verilmişti. 9 Aralık 1950’de Türk donanmasına katılan denizaltıya Dumlupınar adı konmuştu. 95 metre uzunluğundaki denizaltı, su altında 14 mil hız yapabiliyordu.

Zamanına göre son teknolojiye sahipti ama talihsizlik Dumlupınar’ın peşini hiç bırakmamıştı aslında. Amerikan donanmasındayken daha Panama’ya yaptığı ilk seferinde sis ve kötü hava koşulları nedeniyle bir Amerikan devriyesi ile çarpışıp batmaktan kurtulmuş, II. Dünya Savaşı süresince bir tek düşman gemisi bile batırmayı başaramamıştı.

O zamanki Denizaltı Filosu Komutanı Tuğamiral Fahri Korutürk de Dumlupınar Denizaltısı’nın bir süre komutanlığını yapmış, çok kere onunla dalış yapmıştı.

Tatbikata Birinci İnönü Denizaltısı ile birlikte katılan Dumlupınar, onun arızalanıp geri kalması üzerine yalnız girmişti boğaza. Köprü üstünde, içlerinde denizaltı komutanı Kd. Yüzbaşı Sabri Çelebioğlu’nun da bulunduğu 7 kişi vardı. Yolculuk normal bir şekilde geçiyor, dönüş limanı Gölcük her an biraz daha yaklaşıyordu. Ta ki denizaltı Nara Burnu açıklarına gelinceye kadar.

Şansızdı Dumlupınar. Tıpkı ilk seferindeki gibi yine sis çökmüş, görüş mesafesi oldukça kısalmıştı. NATO tatbikatı nedeniyle iki gün boyunca sürekli sürekli suyun altında kalan mürettebatın yorgunluğu da cabası. O yüzden çok geç fark etmişlerdi. Köprü üstündekiler, karanlığın içinde bir anda beliren ve üzerlerine gelen dev gölgeyi görünce bir an için gözlerine inanamadı. Ege’ye açılmak için Çanakkale Boğazından geçen İsveç bandıralı Naboland şilebi, daha sonra kaptanı Oscard Lorenzon’un ifadesine göre “motor” zannettiği denizaltının üzerine doğru hızla yaklaşmaktaydı. Geminin koca silueti karanlığın içinde gitgide daha büyüyüp devleşiyor makinelerin çalışırken, çıkardığı homurtulu ses, her saniye biraz daha büyüyordu.

Köprü üstündekiler, bu ürkütücü görüntünün giderek yaklaşmasına rağmen paniğe kapılmadan çarpışmayı önlemek istediler. Ancak peş peşe verilen emirler, denizaltının yön değiştirme çabası, çarpışmayı önlemeye yetmeyecekti. Dumlupınar 9, Naboland ise 21 mil hızla giderek birbirlerine yaklaşıyordu. 3 Nisan’ı 4 Nisan’a bağlayan gece saat 02.15 sularında 3390 grostonluk Naboland Şilebi büyük bir gürültüyle baş torpido dairesinin sancak tarafından Dumlupınar Denizaltısı’na çarptı.

Eceabat sahillerinden duyulan bu çarpışmayı, denizaltından yükselen büyük bir infilak izledi. Çarpışma sırasında denizaltının güvertesinde bulunan 8 kişi çarpışmanın şiddetinden denize düştüler. Düşen sekiz kişi içinde olan 2 gözcü, Er Hüseyin Akış’ın gözleri önünde Naboland’ın pervanesinde parçalanarak şehit oldu. Bir diğeri ise boğazın soğuk sularında boğularak yaşamını yitirdi. Geriye kalan 5 denizci, boğazın soğuk sularında yaşama tutunmak için var güçleriyle uğraşıyordu.

Alarm zilleri gecenin sessizliği içinde yankılanırken denizaltı sancak başomuzluğundan aldığı yara yüzünden göz açıp kapayıncaya kadar geçen süre içinde burun istikametinde dikilerek batmaya başladı. Naboland denizaltıyı çiğnemişti adeta… Aynı anda ön kısmından yara alan Naboland’ın telsizleri de bütün dünyayı şu mesajı yayıyordu:

“Çanakkale’den 3 mil mesafedeki mevkide meçhul bir denizaltı ile çarpıştık. Acele yardıma ihtiyaç var…”

Açılan yaradan boğazın akıntılı suları, bendini yıkmış bir sel gibi içeri dolarken artık çelikten bir tabut haline dönüşen Dumlupınar da boğazın derinliklerine doğru ağır ağır iniyor, gittikçe dibe yaklaşıyordu. Ölüm, personelin bir bölümünü uykuda yakalamış, diğerleri ise bir anda gemiye dolan suyun tazyiki yüzünden fazla dayanamamışlardı. Ancak yıldırım hızıyla hareket eden üç erin, hemen kıç bölmeye geçerek kapakları kapatması sayesinde denizaltıdaki 81 kişiden 22 kişi sağ kalabilmişti.

Ve şimdi, 2’si astsubay, 20’si er, 22 denizci, 80 metre derinlikte yaşamla ölüm arasındaki incecik çizgide sessiz bir bekleyiş içindeydiler. Gittikçe tükenen soluklarında adım adım yaklaşan ölümü hissederken, yukardakilerin kendileri için sürdürdüğü olağanüstü didinmenin bir sonuç vermesi için dua ediyorlardı. Ama ne zamana kadar? İşte bunu bilmiyorlardı. Denizaltı batar batmaz kıç güvertede bulunan şamandırası otomatik olarak suların üzerine çıkmış, böylece yukardaki dünya ile bağlantı kurulmuştu.

Bütün Çabalar Sonuçsuz Kalıyor

Dumlupınar denizaltı faciasıFeci olay duyulur duyulmaz, bütün yurt yasa büründü. Deniz Kuvvetleri bütün olanaklarını seferber etmiş, Kurtaran gemisi olay yerine gelmişti, Kurtaran’ın Amerika’da batan bir gemiden 80 denizciyi kurtardığı biliniyordu. Yapılacak işlem şartlara göre hem basit hem de çok zordu. Denizaltıya kurtarma çanı takılacak. 22 kişi bu çanla yukarı alınacaktı. Kıç bölmedekiler, burada bulunan oksijen sayesinde 72 saat yaşayabilirdi.

Denizaltı 80 metre derinlikte, 15 derece sancağa meyilli olarak oturmuştu. Bu derinliğe önce kılavuz halatını indirebilmek için donanmanın en seçme dalgıçları adeta birbirleriyle yarışıyor ancak bölgedeki birbirine ters iki akıntı ve kötü hava şartları bunu engelliyordu. Doğa, denizin dibinde umutla kurtarılmalarını bekleyen denizcilerin en amansız düşmanı kesilmiş, bütün çabaları etkisiz kılmak için adeta seferber olmuştu.

Saatler hızla geçiyordu. Bütün Türkiye’nin gözü, kulağı Kurtaran’ın üzerindeydi. Oradan gelecek mutlu bir haber bayram sevinci yaratacaktı.

Üsteğmen Suat kurtarılmalarını bekleyen 22 denizciye moral verebilmek için tekrar şamandıraya dönüp konuşmaya başladı:

-Alo Selami.

-Evet Dumlu.

-Selami nasılsınız?

-Efendim hava biraz fenalaştı.

-Moralinizi bozmayın. O hava size daha iki gün yeter. Sen çocukları yatır. Sigara içmeyin.

-Yok efendim hepsi yatıyor. Sigara da içmiyoruz. Işık da yok, karanlıktayız,

-İhtiyaç lambalarını kullanmayın, lazım olacak.

-Kullanmıyoruz, zaten birinin ışığı çok zayıfladı.

Evet, ışıkla birlikte umutlar gittikçe zayıflıyordu. Son mesajı veren yine Astsubay Selami oldu. O da artık her şeyin bittiğini anlamıştı. Buna rağmen sesinde en ufak bir titreme bile yoktu. 81 şehidin ölmeden önce düşündüklerini iki kelimeyle dile getirdi:

-Vatan sağ olsun…

Biraz sonra tekrar konuşmak, onlara moral vermek üzere gelen Üsteğmen Suat seslenişlerine bir cevap alamadı. Aşağıdan iniltiler, bazı gürültüler geliyordu. Daha sonra şamandıra telinin kopması sonucu bu sesler de işitilmez oldu. Dumlupınar ile yapılan son telsiz konuşmalarıydı bunlar.

7 Nisan 1953 saat 02.15’i gösterirken bütün umutlar artık tükenmişti. Amansız doğa koşulları kurtarma çalışmalarını engellemiş, Dumlupınar denizaltısı 81 denizciye mezar olmuştu.

Kurtarma çalışmalarını, yayınladığı tebliğlerle halka duyuran Milli Savunma Bakanlığı yedinci tebliğinde denizaltıda bulunan 22 kişinin yaşamından artık umut kesildiğini açıklıyordu. Denizaltıdan sadece çarpışma anında köprü üstünde bulunan Yüzbaşı Sabri Çelebioğlu, Üsteğmen Kemal Ünver, Üsteğmen Haşan Yumuk, Astsubay Başçavuş Hüseyin İnkaya, Astsubay Başçavuş Hüseyin Akış kurtulmuş, içlerinde Komodor Kurmay Albay Hakkı Burak’ın da bulunduğu 7 subay, 35 astsubay, 39 er şehit olmuştu.

81 denizcimizin ölümü ile sonuçlanan feci kazadan sonra Naboland gemisine haciz konuldu. Kazada hatalı görülen iki kaptan da yargılandı. Yapılan duruşmaları sonucu İsveç gemisi kaptanı Lorentzon 6 ay hapis 500 lira ağır para cezasına, Dumlupınar Komutanı Yüzbaşı Sabri Çelebioğlu 1 yıl, 8 ay ağır hapis ve 800 lira para cezasına çarptırıldı.

Dumlupınar şehitleri Albay Hakkı’lar, Teğmen Bülent’ler, Astsubay Selami’ler ve Bahriyeli Mehmet’ler yıllardır Çanakkale Boğazı’nın derinlerinde ebedi uykusunu uyuyor. Ama Dumlupınar denizaltısının hazin hikayesi  ve 81 kahraman, Türk ulusunun gönlünde sonsuza dek yaşayacak…

1 Yorum

YAZI HAKKINDAKİ DÜŞÜNCELERİNİZ

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.