Moğollar Dünyayı Nasıl Fethetti?

İleride Cengiz Han adını alacak olan Timuçin (1167-1227) zor geçen bir çocukluk döneminin ardından 1206 yılına kadar tüm Moğol kabilelerini tek bayrak altında birleştirmeyi başarmış, 1227 yılında öldüğünde Hazar Denizi’nden Pasifik Okyanusu’na kadar uzanan ve Kuzey Çin’i de kapsayan bölgeyi Moğol İmparatorluğu’nun egemenliği altına almıştı. Aslında Cengiz Han’ın bir imparatorluk kurmak gibi niyeti yoktu. Onun fetihleri daha önce adı duyulmayan bu göçebe toplumunu tesadüfen bir imparatorluğa dönüştürmüştü. Söylendiğine göre, Cengiz’in en keyif aldığı şeyler, “düşmanlarını kovalamak ve bozguna uğratmak, her şeylerini almak, eşlerini gözyaşı içerisinde feryat ederken bırakmak, ata binmek, kadınlarının bedenini gecelik ve yatak olarak kullanmak, göğüslerine bakmak, öpmek ve göğüsleri kadar tatlı olan dudaklarını emmekti.” Fakat Cengiz Han, yeni bir örgütlü ordu oluşturmak; sınırları güvence altına almak (özellikle, Kuzey Çin’deki Çin devletine karşı); ticareti geliştirmek; ganimet ele geçirmek ve “Moğolların tüm dünyayı fethedeceği” kehanetini haklı çıkarmak için hızla yayılmaya başladı.

Moğol İmparatorluğu, 1280’lerde en büyük sınırlarına ulaştığında(yaklaşık 33 milyon kilometrekare), Hindistan ve Güneydoğu Asya’daki kimi inatçı bölgeler dışında, Macaristan’dan Kore’ye kadar uzanan devasa bir bölgeye yayılmış durumdaydı. Peki, Moğolların savaş alanındaki başarısının sırrı, tarihin gelmiş geçmiş en büyük imparatorluklarından birisini kurmalarını sağlayan neydi?

Moğollar Cengiz Han’dan önce teşkilatsızdı, siyasi bir birlikten yoksun olarak her Moğol boyu yazılmamış örf ve âdet hukukuna göre yaşamaktaydı.  Cengiz Han örfe dayanarak bütün Moğolları düzene sokacak ve her Moğol’un uyması gereken kanunlar çıkardı. Yasak (veya yasa) denilen bu kanunlar Moğol örfünün derlenmiş biçimi olup beş bölümden ibaretti:

  • Ölümle cezalandırma,
  • Savaş
  • Aile ve miras
  • Beklenen erdemler
  • Yasak konular.

Hırsızlık, yalan, evliliği bozma, kutsal su ve ateşin bilinçli olarak kirletilmesi, Moğol usulüne aykırı olarak hayvan öldürme (Moğol usulüne göre kesilmeden yaşayan kalbinin koparılma ve ezilmesi) ölümle cezalandırılırdı. Düelloda taraf tutarak birine yardım eden, savaşta düşen subayının silahını kaldırıp eline vermeyen vb. ölümle cezalandırılırdı. Kan davası, cizye (para) ile kapatılabilen cezalar, bir Moğol için kırk altın, bir Çinli için bir eşekti. Büyük rütbeli günahkârın bütün ailesi imha ediliyordu.  Cengiz Han’ın koyduğu ve mutlak kesinlikle uygulanan Moğol yasaları bu dağınık boyları düzene sokmuş, tek bir Han’ın yönetimi altında birleştirmişti. Oysa ki o çağa kadar bir oymak, diğeri ile durmadan savaş halinde olduğundan Moğollar arasında bir birlikten söz etmek olanaksızdı.

Cengiz Han her ne kadar yazı yazmayı bile bilmeyecek kadar cahil olsa da, eğitimin öneminin farkındaydı. Tüm ailesinin ve emrindeki komutanlarının eğitim almasını, kültürün nimetlerinden faydalanmalarını istiyordu. Kültürlü kavimler arasında Uygur’lar Moğollara yaşayış tarzları bakımından en yakın olanı idiler. Bu yüzden Cengiz Han bürokratik işleri yönetecek büro memurlarını ve oğullarının eğitmenlerini Uygurlar arasından seçti. Böylece Moğol ordusu seferdeyken tüm devlet işlerinin hem aksamadan hem de uzmanlaşmış kişiler tarafından yürütülmesi sağlandı.

Moğol Ordusunun Sırrı: Disiplin, Eğitim, İtaat

Yalnızca 150 yıl içinde dünyanın yüzde 22’sini fetheden ve yaklaşık 40 milyon insanı öldürdüğü tahmin edilen Moğol ordusunun gücü neye dayanıyordu? Moğol ordusunun üstünlüğü elbette teknik bir üstünlük değildi. Moğolların silahları (yay, kılıç, balta ve mızrak), dönemin diğer milletlerinin kullandığı silahlardan pek farklı değildi; hatta Moğollar başlarda kuşatma tekniklerinden bile tamamıyla habersizdi. Fakat Moğol askerleri çok disiplinliydi, büyük bir cesaretle savaşırlardı ve kullandıkları hafif süvari teknikleri eşsizdi. Komutanlar yeteneklerine göre atanırdı ve hepsi, taktik ve stratejik açıdan son derece başarılıydı. Üstelik, Moğol seferlerinde lojistik ve organizasyona da ayrı bir önem verilirdi. Son olarak, Moğol ordularının büyüklüğü muazzam bir etki yaratırdı. Yalnızca 700.000 kişilik küçük bir nüfusa sahip olan Moğollar, bu açığı kapamak için 20 yaş üstü ve 60 yaş altı erkeklerin çok büyük bir bölümünü askere aldılar, çünkü bu küçük nüfusla, Çin gibi muazzam topraklara büyük seferler düzenlemek imkânsızdı. Öte yandan, ele geçirdikleri bölgelerin halklarını da askere alarak ordularının mevcudunu artırdılar. Ogeday Han döneminde (1229-1241), bir tür levee en masse uygulanmış ve bu askerler, yardımcı birlik olarak Moğol ordusuna katılmıştı. Sonuç olarak Moğollar, savaş alanına 200.000-300.000 kişilik ordular çıkaracak bir güce erişmişti. Moğol ordusunun mevcudu, ihtiyaca ve yerel nüfusa göre değişiyordu; o döneme dair rakamların büyük bir kısmında, yedekler de bu mevcuda dahil edilmişti. Göçebe Moğol süvarileri, yardımcı piyadeler ve Müslüman ya da Çinli istihkâmcılardan oluşan büyük Moğol orduları, düşman karşısında sayı üstünlüğüne sahip olmayı çoğunlukla başarırdı.

Bu büyük ordular, göçebelerin yüzyıllardan beri kullandığı onluk sisteme göre düzenlenmekteydi. Cengiz, ordusunu 1203-1206 yılları arasında bu şekilde düzenlemeye başladı. On askerlik birim arban, yüz askerlik birim jagun, bin askerlik birim minghan, on bin askerlik birim ise tümen olarak adlandırılmıştı. Bir ordu, genelde 3-4 tümenden oluşurdu, büyük seferlere üç ordu -birbirinden ayrı hareket eden doğu, batı ve merkez ordusu- birden katılırdı. Bir ordunun üç tümenden oluşması, mevcudunun 30.000 kişi olduğu anlamına gelmiyordu, çünkü tümenler, özellikle yardımcı kuvvetlerde, hiçbir zaman tam mevcutlu olmazdı. Yani üç tümenin 15.000 askerden oluşması da mümkündü. Gerçek sayı ne olursa olsun, askeri faydalarının yanı sıra, onluk sistemin kullanılmasının asıl nedeni, Cengiz’in, güçlü askeri birimler kurarak askerlerin kendi kabilelerine değil de, bu birimlere -özellikle minghan seviyesinde- bağlılık duymasını istemesiydi. Cengiz, aynı düşünceyle 1206 yılında mevcudu 10.000’e ulaşan keshig adındaki muhafız birliğini kurdu. Genişleyen imparatorluğa komutan ve idareci yetiştiren ve Cengiz’e sadakati ön planda tutan keshig’e katılabilmek büyük bir onurdu. Kabilelere duyulan sadakati kendisine yönlendirmeyi başarabilmesi, Cengiz’in yeteneğinin diğer bir göstergesiydi.

Çin’in işgaline kadar, Moğol ordusunun tamamı süvarilerden oluşuyordu -bu işgalde ordunun bünyesine istihkâmcılar ve yardımcı piyade de dahil edildi. Cengiz Han döneminde ordu, ağır ve hafif süvariden ibaretti. Hafif süvariler, mavi ya da kahverengi, halat denilen deriden giysiler giyer, muhtemelen vernikli deri şeritlerden yapılmış göğüs zırhı takarlardı. Başlarında, her kabileye göre farklı bir rengi olan, koni şeklinde kürk ya da deriden başlıklar bulunurdu. Ağır süvari, muharebeye başlamadan önce, bu başlıkları metal miğferlerle değiştirir ve demir şeritlerle güçlendirilmiş deri zırh giyerdi. Ayrıca tüm Moğol askerleri, okların daha derine saplanmasını engelleyen ve askerin, giysiyi dışarı doğru çekmek suretiyle, oku vücudundan çıkarmasını sağlayan ipekten yapılmış uzun iç gömlekleri giyerdi.

mogol-imparatorlugu

Hem hafif hem de ağır süvarinin taşıdığı kemik tabakaları ve tendonlardan yapılmış ve 350 metre menzile sahip yaylar en önemli silahlardı. Moğollar, parmak kilidi adında bir araç kullanırdı; bu, başparmağa takılan ve bir ipin normalinden çok daha hızlı ve isabetli fırlatılmasına imkân veren taş bir yüzüktü. Moğollar, sol taraflarına asılı iki yay taşırdı, bunlardan biri kısa, diğeri uzun menzilliydi. Çeşit çeşit ok kullanılırdı: kısa menzilde ağır, uzun menzilde hafif oklar; işaret vermek için ıslık çalan oklar; yangın çıkarmak için yangın okları ve zırh delici olarak, uçları ısıtıldıktan sonra tuza yatırılmış üç tüylü oklar. Taşıdıkları diğer silahlar kement, sol kolda elbisenin içine gizlenmiş bir hançer ve tahtadan bir kalkandı. Ayrıca, hafif süvari kısa kılıç ve cirit taşırken, ağır süvaride uzun eğri bir kılıç, balta ve ucunda rakibini attan düşürmek için kullanılan bir kancanın bulunduğu dört metrelik mızrak bulunurdu. Moğollar atlarının bakımına çok önem verirdi; sefere katılan her askerin beş atı bulunurken, her tümen de yedek olarak kullanacağı bir at sürüsüne sahipti. Moğollar, sütünü de içebilmek için, kısrağa binmeyi tercih ederdi; binici, gerektiği zaman, atın sağrısını kanatır ve kanını içerdi.

Moğollar, neredeyse yürümeye başlamadan önce, ata binmeyi, atlarıyla birlikte hayatta kalmayı, kurutulmuş et, darı, yoğurt ve mayalanmış kısrak sütü ile beslenmeyi öğrenirlerdi.

Moğol askerlerine maaş ödenmezdi, her asker, maaş yerine, katı kurallara göre taksim edilen ganimetten pay alırdı. Askerler, komutanlarına fakir ve hasta askerlerin ihtiyaçlarının karşılanması için kubçur adında bir para öderlerdi. Sonraları, imparatorluğun yayılma süreci son bulunca ve dolayısıyla ganimet kesilince, Çin’deki Kubilay Han (1260-1294) gibi Moğol hanları, asker sınıfına toprak tahsis etmeye ve onları, sivillerin ödemesi gereken verginin yarısından muaf tutmaya başladılar. Askerler, kendi askeri ihtiyaçlarını kendileri karşılamak zorundaydı; bu zorunluluk, ödemeleri gereken yarım vergi ve askeri sorumluluklarıyla birleşince, onlar için çok ağır bir yük haline gelmişti. Moğol ordusunda katı bir disiplin vardı; küçük suçların cezası kırbaç, büyük suçların ise idamdı. Batılı bir gözlemci, ordudaki cezaları şöyle anlatmıştır:

Savaşa girdiklerinde, on kişilik bir gruptan kaçan olursa, grubun tümü öldürülürdü. Eğer on kişinin tamamı kaçarsa, onların bağlı olduğu yüz kişilik grup, diğerleri kaçmamış olsa da, idam edilirdi. Tüm ordunun geri çekildiği durumlar haricinde, kaçanlar derhal öldürülürdü. On kişilik gruptan esir düşen olursa, bu sefer de onları kurtarmadıkları için grubun kalanı idam edilirdi.

1270’lerde Moğolların, kendi kamplarını taşımasına tanık olan diğer bir Batılı ise, bu disiplini şöyle ifade etmiştir:

Ve komutan kampın yerini değiştirmek isterse, gece yarısını geçince, davulculara emir verir ve onlar da ellerine tahtadan iki tokmak alırlar… ve güçleri ve nefesleri yettiğince davul çalarlar… herkes hızla atlarını hazırlamaya başlar. Bir ara verdikten sonra, davullar tekrar çalmaya başlar ve bununla birlikte herkes çadırlarım söküp eşyalarını toparlar. Ardından tümen toplanır ve birlikler, komutan ortada ya da arkada olacak şekilde dizilir. Davullar üçüncü kez çalar ve öncüler önde olmak üzere, birlikler düzen ve intizam içerisinde kamptan ayrılır. Kamp taşınırken, ne kimse sesini yükseltebilir ne de bulunduğu yerden başka bir yere geçebilir. Bu nedenle, at kişnemesi dışında hiçbir ses duyulmaz. Kamp terk edilirken, bazıları, herhangi bir şeyin unutulup unutulmadığını kontrol etmek için geride bırakılır… bir şeyini kaybetmiş olanlar bu kişilerden sorar, şahit ve kefil gösterirler. Bu sayede yemin ederek kaybettikleri eşyaları geri almış olurlar.

Moğol ordusundaki düzen ve disiplini yaratan unsurlardan biri, orduyu kuşatma taktiği ve stratejisi konusunda eğiten büyük av ritüeliydi. Her kışın başında, eğer Moğollar seferde değilse, büyük bir av partisi düzenlenirdi: başlama çizgisi 12 km. uzunluğundadır, her tümenin toplanma noktası bayraklarla belirlenir ve bitiş çizgisi de yüzlerce km. uzaktadır. Ordular, üç ay boyunca hayvan sürülerini önlerine katarak durmadan ilerler ve iki grubu, hayvanları her iki yandan kuşatmaları için gönderirlerdi. Son gün, hanın attığı ilk okla av başlar; cılız olanlar ve yaşaması için bırakılanlar dışında, tüm hayvanlar kışlık yiyecek olarak avlanırdı. Üç ordu, bu büyük av sayesinde, yüzlerce kilometrelik bir arazide birbirleriyle -bayraklarla işaretleşerek, geceleri meşaleler yakarak ve haberci göndererek- koordineli olarak hareket etmeyi ve kuşatmayı öğrenirdi. Moğolların uyguladığı diğer stratejiler şunlardı: büyük ölçekli pusu ve hızlı orduların beklenmedik bir şekilde ortaya çıkışıyla sağlanan şaşırtmaca; orduların, Napolyon tarzında, yüzlerce kilometrelik manevralardan sonra tekrar birleşmesi; meşhur göçebe ve Türk taktiği olan sahte ricat; ve dehşet psikolojisi (bir şehir ele geçirildikten sonra, diğer şehirlerin savaşmadan teslim olmasını sağlamak için, o şehrin tüm nüfusu katledilirdi).

Moğol Dehşeti ve Öğrenilmiş Çaresizlik

Moğollar Cengiz Han komutasındaki ilk istila dalgasında teslim olmayı kabul etmeyen bazı kentlerde –örneğin Otrar’da- kent halkının tümünü kılıçtan geçirmişti. Sığnak ya da Eşnas gibi az da olsa direnen kentlerin halkı da kılıçtan geçirilmekten kurtulamamıştı. Bu katliamların haberi kısa sürede diğer kentlere ulaşmış; korku, dehşet ve panik havası içindeki bu kentler hiç direnme göstermeden kendiliğinden teslim olmuştu.

Bu dehşete ilişkin en bilinen örnek, Abbasi halifesinin teslim olmayı önce reddettiği, fakat ardından 1258 yılında teslim olduğu Bağdat’ta yaşanan katliamdır. Şehir, Moğollar tarafından yağmalanmış ve çoğu Moğol ordusundaki Hristiyan yardımcı askerler tarafından olmak üzere, 200.000’den fazla kişi kılıçtan geçirilmişti. Rivayete göre, halife ve oğulları, halılara sarılıp atların peşinde ölünceye kadar sürüklenmişti -saltanat mensuplarının kanını dökmemek bir Moğol geleneğiydi. Bu dehşet stratejisi işe yaramış ve Bağdat katliamının ardından, Ortadoğu’daki Müslüman emirlerin büyük bir kısmı Moğol ordugâhına gelerek Moğollara bağlılık bildirmiş, Şam gibi kimi şehirler ise teslim olmayı kabul etmişti.

Sonuçta Cengiz Han’ın koyduğu Moğol yasaları oldukça açıktı: Yasa, kuşatma ya da saldırıyla alınan kent ile halkının topyekun imhasını emrediyordu. Kendiliğinden teslim olan kentler ise yalnızca onda bir vergi ile kurtuluyordu.

Moğolların saçtığı dehşet ve korkunun boyutlarını İbnü’l-Esîr’in yazdıklarından anlamak olanaklıdır. Teslim alınan bir kente giren bir Moğol askeri mahallelerden birine giderek bütün erkekleri birbiri ardına öldürmeye başlar ama içlerinden bir tanesi bile korkudan dolayı direnmeyi aklına getirmez. Yine Moğollar Erciş’i işgal ettiklerinde de bir Moğol askeri, esir aldığı bir Ercişliyi öldürecek alete sahip olmadığı için “Başını yere koy ve hareket etme!” diyerek gitmiş, uzun zaman sonra geri dönüp bir kılıçla esirin başını uçurmuştur. Esir ise tüm bu süre boyunca bağlı olmamasına karşın kaçmak yerine Moğol askeri gelene kadar  başı yerde ölümü beklemiştir.

Başka bir ifadeyle anlatmak gerekirse Moğolların yaydığı bu dehşet, insanlara öğrenilmiş çaresizliği aşılamıştı. İbnü’l-Esir bir Gürcü büyüğünden bizzat dinlediklerini şöyle anlatır: “Bir haberci gelip de Moğolların yenildiğini ve tutsak alındığını söylerse sakın inanmayın. Fakat öldürüldüklerini söylerse inanabilirsiniz. Çünkü Moğollar asla savaştan kaçmaz ve asla esir düşmezler.” İbnü’l-Esir’in konuştuğu bu Gürcü büyüğü sözlerini bizzat kendi yaşadığı bir olayla bitirir.  Söylediğine göre her nasılsa bir Moğol askerini tutsak almayı başarmışlar ama Moğol askeri eline geçirdiği ilk fırsatta kendisini atından attığı gibi başını taşlara vura vura intihar etmiş, yani tutsak olmayı kabul etmemiştir.

Ordunun Savaş Düzeni

mogol-okcusuSavaşta, Moğol ordusunun önünde, her iki kanadında iki hafif süvari birliğinin bulunduğu, yine hafif süvarilerden oluşan ve düşmanla ilk çatışmaya giren öncüler yer alırdı. Öncülerin ardında, iki saf halinde ağır süvari ve onların ardında da, üç saf halinde hafif süvari bulunurdu. Öncülerin düşmanı durdurmasının ardından, geride bekleyen hafif süvari, ağır süvarinin arasından geçerek düşman saflarına doğru ilerler, ama saldırmazdı. Bunun yerine, düşman saflarına paralel hareket eder ve safları zayıflatmak için, düşmanın üzerine ok yağdırırdı. Hafif süvari, düşman hattında bir gedik açılırsa, cenahlara çekilir; bu sırada ağır süvari, deve üzerinde taşınan davullarla (naccara) verilen işaret üzerine, hücuma geçer ve düşmanı bozguna uğratırdı. Her cepheden yapılan bu saldırı başarısız olursa, diğer bir taktik, yani kanatlardan kuşatma manevrası (lughama) uygulanırdı. Hafif süvari, düşmanın bir cenahına yüklenir ve bunu, ağır süvarinin aynı cenaha düzenlediği hücum takip ederdi. Diğer bir yaygın savaş taktiği de mangudai’nin, yani sahte ricat düzenleyen hafif süvari grubunun kullanımıydı. Ordunun önünde yer alan mangudai, düşmana saldırır, ardından panik içinde geri çekilirdi. Bu taktik, bazen bir tümen, bazen de, 1241 yılında Savo’da olduğu gibi, bütün bir ordu tarafından uygulanabilirdi. Amaç, düşmanın, çekilen süvarileri takip etmesini sağlamaktı. Takipçileri okçular karşılar, bunu da ağır süvarinin saldırısı izlerdi. Moğollar, düşmanı şaşırtmak ve kendilerini gizlemek için sis bombası da kullanırdı. Bu taktiğin böylesine başarılı olması gerçekten de şaşırtıcı bir durumdur, çünkü Moğolların tüm düşmanları sahte ricat taktiğinden haberdardı.

Moğolların savaşta en geri oldukları konu kuşatmaydı. Orta Asya düzlüklerinde kuşatma silahlarına ihtiyaç yoktu, fakat Cengiz, 1211 yılında Kuzey Çin’deki şehirleri kuşattığında, bu konuda büyük bir sıkıntı yaşamıştı. Sorunun ciddiyetinin farkına varan Cengiz, Çinli istihkâmcıları ordusuna dahil etti. Bu istihkâmcılar, Moğollara Çin mancınıklarını kullanmayı öğretti; Çin mancınıklarının hafif olanlarının kolunu kurabilmek için 40, ağır olanları için ise 100 kişi gerekiyordu. Mancınıkların menzili 100-150 metreydi, attıkları taşlar ise küçüktü -1-13 kilo arası. Moğollar, 1220 yılında Semerkant’ın düşmesiyle birlikte, Pers ve Ortadoğu mancınıklarını da yapmayı öğrendi. Bu mancınıklar, Batı’daki trebuchet ler gibi, karşı ağırlık ilkesiyle çalışıyor ve daha ağır taşları daha uzağa fırlatabiliyorlardı. Cengiz diğer geleneksel kuşatma tekniklerini de -yani rüşvet, hile, abluka, lağım ve merdivenler- her fırsatta kullanmıştı. Üstelik Moğollar, savaş esirlerini, hendek doldurmak gibi tehlikeli işlerde veya surlara saldırırken insan kalkanı olarak kullanırlardı. Bu metotlar işe yaramış ve 1234 yılına kadar Kuzey Çin işgal edilmişti. Ardından, 1252 yılında Mongke Han döneminde, tüm Çinli işçiler, marangozlar ve barut üreticileri mancınık mürettebatı olarak orduya alındı. Bu sayede, 1253 yılında Pers seferine çıkan Moğol ordusundaki mancınık mürettebatının sayısı bine ulaşmış ve Moğol ordusu en büyük zayıflığından da kurtulmuştu.

Önüne çıkan tüm orduları ezip geçen, kentleri ve insanları topyekun imha eden Moğol ordusunu durduran ilk devlet Memlûkler olacak, 3 Eylül 1260’ta gerçekleşen Ayn Calut Muharebesi’nde Memlûk ordusunun komutanı Baybars, Moğol ordusuna ilk yenilgisini yaşatacaktı.

2 Yorum

YAZI HAKKINDAKİ DÜŞÜNCELERİNİZ

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.