Ermeni Soykırımı İddiaları ve Sağduyunun Tanıklığı

Türklerin, buyrukları altına aldıkları uluslara karşı davranışı her zaman insancıl olmuş, onları eritme ve özümseme politikası gütmemişlerdir. Türklerin adaletli ve hoşgörülü tutumu haktanır yabancılar tarafından da değerlendirilmiş ve bazı kaynaklarda ifade edilmiştir.

Adaletin, hoşgörünün soyluluğunu ve insanlık onuruna saygının en güzel örneğini tarihimizde, şüphe  yok, Fatih Sultan Mehmet vermiştir. İstanbul’u aldıktan sonra, burada yaşayanlara mal ve can güvenliğini tanımış, daha da önemlisi onları dini inançları ve vicdani kanaatleriyle baş başa bırakmıştır. Aynı görüş ve davranışı bütün Osmanlı ülkesinde egemen kılmıştır. 20. yüzyılda yurdumuzu saran komşu ülkelerde yaşayan soydaşlarımızın, karşı karşıya bulundukları insanlık dışı baskı ve işkenceleri düşündükçe genç Türk Hükümdarının ulusal ve evrensel kişiliği bir kat daha yücelmektedir.

Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u aldıktan sonra Rumlarla birlikte Ermenilere de bazı haklar tanımıştır. Bursa Piskoposu’nu, İstanbul’daki Ermeni cemaatine Patrik tayin etmiştir.

1877-1878 Osmanlı Rus Savaşlarına kadar Osmanlı memleketlerinde yaşayan Ermeniler, köylerde ve kentlerde işleriyle güçleriyle uğraşmışlar, Devlet için bir sorun çıkarmamışlar kendilerine güven duyulan uyruk olmuşlardır. O kadar ki, Sarayın kapıları kendilerine açılmış; Anadolu’da Hacca giderken ailelerinin geçimlerini ve İşlerinin yürütülmesini Ermenilere bırakan Türklere, bulundukları yerlerden geçici olarak ayrılırken servetlerini Türk komşularına emanet eden Ermenilere rastlanmıştır.

Ancak bu tarihten sonra, emperyalist devletlerin yüreklendirmesi sonucu Ermeni Komitecileri, Türk toprakları üzerinde bir Ermeni devleti kurma hevesine kapılmış, Berlin Kongresi’ne bir muhtıra sunarak Ermeni Meselesi’ni uluslararası bir düzeye çıkarmayı başarmışlardır. Buna karşın, Ermenilere Devlet katında nazırlığa kadar giden önemli görevlerin verilmesi sürdürülmüştür.

I. Dünya Savaşı’nı, ülkülerinin gerçekleştirilmesi için bir fırsat sayan Ermeni Komitecileri, silahlı gruplar oluşturarak Rus birlikleri ile işbirliği yapmış; Türk ordusunu arkadan vurma, Türk köylerini yakıp yıkma, Türk halkını yok etme yolunu tutmuşlardır. Köylerde, kentlerde yerleşik Ermeniler de, silahlı canilere yataklık etmek, onlarla işbirliği yapmak suretiyle Devlet ve Millet için çok tehlikeli bir ortam yaratmışlardır. Kanuni Esasi’nin (Anayasa) ilanından sonra Ermeniler, büyük merkezler başta olmak üzere yer yer açıktan ve gizliden çalışmaya ve huzursuzluk çıkarmaya başlamışlardır. Davalarına engel gördükleri Sultan Abdülhamid’i öldürme girişiminde bulunacak kadar işi ileri götürmüşlerdir.

Ermeni Tehcirinin Öcünü Alma

Bu durumda ittihat ve Terakki Hükümeti, Ermenilere ilişkin acele bir karar alma ihtiyacını duymuş ve memleketin duyarlı bazı yerlerindeki Ermenilerin başka bölgelere nakledilmelerini karar altına almıştır. Osmanlı Devleti’nin ölüm kalım savaşı verdiği bir dönemde alınan bu kararın, mümkün olan en iyi koşullar içinde uygulanmasına çalışılmış, gene de maksatlı maksatsız birtakım şikayetlerle karşı karşıya kalınmıştır. Osmanlı Devleti, kötü yönetim, yokluk ve yoksulluk sonucu cephelerde yenildikten sonra, Mondros Silah Bırakışmasını imzalamak zorunda kalmış, İttihat ve Terakki Fırkası’nın başlıca liderleri ülkeyi terk etmek yolunu tutmuşlardır. Hükümet Hürriyet ve İtilaf Fırkası tarafından kurulmuştur.

Yeni hükümet, Ermeni şikayetlerini önlemek, onlara arka çıkan büyük devletlere yaranmak, onların merhamet ve desteklerini kazanmak amacıyla, sonradan “Ermeni Tehciri” diye adlandırılan zorunlu Ermeni göçünde görev alan devlet memurlarının sorumlu tutulmaları için çaba sarf etmiş; bir kısım seçkin vatan evladını bu uğurda gözden çıkarmıştır. Hükümeti böyle bir çabaya iten nedenlerden birinin de, İttihat ve Terakki Fırkası’ndan ve onun başarılı yöneticilerinden öç alma tutkusunun olduğu söylenebilir. Ermeni göçüne ilişkin görevlerini, başarıyla yürüten iki mülki amiri de, bu arada önyargılı Nemrut Mustafa Paşa Harp Divanı‘nca ölüme mahkum edilmiş, fakat ulus katında şehitlik mertebesine ulaşmışlardır. Bunlar, Mutasarrıf Mehmet Nusret ile Boğazlayan Kaymakamı Mehmet Kemal Beylerdir.

İstanbul Hükümeti’nin imzaladığı Sevr Antlaşması’na göre, Doğu’da bir Ermenistan Devleti kurulacaktı. Ancak, Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın başarıyla sonuçlanması bu antlaşmayı geçersiz kılmış. Ermeniler uzunca bir süre sessiz kalmışlardır.

Ermeniler 1960’lı yıllardan itibaren Türkiye’ye ye Türklere ilişkin savlarını yeniden seslendirmeye başlamışlardır. Dünya Savaşı sırasında kendilerinin zorunlu göçe tabi tutulduklarını, soykırımına uğradıklarını, Doğu Anadolu üzerinde hak sahibi olduklarını ileri sürmüş; devletin dıştaki temsilcisi Türk diplomatlarını sistemli bir şekilde öldürmeyi planlamış ve bunu uygulamaya koymuşlardır. Pek çok seçkin diplomatımız Ermeni katillerinin kurşunlarına hedef olmuş, gurbet ellerde can vermişlerdir. Ne acıdır ki, bu vahşet olayları karşısında, uygar dünyadan ciğer soğutan bir tepki ve teselli gelmemiştir. Olanlar sanki yetmiyormuş gibi, ermeni asıllı Amerikan Senatörleri tarafından, Türkler aleyhine yeni bir oyun da sahnelemiştir. Bu oyun, I. Dünya Savaşı’nda uygulanan zorunlu göçün ve sözde soykırımın Amerikan Senatosu’nda kınanması oyunudur. Tarih bilgisinden ve bilincinden yoksun Amerika Cumhurbaşkanı G. Bush da, Ermeni asıllı seçmenlerine şükran borcunu ödemek amacıyla sözde soykırım olayını genç Türk Devleti’ne de bulaştırmaktan çekinmemiştir. Her yıl yenilenen bu oyun 1990 yılında başta Senatör Byrd olmak üzere sağduyulu Amerikan senatörlerinin çabalarıyla güçlükle önlenmiştir. Gönül istedi ki, yabancılara da açtığımız halde ilgi gösterilmeyen Osmanlı Arşivlerinden yararlanarak kendi savunmamızı kendimiz yapalım ve bilimsel yollardan çözümlenmesi gereken bu konuyu siyasal sömürü aracı olmaktan bir an önce kurtaralım.

Siyasal amaçları uğruna Türk düşmanlığını hareket noktası olarak alan, gözü dönmüş komiteciler ve bağnaz kişiler dışında, Ermeni toplumunun, ulusumuza karşı genellikle sevgi ve saygı beslediği bilinmekte; Türk’ün soylu ve erdemli davranışları karşısında, gerçekleri dile getirme dürüstlüğünü gösterdiği gözlenmektedir.

Burada Ermeni tanıklığına ve haktanırlığına birkaç örnek sunmak istiyoruz.

Keseb Olayı

Artin PenikYıl 1908, Mehmet Ali Ayni Lazkiye Mutasarrafı’dır.

Keseb Halep’e yakın bir kasabadır. Adana’da Ermenilerin çıkardıkları karışıklıkların bir benzeri, halkının tamamı Ermeni olan Keseb’de de görülmüştür. Bunun üzerine çevredeki Araplar ve Türkmenler buraya hücum etmiş, 10 bin kadar Ermeniden oluşan bir kafile, Suriye sahillerine doğru kaçmaya başlamıştır. Olay, Avrupa’ya Ermeni katliamı şeklinde duyurulduğundan Fransız Harp Filosu harekete geçirilmiş, Mesjeri Maritim vapurlarının süvarilerine telsizle, yolcularını bulundukları yerlere bırakmaları, kaçmakta olan Ermenileri toparlamak üzere Suriye’ye yönelmeleri istenmişti. Ermenilerin büyük kısmı Lazkiye’ye doğru gelmekteydi, onları belli bir yerde tutmak ve hareketin şehre yayılmasını önlemek gerekiyordu. Öyle yapıldı; Ermeniler, şehir dışındaki büyük ve terkedilmiş kışlalara yerleştirildiler.

Aynı günün akşamı, Fransız savaş gemileri, Lazkiye limanına demir attılar. Gemilerde Suriye kıyılarından toplanmış 3000 kadar Ermeni olduğunu öğrenen Mutasarrıf, onları ne yapacağını Amiral’e sorduğu zaman, “Marsilya’ya götüreceğim” cevabını aldı. Mutasarrıf buna itiraz ederek; “Hayır, dedi, bu Ermeniler bizim teb’amızdır. Onları bize teslim etmeniz gerekir.” Amiralin, hayatlarının garanti edildiğine ilişkin belge verildi. Ermeniler vapurdan indirildi. Yerli halk: “Ermeniler yüzünden kıtlık olacak, hastalık çıkacak” diye bağırıp çağırdı ise de, bu sözler etkili olmadı. Daha sonra Ermeniler, eski yerlerine gönderildi. Halep ve Keseb’de asayiş sağlandı. Mutasarrıfın yerinde önlemleri sayesinde olası bir karışıklık ve daha ileri bir dış müdahale önlenmiş oldu.

Mutasarrıf Mehmet Ali Bey, Elaziz Valisi olarak Lazkiye’den ayrıldıktan sonra, Keseb olayından dolayı kendisine, Beyrut’taki Papa Vekili tarafından “Grand St. Gregoir” nişanı verildi.

Cemal Paşa ve Ermeni Patriği

Cemal Paşa, I. Dünya Savaş’ında Bahriye Nazırı ve 4. Ordu Komutanıdır. Görevi, Suriye’nin güvenliğinin sağlanması, Süveyş Kanalı’nın ele geçirilerek İngiltere’nin Hindistan ile deniz yolunun kesilmesiydi.

Cemal Paşa, görevi sırasında Ermeni muhacirlerinin, Suriye ve Beyrut Vilayetlerine yerleştirilmelerinde büyük çaba sarf etmiş, onlara her konuda yardım elini uzatmıştır. Günün birinde, kendisine başvuran, dertli binlerce muhacire, sevinç gözyaşları döktüren şu konuşmayı yapmıştır:

“Muhterem Hemşehrilerim, bizler hepimiz asırlar boyu aynı toprakta doğmuş, birlikte yaşamış, keder ve sevinçlerini paylaşmasını bilmiş ve bu bakımdan da, örf ve adetleri bir olan insanların çocuklarıyız. Bu itibarla da, baba-oğul ve kardeş sayılırız. Esasen dilekçelerinize de, “Pederim” diye başlamış olmanız, şu anda aynı hissiyatın altında bulunduğunuzu ispat etmektedir. Bu bakımdan bir babanın da, evlatlarına hiçbir şekilde kötülük yapamayacağına göre, şimdi size bir asker olarak söz veriyorum ki, şu andan itibaren bütün istekleriniz harfiyen yerine getirilecektir.” Cemal Paşa, Aralık 1915’de İstanbul’a gittiği zaman, Ermeni Patriği kendisini ziyaret etmiş ve Ermeni cemaatine hizmetlerinden dolayı şükranlarını sunmuştur. Paşa bu ziyareti, anılarında şöyle anlatır:

“Benim Ermenilere ne kadar iyi davrandığımı herkesten fazla Ermeni Patriği Zaden Efendi bilir, 1915 senesi Aralık ayında İstanbul’a geldiğim zaman, bizzat kendisi Perapalas’da beni ziyarete gelerek, Patrikhanenin resmi bir takdiri ile bütün Ermeniler namına teşekkür etmişti.” Ne yazık ki, Cemal Paşa bu hizmetlerine karşılık, 22.7.1922 tarihinde, Tiflis’te bir Ermeni kurşunu ile öldürülmüştür!

Gümrü Halkının Talat (Oğan) Bey’e Teşekkürü

Talat (Oğan) Bey, 1921 yılında 12. Tümene bağlı 35. Alay komutanı olarak Ermenilere karşı Doğu Harekatı’na katılmıştır, görevini adaletli ve insancıl ölçüler İçinde yürüttüğü için bütün Gümrü halkının sevgi ve saygısını kazanmıştır.

Gümrü’nün Ermeni halkı adına kendisine sunulan teşekkürname şöyledir:

Alay Kumandanı Binbaşı Talat Bey Hazretlerine

Son zamanlarda Gümrü ve ahalisinin namus, ırz, mal ve inzibatının zatı Kumandanileri gayretiyle hüsnü muhafazasından dolayı arzı teşekkürat eyleyerek zatınız gibi kumandanların ordu ve alaylar hüsnü teveccüh göstereceğinizi can ve gönülden arzu ve temenni ederiz.

Olbabda arzı ubudiyet ederek Gümrü ahalisinin daima ismi ailenizi zikredip hiçbir zaman feramuş etmeyeceğini (unutmayacağını) zatınıza emin buyururuz efendim. 24.4.1921

Gümrü ahalisi namına SERKİS

Talat Bey, daha sonra Sakarya Savaşı’na da katılmış, 1939 yılında General olarak Güney Hudut Komutanlığı görevinde bulunmuştur.

Ermeni Asıllı Önemli Türkler

Torkom İstepanyan tarafından 1967 yılında yayımlanan ilginç bir eser “Hepimize Bir Bayrak” adını taşımaktadır. Kitabın adı, içeriğini ve yazarının iyi niyetini açığa vurmaktadır. Gerçekten eser, her biri sağduyunun damgasını taşıyan, birbirinden bağımsız yazılardan oluşmaktadır. “Kardeşlik Bağları” başlıklı ilk yazıda şu satırlar okunmaktadır:

Şayet, tesadüf biz gayrimüslim vatandaşlarını bu topraklar üzerinde birer ekalliyet ana ve babadan dünyada getirmiş ise, bu durumumuz ne Türklüğümüze ve ne de vatanseverliğimize asla bir gölge düşürmez. Esasen bir bayrak altında toplanmış bulunan kimselerin samimi amaçları el ele, kardeşçe güçbirliği yapmak ve idealleri de ‘vatanım’ dedikleri mukaddes varlığın kalkınması ise, bu insanlar arasında mevcut olan ırk, din ve mezhep farkı, bu kardeşliği yok etmek için asla kafi bir sebep olamaz…

Torkom İstepanyan’ın annesi, Atatürk’ün hizmetinde bulunmuş, O’nun güvenini ve beğenisini kazanmış bir hanımdır. Torkom’un okuyup yetişmesinde de Atatürk etkili olmuştur.

Eserin sonunda, “Vatana unutulmaz hizmetlerde bulunmuş olan Ermeni asıllı Türk vatandaşlarından söz edilmekte, kısa hayat hikayeleri verilmektedir. Bunlardan bazılarının adlarını ve bulundukları makamları kaydetmekle yetinelim:

Bezciyen Artin (1771-1834) Darphane Müdürlüğünde; Nordunkyan Efendi (1852-1936) Ticaret ve Nafia Nazırlığı ve Hariciye Nazırlığında; Ohannes Dadyan Bey (1798-1869) Azadlı Baruthanesi Barutçubaşılığında; Oksan Mardikyan, Mahmut Şevket Paşa Kabinesinde Posta Telgraf Nazırlığında; Dadyan Artin Paşa (1830-1901) Hariciye Nezareti Müsteşarlığında; İstepan Gurdikyan (1865-1944) öğretmenlikte ve Dil Kurultayı üyeliğinde; H. Celalyan (1870-1936) Üniversite Müderrisliğinde; Agop Dilaçer (1895- ) I. Türk Dili Kurultayı üyeliğinde, Türk Dil Kurumu Başuzmanlığında, Türk Ansiklopedisi Başdirektörlüğünde; Hermine Kalustyan (1914- ) Kurucu Meclis üyeliğinde görev yapmışlardır.

ASALA’yı Protesto İçin Kendini Yakan Ermeni

Türk diplomatlarının ASALA tarafından arka arkaya şehit edildikleri bir dönemde, İstanbul’da Ermeni asıllı bir vatandaşımızın (Artin Penik) bu vahşet olaylar karşısında, kapıldığı derin bir üzüntünün sonucunda, üzerine benzin dökerek kendini Taksim Meydanı’nda yakması, çok acı ve o derece anlamlı tarihi bir olay niteliğindedir.

Türlü nedenlerle ülke dışına çıkanların, günün birinde bir Ermeni konukseverliğine tanık olmaları olağan olaylardandır.

Türkçe konuştuğunuzu duyan biri, size dostça yaklaşır, kökenlerinin Türkiye’de olduğunu söyleyerek sizi iş yerine, evine davet eder. Türk yemeklerinin ağırlıkta olduğu sofrasında ağırlar, Türkçe müzik dinletir ve doğduğu veya gördüğü yerlerin özlemini uzun uzun dile getirir. Hep birlikte Türkiye’nin havasında yaşarsınız…

Ermeni toplumunda çoğunluğa egemen olan bu sağduyunun, bir gün gelip kan güdücü azınlığa da nasip olacağını umuyoruz…

1 Yorum

YAZI HAKKINDAKİ DÜŞÜNCELERİNİZ

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.