Halkevleri Neden Açıldı, Nasıl Kapatıldı?

Kurtuluş Savaşı zaferle sonuçlandıktan sonra sıra, “yeni bir Türk insanı yaratmaya” gelmişti. Bu insan; çağdaş, uygar bir yapıda olmalıydı. Bunun için de halkın, yapılan ve yapılmakta olan devrimleri özümsemesi ön koşuldu. İşte bunun için çeşitli örgütlenmelere gereksinim vardı.

Başlangıçta mevcut olan Halk Ocakları’ndan yararlanıldı. Halk Ocakları fikri, kaybedilen savaşlar sonucu Osmanlı Devleti’nin iyice zayıfladığını gören 190 askeri tıbbiye öğrencisi tarafından ortaya atıldı: “Büyük emelleri gerçekleştirmek için kavmin gençleri birleşmeli, doğmuş olan emeli fikren ve nakden beslemeli, yaşatmalıdır.” Akçuroğlu Yusuf Bey 3 Temmuz 1911 günü yaptığı toplantıda Türk Ocağı’nın fiilen kurulduğunu bildirir. Oysa 1912 yılında yayınlanan Türk Ocağı Nizamnamesi’nde Türk Ocağı’nın 25 Mart 1912’de kurulduğu yazılıdır. Türk Ocağı’nın Tüzüğünde amacının, “Akvam-ı İslamiyenin bir rükni mühimmi (önemli bir temel direği) olan Türklerin, milli terbiye ve ilmi, iktisadi, içtimai seviyenin terakki ve ilâsıyle (yükselmesi) Türk ırkı ve dilinin kemâline çalışmaktır” olduğu yazmaktadır. Bunu gerçekleştirmek için de eğitim faaliyetlerinden, konferanslardan, tiyatrodan ve sosyal yardım faaliyetlerinden yararlanmışlardır.

Mustafa Kemal 1930 ve 1931 yılında yaptığı yurt gezilerinde birçok ildeki Türk Ocakları’nı ziyaret eder ve bu ziyaretlerde halka hitap eder. Devrimlerinin gerekçelerini ve neden yapıldığını anlatır. Bu gezileri göstermektedir ki, Türk Ocakları O’nun için birer kültür merkezidir.

Cumhuriyetin ilk yıllarında görüldüğü gibi Atatürk Türk Ocaklarına fazlasıyla önem vermektedir. 1 Mart 1931’de Konya Türk Ocağında yaptığı konuşmada “Türk Ocaklarının temel amacı ulusa böyle bir özyapı kazandırmaktır. Türk Ocakları ulusun kültürü üzerinde önemli etkiler yapmalıdır” der. Yine Hakimiyet-i Milliye gazetesine verdiği demeçte Türk Ocakları’nın gayesinin ne olması gerektiğini söyler:

Türk Ocakları, Cumhuriyet Halk Fırkası’nın kültür şubesidir. Fırka ulusa eğitmenlik yapacak; bilim, iktisat, siyaset, güzel sanatlar gibi bütün kültür sahalarında yurttaşları yetiştirmek için önderlik edecektir. Ocaklar, Cumhuriyet Halk Fırkası’nın programlarını yurttaşlara anlatmakla asıl görevlerini yapmış, ülkülerine en büyük hizmeti yerine getirmiş olurlar.

Ancak Mustafa Kemal’in Ocaklarının gayesini üzerine basa basa söylemesinin önemli bir nedeni vardır. Çünkü çok uzun süre önce Türk Ocaklarının ırkçı, Turancı, dinci bir yapıya dönüşmek üzere olduğunu fark etmiştir. Sovyetler Birliği düşmanlığı ve faşizm hayranlığı Ocak tarafından kabul görmektedir. Örneğin, Türk Ocakları Genel Başkanı Hamdullah Suphi Tanrıöver 12 Haziran 1925’de İstanbul Muallimler Cemiyeti Kongresi’nde yaptığı konuşmasında şunları söylemektedir:

İtalya’ya bakınız, orada meşruti (millet meclisi) bir hükümet ve bir hükümdar var. Fakat İtalyan milletinin idaresini temsil eden o hükümdar değil, bir halk çocuğu Mussolini’dir. Faşizm namı altında milliyetperverlik hareketi, İtalya toprakları üzerinde çok buhranlı bir devirden sonra ağır ve tehlikeli mücadele neticesinde muzaffer oldu. Biz bu tarikata, mensup olduğumuz içtimai ve siyasi fikrin bazı noktalarında müşterek olduğumuzu tespit edebiliriz.

Hamdullah Suphi Tanrıöver’in faşizmi öven konuşma ve davranışları ve Türk Ocakları’nı söz konusu ideolojinin “Türkiye’deki yuvaları biçimine” dönüştürmeye çalışması Atatürk’ü elbette oldukça rahatsız ediyordu. Oysa Atatürk, daha Kurtuluş Savaşı sürerken Turancılığın ve Panislamizmin karşısında yer almış, Türk ulusçuluğunu Anadolu coğrafyası ile sınırlamaya büyük önem vermişti. Enver Paşa’nın hiçbir somut güce dayanmayan, ayakları yere basmayan Turan düşünün koskoca bir imparatorluğu yıkıma ve Türk ulusunu büyük acılara götürmesinin anıları daha dün gibi tazeydi. Mustafa Kemal’in hiç sevmediği serüvenci İttihatçılar zamanında olduğu gibi Türkiye Cumhuriyeti’ni İtalya benzeri hayallerin peşine takarak bir serüvene atmak yıkımdan başka bir şey getiremezdi.

Serbest Fırka’nın kuruluşu ile birlikte, ülkenin birçok yerinde Atatürk devrimlerine karşı olanlar büyük bir propagandaya başlamışlardı. Oysa Atatürk’ün Türk devrimlerini koruma konusunda kendisinden çok fazla şey beklediği Türk Ocakları, çoğu devrime duyarsız kaldığı gibi devrim karşıtlarının toplandığı bir merkez durumuna gelmek üzereydi. Atatürk’ün belirttiği gibi CHF’nin bir kültür kolu olmasına karşın, Türk Ocakları bazı konularda CHF ile ters düşüyordu. Bazı Türk Ocağı şubeleri ve üyelerinin SCF’ye katılması, bazı şubelerde ise doğrudan Halk Fırkası’na karşı faaliyetler yürütmeye başlaması CHF yöneticilerinde Türk Ocakları aleyhinde bir düşüncenin gelişmesine zemin hazırlıyordu. Hatta Türk Ocağı şubesinin bulunduğu bazı yerlerde partinin teşkilât kuramaz duruma geldiği müfettiş raporlarına yansımaya başlamıştı. Oysa Türk Ocakları tüzüğünün 3. maddesi açıkça “Türk Ocakları’nın devlet siyasetinde CHF ile beraber olduğu” yazmaktaydı.  Olayların gelişmesini ve durulmasını bekleyen Atatürk ve yakın çevresi zorunlu olarak bu Ocakların kapatılmasını düşünmeye başlamışlardı.

Fakat Ocakların kapatılması durumunda yeni bir örgütlenme gerekli idi. Bunun için arayışlara başlanmış, bu maksatla Cumhuriyet yönetimi bazı gençleri Avrupa ülkelerine göndererek buralardaki halk eğitimi çalışmalarını inceletmişti. Selim Sırrı Tarcan İsveç’e, Vildan Aşir Savaşır da Çekoslovakya gibi Orta Avrupa ülkelerine gönderildi. Bunların raporları Ankara’da inceleniyor, Türk Ocakları’nda düzenlenen konferanslarda geniş tartışmalara neden oluyordu. Böylece onların çalışmaları Halkevlerine giden yolu açıyordu. Özellikle Selim Sırrı Tarcan ve Vildan Aşir Savaşır’ın Çekoslovakya’daki Sokol adlı kuruluş üzerine düzenledikleri konferans oldukça ilgi çekmişti.

Araştırmaların ve kamuoyunun belli bir olgunluğa gelmesi üzerine Mustafa Kemal, ileride Milli Eğitim Bakanlığı’na atanacak olan Dr. Reşit Galip’e Halkevleri’nin kurulması çalışmalarına başlaması emrini verir. Reşit Galip, Ankara Türk Ocağı binasında bir toplantı düzenlemiş ve dönemin önemli isimleri bu toplantıdaki yerlerini almışlardır. Bu arada 10 Nisan 1931’de Türk Ocakları Olağanüstü Kurultayı toplanır. Ocakların CHF’ye katılması ve bütün mallarının devredilmesi kurultayda oybirliği ile kabul edilir.  Böylece Halkevleri’nin açılması önünde hiçbir engel kalmaz.

Nihayet 10-18 Mayıs 1931’de toplanan CHF üçüncü büyük kongresinde Halk Evleri’nin kurulmasına karar verilir. Toplanan bilim heyeti, M. Kemal’in direktifi dahilinde çalışmalarını sürdürmüş ve Ziya Cevher Etili’nin Başkanlığında Şevket Süreyya Aydemir, Sadi Irmak, Tahsin Banguoğlu, Hamit Zübeyir Koşay, Hüseyin Namık Orkun, Kerim Ömer Çağlar, Namık Kotoğlu, Vildan Aşir Savaşır’dan oluşan bir komisyon Halkevleri’nin ana tüzüğünü hazırlamakla görevlendirilmiştir. Hazırlanan taslak CHF Genel Sekreteri Recep Peker’e sunulmuş, O da taslağı yetkili kurullarına götürmüş, tartışılmış ve 17 Mayıs 1931’de taslak kurultayda kabul edilmiştir. Yaklaşık dokuz ay sonra 19 Şubat 1932 Cuma günü Halkevleri büyük bir coşku içinde açılır.

Halkevleri’nin Kuruluş Nedenleri

Halkevleri’nin kuruluş nedenini yalnızca kapatılan Türk Ocakları’nın oluşturduğu boşluğu bir şekilde doldurmak olarak görmemek gerekir. Halkevleri, Cumhuriyetin, Cumhuriyet ideolojisinin ve özellikle 1930’lu yıllardaki ekonomik ve toplumsal koşulların bir ürünüdür. Halkevlerinin kuruluş nedenleri arasında CHF’nin kimlik arayışına çözüm bulma ve kendini anlatma gereksinimi de vardır. 1929 Dünya Ekonomik Krizi’nin etkileri Türkiye’yi derinden sarsmış tüm dünyada yaşanan ekonomik sıkıntılar Türk toplumu tarafından da derinden hissedilmiştir. Yaşanan ekonomik sıkıntılar sosyal birtakım huzursuzlukların yaşanmasına da zemin hazırlamıştı.  Nitekim Serbest Fırka deneyimi halkın bazı kesimlerindeki hoşnutsuzluğu ve yapılan devrimlerin halk tarafından tam olarak benimsenmediğini ortaya koymuştu. SCF’nın ömrü çok kısa sürse de, o zamana kadar gözden kaçan ya da görmezden gelinen bazı temel sorunları gün yüzüne çıkarmaya yetmişti. Bu deneyim, arzu edilen yeni döneme geçişin beklenenden daha sorunlu ve karmaşık bir süreç olacağını gösteren, halkla yönetici sınıf arasında bir uzaklığa, kopukluğa işaret eden somut bir gelişmeydi. Bu kopukluğu sona erdirecek köprülere, rejim için halkın desteğini almaya gereksinim vardı. Çünkü bir rejim için kitle desteğinin bulunmaması demek ciddi bir sorunun varlığı anlamına gelmektedir.

Sonuç olarak yönetici sınıf, halkla arasındaki bu uçurumu olabildiğince kısa sürede kapatmak adına bir şeyler yapmanın gerekliliğini tüm bünyesinde hissetmişti. Bu nedenle Halkevleri, halkla yakın ilişkiye geçmek ve sıradan insanlarla aydınların yaşam ve düşünce tarzları, davranış kodları hatta kültürel ve estetik beğenilerini birleştirmek amacı güden; Cumhuriyet yönetiminin ideolojisini aydınlar ve yerel önderler aracılığıyla halka ulaştırmayı ve benimsetmeyi hedefleyen; ulusu bilinçli, birbirini anlayan ve aynı ülküye bağlı halk kütlesi halinde örgütlemek hedefinde olan girişim olarak yaşam buldu. Genç cumhuriyetin gereksinim duyduğu yurttaş tipi eğitimli, modern, devrimleri anlamış, rejimin ilke ve düşünce sistemini benimsemiş bir bireydi ve Halkevleri bunu sağlayacaktı.

Halkevleri’nin Açılışı

Eski Türk Ocakları binası yeni Halkevleri Genel Merkezi olarak saptanmış ve töreni de burada yapılmıştır. TBMM Başkanı Kazım Karabekir başta olmak üzere birçok milletvekili bu açılışta hazır bulunmuştur. Açılışta Recep Peker uzun konuşma yapmış ve “Fırka’nın son genel kurulunda ulusal kültür alanında yeniden örgütlenme kararı alındığını, bu amaçla Halkevleri ile ilgili hazırlıkların aylarca sürdüğünü, bunları ulusal amaçlar çerçevesinde yeniden örgütlenmek istediklerini, Halkevleri’nin yetişmiş vatandaşların diğer vatandaşları da yetiştirebilmesi için fırsat yarattığını” uzun uzadıya anlatmıştır. Milli Eğitim Bakanı Galip’de, “Ulusal davanın uygarlık yarışında yitirilen zamanı kazanmak olduğunu ve yeni açılan Halkevleri’nin bu amaçla kurulduğunu, Türklerin dünyaya, uygarlık yolunda öncülük ettiğini, tarihten gelen bu çizginin Türkleri uygarlık yarışında ileri noktalara doğru ittiğini, Halkevleri’nin bu ulusal davayı kendisine ana amaç edindiğini” anlatmıştır.

Açılış töreninde Başbakan İnönü’de verdiği demeçte şunları söylemiştir

Silah gücünden, her türlü baskı kuvvetinden etkili olan nokta, inancıma göre Halkevi gibi kurumlardır. Bu düşüncelerle bütün ulus içinde ulusal yaşamın kazanacağı beraberlik, yükseklik ve sağlamlıktır. Her silahtan üstün olan budur.

Yapılan törenlerle birlikte aynı gün Türkiye’de 14 Halkevi şubesi birden açıldı: Ankara, Afyon, Samsun, Eskişehir, İzmir, Konya, Denizli, Van, Aydın, Çanakkale, Bursa, İstanbul, Adana. Halkevi şubeleri hemen çalışmalarına başladılar. Aslında açılışa yetişemeyen Halkevleri de olmuştu ve bunların da açılmasıyla sayıları 1932 yılının sonunda 34’e ulaştı. Halkevlerinin açılışı tüm ülkede kültür rüzgarı estirmişti. Aydınlar, bilim ve düşün adamları ile beraber sanatçılar da bu yeni örgütlenme ile ilerisi için bekleyiş içine girmişlerdi.

Halkevi01.03.1932 tarihli bir genelge ile Cumhuriyet Halk Fırkası, Halkevleri ile ilgili durumu kendi örgütüne duyurmuştur. Bu genelgeye göre her parti örgütü, kendi yöresin bir Halkevi açacaktı. Halkevleri dokuz şube halinde örgütlenmişti: Dil, Edebiyat ve Tarih Şubesi, Güzel Sanatlar Şubesi, Temsil Şubesi, Halk Dershaneleri ve Kurslar Şubesi, Kütüphane ve Yayın Şubesi, Müze ve Sergi Şubesi, Spor Şubesi, Sosyal Yardım Şubesi, Köycülük Şubesi.

Çok partili düzene geçinceye kadar Halkçılığın temel ilkesi, ulusal bütünleşme olarak nitelenebilir. Halkevleri bu bütünleşmenin en etkin örgüt biçimidir. O dönemin ulusal bütünleşmesi, duyarlı, sanat ve kültürün öncüsü, dinamik bir yapı oluşturmaya yönelikti. Halkevleri tüzüğünün “Umumi Esaslar” bölümünde: “Halkevi kalplerinde ve dimağlarında memleket sevgisini mukaddes ve ileri yürüten bir heyecan içinde duyanlar için toplanma ve çalışma yeridir. Bu itibarla kapıları Fırka’ya kayıtlı olan ve olmayan bütün vatandaşlara açıktır” denmektedir.

Halkevlerinin üye sayısı 4. yılında 55.000’e yükselmiş ve kütüphanelerindeki kitap adedi 106.555 cildi bulmuştu. 1938’de kitap sayısı 106.000, okuyucu sayısı 1.095.910 iken; 1941’de kitap sayısı 419.250’ye, okuyucu sayısı da 2.461.813’e ulaşmıştır. Kütüphaneler halkın okuma alışkanlığı kazandığı, öğrencilerin dersleri için referans kaynakları buldukları, boş zamanlarında ise ders çalışıp kitap okudukları yerler olmuşlardır. Kütüphanelere alınacak kitaplar bazı koşullara uymak zorundaydı: Türk devrimine karşı, yabancı rejim ve ideolojileri tasvir eden, irticai zihniyeti hedefleyen, cinayet ve intihar vakalarını telkin eden, ahlaki bakımdan düzeysiz yayınların kütüphanelere alınması yasaktı.

1950 yılına gelindiğinde yurtdışındaki tek Halkevi olan Londra Halkevi dahil 478 Halkevi ve 4332 Halk Odası kurulmuştu. 1941 yılı faaliyet raporuna göre 4533 konferansı 1.181.824, 897 konseri 263.532, 1628 sinema filmini 768.559, 1979 temsili 895.141 kişi izlemiştir. Resim ve fotoğraf, yerli malları ve diğer sergiler olmak üzere 267 sergi açılmış ve bu sergileri 1.069.276 kişi gezmiştir. Türkçe, Yabancı Dil, Resim ve Fotoğraf, Musiki, Biçki Dikiş, Çiçekçilik, Şapkacılık, Muhasebe, Daktilo-Steno, Motorculuk-Şoförlük, Hastabakıcılık, Elektrikçilik, Temsil, Marangozluk, Zeytincilik, Atçılık, Köy Kâtiplerini Yetiştirme, Aile Bilgisi, Zehirli Gazlardan Korunma Kursu gibi 627 kurs düzenlenmiş ve kurslarda 37.331 kişi yetiştirilmiştir.

Halkevlerinin en verimli çalışmalarından biri de yayınladıkları dergilerdi. Ankara’da çıkarılan “Ülkü”, İstanbul’da çıkarılan “Yeni Türk” gibi dergiler birçok kişiye ulaşıyordu. Bu dergiler içeriğinin kalitesiyle yalnızca halkın değil aydın kesimin de beğenisini kazanmıştı. Okurlarının merak ve zevkini harekete geçirmesinin yanında, sosyoloji, antropoloji ve günlük yaşama ilişkin önemli bilgileri halka ulaştırdılar; öğretmen ve araştırmacıların da araştırma ve yazma becerilerinin gelişmesine yardımcı oldular. Lise öğretmenleri bulundukları bölgedeki halk kültürü konusunda araştırmalar yapmışlar ve bu araştırmalarını Halkevleri dergilerinde yayınlamışlardır. Günümüzde halk kültürünü ilişkin çoğu bilginin kaynağında, yayınlanan bu dergilerin büyük payı vardır. Rakamların da göstereceği üzere Halkevleri büyük bir kültürel atılımın öncüsü olmuştu.

Halkevleri yalnızca kültürel sorumluluk alanında değil, sosyal sorumluluk alanında da faaliyet gösteriyorlardı. Örneğin 1940 yılındaki depremde yaralılara ilk ulaşan, ilkyardımı yapan ve onları hastaneye götüren Halkevleri olmuş, evleri yıkılan yurttaşlar Halkevleri’nde ağırlanmışlardır.

Halkevleri’nin bu başarılı atılımları yabancı ülkelerin de dikkatini çekmişti. Türkiye’ye gelen yabancı devlet adamlarının ziyaret noktalarından birisi de Ankara Halkevi olmuştu. Burada yapılan çalışmalar hakkında bilgi alıyorlar, kendi ülkelerinde aynı sistemin uygulanıp uygulanamayacağı konusunda 1938’de Türkiye’ye gelen Irak heyeti gibi araştırmalar yapıyorlardı. Ünlü Fransız Le Figaro dergisi gibi dergiler Halkevleri’nin başarılarını sayfalarına taşıyor, İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Eden Halkevleri’ne üye oluyordu.

Halkevi tiyatro gösterisi

Demokrat Parti’nin Halkevleri Düşmanlığı

Ne var ki Demokrat Parti’nin iktidara gelişi tüm bu atılımı sona erdirecekti. Çok partili döneme geçişle birlikle Halkevlerine yönelik eleştiriler dozunu giderek artıyordu. Yöneltilen eleştirilerin başında Cumhuriyet Halk Partisi’nin bir kolu olarak görülmeleri ve buna rağmen devlet bütçesinden faydalanıyor olmaları geliyordu. Eleştiri bir bakıma haklıydı: Halkevlerinin gelirleri öncelikle yardımlardan, devlet bütçesinden ve bulunduğu bölgenin parti il örgütü tarafından karşılanırdı. Ama gözden kaçırılan bir nokta vardı: Halkevleri tüm çalışmalarını halka ücretsiz olarak ulaştırıyor, hizmetleri karşılığında hiçbir bedel istemiyordu; kapıları da hizmetleri de parti ayrımı gözetmeksizin herkese açıktı.

17 Kasım 1947’de toplanan Cumhuriyet Halk Partisi 7. Büyük Kurultayı’nda,  Halkevleri’ne yönelik eleştirilerin artması üzerine bunlara yeni bir statü kazandırmak için bir komisyon oluşturulması kararına varıldı.  Komisyonun getirdiği teklif, Halkevleri’nin CHP’den ayrılarak tamamen bağımsız bir kurum haline getirilmesi ve kendi ayakları üzerinde durmasıydı.

Ancak Adnan Menderes’in niyeti üzüm yemek değil bağcıyı dövmekti. Sonuçta Halkevleri CHP’den bağımsız olsa bile Atatürk devrimlerinin hem bir eseri hem de koruyucusuydu. Sonlarının Köy Enstitüleri gibi olması gayet doğaldı. Bu nedenle bazı milletvekilleri tarafından Halkevleri’nin CHP ile ilişkisinin kesilmesi ve halk eğitimine hizmet edecek kurumlar haline getirilmesi kendisine teklif edildiğinde bu teklifleri hemen geri çevirdi.

Oysa 1932 yılında Aydın Halkevini’nin açılışında CHF vekili olarak Halkevleri’nin ne kadar önemli bir hizmet ifa ettiğini söyleyen, onlardan övgüyle bahseden, memleketin en uzak köşelerinde bile Halkevleri açılmasının zorunlu olduğunu belirten ve bunun bit milat olduğunu vurgulayan Adnan Menderes, 12 Aralık 1950 tarihinde DP Meclis Grubu’nda yaptığı konuşmada şunları söylüyordu:

Halkevleri denilen müessese bugün toplumsal yapımızda bir diken gibi, bir yabancı cisim gibi önemsiz bir şeydir. Toplumsal, siyasal bir işlevi kalmamış, kapılarına zincir vurulmuştur. Bunlar içtimai ve siyasi bünyemiz içinde tamamıyla abes, beyhude, geri ve yabancı bir uzuv halindedir. Bunları demokratik fikirlerin neşir ve tamimi için bir mektep haline getirmek hayali yine dar bir telakkinin mahsulü olmaktan başka bir mana ifade etmez.

Böylelikle Refik Şevket İnce ve 53 arkadaşı Halkevleri’ni tümden yok eden bir yasa önerisi hazırladılar. Halkevleri‘nin kapatılması ve mallarının hazineye devri hakkındaki yasa tasarısının Meclis’te görüşülmeye başlandığı 6 Ağustos 1951 günü 109 nolu birleşiminde CHP Genel Başkanı İnönü yasa tasarısını eleştiriyordu:

Kanun teklifinin, Halkevleri’ni fiilen ilga etmesi memleketi 20 seneden beri ona hizmet eden büyük bir içtimai kültür müessesinden mahrum bırakacaktır. Halkevleri bu memleketin büyük bir ihtiyacına cevap veriyordu. Vatandaşlar ayırıcı değil, birleştirici bir kültür birliği içinde yetişiyordu.

CHP’lilerin protesto edip katılmadığı 8 Ağustos 1951 tarihli oturumda, Halkevleri’nin kapatılmasını öngören 5830 sayılı yasa, toplam üye sayısı 468 olan Mecliste 340 evet oyu almıştır. Yasa 11 Ağustos 1951 tarihli Resmî Gazetede yayınlanarak yürürlüğe girmiş ve böylece Halkevleri kapanmıştır.

Halkevleri’nin kapatılması yersiz, haksız bir yıkımdır. Çünkü yukarıda yazıldığı gibi Halkevlerinin açılmasındaki ve bu kurumlardan beklenen gayelerin halkın ve gençliğin devrimleri özümsemesini sağlamak olduğunu, o gayenin heyecanının onlara yansıması olduğunu görürüz. Ayrıca, o günkü toplumun çoğunlukla tevekkül içinde olanları kavrama yeteneğinin tam gelişmediğini söyleyebilmek olasıdır. O halde devrimlerin ana fikrinin halka anlatılması gerekmektedir.

Buna ilaveten devrimlere karşı direnişlerinde olacağı düşünülerek Halkevleri’nde oluşacak fikirlerin bu yıkıcı davranışların önüne geçmek de gayelerinin önemli bölümünü teşkil etmektedir. Nitekim devrim karşıtı olaylar bu kurumların kapatılmasından sonra daha da artmıştır. Pek çok alanda yararlılık gösteren bu kurumlar kapatılmak yerine düzenlenerek daha işlevsel hale getirilebilirlerdi. DP iktidara geldiğinde bunları kapatmak yerine eleştirdiği noktalarda yeniden yapılanma başlatarak 1932 yılından beri faaliyet gösteren Halkevleri’ni yaşatabilir ve daha verimli hale getirebilirdi

Günümüzde Halkevleri adı ile faaliyet gösteren kurumların isim benzerliği dışında ideolojik olarak ya da tarihsel olarak özgün Halkevleri ile hiçbir ilgisi bulunmamaktadır. Aşırı sol fraksiyonların elindeki bu kurumların ne Atatürkçülükle bir bağı ne de bu ilkeleri yaşatmak gibi bir gayesi vardır. Böylesine tarihsel önemi olan bir kuruluşun adının farklı amaçları olan kurumlarca kullanılıyor olması Atatürkçüler için başlı başına bir utanç kaynağıdır.

4 Yorum

YAZI HAKKINDAKİ DÜŞÜNCELERİNİZ

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.