Marie Curie: Bilime Adanmış Bir Yaşam

Büyük maddi sıkıntılar, faşist ve cinsiyetçi saldırılar, savaş, hastalıklar ve ölüm… Marie Curie yaşamı boyunca daima zorluklarla karşılaşır. Ancak, büyük çalışma azmi ve direnciyle, zorlukları aşmayı başarır… Marie Curie’nin hayatı, bir bilim insanının sorunlar karşısında asla pes etmeden, yılmadan yalnızca insanlık için çalışmaya devam etmesinin öyküsüdür.

Marie Curie’yi bilim tarihinin unutulmazları arasına sokan ne Nobel ödülünü kazanan ilk kadın olmasıdır, ne de Nobel ödülünü iki kez kazanan ilk bilim insanı olması.  Çok az bilim insanı Marie Curie’nin hayatındaki kadar güç koşullar altında çalışmıştır. Parasının çoğunu bilimsel çalışmalarını yürütmek için gerekli ekipmanları satın almaya harcadığından, yoksul mahallelerin köhne barakalarında yaşamış, çoğu zaman günlerini aç olarak geçirmiş, fakat yine de bilimsel çalışmalarından hiç vazgeçmemiştir.

Keşfettiği radyumun patentini alması durumunda yalnızca 1 gramı bile tüm yaşamı boyunca düşlediği laboratuvara sahip olmasını ya da olağanüstü bir servete kavuşmasını sağlayacak olmasına karşın O, “maddi çıkar gerçek bilimin ruhuyla uyuşmaz” diyerek elinin tersiyle iter;  gerçek bilimin para kazanmaya odaklı kapitalist düşünceyle bağdaşmayacağının en güzel örneğini vererek buluşunu bütün insanlığa armağan eder. İşte Marie Curie’yi bilim tarihinin unutulmazları arasına sokan bu anlayıştır.

Einstein, Marie Curie’yi “bütün insanlar içinde, sahip olduğu üne karşın hiç değişmemiş olan tek kişi” olarak gösteriyordu. O, yaşamı boyunca, ünü arttığında dâhi peşini bırakmayan tüm güçlüklerle boğuşurken, sadece çalışmalarını düşündü. Savaş sırasında, aralarında Nobel ödülünün de bulunduğu madalyalarını bağışlamak istemesi, her iki Nobel ödül töreninde ve Başkan Harding’in davetinde aynı elbiseyi giymesi gibi, buna örnek gösterilecek pek çok davranışı vardı. Yaşamı, gerçekten de, büyük dersler çıkarılacak bir yaşamdı…

Marie Curie Kimdir?

O zamanki adıyla Marja Skiodowska, 7 Kasım 1867’de, Varşova’da dünyaya geldiğinde, Polonya Rus çarının denetiminde olan bir ülkedir. Babası Varşova’da bir lisede fizik ve matematik öğretmeni olmasına karşın maddi durumları fazla iyi olmadığından, aile annelerinin müdürlük yaptığı kız yurdunda kalmaktadır.

Rus yönetimi, Polonya dili, tarihi ya da edebiyatını öğretmeyi yasaklamıştır. Çocukluğunu böyle bir ortamda geçiren Marja Varşova Üniversitesi’nde kadınların öğrenim görmesine izin verilmediğinden ablası Bronya’yla birlikte uçan üniversite olarak anılan seyyar üniversitede öğrenim görür. Bir tür yasal olmayan gece okulu olan bu örgütlenmede, Ruslar yerlerini tespit edemesin diye her akşam farklı evlerde toplanılır.

Uçan üniversite abla kardeşe yeterli gelmeyince bir anlaşma yaparlar: Bronya Paris’e tıp eğitimi almaya gidecektir. Marja ise çalışıp ablasına para gönderecektir. Daha sonra da, Bronya kardeşinin öğreniminde ona yardımcı olacaktır… Marja, bu anlaşma uyarınca, özel dersler verir; bu yeterli gelmeyince mürebbiyelik yapar.

Marja 16 yaşında okulunu bitirdikten sonra bir süre Varşova Sanayi Müzesi Fizik Laboratuvarı’nda çalışır. Fakat adı Polonyalıların kurduğu devrimci bir gençlik örgütünde duyulunca zorunlu olarak Varşova’yı terk eder. Önce Avusturya’ya giderek Cracow Üniversite’sine başvurur, kabul edilmeyince bir sonraki durağı Paris’in Sorbonne Üniversitesi olur.

Paris’e gittiğinde ise bir yandan eksiklerini gidermek için çok çalışır, bir yandan da yoksulluğa direnerek kaldığı küçük bir tavan arasında gece gündüz çalışarak Sorbonne’daki öğrenimini üstün başarıyla bitirir. 1893’te, fizik dalında lisansüstü çalışmasını sınıf birinciliğiyle, bir yıl sonra da matematik dalındaki çalışmasını sınıf ikinciliğiyle tamamlar. Sonraki yıl ise, Endüstriyel Fizik ve Kimya Okulu laboratuvarı başkanı ve başarılı bir bilim insanı olan, kardeşi Jacques ile birlikte piezoelektriği keşfeden Pierre Curie ile tanışır. İkisinin de bilime olan ortak aşkı, çok geçmeden birbirlerine olan aşka dönüşür. Temmuz 1895’ten itibaren Maria Skłodowska artık Marie Curie’dır.  Evlendikten iki yıl sonra ilk kızları Irene doğar…

Curie çifti, atom çekirdeğinin ışınımlar yayma yoluyla kendiliğinden parçalanıp başka bir elementin atomuna dönüşmesi anlamına gelen radyoaktiflik alanında ilk çalışmaları yapanlar arasında seçkin bir konuma sahiptir.

Marie Curie’nin Çalışmaları

Marie CurieFizikçi Becquerel’in, bir rastlantı sonucu uranyum cevherinin ışınlar yaydığını keşfetmesi, Alman fizikçi Röntgen’in bulduğu X ışınlarının gölgesinde kalsa da, Marie Curie, doktora çalışmasında, Becquerel’in açtığı yolda ilerlemeye karar verir.  Profesör Henri Becquerel, bazı cisimlerin sıcaklıklarında hissedilebilir bir değişim olmadığı halde,  karanlıkta ışık verme özelliği olarak adlandırılan “fosfor ışıl” olgusunu araştırmaktadır. Bu amaçla yaptığı deneylerden birinde fotoğraf klişeleri ile uranyum içeren kristalleri kötü hava koşulları nedeniyle bir dolaba koymuş, fakat klişeler güneşi görmemesine rağmen yine de kararmıştır. Marie Curie, gerçekten şaşırtıcı olan bu sonuç karşısında 1897 kışında “Becquerel ışınları”nın gizemini çözmek için çalışmalarına başlar.

Deneylerini yapmak için kullanacağı laboratuvar, Paris’te bulunan Endüstriyel Fizik ve Kimya Okulu’nda (SIPC) depo olarak kullanılan ve hassas deneyler için hiç de uygun olmayan; nemli, derme çatma bir barakadır. Ancak, olumsuz koşullara karşın, çok çalışarak kısa zamanda önemli sonuçlara ulaşır. Uranyum bileşiklerinin ışın yaymasının, uranyum elementinin fiziksel ve kimyasal durumdan bağımsız olarak, atom yapısına bağlı bir özellik olduğunu saptar.

Diğer elementlerle çalışmalarına devam eden Marie Curie, toryum bileşiklerinin de uranyum bileşikleri gibi ışın yaydığını görür. Bunu tanımlamak için “radyoaktivite” sözcüğünü kullandığında, doktora çalışmasına başlayalı henüz dört ay bile olmamıştır.

Uranyum mineralleri üzerine yaptığı çalışmalarda, incelediği minerallerin uranyumdan çok daha etkin olan başka bir element içerebileceğini düşünür. Bu, Marie Curie’yi olduğu kadar, Pierre Curie’yi de heyecanlandırır ve birlikte bu konuda çalışmaya karar verirler.

Ancak, üzerine çalışacakları uranyum minerali “pekblend”, çok fazla sayıda değişik elementi içeren oldukça karmaşık bir mineraldir. Ayrıca, yaptıkları işlem öyle zahmetlidir ki, bir ton pekblend, 50 ton su ve 5-6 ton kimyasal madde ile karıştırılıp işlendikten sonra -eğer her şey yolunda giderse- elde edilen miktar, yarım grama dahi ulaşmamaktadır. Ancak bu malum koşullarda, böylesi zahmetli bir işin üstesinden gelerek, Marie Curie ve eşi 1898 Temmuz’unda yeni elementi bulurlar. Uranyumdan 400 kat daha radyoaktif olan bu elemente, Marie Curie’nin Polonya’ya sevgisinden dolayı “polonyum” adını verirler. Aynı yılın Aralık ayında da, “radyum” adını verdikleri ikinci bir element bulurlar…

Madam Curie ve ailesi.Marie Curie, 1903’te çalışmalarının meyvelerini almaya başlar. Sur les Substances Radioactives (Radyoaktif Maddeler Üzerine Araştırmalar) adlı teziyle doktorasını alır ve çeşitli uluslararası ödülleri alarak toplamaya başlar. Aynı yıl, Henry Becquerel ile birlikte, Curie’ler fizik dalında Nobel ödülünü paylaşırlar. Marie Curie, tarihte Nobel ödülünü kazanan ilk kadın olmayı başarmış, çiftin ünü artık iyiden iyiye artmıştır. Ancak, devamlı peşlerinde olan gazeteciler, davetli oldukları konferanslar derken, çalışmalarına çok az vakit kaldığı için bu durumdan pek memnun değillerdir. 1904’te ikinci kızları Eve doğduğunda, bu durum biraz daha uzar.

Dünyadaki ünlerine rağmen, Fransa nedense, onlara hak ettikleri değeri vermekte biraz çekimser davranmaktadır. Bu denli büyük çalışmalar yapmalarına rağmen, Pierre Curie, Sorbonne’da ancak 1904’te profesörlüğe getirilir. Fransız Bilimler Akademisi’ne ise 1905’te seçilir. Marie Curie ise, öğretmenlik görevini yürüttüğü Sevres’deki bir kız eğitim enstitüsünün yanında, Sorbonne’da kurdukları laboratuvarlarında çalışmaktadır.

Curie’ler için her şey yoluna girmeye başlamış gibi görünürken, talihsiz ve korkunç bir kaza her şeyi altüst eder. 19 Nisan 1906’da, bir randevusuna giden Pierre Curie, bir at arabasının altında kalarak yaşamını yitirir. Bu beklenmedik ölüm, Marie Curie’yi derinden sarsar. Çünkü yitirdiği yalnızca hayat arkadaşı değil, kendini tümüyle adadığı çalışmalarındaki yoldaşıdır da. Kendisini kısa zamanda toplayıp çalışmalarına dönse de, bu onun için hiç de kolay olmaz…

Cenaze töreninden bir sonraki gün, Fransız Hükümeti Marie Curie’ye maaş bağlanmasını teklif etse de, o bunu kendisinin ve çocuklarının geçimini çalışarak kazanabileceğini söyleyerek kabul etmez. Bir sonraki ay, üniversitede Pierre Curie’den boşalan görev ona teklif edildiğinde önce tereddütle yaklaşsa da, çalışmalarını daha rahat koşullarda yürütmek adına kabul eder ve 1908’de Sorbonne’da ders veren ilk kadın öğretim görevlisi olur.

Marie Curie’nin tek istediği, çalışmalarını layıkıyla yürütebilmek olsa da, yaşam onun karşısına her seferinde yeni zorluklar çıkarır. 1911’de, Fransız Bilimler Akademisine aday gösterildiğinde, bunu hazmedemeyen bazı milliyetçi gazetelerin saldırısına uğrar. Öne sürdükleri, Marie Curie’nin yabancı olması ve hatta kimilerine göre Yahudi kökenli olması sebebiyle Akademi üyeliğine layık olmadığıdır. Dahası, onu Profesör Paul Langevin ile yasak aşk yaşayan ve yuva yıkan kadın olarak gösteren haberler yaparlar. Bu saldırılar, onun tümü erkeklerden oluşan Fransız Bilimler Akademisi üyeliğine seçilmesini engellese de, 1911’de radyum ve polonyum elementlerini bulması sebebiyle, Nobel Ödülü’nü, bu kez kimya dalında olmak üzere ikinci kez alarak bir ilki başarır…

I. Dünya Savaşı’nda Almanların Paris’i bombalamalarının ardından, insanlar şehri terk etmeye başlar. Ancak Marie Curie Paris’te kalır. X ışınlarının cephede tedavi amacıyla büyük yarar sağlayacağını düşünerek, 20 tane aracı, seyyar X ışını istasyonu olarak kullanılacak şekilde düzenler. Kızı Irene ile birlikte, “Küçük Curie’ler” olarak adlandırılan bu araçlarla, yaralı askerlerin tedavileri için çalışır.

Marie Curie, savaştan sonra, çabasını bu kez Radyum Enstitüsü’nün ihtiyaç duyduğu laboratuvar gereksinimlerini edinmek için harcamaya başlar. Yardım organizasyonları, ziyaretler, basınla ilişkiler gibi konular, pek hoşlanmadığı konular da olsa, koşullar gereği buna katlanır. 1920’de onunla röportaj yapan ve içinde bulunduğu güç koşullardan etkilenen bir kadın dergisinin editörü, Radyum Enstitüsü için ABD’nin sahip olduğu 50 gramlık radyumun 1 gramının Marie Curie’ye verilmesi için bir kampanya başlatır. Bir sonraki yıl ABD’ye giden Marie Curie, radyumu bizzat ABD başkanı Warren G. Harding’in elinden alır. ABD’den, radyumun dışında, laboratuvarı için çeşitli yardımlarla dönen Marie Curie, 1929’da ikinci kez, ancak bu kez Varşova Radyum Enstitüsü için ABD’ye gidecektir…

Bu çabalar karşılığını verir ve aralarında kızı Irene ve damadı Frederic Joliot’un da bulunduğu Radyum Enstitüsü’nün genç bilim insanları başarılı çalışmalar yapar. Ne var ki, tüm bunlar yaşanırken, sağlık durumu giderek kötüleşir. Radyum bileşikleri ile çalışırken oluşan yanıklar yüzünden uzun süredir acı çekmektedir. İşe parmaklarında yanıklar bırakmakla başlayan, Madam Curie’nin hayatının ayrılmaz bir parçası olan “sevgili” radyumu, onu yaşamının sonuna getirir. Marie Curie, aşırı dozda radyasyona maruz kalmaktan yakalandığı lösemi nedeniyle Fransa’nın Savoy kentinde 1934 yılında yaşama veda eder. Notlarının tuttuğu defterler bile öylesine radyasyona maruz kalmışlardı ki, günümüzde kurşun kaplı kutularda muhafaza edilen bu defterleri inceleyecek olan bir araştırmacının koruyucu giysi giymesi gerekmektedir.

Marie Curie’yi Akademi’ye kabul etmeyen Fransa, ona hak ettiği saygıyı 1995 yılında gösterdi. Eşinin ve kendisinin mezarı törenle Fransa’nın ulusal anıt mezarı olan Panthéon’a taşındı. Marie Curie ölümünden sonra da bir ilki gerçekleştirmiş, Panthéon’a gömülen ilk ve günümüze kadar hâlâ tek kadın olma onuruna erişmişti. İzinden giden kızı Irene de annesini onurlandırmaya devam etti. 1935 yılında kocası  Frederic Joliot ile birlikte, yapay radyoaktivite üzerindeki çalışmaları ile Curie ailesi bir kez daha Nobel Kimya Ödülü’nü kazandı.

YAZI HAKKINDAKİ DÜŞÜNCELERİNİZ

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.