“X” Ailesinin Tragedyası: Malcolm X’in Öyküsü

Amerikalı siyah Müslüman hareketin militan ve karizmatik lideri Malcolm X, 21 Şubat 1965 günü üç siyah tarafından öldürüldü. Suikastın ardındaki gerçek isim, asla ortaya çıkmadı. Ancak İslam Ulusu (Nation of Islam) örgütünün bugünkü lideri Louis Farrakhan, uzun süre “şüpheli şahıs” olarak kaldı. Bugün, “dinler arası diyalog”u savunan Farrakhan, o dönemde Malcolm X’in bir numaralı rakibi olarak görülüyordu.

Malcolm X’in görüşleri, alabildiğine radikaldi. Martin Luther King’in pasifist tavrıyla taban tabana zıt bu görüşler, siyah ırkın üstünlüğünü, siyah milliyetçiliği savunuyor, beyazlarla bütünleşmeye kesinlikle karşı çıkıyor ve “savunma amaçlı” şiddeti onaylıyordu. Çok parlak bir hatip olan Malcolm X, ölümünden sonra da özellikle siyah gençler arasında, ideolojik bir efsane olarak varlığını sürdürdü.

“Bu kitabı tamamlanmış haliyle okuyacak kadar uzun yaşayacağımı sanmıyorum. Her sabah uyandığımda, yine ödünç alınmış bir gün yaşayacağım diye düşünüyorum. Her günümü, çoktan ölmüş biri gibi yaşıyorum…”

21 Şubat 1965 gününün öğleden sonra saatlerinde, Audubon dans salonunda konuşma yapmak üzere kürsüye çıkacak, kalabalığın arasından sıyrılan üç kişi tabancalarını sıkarak Malcolm’u 16 yerinden kurşunlayacaktı.

Malcolm X, bu satırları kaleme aldığında, kendisini Harlem’deki bir dans salonunda bekleyen ölümüne doğru gün sayıyordu.

Dört kızı ve karnındaki ikiz kızlarıyla, dinleyici kalabalığının ön saflarında bekleyen eşi Betty, önce bedenini çocuklarına siper ettikten sonra, yerde yatan kocasının yanına koşacak ve son demlerini yaşayan Malcolm’un bedenini, kolları arasına alacaktı. O ise, “Tamam, tamam; her şey yolunda” diyerek son nefesini verecekti…

1965 yılı sonlarına doğru, Malcolm X’in yazar Alex Haley ile birlikte kaleme aldığı otobiyografisi yayımlandığında, Malcolm’un kitaba not düştüğü o satırlar okunacaktı: “Bu kitabı tamamlanmış haliyle okuyacak kadar uzun yaşayacağımı sanmıyorum…”

Malcolm X’in Hayat Öyküsü

Malcolm X’in çalkantılı yaşam öyküsünün içinde, siyasi çatışmalar ve kuşaklar boyu süre gelip bugüne kadar uzanan aile trajedisi iç içe geçer. 19 Mayıs 1925’te “Malcolm Little” adıyla Nebraska’nın Omaha kentinde, Baptist mezhebinden bir vaizin oğlu olarak dünyaya geliyor Malcolm X. Nispeten açık tenli anne, bir beyaz adamın tecavüz ürünü…

Ailenin Michigan eyaletinin Lansing kentine taşınmasından sonra, ırkçı beyaz Ku Klux Klan örgütü, evlerini yakıyor. Malcolm X anılarında babasının evlerini yakan kundakçıların arkasından ateş ederken, olay yerine gelen polis ve itfaiyecilerin evleri kül olup yanarken hiçbir şey yapmadıklarını, onlarla birlikte yalnızca izlediklerini anlatır. İki yıl sonra da, Malcolm henüz altı yaşındayken, babası ırkçılar tarafından öldürülüyor. Üstelik öldürülene kadar dövüldükten sonra, yoldan geçen arabalar tarafından çiğnenmesi için cesedi anayolun tam ortasına bırakılıyor. Babalarının yaşam sigortasından ellerine geçen 500 dolar para ancak babasının cenaze masraflarını karşılamaya  yetince, Malcolm X’in yaşamında sıkıntılı bir dönem başlıyor. Devlet, annenin çocuklara iyi bakamadığına karar verince önlerine ıslah evi ya da evlatlık  verilme seçeneklerini koyuyor. Malcolm X durumu iyi sayılabilecek bir ailenin yanına evlatlık olarak verilirken, akıl sağlığı bozulan annesi akıl hastanesine gönderiliyor.

Yeni ailesi kendisine çok iyi davrandığından  Malcolm X onları oldukça seviyor ve canını sıkan tek şey artık okul olduğundan  okuldan atılmak için bir plan yapıyor. Ne var ki, öğretmeninin sandalyesine raptiye koyarak okuldan atılmasını sağlayan plan beklenmedik bir sonuca daha yol açıyor. Mahkeme, Malcolm X’in artık bir aile yerine ıslahevi ortamında kalmasını onun açısından daha uygun buluyor.  Islahevindeki yeni arkadaşları ile de arası çok iyidir ama kendisine o kadar çok “Zenci” diye sesleniliyor ki, uzun zaman adını gerçekten böyle zannediyor.

Delikanlılığa yeni adım atmaya başladığı sıralarda ablası Ella’nın kendisini Boston’a çağırması yaşamında önemli değişikliklere yol açıyor. Ablasının bağlı olduğu kiliseden birisi  Boston-New York arasındaki trenlerden birinde iş bulunca Malcolm X trende servis yapmaya başlıyor. Bu yolculukları sırasında siyahların yoğun olarak yaşadığı Harlem’i  tanıyınca günün birinde yaşamının geri kalanını burada geçirmek için planlar yapmaya başlıyor. Yolculardan birinin şikayeti sonucu işinden atılınca Harlem’e yerleşerek burada bir barda işe başlıyor.

Malcolm X burada çok farklı ve kirli bir dünya ile karşılaşıyor. Çalıştığı bar uyuşturucu satışının yapıldığı, fahişelerin pazarlandığı oldukça tanınmış bir bardır. Bir süre sonra o da uyuşturucu satmaya başlıyor ve maddi  durumu daha önce hiç olmadığı kadar düzeliyor. Ne var ki, narkotik polisi uyuşturucu sattığını anladığından kendisini sürekli takip etmeye başlamıştır bile. Malcolm X polisin kendisini üzerinde uyuşturucu ile yakalamaması için türlü türlü yöntemler deniyor. Örneğin uyuşturucuyu üzerinde taşımak yerine sigara paketlerinin içine koyup belli yerlere bırakıyor, müşteri kendisinden uyuşturucu istediğinde daha önce uyuşturucuyu bıraktığı bu yerlerin adresini veriyor. Fakat arkadaşları polisin kara listesine girdiğini ve peşini bırakmayacaklarını söyleyince bir karar alarak uyuşturucu satışını sonlandırmak zorunda kalıyor.

Uyuşturucu satışı işini sonlandırdıktan bir süre sonra bu sefer Amerikan ordusu kendisini askere çağırıyor. Malcolm X’in ise askere gitmek gibi bir niyeti olmadığından, akli dengesinin yerinde olmadığını göstermek için numaralar yapmaya başlıyor. Saçlarını kırmızıya boyayıp askerlik şubesine gidiyor, sıranın en önüne geçerek kendisini general olarak orduya kaydetmelerini istiyor ve bağırarak tüm düşmanları kafasından vuracağını söylüyor. Askerlik şubesinin, akli dengesinin yerinde olup olmadığının tespit edilmesi  için gönderdiği psikiyatri kliniğinde de aynı numaraları tekrarlıyor. Kendisini muayene eden psikoloğa, “güneye gidip oradaki tüm zencileri örgütleyeceğini ve beyazların hepsini  öldüreceğini” söyleyince rapor fazla gecikmiyor ve Malcolm X askerlik sorunundan da  başarıyla sıyrılıyor.

Askerlik sorununu başarıyla atlatınca, New York’ta artık polisin dikkatini fazlasıyla çekmiş olduğundan Boston’a geri dönüp orada kendi çetesini kuruyor. Kurduğu hırsızlık çetesi Boston’daki zengin beyazların evlerini tespit ediyor, çeteye özellikle seçilen beyaz kızlar bir bahaneyle girdikleri bu evlerin planlarını, değerli eşyaların bulunduğu yerleri çizip çeteye iletiyorlardı. Ne var ki, girdikleri evlerden birinden çaldıkları son derece değerli bir saat Malcolm X’in hapishane ile tanışmasına neden oluyor. Çaldıkları bu saatte ufak bir sorun bulunduğundan Malcolm X  saatin tamir olması için saatçiye gidiyor, iki gün sonra saati teslim almaya gittiğinde karşısında kendisini bekleyen polisi buluyor.

Malcolm Little’dan Malcolm X’e

Malcolm X kürsüde konuşurken1946’da başlayıp 1952’de sona eren hapis yıllarında, İslam Ulusu hareketiyle tanışıyor. Başlarda, hapishanede Tanrı’ya ve İncil’e ettiği küfürlerden dolayı “İblis” lakabını alan Malcolm X bu hareketten oldukça etkileniyor, tahliye olduktan hemen sonra bu tarikata katılıyor. Chicago’ya giderek, siyah ırkın üstünlüğüne inanan, beyazları ise “şeytan tohumu” olarak gören tarikatın piri Elijah Muhammed ile tanışıyor.

İlk iş, soyadını değiştiriyor. Köle düzeninin ürünü olduğuna inandığı “Little” adını atıyor ve kendini o meçhul isimle, “X” diye tanıtmaya başlıyor.

Karizması ve hitabet yeteneği derhal fark edilen Malcolm, tarikat tarafından ülkenin dört bir yanında düzenlenen toplantılara gönderiliyor ve ateşli konuşmalarıyla, kısa sürede İslam Ulusu’nun en etkin üyelerinden biri haline geliyor. Birçok yerde camiler kuruyor ve hareketin üye sayısını inanılmaz rakamlara ulaştırıyor.

Malcolm X 20 Eylül 1960 tarihinde Birleşmiş Milletler’de konuşma yapmak için New York’a gelen Fidel Castro ile Harlem’deki Hotel Teresa’da görüşüyor. 26 Temmuz hareketi ile ABD destekli Fulgencio Batista’yı devirip iktidarı ele geçiren  ve bu yüzden Birleşmiş Milletler konuşmasını yapmak için geldiği New York’ta hiçbir otelin kendisine yer vermediği Castro’yu bizzat ağırlayınca Washington’un da dikkatini çekmeye başlıyor. Malcolm X’in özgürlük hakkındaki sözleri ile insanları isyana teşvik eden tutumu hedef tahtası haline gelmesine neden oluyor:

Bir insan özgürlüğü doğru dürüst önemsediğinde, güneşin altında, o özgürlüğü elde etmek için yapmayacağı hiçbir şey yoktur. Ne zaman birinin özgürlük istediğini söylediğini duyduğunuzda, ama sonraki nefesinde onu almak için ne yapmayacağını veya onu almak yolunda yapılmasına inanmadıklarını anlatacaksa, o kişi özgürlüğe inanmıyordur. Özgürlüğe inanan bir adam özgürlüğünü elde etmek veya onu muhafaza etmek için güneşin altında herşeyi yapacaktır. Kimse size özgürlüğü veremez. Kimse size eşitlik, adalet ya da başka bir şey veremez. Erkekseniz gidin ve kendiniz alın.

1961 yılında Malcolm, İslam Ulusu’nun resmi yayın organı olan Muhammed Speaks’in temellerini atıyor. Ardından New York’un Harlem semtindeki Number Seven Camisi’nin imamlığına atanıyor.

Beyazların siyahlara yönelik sömürü düzenini, nefretle beslenmiş üslubuyla anlatırken, kürsüdeki yeteneğini öylesine geliştiriyor ki, çok geniş bir taraftar kitlesi kazanıyor.

Siyah-beyaz eşitliğini savunan yurttaş hakları hareketine şiddetle çatıyor, hem bütünleşmeyi hem de ırksal eşitliği reddediyor. Bunun yerine siyahların gururunu ve bağımsızlığını yüceltiyor, siyahların çok daha iyi eğitim görmesi gerektiğini savunuyor. Siyah okullarındaki düşük eğitim kalitesinin, ırkının kalkınmasını önlediğini düşünüyor.

Sadece savunma amaçlı olmak kaydıyla da olsa, şiddetin sözcülüğünü yaptığı için, fanatik bir önder izlenimi vermeye başlıyor. Irk ayrımcılığına karşı pasif direnişi tercih eden insan hakları savunucularının çoğu, Malcolm X’in çizgisine karşı çıkıyor.

Malcolm X taraftarlarıyla rakip siyah Müslümanlar arasındaki düşmanlık giderek serpiliyor, yer yer şiddete dönüşüyor ve sonunda, Malcolm ölüm tehditleri almaya başlıyor. Malcolm X cephesiyle, bugün halen “İslam Ulusu” hareketinin önderliğini sürdüren Louis Farrakhan arasında tam bir nefret iklimi oluşuyor.

Başkan John F. Kennedy’nin 22 Kasım 1963’de uğradığı suikast, Malcolm X için bir dönüm noktası oluyor. Suikastı, “Tavuklar sonunda kendi tüneklerine döndü” şeklinde tanımlıyor Malcolm X. Böylece, beyazların yıllar yılı siyahlara karşı şiddete başvurduktan sonra silahı sonunda kendilerine çevirdiklerine gönderme yapıyor.

Ancak bu sözler, hareket içindeki sonunu hazırlıyor.

Zaten halk kitleleri arasında kazandığı başarıdan ötürü siyah Müslüman hiyerarşisi içinde kıskançlık uyandıran Malcolm, Kennedy suikastına ilişkin sözleri gerekçe gösterilerek, Elijah Muhammed tarafından tarikattan atılıyor.

1964 yılının Mart ayında Malcolm X, İslam Ulusu hareketinden ayrılıp kendi dini örgütü Afro-Amerikan Birliği’ni kuruyor. Nisan ayında Mekke’ye yaptığı hac ziyaretinden sonra adını “El Hajj Malik al- Shabazz” olarak değiştiriyor. “X” olmayı terk ediyor, Müslüman kimliğini vurgulayan bir isim kazanıyor. Adı gibi, siyah ayrımcılığıyla ilgili görüşlerini de radikal bir şekilde değiştiriyor. Artık beyazların şeytanlığına inanmadığını ve dünyada kardeşlik ve barışın sağlanabileceğini açıklıyor.

Ölümüne doğru adım adım gün sayarken, aynı zamanda Martin Luther King’in çizgisine doğru da yol alıyor. Nitekim 21 Şubat 1965 günü, “İslam Ulusu” mensubu üç kişi tarafından vurulduktan sonra The New York Times, Malcolm X için şöyle yazıyor: “O yolundan sapmış bir adamdı…”

Malcolm X ve özgürlük

Ailesi ve Taraftarları, Malcolm X’in Farrakhan Tarafından Öldürüldüğüne İnanıyor

Malcolm X’in yetişme öyküsü trajikti; ancak aynı trajedi ölümünden sonra da devam etti: 1995 yılında acı ve ölüm yeniden ailenin karşısına çıktı. Bugün, “dinler arası diyalog”u savunan Farrakhan, o dönemde Malcolm X’in bir numaralı rakibi olarak görülüyordu. Malcolm’un kızlarından Qubilah Shabazz, İslam Ulusu hareketinin lideri Louis Farrakhan’ı öldürmek için komplo kurmak suçundan tutuklandı. Uzun yıllar boyunca eşi Betty Shabazz ve birçok taraftarı, Malcolm X’in Farrakhan tarafından öldürüldüğüne inanmışlardı.

Qubilah Shabazz’ın 90 yıl hapis cezası ve 2 milyon dolar para cezasına çarptırılması söz konusuydu. Ancak akli dengesi yerinde olmadığı gerekçesiyle, psikiyatrik tedavisiyle yetinildi.

Qubilah Shabazz’ın 10 yaşındaki oğlu Malcolm ise babaannesi Betty Shabazz’a teslim edildi. İki yıl sonra, 12 yaşındaki Malcolm evde yangın çıkardı ve alevler arasında kalan babaanne Betty, o faciadan vücudunun yüzde 90’ı yanmış bir şekilde çıkabildi. 22 gün sonra da hastanede son nefesini verdi.

Henüz iki yaşındayken, gözleri önünde babası öldürülen Ilyasah Shabazz 2002 yılında anılarını yayımladı. O, Malcolm X’in kızı bilinciyle büyümemişti, çoğunlukla beyaz okullarına gitmişti. “Biz, gözlerimiz deri rengine kör büyüdük. Siyah olduğumu ilk fark ettiğimde, 15 yaşındaydım; kimin kızı olduğumu ise 16 yaşında idrak edebildim” diyordu Ilyasah.

Göz kamaştırıcı bir güzelliğe sahip olan 39 yaşındaki Ilyasah Shabazz, kitabının tanıtımını yaparken bir gazeteci ona şu soruyu yöneltiyordu: “Babanız hayatta kalmış olsaydı, aynı şekilde yetişmenize izin verir miydi?”

Ilyasah’ın yanıtı şöyleydi: “Evet verirdi. Çünkü benim babam da, diğer babaların çocukları için istediği şeyleri istiyordu: Eşit eğitim fırsatı ve sosyal adalet…”

 

YAZI HAKKINDAKİ DÜŞÜNCELERİNİZ

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.