Endülüs Emevi Devleti

Emevi halifelerinin Kuzey Afrika valileri 670’ten sonra Kayrevan’daki üslerinden yürüttükleri harekatlarla Atlas Okyanusu’na kadar bütün Magrip’i İslam yönetimi altına almışlardı. 8. yüzyıl başlarında gözlerini Fas’ın ötesindeki İspanya’ya ve böylece Avrupa’ya diktiler. O sırada İspanya’daki Vizigot Krallığı acınacak bir durumdaydı. Kiliseye ve soylulara karşı kraliyet iktidarını güçlendirmeye çalışan Vizigot Kralı Witiza 710’da devrilerek öldürüldü. Tahta el koyarak yerine geçen Roderick ülkedeki birçok soylunun açık muhalefetiyle karşılaştı.

Bu durumdan hiç kuşkusuz haberi olan İfrikkiye (Kuzey Afrika ve Magrip) Valisi Musa bin Nuseyr, Nisan 711’de emrindeki komutanlardan Tarık bin Ziyad’ı İspanya’yı fethetmekle görevlendirdi. Tarık 7 bin kadar Berberi askerin başında (sonradan ona atfen Cebelitarık [Tarık Kayası] adı verilen) boğazı aştı ve önemli bir direnişle karşılaşmadan ilerledi. Malağa, Granada (Gırnata) ve Cordoba’yı (Kurtuba) aldı ve 19 Temmuz 711’de Rio Barbate kıyısında Roderick komutasındaki Hıristiyan ordusunu yenilgiye uğrattı.

Kral muharebe meydanında öldü ve Hristiyanlar korkuyla akınlar halinde kuzeye doğru göç etti. Tarık kraliyet kenti Toledo’yu işgal ederek zengin hazinelere el koydu. Haziran 712’de Musa bin Nuseyr de yaklaşık 18 bin Arap askerin başında İspanya’ya geçerek Sevilla (İşbiliye) ile Merida’yı ele geçirdi ve Tuleytule yakınlarında Tarık’la kuvvetlerini birleştirdi. Müslümanların eline geçen İspanya’nın bu kesimi Got dilinde “topraksız” anlamına gelen landahlauts sözcüğünden türetilmiş bir adla Endülüs olarak anılmaya başladı.

İlk yıllarda asıl uğraş Müslüman yönetici sınıfın sayısal azlık dezavantajını telafi etmek yönünde oldu. Birkaç dalga halinde İslam ülkelerinden İspanya’ya göçmenler ve askerler getirtildi. Bunlara kuzeye kaçmış olan Hristiyanların boşalttığı araziler verildi ve genellikle kabile topluluklarına göre bir yerleştirme siyaseti izlendi. Gel gelelim, Musa ve Tarık arazi dağıtımı konusunda çok geçmeden açık çatışmaya girdi; çünkü ayrıcalıklı sayılan Araplar (çoğunlukla Yemenliler) verimli ve korunaklı Güney İspanya’ya yerleştirilirken, daha yoksul Berberiler Orta İspanya’daki ve Hristiyan kuzeyde sınırdaş yörelerdeki arazilerle yetinmek zorunda kaldı.

Bu zıtlık Endülüs’ün tarihini önemli ölçüde belirledi ve ayrıcalıklardan yararlanamayan İspanya Berberilerinin Magrip’teki bir Berberi isyanına katılması, 741-746 arasında yıkıcı bir iç savaşa yol açtı. Ayaklanma İspanya’nın bütün yörelerini bir yangın gibi sardı; özellikle İslamlaştırma ve Araplaştırma sürecinin yavaş ilerlediği kentlerde, İslam’ı yeni benimsemiş kesimler ve Hristiyanlar arasında destek buldu. Yeniden yerleştirme ve kabile topluluklarını toptan başka yerlere taşıma yönündeki girişimler sınırlı bir başarıya ulaştı; çünkü güneydeki verimli topraklar yine Güney Araplarının ve Yemenlilerin denetiminde kaldı. Siyasal ortam başka bakımlardan da çok istikrarsız bir gidişat kazandı. Otuz yıl içinde (716-747) Kurtuba’da 19 ayrı vali görev yaptı.

Endülüs Emevi Devleti’nin Kuruluşu

İspanya’nın önde gelen kentlerinde aile mensuplarını kilit mevkilere yerleştirmeyi başaran Vali Yusuf el-Fihri döneminde (747-756) Endülüs’teki durum daha istikrarlı hale geldi. Yusuf kentleri imar etti, yolları genişletti, ülkenin eyaletlerini dolaştı ve kuzeyde Hıristiyanlara karşı yürütülen sınır savaşını kazandı. Daha baştan kendine yeterliliğe kavuşmaya çalışarak, fiilen bağımsızlık elde etmek üzere 750’de Suriye’de Emevi ailesinin bertaraf edilmesinin yarattığı iktidar boşluğundan yararlandı. Bununla birlikte, Doğu’daki halifelik mücadelesinin etkileri İspanya’ya da ulaştı. Yusuf’un yönetiminden hoşnut olmayan Güney Arapları, Emevi Veliahdı Abdurrahman bin Muaviye’nin İspanya’da iktidarı üstlenmesini talep etti.

Emevi halifesi Hişam’ın torunu olan Abdurrahman, Abbasilerin ailesine karşı giriştiği kıyımdan sağ kurtulmuş ve serüven dolu bir sığınmacı yaşamından sonra, Ağustos 755’te İspanya’nın güney kıyısına çıkmıştı. Mayıs 756’da Kurtuba’nın surları dışında yapılan savaşta Yusuf’u yendi ve kendisini Endülüs emiri (756-788) ilan etti. Bu, Endülüs Emevi Devleti’nin kuruluşuydu.

Abdurrahman bin Muaviye çeşitli bölgesel ayaklanmaları mecburen bastırmakla birlikte, görüş ayrılıklarını gidermeye ve hasımlarıyla işbirliği yapmaya yönelik bir iç siyaset izledi. Ayrıca başarılı bir komutan olarak, çoğunlukla yabancı paralı askerlerden oluşan 40 bin kişilik bir daimi ordu yarattı ve bir donanma kurmaya girişti. Birçok kenti tahkim ettirdi ve ülkeyi askeri bölgelere ayırarak denetim altına aldı. Doğu modeline dayanan bir sivil idare çerçevesinde, Kurtuba’nın kuzeyinde kalan toprakları kendisine bağlı soyluların yönettiği uç beylikleri olarak düzenledi: Merida çevresindeki “Aşağı Uç Beylik”, Tuleytule çevresindeki “Orta Uç Beylik” ve Zaragoza çevresindeki “Kuzey Uç Beyliği.”

Abdurrahman hem ticaret hem kültür açısından Müslüman İspanya ile eski yurdu arasında sıkı bağlar kurdu; doğru arazi planlamasıyla ve randımanlı sulama kanallarıyla tarımı geliştirmek için özellikle uğraştı. Teknik uzmanlık küçük ve orta boy çiftliklerin sayıca düzenli olarak artmasını sağladı. Doğudan şekerkamışı, pamuk, pirinç, bazı meyveler, sebze ve baharat çeşidi getirtildi ve kıtlık dönemlerine karşı bir tedbir olarak ülkenin her yanında tahıl depoları kuruldu. Belli bölgeler ve kentler ürünleriyle üne kavuştu. Bütün Akdeniz kıyısı boyunca şekerkamışı ve pamuk ekilirken, güneyde esas olarak incir ve zeytin, Malaga ve Gırnata eyaletlerinde ise portakal ve şarap üretimi gelişti. Yapay sulama Valencia çevresindeki yöreyi verimli hale getirdi ve burada esas olarak portakal, hurma ve pirinç yetiştirildi. Mursiye bölgesinde ipekböcekçiliği için dut ağaçları dikildi ve bunun sonucunda önemli bir dokuma merkezi ortaya çıktı.

Genelde, Endülüs Emevi Devleti’ndeki en önemli sanayiler Kurtuba çevresindeki ipek ve yün imalatının yanı sıra boyacılık ve deri işlemeciliğiydi. Tuleytule mühimmat sanayisiyle ünlendi ve el-Meriye bölgesi bir seramik merkezine dönüştü.

Zamanla kentler iyice Doğu karakteri kazandı. Cami daima kentin merkezinde yer alır ve yakınında da çarşı bulunurdu. Çarşıyı oluşturan dar geçitlerde çeşitli esnaf ve tacir dükkânları sıralanırdı. Ticaret yolları üzerindeki kentlerde genellikle yolcuların konakladığı ve ağırlandığı büyük kervansaraylar vardı. İkamet alanları etnik, dinsel ya da mesleki temelde ayrılmıştı ve evler Doğu üslubunda inşa edilmişti. Evlerin çevresindeki duvarlar dışarıya kapalıydı; oturma bölmeleri çoğunluk-la çeşmeli ve dikdörtgen bir iç avlunun etrafındaydı. Bu avlu girişten görülmezdi; mahrem alan kutsal sayılır ve koruma altında tutulurdu.

Endülüs Emevi Devleti haritasıEndülüs Emevi Devleti ilk büyük sorununu Zaragoza’nın asi valisinin, Charlemagne’ı Emir Abdurrahman ile savaşmaya ikna etmek üzere Paderborn’a gitmesiyle yaşadı. Charlemagne 778’de iki tümenle Kuzey İspanya üzerine yürüyerek, Pamplona ve Zaragoza’yı ele geçirdi, ama Saksonya’daki bir isyanı bastırmak için Almanya’ya dönmek zorunda kaldı. Abdurrahman’ın işgal edilen toprakların çoğunu geri almayı başarmasına karşın, Franklar 785’te tekrar İspanya’da boy gösterdi ve Barselona bölgesinde “İspanyol Sınır Kontluğu”nu oluşturdu.

Abdurrahman’ın oğlu I. Hişam (788-796) babasının arzusu doğrultusunda iktidara geçince, öncelikle muhalefet eden kardeşleriyle uğraşmak zorunda kaldı ve onları ancak birkaç çarpışmadan sonra ülkeden sürebildi. İyi eğitimli, şair ve bilgin bir kişi olarak, Müslüman İspanya’da bilim öğreniminin temellerini attı, geniş çaplı imar çalışmalarına girişti ve ülkenin ekonomik refahını yükseltti. Katı bir sofu Müslüman olduğundan, muhafazakâr Malikilik mezhebinin Endülüs ve Magrip’te üstünlük kazanmasına zemin hazırladı.

Hişam’ın oğlu I. Hakem’in emirlik dönemi (796-822) çok çalkantılı geçti. Tuleytule’de İslam’ı yeni benimsemiş kesim 803’te ayaklandı. Hakem cesur bir komutan ve etkili bir hükümdar olduğu kadar, gaddarlık derecesine varacak ölçüde haşindi. Sözde barış şöleni olarak düzenlenen bir ziyafette 5 bin Tuleytule soylusunu katletti. Bunun üzerine, sonraki birkaç yıl boyunca çeşitli kentler ve kabileler açıkça isyan bayrağı çekti. 805’te Hakem’in yerine bir amcaoğlunu geçirmeye yönelik bir tertip boşa çıkarıldı. Başta Kurtuba soyluları olmak üzere, bu tertibe karışanlar çarmıha gerilerek cezalandırıldı. Hakem kısa bir süre sonra Slav asıllı yaklaşık 5 bin köleden oluşan bir muhafız birliği kurdu. “Sakalibe” denen bu paralı askerler daha sonraları halifeliğin gerileme döneminde önemli bir rol oynadı. Hakem’in, gücünü büyük çapta artırdığı Endülüs donanması sıkça baskınlar düzenleyerek İtalyan kıyılarını yağmaladı. Kurtuba’nın yoğun nüfuslu dış mahalleleri 818’de felç edici vergilere karşı başkaldırınca, Hakem’den emir alan paralı Slav askerler bütün evleri yerle bir etti. Emirin önce kılıçtan geçirmeyi tasarladığı toplam 25 bin sakin Afrika’ya sürüldü. Hakem bu tür acımasız önlemlerle emirliği siyasal birlik içinde tuttu.

Hakem’in oğlu II. Abdurrahman döneminde (822-852) Endülüs Emevileri kültürel bakımdan yüksek bir düzeye ulaştı. Yeni emir ülkenin iç idaresini yeniden düzenledi; Bağdat ve Samarra kaynaklı etkilere açık bir tutum izleyerek, babasının, İspanyol saray yaşamını daha Doğulu ve daha rafine bir kültürel kimliğe büründürme girişimlerini pekiştirdi. Endülüs’te yeni giyim tarzlarının yanı sıra incelikli yemek alışkanlıkları, satranç, şiir ve bilime dönük yoğun ilgi ve bir müzik akımı gelişti. Sanatçılar, müzisyenler ve şairler genelde topluma yön veren bir konum kazandı. Fakat bu tutumda zamanla aşırıya kaçıldı. Dönemin bir vakanüvisi emirlik tebaasının giyime ne kadar değer verdiğini anlatırken şunları yazmıştı:

Bütün kavimler arasında kıyafete, kumaş minderlere ve benzeri şeylere en fazla ihtimam gösteren kavim Mağribilerdir. Maddi güçleri ancak günlük nafakayı çıkarmaya yetenler boğazlarından kesmeyi ve tasarruf ettikleri parayla biraz sabun alarak giysilerini yıkamayı tercih ederler. Göze hoş görünmeyecek libaslar içinde kalmaya bir saat dahi katlanamazlar.

Bizzat emir iyi öğrenim görmüş ve doğa bilimlerine meraklı bir kişi olarak, bilginlerce yazılmış metinlerin yanı sıra Yunanca ve Sanskritçeden tercümeler satın almaya koyuldu. Ne var ki, bu fazla incelik aynı zamanda saray entrikacılarının ve harem fesatçılarının sayısını artırdı. Abdurrahman birçok anıtsal kamu binası yaptırarak iktidar hırsını geniş çapta sergiledi. Konstantinopolis’teki Bizans sarayıyla iyi diplomatik ilişkiler kurdu. Kayrevan merkezli Aglebilere karşı çeşitli küçük Kuzey Afrika devletlerini koruma altına aldı. Bu tutum Endülüs Emevilerinin Kuzey Afrika’daki gelişmelere daha doğrudan karışmasına yol açtı.

Abdurrahman’ın emirlik döneminin sonuna doğru garip bir vaka ortaya çıktı. Kurtuba ve Tuleytule’de 850’den beri süren Mustarib ayaklanmalarının verdiği esinle Hıristiyanlar gittikçe bir “şehitlik tacı giyme arzusuna kapılarak, İslam’a açıkça hakaretle kendilerini idam ettirmeye yöneldi. Böylece dindaşları birer kült emaneti olarak cesetleri için kavga eder hale geldi. Büyük çaplı idam furyalarının ardından, Müslüman idarenin Katolik piskoposlarla işbirliği yaparak yatıştırmayı başardığı bu akım 859’dan sonra bir kez daha alevlendi.

Abdurrahman’ın oğlu I. Muhammed döneminde (852-886) merkezi otorite hızla zayıfladı. Tuleytule’de (852) ve Merida’da (868) valilerin öncülük ettiği ayaklanmalar bu kentlerin birkaç yıl fiilen bağımsızlaşmasına yol açtı. Tudela’da 842’den beri başına buyruk hüküm süren Mustarib Komutan Musa el-Kasi, Zaragoza ve Tuleytule’yi de aldı ve 862’de ölene kadar bu konumunu korudu. Muhammed’in üzerindeki bu baskılardan yararlanan Leon Kralı III. Alfonso (866-910) topraklarını büyük çapta genişletti ve Endülüs içlerine doğru bir sefere girişti. Emir 883’te Alfonso’dan barış yapılmasını istemek zorunda kaldı. Ancak, Bübeşter Kalesi’ni merkez edinen Müvelled kökenli Ömer İbn Hafsun’un ve ailesinin ayaklanması Emevi hegemonyasına yönelik en büyük tehdit oldu. Asi Berberilerden ve Mustariblerden destek gören bu aile 884-917 arasında iktidar alanını Kurtuba’dan Akdeniz kıyılarına kadar genişletti; zengin Hıristiyanlarla ve Fatımilerle antlaşmalar yaparak emirliğin otoritesini sarstı.

Daha babası baştayken başkomutanlığa yükselen ve onun son yıllarında naipliği üstlenen Münzir (886-888) son derece hırçın ve savaşçı bir kişiydi. Emir olarak başa geçince hemen İbn Hafsun’a saldırdı ve Bübeşter Kalesi’ni kuşattı. Temmuz 888’de ön saflarda çarpışırken öldürüldü. Küçük kardeşi Abdullah (888-912) olabilecek en kötü şartlarda tahta çıktı. Çeşitli baş belalarının faaliyetleri dışında, ülke dinsel karışıklıklar içindeydi. Dahası, Güney İspanya’da bazı yönetici ailelerin mensupları ayaklanarak Ronda’yı ele geçirdi, İşbiliye ve Ceyya’da (Jaen) dayanaklar kazandılar. Böylece Abdullah’ın emirliği geçici olarak Kurtuba bölgesiyle sınırlandı. Yeni emir 889’da Mursiye ve Valencia’yı da asilere kaptırdı.

Böylesine büyük bir baskı altında olan Abdullah, Leon Kralı III. Alfonso’yla bir himaye antlaşması imzalayarak, geçerlilik süresi 900’e kadar olan önceki barışı yeniledi. Antlaşma uyarınca Endülüs emirliği, artık “Rex Hispanorum Regum” sanını kullanan Kral Alfonso’yu fiilen İspanya’nın hükümdarı olarak tanıdı. Alfonso kendisine meydan okuyan İbn Hafsun’a saldırdı ve onu birkaç yenilgiyle sarstı. Aynı sıralarda, Müslüman ulemanın bazı mensupları emiri bir Hıristiyan krala tabi olmakla suçlamaya başladı. Birçok camide Abdullah’ı yeren hutbeler okundu, şairler alaycı mısralar döktürdü ve emirin statüsü en düşük dereceye indi.

Endülüs Emevilerinin En Parlak Dönemi

İspanya’daki Emevi yönetiminin yeniden dirilmesini sağlayan III. Abdurrahman (912-961) dedesinin yerine 22 yaşında başa geçti. İşbiliye’yi (Sevilla) 913’e doğru geri aldı ve İbn Hafsun’un 917’de ölmesinden sonra oğullarını doğuya doğru püskürttü. Nihayet 928’de bir baskınla Bübeşter Kalesi’ni düşürmeyi ve Merida’yı ele geçirmeyi başararak, Hafsun ailesini Endülüs’ten kesin biçimde söküp attı.

III. Alfonso’nun oğulları arasındaki iktidar mücadelesi Abdurrahman’a kuzey sınırında nefes alma fırsatı verdiyse de, 9l6’dan sonra Leon kralları birkaç kenti ele geçirdi ve sık sık Endülüs’ü yağmaladı. Sonunda Abdurrahman devasa bir ordunun başında Hıristiyanlara karşı harekete geçti; ama Ağustos 939’da Simancas yakınında ağır yenilgiye uğradı, yaralandı ve tutsak düşmekten kıl payı kurtuldu. Bununla birlikte, sonraki yıllarda Leon’u bir ateşkese zorladı. Ardından Hıristiyan krallıkların siyasal zayıflığından yararlanarak, Leon ve Navarra’yla bütün İspanya’da fiili hükümdar ve hakem olarak tanınmasını sağlayan bir himaye antlaşmasına vardı. Kastilya ve Barselona bile ona biat etmek zorunda kaldı. Abdurrahman’ın Kuzey Afrika seferleri de şiddetli muharebelerden sonra başarıya ulaştı. Magrip’le geleneksel olarak yürütülen iyi ilişkiler, Tunus’u merkez edinen Şii Fatımilerin 920’den sonra hızla yayılarak, Atlantik’e kadar bütün Batı Magrip’i ele geçirmeleri ve Fez’e boyun eğdirmeleri yüzünden yönetimi tehlikeye düşmüştü. Abdurrahman kuvvetlerini denizyoluyla yapılacak olası bir saldırıdan korumak amacıyla Mayorka’yı işgal etti ve 931’de Septe ile Tanca’yı ele geçirdi.

III. Abdurrahman’ın 16 Ocak 929’da halife unvanını alması esas olarak Şii Fatımilere gücünü göstermeye yönelikti. Kurtuba artık Abbasi ağırlıklı Bağdat’la ve Fatımi kalesi Mehdiye’yle (daha sonra Kahire) çekişen üçüncü halifelik merkezi haline geldi. Yeni halife Endülüs ve Kuzey Afrika Sünnilerinin hem koruyucusu hem de en üst makamı olma rolüne soyundu. 932’de kendisini Fez ve Moritanya’nın hükümdarı ilan etti. Kuzey Afrika’ya Emevi valiler atadı ve onların Tunus kentine yönelik kuşatmasına yüklü bir fidye karşılığında son verdi. Ama sonraki yıllarda Fatımiler Endülüs kuvvetlerine ağır kayıplar verdirdi. Abdurrahman uluslararası düzeyde Bizans imparatorluk sarayıyla ve çeşitli Avrupa hükümdarlarıyla iyi ilişkiler geliştirdi. Zorlu müzakerelerin ardından, Almanya’da Büyük Otto’nun imparatorluk sarayıyla diplomatik ilişkiler kurdu ve 959’da imparatorluğun büyükelçisi olarak gönderilen Başkeşiş Johann von Gorze’yi huzuruna kabul etti.

III. Abdurrahman’ın kurduğu sıkı merkezi idare, geniş kapsamlı sulama ve randımanlı tarım sayesinde ülkenin hızla refaha kavuşmasını sağladı. Ustaca düzenlenmiş vergi sistemi, dolup taşan devlet kasaları, Yahudilere tanınan ticari imtiyazlar ve sağlam belediye idaresi Endülüs’ü o dönemde Avrupa’nın en yüksek nüfuslu ülkesi haline getirdi. Başkent Kurtuba canlı bir ekonomik ve kültürel merkeze dönüştü; neredeyse Konstantinopolis’le karşılaştırılabilecek bir Avrupa metropolü konumuna yükseldi. Abdurrahman’ın iktidarının önemli bir sembolü, yapımına 936’da başlanan Medinetü’z-Zehra adlı saray kentiydi. “10. yüzyılın Versailles Sarayı” olarak bilinen bu görkemli merkezde şairleri ve bilginleri çevresine topladı. Ülkenin her yanında kapsamlı teftiş gezilerine çıktı, mineral kaynakları ve ticari olanakları değerlendirdi, gümrük ve nakliye sisteminin yanı sıra düzgün işleyen eğitimli bir bürokrasiyle yerli imalatçıları korudu.

Kurtuba Cami

Abdurrahman ülkenin askeri idaresini de yeniden düzenleyerek, doğrudan komutası altında olan Berberi ve Slav asıllı askerleri kayırdı. Uzun süreli yönetimi sırasında yerel topluluklar arasındaki gerginlikler büyük ölçüde ortadan kalktı ve İslam dinine toplu dönüşler kültürün güçlü bir Arap karakteri kazanmasını sağladı. Önde gelen İslam hükümdarlarından biri sayılan III. Abdurrahman Ekim 961’de öldüğünde, Endülüs gücünün doruğundaydı.

Veliaht sıfatıyla 40 yaşından itibaren devlet işlerinde yer alan Halife II. Hakem (961-976) babasının atılımlarını daha ileriye götürdü. Barışsever bir mizacı olduğu için, uzun veliahtlık döneminde çevresine bilginleri ve bilim adamlarını topladığı gibi, çok sayıda kitap da biriktirdi. Çeşitli aracıların yardımıyla, Doğu dünyasında yeni yazılmış kitapları ve külliyatları satın aldı; bilginler ve hattatlar için büyük meblağlar harcadı Kurtuba’da 44 katalog altında dizinleştirilmiş 400 bin kitaptan oluşan bir kütüphane oluşturdu ve çoğu cilde bizzat yorumlar düştü. Coğrafya, tarım ve sulama, astronomi, tıp ve matematik gibi bilimlerin yanı sıra, esas olarak klasik Yunan düşüncesine dayanan felsefeyi teşvik etti. Ahlak ve devlet yönetimi üzerine eserler yazdırdı; o dönemde büyük ölçüde şecereye dönük olan tarih konusuna yoğunlaştı. Bütün sosyal tabakalar için okullar ve öğrenim merkezleri açarken, halk arasında okuryazarlığın ve eğitimin gelişmesine kişisel ilgi gösterdi. Halife Hakem’in dönemi Endülüs’te bilimin, irfanın ve şiirin timsalleşmiş düzeyi sayılır. Babasının zekice ticaret politikasını sürdürmesi ülkenin refahını yükseltmesini ve kapsamlı kamusal imar işleri yürütmesini sağladı.

Hakem siyasal bakımdan babasının başarılarını korudu. Leon Krallığı’nı barış antlaşmasının süresini uzatmaya zorladı. Ayrıca Navarra ve Galicia’daki anlaşmazlıklara hakemlik etti; her iki Hıristiyan krallığı da fiilen onun üstünlüğünü tanıdı. Kuzey Afrika’da da Emevilerin üstün konumu bir süre daha devam etti. Ne var ki, Fatımiler Kahire’yi merkez edindikten (969) sonra, başarıyla Magrip’i fethetmeye girişti. Hakem rüşvetlerle Fas’taki Berberi kabilelerin dostluğunu yeniden kazandı ve böylece Fez kentini geri aldı.

I. Hakem Ekim 976’da öldüğünde, Veliaht II. Hişam (976-1009 ve 1010-1013) henüz 11 yaşındaydı. Başlangıçta onun adına iki kişi hüküm sürdü: Önce Bask kökenli annesi Subh Sultan (asıl adı Aurora) ve ardından hacipliği üstlenen Cafer el-Mushefi. Bu dönem, Yemenli bir soylu olan Muhammed bin Ebu Amir’in valide sultanın gözüne girmeyi başararak hızla yükselişine, darphane amiriyken kısa sürede fiilen Endülüs’ün hükümdarı konumunu elde edişine sahne oldu. Bu muhteris adam önce Mushefi’yi iktidar yetkilerinden yoksun bıraktı; daha sonra askeri seferlerinde (978-1002) kullandığı Mansur lakabıyla ünlendi ve hacib olarak Mushefi’nin yerine geçti. Guadalquivir kıyısında Medinetü’z-Zehira adıyla kendi saray kentini kurdu ve burası imparatorluğunun yeni iktidar merkezi haline geldi.

Mansur kişisel bağlılığını ilan ettiği ordunun desteğini arkasına alarak, Hişam’ı kendi sarayındaki bir “altın kafes”te tutsak konumuna düşürdü. Zamanını eğlenceyle geçirmesini sağlayarak devlet işlerine karışmasına engel oldu. Dış dünyayla bağlantıları koparılan halife sadece belli resmi vesilelerle halkın huzuruna çıkarılır hale geldi. Mansur kendi başına devlet mührünü kullandı, cuma hutbelerinde halifeden hemen sonra adının anılmasını emretti ve 996’da emirliğe yakın bir unvan benimsedi. Adaletin yumuşattığı bir sertlikle hüküm sürerek iktidarını pekiştirdikten sonra, daha önceki halifeler gibi sanat ve bilimin sıkı bir destekçisi olarak nam saldı. En önemli devleti makamlarına kendi ailesinin mensuplarını getirdi. Gerek Mansur, gerekse sonradan yerine hacib olan en büyük oğlu Abdülmelik yetenekli komutanlardı; onların döneminde ordu safları Afrika’dan getirtilen birçok Berberi askerle doldu.

Mansur daha çok Kuzey İspanya’daki Hristiyan krallıklara düzenlediği söylenen 50’yi aşkın seferden zaferle dönmüş bir kişi olarak hatırlanır. 977’deki ilk askeri seferi esas olarak Kastilya’ya yönelikti; 988’de Leon’un başkentini yağmalayıp yerle bir etti; 995’te Douro Irmağı kıyısında Hristiyan ordularını yendi. Ağustos 997’de İspanyol Hıristiyanlarının hac mabedi Santiago de Compostela’yı bile ele geçirerek, kenti ve Aziz Yakub’un mezarı üzerinde inşa edilmiş kiliseyi yıktı. 1000’de Kastilya’nın içlerine doğru ilerledi ve Burgos’u yağmaladı. Afrika’da da öncelinin zaferlerine yenilerini ekledi. Magrip emiriyle vardığı barış antlaşması, Hristiyanlara karşı seferlerde cephe arkasını güvence altına aldı. Fatımilerin 983’te Fas ve Moritanya’yı fethetmesi üzerine oğlunu bu toprakları geri almakla görevlendirdi. Fez’i 997’de geri alan Abdülmelik büyük bir Berberi birliği topladı. Mansur’un Ağustos 1002’de Kastilya’ya karşı bir seferden dönerken Medinaceli’de ölmesinden sonra haliyle yerine oğlu Abdülmelik’in (1002-1008) geçmesi, Murabıtlar için meşru bir sülale bağı yarattı.

İç Çatışmalar ve Endülüs Emevi Devleti’nin Yıkılışı

Abdülmelik tıpkı babası gibi cesaretle ve psikolojik maharetle hüküm sürdü. Navarra ve Barselona’ya saldırdı, Leon’un başkentini 1004’te bir kez daha yağmaladı ve Hristiyanların sınırdaki savunma mevzilerini ciddi biçimde zorladı. Ekim 1008’deki ani ölümü sadece Mansur ailesinin değil, Kurtuba halifeliğinin de en parlak dönemini sona erdirdi. Murabıtlar halifeyi tamamen dışlayarak Müslüman İspanya’nın gücünü ayakta tuttu, ama merkezi denetim anlayışını zayıflattı.

Murabıtların başlangıçtaki güçlü varlığıyla, Abdülmelik’in küçük kardeşi Abdurrahman (1008-1009) fiilen hükümdar konumunu elde etti. Ne var ki, kötü danışmanlarına kanarak, halifelik makamına oturmaya yönelik gizli tertiplere girişmesi ailesinin onurunu tehlikeye düşürdü. Çocuğu olmayan II. Hişam’ı kendisini veliaht göstermeye ikna etti. Kısa bir süre sonra, Kurtuba sokaklarında halkın kabaran öfkesine kurban oldu, izleyen yıllarda Emevi halifelik makamı için iki adayın birbiriyle kapışması kanlı bir iç savaşa yol açtı. Bunun sonucunda gerçek iktidar gitgide askeri kadroların ve paralı asker ordularının eline geçti. Mayıs 1013’te Berberiler başkent Kurtuba’yı yağmalayıp yaktı ve çıkan yangın sırasında meşru halife II. Hişam can verdi.

Çeşitli Emevi melikleri 1016’dan sonra Güney İspanya’daki Malaga’yı merkez edinen Benu Hammad öncülüğündeki Hammadilerle halifelik için kavgaya tutuşurken, Endülüs gittikçe derinleşen bir kaos ve anarşiye battı. Son halife III. Hişam (1027-1031) Kurtuba’dan 30 Kasım 1031’de kovulduktan sonra bu makamdan çekildi. Böylece 275 yıl süren Endülüs Emevi Devleti’nin son bulmasıyla, İslam ve Avrupa tarihinde önemli bir çağ da kapanmış oldu. Yine de Müslümanların İspanya’daki mevcudiyeti Ben-i Ahmer Devleti’nin 1492 yılında yıkılışına kadar sürecekti.

Endülüs Emevi Devleti’nin yıkılmasının temel nedeni, devleti kuran toplulukların “devlet” kavramını idrak edememeleri ve cahiliye döneminden kalma parçalayıcı kabilecilik anlayışını İspanya’ya kadar taşımalarıdır. Endülüs Emevi Devleti’nin yıkılmasına neden olan bu anlayışın kökeni, Endülüs’ü fetheden İslam ordularının temelini oluşturan Araplar ve Berberilerin daha ilk günlerde başlayan çatışmalarına kadar uzanır. İktidarı ele geçirmek için yapılan bu çatışmalar, fethin ilk yıllarında çok küçük bir Hristiyan gücün dağlık Asturias bölgesine tutunmayı başarmasını ve sonuçta Müslümanların hezimetiyle kapanacak bir mücadele sürecini başlattı.

Diğer bir neden de Emevilerin daha en başından itibaren sürdürdükleri, Arapları diğer Müslüman topluluklardan üstün görme geleneğiydi. Bu hor görme ve aşağılama devletin tek bir bütün olarak kenetlenmesini engelledi. Devletin birçok bölgesinde İslamiyet’i yeni kabul etmiş olan yerli halk merkezin sözünü dinlememeye, dahası kendi iradelerini ve ordularını kurmaya yöneldiler. Hristiyan İspanyol krallıklarının bunları desteklemesi de Endülüs Emevi Devleti’ni giderek zayıflattı.

2 Yorum

YAZI HAKKINDAKİ DÜŞÜNCELERİNİZ

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.