Necip Fazıl Kumar Salonunda Nasıl Basıldı?

Bazı sanatçılar, ölümlerinden sonra yalnızca eserleriyle yaşamaya devam ederler. Bazı sanatçılar vardır ki, siyasi duruşları, ideolojileri ve düşünceleri çoğu zaman yapıtlarının önünde gider. İnsanlar, sanatçının yapıtları yerine çoğu zaman onun düşüncelerini tartışırlarken bulurlar kendilerini.

Necip Fazıl Kısakürek hiç kuşku yok ki, bu ikinci tanımlamanın en önde giden aktörleri arasında kendine rahatlıkla yer bulabilir.  Son derece güzel kullanılmış, hakkı verilmiş bir Türkçeyle yazılan eserlerine karşın Necip Fazıl adının geçtiği çoğu yerde tartışmanın konusu eserleri değil siyasi düşünceleridir, yaşamıdır. Günümüzde bile birçok insan için Necip Fazıl bir idoldür, bir önderdir. Yaşamı ve yaptıkları örnek alınması ve örnek gösterilmesi gereken bir insandır.

Şair hakkında az çok bilgi sahibi olanlar, Necip Fazıl’ın kendi yaşamını iki bölüme ayırdığını bilirler: Seyyid Ahmet Arvasi ile tanışmasından öncesi ve sonrası… Ahmet Arvasi ile tanışmasından önceki yaşamı için “yaşanmamış yıllar” der, “Tam 30 yıl saatim işlemiş ben durmuşum, gökyüzünden habersiz uçurtma uçurmuşum” diyerek o yılları için pişmanlığını dile getirir.

Gerçekten de Necip Fazıl’ın ilk dönemi, hiç de örnek alınacak ya da hayranlık duyulacak bir dönem değildir. Tipik bir burjuva yaşam öyküsüdür bu dönem.  Ailenin tek erkek çocuğu olması nedeniyle büyükbabası Mehmet Hilmi Efendi tarafından oldukça şımartılmış, Necip Fazıl da kendisine tanınan bu ayrıcalığı sonuna kadar değerlendirmiştir. Yaşam onun için yalnızca eğlenceden ibarettir bu dönem; gününü gün etmenin, ileriyi düşünmemenin öyküsüdür bu. Öyle ki, çoğu kişinin girebilmek için binbir zorluklara katlandığı Amerikan Koleji’nden atılması da, Necip Fazıl’ın okula gitmek yerine günlerini Gülhane Parkı’nda oynayarak, eğlenerek geçirmesinin bir sonucudur. Tıpkı bir türlü uyum sağlayamadığı daha önceki okulu Fransız Frerler Mektebi’nden alındığı gibi…

Fakat eğlence peşinde koşması Necip Fazıl’ın zeki bir genç olduğu gerçeğini değiştirmez. Bu yüzdendir ki, 1924’te İstanbul Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü’nden mezun olmasından sonra, Cumhuriyet Hükümeti daha iyi bir öğrenim alabilmesi için onu devlet bursuyla Fransa’daki Sorbonne Üniversitesi’ne gönderir. Kendi deyimiyle, “kendisini artık dünyada tanımayan tek kişinin kalmadığını, kahvede, sokaklarda, salonlarda hep ondan konuştuklarını sanan”, narsisizmin doruklarında Nirvana’ya ulaşan bir Necip Fazıl vardır karşımızda.

Fransa Serüveni: Kadın Bacakları ve Kumar Arasında Bir Hayat

Fransa serüveni, doğasında var olan eğlenceye düşkünlüğü nedeniyle Necip Fazıl için yeni kötü alışkanlıklarının başlangıcı olur. Fransa’nın büyülü atmosferine kapılan Necip Fazıl çok geçmeden kendini gece yaşamının kollarına bırakır. Okul falan umurunda değildir artık. Günler ve geceler eğlence mekanlarında, içki masalarında son bulmaktadır. Yıllar sonra “O ve Ben” kitabında değineceği üzere öyle bir yaşamdır ki bu, İslami edebi hayatının bu bölümünü anlatmasına izin vermez. Daha da kötüsü, bir daha yaşamı boyunca peşini bırakmayacak olan kumar illetine tutulmuştur. Kadın-içki-kumar üçgenine sıkışmış bir Necip Fazıl vardır bu dönemde. Necip Fazıl’ın “Kadın Bacakları” şiiri bu dönemin tipik bir yansımasıdır.

İnce sütunlardaki ilahi güzelliğe,
Bacakların ruhudur şekil veren diyorum.
Bacakları bir kalın örtüde saklı diye,
Mermerde kalbi çarpan Venüs’ü sevmiyorum.

Boynuma doladığın güzel putu görseler,
İnsanlar öğrenirdi neye tapacağını.
Kör olsam da açılır gözüm, ona sürseler,
İsa’nın eli diye, bir kadın bacağını.

Necip Fazıl’ın kendi ifadesiyle “başıbozukluk ve serserilik” ile geçen Fransa günleri fazla uzun sürmez. “Babıali” adlı kitabından, Fransa’daki son günleri Necip Fazıl’dan dinleyelim.

Bir gün, Berlin’de oturup da Paris’e teftişe gelen talebe müfettişi Zeki Mesut beyin kendisini aradığını bildirdiler, Genç Şaire… Gündüz olmasına rağmen uyandı; üst kattaki Burhan’dan (metro) parasını aldı ve doğru Zeki Mesut beyin oteline…

Müfettiş Bey, ona, kısaca:

– Vekâlet, sürdüğünüz hayat bakımından tahsisatınızı kesiyor dedi; işte son aylığınız ve memlekete dönüş paranız…

Evet, Milli Eğitim Bakanlığı okuması için kendisine gönderilen parayı Necip Fazıl’ın kumar masalarında harcadığını, okula adımını bile atmadığını öğrenmiş ve bursunu kesmiştir.

Hani can çıkar huy çıkmaz derler ya, Necip Fazıl’ın hesabı da o hesap. Memlekete geri dönebilmesi için Milli Eğitim’in son kez kendisine verdiği bursu yine kumar masasında harcayıp beş parasız kalır. Kara kara yurda nasıl döneceğini düşünürken, bu sefer imdadına arkadaşları yetişir. Aralarında para toplayıp, Marsilya’dan İstanbul’a gidecek olan lüks bir vapurun ikinci mevkisinden bilet alırlar. Trenle gidecektir Marsilya’ya Necip Fazıl. Arkadaşlarının hepsi Necip Fazıl’ı uğurlamak için tren garına kadar kendisine eşlik ederler. “Çünkü ne olur, ne olmaz; tren kalkmadan fikir değiştirip atlayabilir ve yine eski uçuruma düşebilir o… Bu şüphe, arkadaşlarının hallerinden okunmaktadır.”

Türkiye dönüşü, uzun yıllar manevi boşluk ve arayışlar içinde geçer. İçinde oluşan boşluğu bir türlü dolduramaz. Ta ki 1934 yılına kadar. Seyyid Ahmet Arvasi ile tanışması, Necip Fazıl’ın yaşamında büyük bir dönüm noktasıdır. Eyüp Sultan’daki Pierre Loti Mezarlığı yanındaki Kaşgari Tekkesi Camii’ndeki Ahmet Arvasi ile sohbetleri sayesinde ciddi bir fikir ve zihniyet dönüşümü yaşamıştır. Eski Necip Fazıl gitmiş, bambaşka bir Necip Fazıl doğmuştur adeta. Kumar, içki, kadın dahil tüm kötü alışkanlıklarına tövbe etmiştir: “Ben geçmişimi dürdüm, büktüm ve kaldırıp çöpe attım…”

Ne var ki huylu huyundan vazgeçmezmiş diye boşuna dememişler. Necip Fazıl her ne kadar Ahmet Arvasi ile tanışmasından sonra bohem yaşantısından vazgeçtiğini, kötü alışkanlıklarının üzerine sünger çektiğini söylese de, polisin yıllar sonra yapacağı bir baskın, bazı alışkanlıklardan kurtulmanın hiç de kolay olmadığını gösterir. Nitekim Necip Fazıl’ın kumar tutkusu da bunlardan biridir.

Necip Fazıl’ın Kumar Salonunda Yakalanışı

Necip Fazıl'ın kumarhanede basılması dönemin gazetelerine de konu olmuştu22 Mart 1951 tarihinde İstanbul polisi, Taksim Pire Mehmet Sokağı 14 numaralı apartmana baskın yapar. Baskının başında bizzat dönemin İstanbul Emniyet Müdürü Kemal Aygün bulunmaktadır.

Bir giriş bir de arka kapısı bulunan bodrum katındaki kumarhane, polis memurları tarafından emniyete alındıktan sonra memurlardan biri ön kapıyı çalar. Kapının üzerindeki küçük pencere açılır açılmaz polis baskınına uğradıklarını anlayan adam bağırarak içeri kaçar. Yaklaşık 10 dakikalık bir direnmenin ardından kapıyı açmaya mecbur kalırlar.

İçeri giren polisler, büyük bir salondaki bakara masası başında bekleyen on dokuz kişiyi ele geçirir. Yakalananlar arasında aylardır arandığı halde bir türlü yakalanamayan ünlü kadın satıcısı şoför Zurnik, kumarhanenin sahipleri Seyfi ve Fevzi Feyzi Gürel kardeşler Mehmet Şakir Özkan ve Mustafa Akşar, soyadı saptanamayan Vasil, Ligor Karabaşoğlu, Burhanettin Su ve Fahri Kutbay bulunmaktadır.

Fakat polisi asıl şaşırtan, yakalananların arasında Büyükdoğu Dergisi’nin sahibi ve başyazarı olan Necip Fazıl Kısakürek’in bulunmasıdır.

Hani günümüzde iki ünlü paparazziler tarafından yakalanınca “Biz yalnızca dostuz” derler ya, hazırcevaplığı ile ünlü üstadın aklına şaşkınlık yüzünden başka bir şey gelmemiş olacak ki, gazetecilerin kendisine yönelttiği “Burada ne yapıyordunuz?” sorusuna kısa bir yanıt verir:

“Ben buraya röportaj yapmak için gelmiştim; mecmuama kumar aleyhinde haber yazacaktım…”

Gazeteciler inanmadığı gibi, polisler de inanmazlar elbette! Necip Fazıl yaklaşık 18 saatlik gözaltından sonra 30 lira para cezası kesilerek salıverilir.

Kimilerine göre Necip Fazıl’ın kumar salonunda basılması siyasi bir tertipti. Doğru olma payı yüksek bir olasılık bu. Çünkü Demokrat Parti iktidarının ilk aylarında, Necip Fazıl ile Adnan Menderes’in arası hiç iyi değildi. Necip Fazıl, başyazarı olduğu Büyük Doğu Dergisi aracılığı ile Demokrat Parti’yi muvazaa partisi olmakla suçluyor, İslam ekseni üzerine bir politika izlemesini istiyor, Demokrat Parti’ye kendince bir rota çizmeye çalışıyordu. Bu durum elbette siyasi gücü elinde bulunduranların, yani Menderes’in hoşuna gitmiyordu. Necip Fazıl da baskının kendisine karşı düzenlenmiş bir komplo olduğu düşüncesindeydi. 1970 yılında basılan “Benim Gözümde Menderes” adlı kitabında o günlerle ilgili şunları yazacaktı:

Demokrat Parti rejimi, başlangıçta, bana ve güttüğüm davaya, Halk Partisi’nden görmediğim bir küçüklük tatbikine kadar gidiyor ve bunu, ömrü boyunca süren “yamalı bohça” tabiriyle ifade ettiğimiz insicamsız, bünyesindeki Yahudi ve Mason emellerine alet şahıslar vasıtasıyla yapıyordu

Fakat ister komplo olsun ister olmasın, ortada değişmeyen bir gerçek bulunmakta: Necip Fazıl oraya bir türlü kurtulamadığı kumar illeti yüzünden gitmişti. Eğer kumarhane baskını Demokrat Parti’nin bir komplosuysa, komployu düzenleyenler Necip Fazıl’ın kumar bağımlılığını bildiklerinden bu zayıflığından yararlanarak yalnızca gereken ortamı hazırlamışlardı, o kadar! Kısacası Necip Fazıl bir yandan Büyük Doğu’da insanlara İslamiyet’i anlatıyor, öte yandan kendisi en büyük günahlardan biri kabul edilen kumarın bağımlısı olmaktan vazgeçemiyordu. Tam da “İmamın dediğini yap, yaptığını yapma” sözünün anlam bulduğu bir durum…

Peki, Necip Fazıl bir yandan insanları dine çağırırken, neden kendisi gizlice tam tersi davranışlar sergiliyordu? Bunu anlamak için İslami kesimin önde gelen yazarlarından Kadir Mısıroğlu’nun, “Üstad Necip Fazıl’a Dair” kitabında Necip Fazıl ile olan sohbetinden küçük bir bölümü aktarmak yeterli gelecektir:

Kumar haramdır. At yarışında bahs-i müşterek oynamakta kumardır. Ancak haramı, haram kabul ederek işlemek sadece kumardır. Allah ise Gaffururrahim’dir. Bu parayla ben Veli Efendi’ye gidip at yarışlarında bahs-i müşterek oynayacağım!

Anlayacağınız, Necip Fazıl İslami tabirle hile-i şeriyye yapıyordu!

Necip Fazıl kumarhane baskını için Demokrat Parti’yi ve Adnan Menderes’i suçluyordu ama nedense sonraki yıllarda Adnan Menderes’e yazdığı mektuplar çok daha farklı, geçmiş sanki hiç yaşanmamış gibiydi. Necip Fazıl, Menderes’ten kendisini milletvekili yapmasını istiyor, hatta ellerinden öpüyordu!

Seçimlere gidilirse bu azim hamlede benim rolüm düşünülmeyecek midir? Neşriyat ve fiili konuşma yolu ile bütün Anadolu’yu fethetmek benim için iş midir? Bugün sizi ciddiyetle ve samimiyetle seven Türk milletinin bu duygusunda acaba benim tesir ve telkin hissem ne kadardır? Ve ne kadar olabilir?  Memleketim olan Maraş’tan listenizde müstakil olarak mebus çıkacak olursam Meclis’te cephenizin en ateşli hitabet merkezi kurulmuş ve muhalefetin suratında partinizi angaje etmeksizin tokatların en tesirlisi bulundurulmuş olmaz mı?  Bütün vatan yükünü çeken omuzlarınıza lütfen bu fedai dostunuzun tek dirhemlik yükünü de bir an için alınız. Ve sonunda tek dirhemin sizden kaç ton yük hafifleteceğini görünüz. Hayati suallerimin cevabını, biricik vasıtam, rehberim ve muinim Tevfik İleri ile bekliyorum. Ellerinizden öperim.

Necip Fazıl ve Örtülü Ödenek

Bu mektupların nedeni ve Adnan Menderes-Necip Fazıl ilişkisinin nasıl böylesine düzeldiği, yıllar sonra Yassıada Duruşmalarındaki “Örtülü Ödenek” davasında ortaya çıkacaktı. Normalde örtülü ödenekten yapılan harcamaların belgesinin tutulması gerekmezken, Adnan Menderes ileride gerekebilir diye bütün harcamaları kayıt altına almış, kimlere ne kadar para verdiğini bir bir belgelemişti.

Örtülü ödenekten para alanlardan biri de Necip Fazıl’dı ve Yassıada’da yargıca her yıl aldığı bu paralar hakkında ifade veriyordu:

  • 1951    50 bin lira
  • 1952    50 bin lira
  • 1954    18 bin 500 lira
  • 1955    10 bin lira
  • 1957    5 bin lira
  • 1957    5 bin lira (Hapisteyken eşine verilen)
  • 1958    10 bin lira (Bir miktarı Teyfik İleri eliyle)
  • 1959    10 bin lira (Teyfik İleri eliyle)

Az buz değildi Necip Fazıl’ın örtülü ödenekten aldığı para. O dönemde 5 tonluk Austin kamyonların tanesinin 5.000 lira olduğu düşünülürse tam 30 kamyon almaya yetecek kadar parayı cebe indirmişti Necip Fazıl…

Gerçi Necip Fazıl’ın örtülü ödenekle tanışması da çok önceye, CHP’nin tek parti olduğu yıllara kadar dayanıyordu. Daha 1936 yılında bir edebiyat dergisi çıkaracağını söyleyerek Celal Bayar’ın evine kadar gitmiş ve 1.600 lira almayı başarmıştı. 1600 lira diye sakın küçümsemeyin. O zamanlar bir milletvekili maaşının 200 lira olduğu düşünülecek olursa, bugünün parasıyla 120.000 TL almıştı dergisini çıkarmak için. Devletten para almanın ne kadar kolay ve zevkli olduğunun farkına belki de o gün varmıştı.

Parayı Büyük Doğu’nun finansmanı için mi kullandı, yoksa kumar borçlarını kapatmak için mi bilemeyiz. Ama beraat ettikten sonra Salim Başol’a söylediklerini mahkeme tutanaklarından biliyoruz:

“Zatı aliniz bana bir dava dolayısıyla 15 dakikada beraat kararı verdiniz. Adaletin ulvi simasını ben o zaman sizde gördüm.”

Necip Fazıl’ın adalet ışığını üzerinde gördüğünü söylediği Salim Başol kim mi? Necip Fazıl’ın “ellerinden öptüğü” Adnan Menderes için yine aynı mahkemede idam kararı veren Yassıada Mahkemeleri Başkanı!

16 Yorum

YAZI HAKKINDAKİ DÜŞÜNCELERİNİZ

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.