Osmanlı’da Tütün Yasağı

Osmanlı İmparatorluğu’nda tütün kullanımı 1500’lü yıllarda Mısır’da başladıysa da, tütün İstanbul’a ancak on yedinci yüzyıl başlarında Birinci Ahmet zamanında İngiliz, Venedik ve Cenovalı gemiciler tarafından getirildi. İstanbul’a geç ulaşmıştı ama yabancı tüccarlar tarafından her hastalığa çare olarak tanıtılan tütün, kısa süre içinde ayak takımından ulemaya varıncaya kadar her sınıf ve tabaka arasında yayıldı.

Naima, tütünün Türkiye’ye girişini şöyle kaydeder: “Helâl mı, haram mı diye nice çekişmelere sebep olan tütün Frengistan’dan zuhur edip bu 1015 yılında diyarı İslam’a girdi ve nice fitne ateşi tutuşturup gittikçe yayıldı ve şöhret buldu ve memleket zurefası onun müptelâsı oldu.” Naima ayrıca “tütüne insanlar o kadar rağbet etmişti ki, ayak takımından bazı insanların tütünü çok içmelerinden dolayı kahvehanelerde insanların birbirini görmeleri güçleşmişti” diyerek tütün kullanımının ne kadar yaygınlaştığına dikkat çeker.

Naima’nın fitne ateşini tutuşturduğunu söylediği tütün için yasakların konulması da elbette fazla gecikmez. Yabancı tüccarlar tarafından her hastalığa çare olarak tanıtılan tütünün tüketiminin hızla yayılışı imparatorlukta dini tartışmaların başlanmasına ve siyasi tepkilere yol açar. Dini tartışmaların temelini dört ana konu oluşturuyordu. Bunlar tütünün haram, mekruh, mubah olup olmadığı ya da yasaklanıp yasaklanmaması gerektiğiydi. Siyasî tepki ise, diğer devletlerde de olduğu gibi üretim, ticaret ve tüketimi yasaklanarak ortaya konuyordu. 1609’da 1. Ahmet döneminde tütünün yasaklandığını bildiren ilk fermanda yaklaşık 1-2 yıldır İngiltere’den tabaga denilen bir yaprağın getirildiği, halk arasında içiminin giderek yaygınlaştığı, köy ve kasabalarda bu yaprağın ekilip, pazarlarda satıldığı, insanların bu yaprağı içmekle vakit öldürdüklerinden işlerinden geri kaldıkları, hastalıkların ortaya çıktığı, ölümlerin arttığı, bu nedenle ülkede ekiminin ticaretinin ve içiminin yasaklandığı, ulemanın ilmiyle, zanaatkarın sanatıyla, taşradaki dirlik sahiplerinin işleriyle uğraşmaları, emre uymayanların şiddetle cezalandırılacağı belirtiliyordu.

Gerçekte ise Osmanlı’da tütünle ilgili bu ilk yasak tamamen mali kaygılara dayanıyordu. O dönemlerde sarayların aydınlatılmasında kullanılan mumlar için çok miktarda balmumuna gereksinim duyulmaktadır. Manisa ve Biga bölgesi ise balmumunun temel kaynağıdır. Saray, emir çıkarmasına karşın gerekli miktarda balmumunu temin etmeyi başaramayınca nedenini soruşturur. Kısa süre sonra bölgede yetişen tütünün böceklenmemesi için bol miktarda balmumu kullanıldığı ve talep fazlalığı nedeniyle fiyatların yükseldiği anlaşılır.  Sarayın oldukça yüklü talebinin karşılaması için balmumu bütçesini oldukça artırması gerekmektedir.

Tütün Yasağı Nedeniyle Uçan Kelleler

Bunun üzerine padişah Birinci Ahmet tütün tarımını ve tütün ürünlerinin içilmesini yasaklar. Şeyhülislamın yayınladığı bir fetva ile de bu desteklenir ve yasağa uymayanlar, burunlarına piponun ucu sokulmak suretiyle sokaklarda dolaştırılır. Ancak, balmumunun fiyatını arttıran asıl neden tütün ilaçlamasında kullanılması değil, Avrupalı tüccarların Anadolu’dan ucuza topladıkları balmumunu Avrupa’ya götürmeleridir. Konulan yanlış tanı nedeniyle saray istediği sonuca ulaşamaz.

Tütün yasağını en şiddetli uygulayan ve tütün içenlere hiçbir müsamaha göstermeyip vermeyip ölüm cezasına çarptıran ise Dördüncü Murat’tır. Osmanlı topraklarında anarşinin egemen olduğu yıllarda henüz on dört yaşında iken tahta çıkan bu hükümdar, saltanatının ilk yıllarında çok kanlı ayaklanmalarla karşılaşmıştı. Öyle ki, bir seferinde gözde yakınları, elinden zorla alınarak idam edildikten başka kendi tahtı ve yaşamı bile tehlikeye düşmüştü. On sekiz yaşına basıp devletin yönetimini bizzat eline alınca, bir kahve ve tütün yasağı ile başlayarak kanlı ve zorba bir hükümdar olmuştu.

1 Ağustos 1633’te İstanbul’da Cibali kapısı dışında bir kayıkta uyuyakalan tiryakinin çubuğunun devrilmesi ile başlayan yangın, şiddetli poyraz nedeniyle hızla büyüdü. Civardaki kayıkhanelere sıçrayan ve oradan hızla yayılarak yirmi dört saat içinde Marmara ile Haliç ve surlar arasında kalan asıl İstanbul’un beşte birini yaklaşık 20.000 evi kül etti.

İstanbul’u kül eden bu büyük yangının ardından halk arasında türlü dedikodular dolaşmaya başlar. Özellikle de tütün içmek için gidilen ve bir kısmı yeniçeri zorbaları tarafından işletilen kahvehanelerde genç padişahın uğursuz olduğundan bahsedilmeye. Kendisi hakkında konuşulanlar kulağına kadar ulaşınca, devletin otoritesinin azalmasını engellemek, zorbalığın kökünü kazımak ve zorbaları tamamen sindirmek için Dördüncü Murat bu durumu koz olarak kullanır. Zamanın Şeyhülislâmı Ahizâde Hüseyin Efendi’den aldığı fetva ile tütün ekmeyi ve tütün içmeyi yasaklar. Ayrıca yangına neden olduğu gerekçesiyle kahvehaneleri de kapatmış, kapatmakla yetinmeyerek bütün Türkiye’de kahvehanelerin yıkılmasını ve yerlerine bekar, nalbant ve debbağ odaları yaptırılmasını emretmiştir. Ancak Şeyhülislâmdan aldığı fetva bununla da sınırlı kalmamış ve çıkarılan yasağa uymayanlar devlete isyan etmiş kabul edilip katledilmeye başlamıştır. Kısacası Dördüncü Murat’ın tütünü yasaklaması da sağlık gerekçesiyle değil, padişaha kızan halkın, tütünün en çok tüketildiği mekânlar olan kahvehanelerde kendi aleyhine konuşmalara başlamasıydı. Dördüncü Murat öylesine hiddetlenmişti ki,  yasağı bizzat kendisi takip etmiş, her gece celladıyla birlikte kentin en kuytu yerlerini gezmiş ve yasağa uymayanlara bizzat kendi elleriyle ceza vermiştir.

Devrin ulemalarından ve tutucu sofulardan Kadızade Mehmet Efendi de müthiş bir tütün düşmanı idi ve padişahın da bu zata karşı büyük saygısı vardı. Kadızade Efendi Sultan Murat’ı tütün içenlere karşı acımasız davranmaya yöneltenlerin başındaydı. İlk zamanlarda, halk, tütün yasağını fazla ciddiye almamıştı. Fakat bir duman keyfi uğruna kellesi gidenlerin sayısı arttıkça, başta İstanbul olmak üzere bütün imparatorlukta halkı büyük bir korku sarmaya başladı. Öyle ki, hemen her sabah sokaklarda sayısız ceset görülüyordu. Cellatlar tütün içerken yakalananların başlarını vurup kellelerini koltuklarının altına bırakıyor, padişahın buyruğu doğrultusunda ne için öldürüldüklerini halka göstermek için çubuğunu da kesik başın ağzına veriyorlardı.

ilk_kahvehanelerTütün içenleri arayıp yakalamak için bir hafiye örgütü bile kurulmuştu. Bunlar geceleri tıpkı bir hırsız gibi kuşkulandıkları evlerin, bekâr odalarının damlarına çıkarlar, bacaları koklayarak içerde tütün içilip içilmediğini anlamaya çalışırlardı. Zira tiryakilerin, bir baskın olasılığına karşın, tütün içtikleri yere tütün dumanı ve kokusu sineceğinden, çubuklarını evlerinin ocakları içinde tüttürdükleri söyleniyordu. Bu hafiyeler yazın da mesire yerlerine dağılırlar, kırlarda çayırlarda tütün içen var mı diye gözetlerlerdi.

Tütün, içki, afyon kullanımı gibi yasaklar Dördüncü Murat’ın ölümüne kadar cezası ölüm olmak üzere bütün şiddetiyle devam etmesine rağmen bu keyfin önüne geçilememişti. İçe çekilecek bir kaç nefes duman için ölüm tehlikesini hiçe sayan tiryakiler ve gözüpek kahramanlar her zaman, her yerde vardı. Örneğin hicri 1638 yılında, Dördüncü Murat, Bağdat seferine çıktığında, kendi komutası altındaki Orduyu Hümayun’da bile gizli olarak tütün içenler oldukça fazlaydı.

Tütüne karşı şiddetli yasaklar koymasına karşın Dördüncü Murat’ının kendisi de oldukça keyif düşkünü idi. Öyle ki ölümü de aşırı içki yüzünden yakalandığı sirozdan olmuş ve Bağdat seferinden döner dönmez ölüm döşeğine yatmıştı. Padişahın ölüm haberi duyulur duyulmaz, imparatorluğun her tarafından kahvehaneler derhal açılmış, tütün keseleri meydana çıkarak çubuklar tellendirilmişti. Yalnız İstanbul’da korku, bir müddet daha devam etmişti. 1649’da tütün içtiği bahanesiyle Halep kadılığından azledilip Kıbrıs’a sürülen Bahaî Efendi’nin şeyhülislam olduktan sonra tütünün mubah olduğuna dair fetva vermesiyle yasaklama iyice gevşedi. Fakat kaldırılması konusunda ferman da yayınlanmadı. Yıllarca, tütün yasağının kaldırıldığına dair yeni bir emir çıkmamış, yasak kendiliğinden uygulanmaz olmuştu. Madem halk tütüne bu kadar meraklıydı, Osmanlı yönetimi de yeni gelir yöntemi olarak tütüne vergi koymakta gecikmedi. 1688 yılından başlayarak tütün vergilendirildi; Yenice tütünün okkasına 10, Kırcali tütünün okkasına 8 akçe vergi konuldu. Çok geçmeden İstanbul kahvehaneleri de birer ikişer açılmaya başladı, bekâr hanlarının kapıları seyyar çubukçu, lüleci ve tütüncü esnafıyla doldu. Tütün artık yasaklardan kurtulmuş, devletin büyük gelir kalemlerinden birisi durumuna gelmiştir.

Not: Tütünün tarihçesini ve Türkiye’deki serüvenini merak eden okurlarımıza bu yazıyı da okumalarını öneririz:  Tütünün Tarihçesi

YAZI HAKKINDAKİ DÜŞÜNCELERİNİZ

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.