Sakıncalı Piyade’yi Kimler Susturdu?

Türkiye’de “Laiklik”, “Cumhuriyet”, ‘“Hukuk”, “İnsan Hakları”, “Devlet”, “İlericilik” ve “Demokrasi” kavramlarından söz açıldığında adı akla gelen ilk isimlerden biriydi. Kendisi gibi yakınları ve çevresindeki arkadaşları da onun bir gün yatağında huzur içinde ölmeyeceğini çok iyi biliyorlardı. Ancak bütün Türkiye’yi ayağa kaldıran bomba, çok erken patlamıştı. Karanlık mihrakların korkulu rüyası “Sakıncalı Piyade” Uğur Mumcu’nun daha yazacak, çizecek o kadar çok şeyi vardı ki! Aşırı dinci kesimlerden, devlet içindeki hesaplaşmalara, PKK ile MİT arasındaki ilişkiden, kontrgerillaya, Rabıta’dan Kara Ses Kaplan Hoca’ya, İpekçi cinayetinden, silah ve uyuşturucu kaçakçılığına kadar uzanan geniş bir yelpazeydi bundan sonra da okuyacaklarımız…

Uğur Mumcu’yu kimler ve neden öldürdü? Amaçları neydi? Ne istiyorlardı? Birçok değerli aydınımızın yaşamını yitirdiği bu suikastlerin arkasında ne vardı? Bomba nasıl kondu? 50 metre ötedeki polisler neden uyuyorlardı? Failler neredeydi? Ve neden hâlâ siyasetçiler her suikastin ardından temcit pilavı gibi “bekleyin yakında açıklayacağız” diyorlar?

Ülkemizde her olayda olduğu gibi senaryolar hemen hazırdı.  Çeşitli iddialar ortaya ve soruların yanıtları aranıyordu. Uğur Mumcu suikasti öncesi İstanbul polisi, tesadüfen bir örgütün kullandığı Erenköy’deki otoparkı izlemeye alıyordu. Çok sayıda çalıntı otomobilin olduğu parktan, araçlardan biriyle çıkış yapan üç kişi yakalanıyordu. Soruşturmada, bu lüks otomobillerin İran’a gönderilmek üzere hazırlandığı, daha önce de İran’a çalıntı otomobil sevkedildiği belirleniyordu. Polis, üç kişinin sorgusunu sürdürürken, olayın boyutları Hizbullah örgütüne kadar uzanmıştı. Soruşturma geliştikçe Turan Dursun cinayetinde kullanılan silah, Çetin Emeç cinayetinde kullanılan kar maskeleri gibi önemli ipuçları elde ediliyordu. Ve 23 Ocak Cumartesi günü Hizbullah örgütünün kuryesi olduğu öne sürülen bir kişi İstanbul’da yakalanıyordu… Ancak, bu kişilerin Uğur Mumcu cinayetinden sonra yapılan soruşturmada suikastle ilgilerinin bulunup bulunmadığı bir türlü kesinlik kazanamıyordu.

Türkiye’yi Sarsan Suikast

23 Ocak günü, Cumhuriyet gazetesindeki yayın kurulu toplantısına katılmak üzere İstanbul’da bulunan Uğur Mumcu, Ankara’ya ailesinin yanına dönüyordu. Üç gündür hiç kullanmadığı Renault 12 marka otomobili evinin biraz ötesinde park ettiği yerde duruyordu. Daha önceden aldığı tehditler nedeniyle, arabasını hep güvenli olduğunu düşündüğü Tunus Büyükelçiliği’nin yanına bırakırdı. Ne var ki, arabasını son kez park etmek isteğinde her zaman bıraktığı yerin dolu olduğunu görmüş ve arabasını evinin yanına park etmek zorunda kalmıştı. Geceyi eşi Güldal, kızı Özge ve oğlu Özgür’le birlikte geçirmişti. Ertesi gün öğleye doğru, ailece bir hasta ziyaretine gideceklerdi.

Uğur Mumcu, 24 Ocak Pazar günü saat 13.15 sıralarında, Ankara Gaziosmanpaşa Karlı Sokak’taki evinden dışarıya çıktığında hava çok soğuk ve yerde kar vardı. Her zamanki gibi eşine beklemesini söylemiş, önce arabasına kendisi tek başına binmek istemişti… Polisin kanısına göre Mumcu, arabasının kapısını açtıktan sonra şoför koltuğuna oturduğu anda, daha kontak çevrilmeden Türkiye’yi sarsan patlama oluyordu. Ancak, olayın ardından konuşan bazı yetkililer, Uğur Mumcu’nun solak olduğunu ve sol eliyle otomobilinin kapısını açmaya çalıştığı sırada büyük bir patlamanın meydana geldiğini belirtiyorlardı. Çünkü ilk otopsi raporlarına göre Mumcu’nun vücudunun sol tarafının olduğu gibi parçalandığı ifade ediliyordu. Yetkililer bunun nedenini, bombanın motor bölümüne konmasına bağlıyorlardı. Bir de aracın kapı anahtarı eğrilmiş olarak bulunuyordu. Gerçek olan bir şey vardı ki, o da adeta yok edilmek istenen vücudunun dört metre yükseklikteki parmaklıkları aşarak yandaki boş arsaya düşmesiydi…

Uğur Mumcu suikastinin haberi, Karlı Sokak’tan yıldırım hızıyla bütün Türkiye’ye yayılıyordu. Ama yayılan sadece haber değildi, milyonların yüreğini dağlayan bir kordu!

Yine İslamcı Bir Örgüt mü Yoksa?

Patlamanın hemen ardından Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Özgen Acar’ı arayan bir kişi, cinayeti “İslami Kurtuluş Örgütü” adına üstleniyordu. Aradan birkaç saat geçtikten sonra da İslami Büyük Doğu Akıncılar Cephesi (İBDA-C) adına aradığını söyleyen bir kişi, cinayeti kendilerinin üstlendiklerini belirtiyordu. Saldırıyı başka üstlenen olmuyordu.

Mumcu’nun otomobilinin altına konan tahrip gücü yüksek bomba uzmanlardan kimine göre Amerikan, kimime göre Çek yapımı C-4 tipi ve içinde RDX maddesi bulunan plastik bir bombaydı. Büyük bir ustalıkla arabaya monte edilmişti. Biraz ötedeki Tunus Büyükelçiliği önündeki bir polis kulübesi ve yine aynı mesafedeki bir başka polis noktasında bulunan memurlar saldırganlar için hiç de caydırıcı olmamıştı.

Bu arada, İstanbul’da Hizbullahçılarla ilgili soruşturmayı sürdüren polis, gözaltı sayısını 15’e yükseltiyor ve Uğur Mumcu’nun otomobiline yerleştirilen bombayı İstanbul’dan Ankara’ya götürdüğü öne sürülen kuryenin ifadesinden yararlanarak bombayı teslim ettiği adrese yapıyordu. Ancak, burası bir devlet memurunun evi çıkıyor ve dönemin İçişleri Bakanı İsmet Sezgin adresin yanlış çıktığını açıklıyordu.

“Sakıncalı Piyade” Uğur MumcuSaldırıyı İslamcı örgütlerin üstlenmesi ve cinayetin bu örgütlerden biri tarafından işlendiği olasılığının önem kazanması, gözleri Türkiye’de cirit atan dış kaynaklı irticai örgütlere çeviriyordu.

Türk istihbarat örgütlerinin topladıkları bilgilere göre, ülkemizde yuvalanan bu örgütlerden büyük çoğunluğunun kuruluşu ve merkezleri İran’da bulunuyordu. İslami Cihat, İslam Kurtuluş Ordusu, Hizbullah, İslami Büyük Doğu Akıncılar Cephesi, Hizb-i İslami Kürdistan ve daha nicesinin İran tarafından desteklendiğini bilmeyen yoktu.

Suikasti İslam Kurtuluş Örgütü’nün üstlenmesine karşın, Türkiye’de hemen hemen herkesin kafasında “Hizbullah örgütü olabilir mi?” sorusu yer alıyordu. Hizbullah’ın Türkiye’deki konumunu daha birkaç gün önce yazdığı yazısında bu Uğur Mumcu da sormuştu:

Kürt Hizbullah’ı özellikle son bir yıldır PKK’ya karşı saldırılar düzenliyor.  Bu saldırılar devlet içindeki örgütler, örneğin Kontrgerilla olarak bilinen eski adı Özel Harp Dairesi tarafından destekleniyor mu? Bazı devlet görevlileri ile bu tür örgütler arasında hiyerarşik düzen içinde ve emir-komuta ile değil, 12 Eylül öncesinde kanıtlandığı gibi bireysel ilişkiler de kurulabilir.

Kontrgerillanın varlığı devlet katında hep yadsınsa da yaşananlar, gözlenenler ve ifşaatlar aksini ortaya koyuyordu. Ayrıca, Uğur Mumcu’nun araştırdığı hemen hemen her haberin ve olayın altında, kontrgerillanın parmağı çıkmamış mıydı?

Mumcu Apo’nun MİT Ajanı Olduğunu mu Çözmüştü?

Cinayetin ardından görüşlerini ve düşüncelerini ortaya dökenler arasında eski MİT’çiler de bulunuyordu. Başta Mehmet Eymür, Mahir Kaynak ve Yılmaz Doğrusöz yaptıkları açıklamalarda şu ortak noktada birleşiyorlardı: “Uğur Mumcu’nun ölümü ABD’nin düzenlediği, düzenlettiği ya da en azından göz yumduğu bir operasyondur. Mumcunun PKK-MİT ilişkisini ortaya çıkardıktan sonra böyle bir uyarıya gerek duymuş olabilir.

Mumcu, her ne kadar laikliğin savunulması amacıyla aşırı dinci gruplara yüklenmiş olsa da, PKK-MİT araştırmalarıyla Kuzey Irak’taki örgütlerin içyüzüne ilişkin ortaya çıkardıklarıyla hedef olduğu da bir gerçekti. Çünkü Mumcu’nun ölümünden önceki son çalışmalarının PKK-MİT ilişkisi üzerine yoğunlaştığını yakın çevresi çok iyi biliyor ayrıca, bu ilişkide bazı isimleri de ortaya çıkardığı anlaşılıyordu. Uğur Mumcu’nun kızı Özge Mumcu’nun söyledikleri de bu durumu teyit eder nitelikte: “Yıllar geçtikçe babamın gerçeğe ne kadar yaklaştığını anladım. Muhtemelen Apo’nun MİT ajanı olduğuna dair bir belgenin izine ulaşmıştı. Bu belgeyi aradığını da biliyordum. Üzerine hiç gidilmedi. Kısa süre sonra suikast meydana geldi.

Araştırmacı yazar Yalçın Küçük, Uğur Mumcu’nun üzerinde çalıştığı PKK-MİT ilişkisi konusunda ilginç açıklamalar yapıyordu. Küçük, bir süre önce Abdullah Öcalan’la videoya kaydedilen bir röportaj yapmış ancak, polisin bir araması sırasında bulunan bu bant yayınlanmak üzere TRT’ye verilmişti. Öcalan’ın Kürtlere ağır eleştiriler getirdiği bu röportaj propaganda amacıyla TRT tarafından TV’de defalarca gösterilmişti. Küçük, bu röportajı yaptıktan sonra Türkiye’ye dönüşünde Uğur Mumcu’nun kendisini arayarak, “Apo bana kızgın mı” diye sorduğunu”, “En ufak bir kızgınlık yok” dediğini açıklıyordu. Küçük, “Mumcunun bana anlattıkları, Apo’nun MİT’ten olabileceği kuşkusunu uyandırmıştı” diyordu.

Uğur Mumcu cinayetini çözmeye yarayacak en önemli ipuçlarından birkaçının telefon kayıtları olabileceği ortaya çıkıyordu. Saldırıyı üstlenmek için Cumhuriyet Gazetesi Yayın Yönetmeni Özgen Acar’ı arayan kişinin İstanbul’dan telefon açtığı belirleniyordu. Polis, Karlı Sokak’taki patlamanın gerçekleştiği anda olayı izleyen örgütten bir kişinin İstanbul’a telefon açarak haber verdiği olasılığından yola çıkıyordu. Çünkü Uğur Mumcu suikastini İslami Kurtuluş Örgütü adına üstlendiğini söyleyen kişi saat 13.45 sıralarında yani saldırıdan çok kısa süre sonra üstlenmişti. Polis bile daha saldırının kime karşı işlendiğini belirleyemezken İstanbul’dan bir kişinin cinayeti üstlenmesi çok şaşırtıcıydı. Bu önemli ipucu üzerine polis, Mumcu’nun evinin çevresindeki telefon abonelerinin şehirlerarası kayıtlarını Kavaklıdere Telefon Müdürlüğü’nde incelemeye alıyordu. Ne var ki bu incelemelerden de bir sonuç çıkmayacaktı.

Uğur Mumcu'nun arabasıPolis araştırmalarını sürdürürken Uğur Mumcu cinayetiyle ilgili olasılıklar hemen her kesimde tartışılır olmuştu. İran kaynaklı terör örgütlerinden, mafyaya, MİT’ten kontrgerillaya, PKK ve APO’dan ClA’ya kadar pek çok konuda araştırmalar yapan Uğur Mumcu’nun düşmanı çoktu. Öyle ki MİT Müsteşar Yardımcısı Hiram Abas, Mumcu’ya “Öldürülmekten korkmuyor musun?” diye sormuş, hemen ardından dönemin İsrail büyükelçisi aynı soruyu sorunca Uğur Mumcu yaşadığı tedirginliği eşine anlatmıştı. Bu nedenle Uğur Mumcu’yu “kim”, “hangi güçler” ve “neden” öldürdü soruları kafalarda art arda sıralanıyordu. Bomba Uğur Mumcunun arabasına ne zaman kondu? Mumcu’nun o gün bir hasta ziyaretine gideceği önceden biliniyor muydu? Biliniyorsa teröristler bunu nasıl ve ne yolla haber almışlardı?

Uğur Mumcu cinayetini gazetelere telefon ederek üstlenen iki farklı örgüt vardı. Bu örgütlerin İran kaynaklı olduğuna inandırmak için yapılan bir şaşırtmaca mıydı? Uğur Mumcu cinayetinde ABD’nin haberi ya da parmağı var mıydı? Zira 27 Şubat 1997 tarihli Meclis Komisyonu ifadesinde Ankara Emniyeti İstihbarat Müdürü Abdurrahman Toykar, “bu bombayı monte etme esnasında patlama riskinin çok yüksek olduğunu” söyleyerek uzmanlık gerektirdiğini belirtiyordu. Emniyet istihbaratına göre “Türk taşeron kullanılmış olsaydı, bu kişi bombayı yerleştirirken telef olurdu.”

Uğur Mumcu’nun bu denli güçlü bir patlayıcıyla hiçbir yaşama olasılığı bırakmayacak şekilde adeta “yokedilmesi” onun yaptığı ve yapacağı araştırmalardan ne denli korkulduğunun aslında açık kanıtıydı. Mumcu’nun öldürülmesi birçok çıkar odağının işine yarayacaktı.

Artık ondan bize kalan yapıtlarla yetinmek zorundayız. Umarız, siyasi cinayetlerle oynanmak istenen oyun başarılı olmaz. Başarılı olmaması için de daha Mumcu’nun kanı kurumadan “kanları yerde kalan” yakın tarihimiz siyasi cinayetlerine kurban giden değerli insanlarımızın karanlık dosyalarını sergileyerek yöneticilerimize şu soruyu soralım:

Bu siyasi cinayetlerin failleri kimler ve verilen namus sözleri ne zaman tutulacak?

YAZI HAKKINDAKİ DÜŞÜNCELERİNİZ

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.