Süryani Dili ve Edebiyatına Genel Bir Bakış

Süryanice, Sami diller grubuna ait, bir Arami lehçesidir (diyalektik). Arami dilinin tarihi, MÖ ikinci binyıla kadar gider. İlk kez, MÖ 10. yüzyıla ait yazıtlarda yazılı şekliyle görülmüş ve 21. yüzyılda hâlâ yazım ve konuşma dili olarak Ortadoğu ve başka bölgelerdeki topluluklar arasında kullanılmaktadır. Bu üç bin yıllık süre boyunca değişik zamanlarda Arami dili yazılı ve sözlü olarak değişik inançlara bağlı halklar, putperestler, Zerdüştler, Budistler, Maniciler, Yahudiler, Samaritanlar, Mandeanlar, Hıristiyanlar ve Müslümanlar tarafından kullanılmıştır. Sağdan sola doğru yazılan 22 harften oluşan Süryani alfabesinde harflerin başta,ortada ve sonda yazılışları farklıdır.

Süryanicenin en yakın selefleri olan diller, Hz. İsa’nın yaşadığı dönemde (bugünkü Suriye’de) Palmira ve (bugünkü Irak’ta) Hatra kentlerinde kullanılan dillerdi. Aramice, Grek ve Part/Pers hükümdarlarının egemenliğine karşın, Suriye ve Mezopotamya’nın Arami toplulukları arasında kullanılagelmiştir. Bu Arami topluluklarının çoğunluğu daha sonraları Hıristiyan dinini benimsemiş ve bazı kısa putperest yazıtları ve birkaç putperest edebiyatı kalıntısı da bulunmasına karşın, Süryanice büyük oranda bir Hıristiyan dilidir; ayrıca Hıristiyan dili ve ilahileri için bir araçtır. Süryanice, kültürel merkezi olan Edessa (bugünkü adı Urfa, Süryanice Urhoy’dan türemedir) kentinin yerel lehçesi olarak başlamıştır. İlk yazarların, Süryaniceye Urhoyo veya Edessene diye atıf yapmaları, başlangıçta Edessa’nın yerel Arami lehçesi olmasındandır.

Süryanicenin tüm Mezopotamya’daki Arami dili konuşan Hıristiyanların edebi dili olarak benimsenmesinin nedeni, kısmen, Edessa’nın Arap asıllı kralı Kara Abgar’a İsa tarafından yazılan bir mektubun sahibi olma iddiasıyla kazandıkları saygınlık olabilir. Ne var ki, Süryanice zamanla tacirler ve Süryani misyonerler tarafından İpek Yolu boyunca Doğu’ya taşınarak Güney Hindistan ve Çin’e kadar yayılmıştır. MS 8. yüzyılda Süryanicenin Batı Çin’deki varlığının kayda değer bir tanığı, bugünkü Xi-an (Hsi-an fu)’da bulunan MS 781 tarihli Süryanice ve Çince taş yazıtlardır.  Süryanicenin güzelliği ve görkemini tattıran en eski metinlerinden biri, Süleyman’ın Şarkıları’nda bulunur.

Bugün yazılı Süryanice morfolojik olarak 4. yüzyılın klasik Süryanicesiyle hemen hemen aynıdır. Dil aynı kalırken, genellikle Doğulu ve Batılı diye bilinen iki telaffuz lehçesi ortaya çıkmıştır. Daha kadim olan Doğulu lehçesi, Doğu Kilisesi mensuplarınca; Batılı lehçesiyse, genellikle Suriyeli Ortodokslar ve Maruniler tarafından kullanılır. İki lehçe arasındaki belirgin bir farklılık, özgün a harfinin telaffuzunda görülür: Doğulu lehçesi bu harfi özgün haliyle korurken (örneğin, “ev” anlamında bayta), Batılı lehçesinde aynı harf o şeklinde telaffuz edilir (örneğin, bayto).

Süryani Yazıları

Süryani dili, değişik yazı şekilleri de geliştirmiştir. MS 1. ve 2. yüzyıllara ait ilk Süryani (hepsi de putperest) yazıtlarında, Palmiralıların el yazısını andıran bir yazı şekli kullanılmıştır. En erken el yazmalarının ortaya çıktığı tarihlerde ( MS 5. yüzyıl başları) ise, daha biçimselleşmiş bir nitelik alan bu yazı tipine, (Grekçe yuvarlak anlamına gelen strongulostan türeme) Estranguelo denmiştir. Estranguelo yazısı Ortaçağ ortalarına kadar kullanılagelmiştir. Ayrıca, 12. yüzyılda Tur-Abdin’de göze çarpan bir canlanma yaşamıştır. 8. yüzyıl boyunca, Estranguelo’yla birlikte, yine Estranguelo’dan türeyen yeni ve daha işlek yazı tipine de Serto denmiştir (sözlük anlamıyla, çizik veya harf). Bu yazı normalde Batı Suriyeliler ve Maruniler tarafından kullanılır. Birkaç yüzyıl sonra, Doğu Suriyeliler arasında Estranguelo’dan yavaş yavaş Doğulu diye bilinen, fakat Avrupalı yazarların genellikle Nesturi veya Keldani diye adlandırdığı öbür belirgin yazı tipinin türediğini görüyoruz.

Arap egemenliğinin ilk yüzyıllarında, sesli harften yoksun Arapçanın, İbranicenin ve Süryanicenin okunması ve telaffuzuna yardımcı olacak çeşitli seslendirme sistemleri ortaya çıkmıştır. Sonuçta Süryanicede iki değişik sistem ortaya çıktı; biri Batı Suriyeliler ve Marunilerin kullandığı (Yakubi sesli işaretleri denilen), öteki de Doğu Suriyelilerin kullandığı (Nesturi sesli işaretleri denilen) sistemdi. Birincisi Grek harflerinden türetilen simgelerden oluşurken, İkincisi değişik nokta kombinasyonlarından oluşmaktadır.

Süryani Edebiyatının Kapsamı

Süryani edebiyatı zaman ve mekân bakımından geniş bir alanı kapsar ve 2. yüzyıldan 21. yüzyıla kadar uzanan Arami edebiyatının en büyük parçasını oluşturur. Dr. Brock, Süryani edebiyatının bu ana parçasını dört belirgin döneme ayırmaktadır.

1) Başlangıç dönemi, M.S. 2 ve 3. yüzyıllar. Bu dönemden yalnızca birkaç yapıt kalmıştır: “Arami felsefeci” Bardaysan’ın (ö. 222) bir öğrencisine ait Ülkelerin Yasalarının Kitabı, Süleyman’ın Şarkıları olarak bilinen lirik şiirlerin bir derlemesi, Aziz Thomas’ın Edimleri ve aralarında İncil’in ilk çevirilerinden biri de bulunan birkaç başka metin.

2) 4. – 7. yüzyıllar (Süryani edebiyatının altın çağı). Bu dönemde birçok büyük yazar ve edebi değeri olan şair ortaya çıkmıştır. (Dr. Brock’un sözcükleriyle) “Arami edebiyatının en iyi yapıtları Süryanicede bulunmaktadır”.

Dördüncü yüzyılda iki büyük yazar ortaya çıkar. Afrahat (İranlı bilge) zarif bir üsluba sahiptir; özenle dengelenmiş cümleler ve başka teknik araçları, önemli bölümleri vurgulamakta kullanır. Bu çok incelikli nesir tarzının birçok örneği 23 Gösteri başlıklı, birçok özel konu arasında Yahudi- Hıristiyan ilişkilerine de değinen yapıtında görülebilir.

Afrahat’ın yanısıra, bir deha olan Nizipli Efraim (ö. 373) erken dönem Süryani Hıristiyanlığın en iyi temsilcilerinden sayılır ve Süryani şairlerinin en iyilerinden biri kabul edilir. Emsalsiz bir şekilde, şair ve ilahiyatçı rollerini birleştiren Efraim, muazzam bir şiir koleksiyonu oluşturmuştur. Ondan bize 500’ün üstünde, büyük ruhsal derinliği ve güzelliği olan manzum dini eser kalmıştır. Önde gelen bir şair olmasının yanı sıra, Efraim İncil üzerine nesir tarzında bazı tefsirler ve bazı anlatı şeklinde şiirler de yazmıştır.

Süryani edebiyatının tümü dini nitelikte değildir. Bu dönemin nesir edebiyatı İncil tefsiri, ilahiler (litürji), teoloji, azizlerin hayatı gibi konuların yanısıra, tarih, coğrafya, hukuk, felsefe, tıp, astronomi gibi çok geniş bir yelpazeye yayılan konuları da içerir. Bu dönemde Süryaniceye çoğu Grekçeden, ama birkaçı da Farsçadan olmak üzere birçok çeviri yapılmıştır (örneğin, Hint kökenli ünlü bir masal koleksiyonu olan Kelile ve Dimne’nin ilk nüshası). 4. yüzyıla kadar süren Sami yaratıcılığından sonra, 5. ve 6. yüzyıllarda Grek etkisi kendini göstermeye başlamıştır; nesir türünde hem üslup hem de düşünce modelleri etkilenirken, şiir o kadar etki altında kalmamıştır.

Bir bütün olarak Süryani edebiyatında şiirin yeri daima ön planda olmuştur. Bu çağın şairleri arasında kayda değer olanlardan, Suruçlu Mai Yakub (öğrenci olarak), Narsai (öğretmen olarak) Edessa’daki ünlü “Pers Okulu”yla ilintiliydi. 489’da İmparator Zeno’nun kapattığı bu okul, güvenliği için Pers İmparatorluğu sınırları içindeki Nizip kentine taşındı. Her iki yazar, çoğunluk İncil’le ilgili konularda büyük çapta nazım tarzda vaaz ürettiler. Yakub zaman zaman mistik bir yoğunluk kazanırken, Narsai daha çok didaktik bir şair oldu. Süryani edebiyatının bu altın çağına ait mükemmel şiirleri arasında, diyalog şeklinde yazılmış birçok şiir maalesef anonim kalmıştır. Bunlarda İncil’den alınmış iki karakteri canlandıran kişiler arasında dönüşümlü kıtalar halinde hareketli bir tartışma yürütülür. Bu tarzın kökeni, Mezopotamya edebiyatının başlangıcına kadar uzanır ve günümüzde hâlâ popülerliğini korumaktadır.

Süryanice olarak yazılan ilk İncillerden biriTeolojik edebiyat alanında iki yazar göze çarpacak ölçüde özgündür. Mabbuglu Filoksenus (ö. 523) Suriye Ortodoks geleneği içinde yer alırken, Büyük Babai (ö. 628) Doğu Kilisesi geleneğine mensuptur. Birincisi, zamanının önde gelen teologlarından ve Kadıköy Konseyi’ne muhalif Suriye Ortodoksluğu’nun liderlerindendi (Kadıköy Konseyi’nin anlatım tarzının, enkarnasyon gerçekliğini tam olarak yansıtmadığını düşünüyordu). İkincisi ise, bugünkü Güneydoğu Türkiye’de bulunan Izla Dağı manastırlarının en önemlilerinden birinin başrahibi ve Doğu Kilisesi’nin en derin ve önde gelen teologlarındandı. Filoksenus ve Babai’nin ruhsal yaşam üzerine güzel  tezleri de vardır. Filoksenus, teolojik ve ruhani yazılarında Süryani ve Grek geleneklerini övgüye değer bir şekilde kaynaştırır. Ünlü bir isim olan Suriyeli mutasavvıf Ninovalı İshak’ın (7. yüzyıl) yazıları 9. yüzyılda Filistin’deki Aziz Seba manastırında Grekçeye çevrilmiştir. Onun verdiği ilham, Kıpti Kilisesi’nin günümüzde yeniden canlanmasının temelinde yatar. Tarihsel olarak, yazıları Doğu Kilisesi kökenli olmasına karşın çok yaygın bir kabul görmüş ve tüm geleneklerin manastırlarında okunagelmiştir. Suriyeli mutasavvıfların, ilk dönemlerinde dindarlığa yaptığı etki, hâlâ etraflı bir araştırma isteyen sorulardan biridir.

3) 7. yüzyılda Arap egemenliğinin başlangıcından 13. ve 14. yüzyıllardaki Moğol egemenliğine  kadar süren dönem, Brock tarafından “Süryani edebiyatı açısından bir bilimsel konsolidasyon ve ansiklopedik çalışmalar” olarak nitelendirilen dönemidir. Arap istilaları, Süryani kültürü Elen kültürüne en yakın noktadayken Grekçe konuşan dünyayla yakın temas olanaklarını ortadan kaldırmıştır. Bunun gerek Arap, gerekse Batı uygarlıkları açısından en önemli sonuçlarından biri, Abbasi başkenti Bağdat’ta çalışan, Hunayn ibn İshak (Ö. 873) gibi Süryani kiliselerine mensup bilginler aracılığıyla, Greklerin felsefi, tıbbi ve bilimsel yapıtlarının Arap dünyasına aktarılması olmuştur.

4) Süryani edebiyatı üzerine yazılmış Batılı tarihlerin birçoğu, okuyucuda bu edebiyatın 14. yüzyılda son bulduğu izlenimini bırakır. Kara Veba gibi etkenler, 14. yüzyılda Süryani edebiyatının en düşük noktasına inmesine neden olmuştur. Ancak bu edebiyat tamamen tükenmemiş, nesir ve nazım eserler veren Süryani yazarlarla varlığını kesintisiz olarak sürdürmüştür. Bu dönemin Süryani edebiyatı değişik türde tiyatro oyunları, romanlar ve şiirler içerir. Ancak bu döneme ait yapıtların çok azı yayınlandığı için niteliği hakkında doğru dürüst bir değerlendirme yapılamamaktadır.12. ve 13. yüzyıllar Süryani edebiyatının bir Rönesans’ı olarak betimlenebilir. Bu yeniden doğuş döneminin en ünlü yazarları, Süryani vakayinamelerinin en önemlisinin yazarı olan (kendi dönemine kadar gelişen ruhani, dünyevi ve çağdaş olayların karşılaştırmasını yapan) Patrik Büyük Mihayel ve birçok bilim dalında birden eser veren Süryani Gregor Abu’l Farac veya Bar  Hebraeus’tur (ö. 1286). Gregor zamanının tüm bilim dallarında yazmış, felsefe, tıp, gramer, teoloji, ruhsal yaşam, bilgelik ve akıl, tarih ve benzeri konularda eser vermiştir.

Sonuç

Süryani dil ve edebiyatı, Hıristiyan dünyasının tarihinde önemli bir rol oynamasının yanısıra, bir bütün olarak Ortadoğu’nun kültürel tarihinin de ana unsurlarından biri olagelmiştir. Süryanicenin tarihsel anlam ve önemi, Antik uygarlık (Grek ve Mezopotamya uygarlıkları) ile bugünkü Asya arasında bir kültür köprüsü kurmuş olmasında yatmaktadır.  Hatta Yunan uygarlığının mirasını Araplara ulaşmasını sağlayan dilin Süryanice olduğunu rahatça söyleyebiliriz. Fakat gerek küreselleşme nedeniyle yabancı dillerden giren fazla sayıda sözcük, gerekse konuşan sayısının giderek azalması nedeniyle Süryanice yok olmaya doğru giden dillerden biri gibi görünmektedir.

1 Yorum

YAZI HAKKINDAKİ DÜŞÜNCELERİNİZ

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.