Martin Luther King: Bir Hayalim Var…

Rosa Parks, 1 Aralık 1955 günü işten pek yorgun ayrılmıştı. Vakit geç olmuştu, bitkindi ve ayakkabıları da fena halde sıkıyordu. Otobüse bindi. Uyku bastırmak üzereydi. Birkaç durak sonra otobüs sürücüsü Rosa Parks’tan ayağa kalkıp yerini bir beyaza vermesini istedi. “Hayır” dedi Rosa Parks; “Kalkmıyorum.” Sürücü uyardı: “Kalkmazsan seni tutuklatırım.”

“Tutuklat bakalım” diye karşılık verdi Rosa Parks.

Orta yaşlarını süren Parks, sonraki günlerde şöyle diyecekti: “O an, bir insan ve bir yurttaş olarak, hangi haklara sahip olduğumu öğrenmek istedim… Ayrıca ayakkabılarım da çok sıkıyordu.”

Sürücünün Rosa’yı tutuklatması zor olmadı. Çünkü Amerika’nın birçok güney eyaletinde olduğu gibi, Alabama’da da geçerli kurallara göre, siyahların otobüsün arka koltuklarında oturması ve araç dolduğu zaman yerlerini beyazlara terk etmeleri zorunluydu. Jim Crow yasaları olarak biliniyordu bu kural. Jim Crow, beyazların siyahları aşağılamak ve hakaret etmek için kullandıkları bir lakaptı. 1858’li yıllarda ünlü olan bir şarkıdaki siyah adamın adıydı. Zeka özürlü, sürekli hakarete ve aşağılanmaya maruz kalan siyah bir insanı temsil ediyordu Jim Crow. İşte Rosa Parks bu yönetmeliği çiğnemişti.

Rosa Parks’ın o an tutan inadı, Amerika’daki yurttaş hakları hareketinin yükselişi ve toplumsal değişim sürecinin başlaması açısından çok kritik bir dönüm noktası olacaktı. Ve yurttaş hakları hareketinin efsanevi lideri de Rosa’nın bu protestosundan doğacaktı.

Olay yeri Montgomery kentiydi. Parks’ın tutuklanması, kentin siyahları arasında daha o gece duyulmuş ve artık sabırlar iyice taşmıştı. Karar verilmişti; otobüs işletmesi boykot edilecekti.

Siyah sendika liderlerinden E. D. Nixon, zaten kitlesel bir protesto eylemi düzenlemek için uygun zaman ve zemin kolluyordu. Çevresi tarafından sevilen bir cemaat önderi olan Parks’ın tutuklanması, protestoların patlaması için beklenen kıvılcımdı işte…

26 Yaşında Deneyimsiz Bir Lider

Nixon önce bölgedeki bütün rahipleri, Alabama Üniversitesi’nden öğrenci ve gönüllüleri telefonla arayarak desteklerini aldı; sonra da bütün gece çalışıp, Parks’ın tutuklanmasını kınayan ve boykota destek isteyen 35 bin el ilanı hazırlattı.

5 Aralık boykotun ilk günüydü ve büyük başarı elde edilmişti. Kilise, dernek ve sendika temsilcileri durumu gözden geçirmek için bir araya geldiler. Ateşli tartışmalardan sonra boykotu sürdürmeye ve kitlesel protestoları koordine etmek üzere, Montgomery Kalkınma Derneği’ni kurmaya karar verdiler.

Ancak birinin bu derneğe başkanlık ermesi gerekiyordu. Bu kişi, Dexter Avenue Baptist Kilisesi’nin genç rahibi Martin Luther King Jr. olacaktı. King Jr. henüz 26 yaşındaydı ve bir hareket önderliği tecrübesi yoktu.

Bir kölenin torunu ve bir rahibin oğlu olarak 15 Ocak 1929’da Atlanta’da dünyaya gelen King son derece zeki ve cesurdu; karizmatik kişiliğiyle de dikkat çekiyordu. 1948 yılında Morehouse Koleji’nden mezun olduktan sonra tıp ya da hukuk alanında kariyer yapmayı düşünmüş ama olmamıştı. Önce Chester/Pensillvanya’da İlahiyat Okulu’na yazıldı, sınıf birincisi olarak mezun olduktan sonra 1951’de Boston’da İlahiyat Fakültesi’ne geçti. Tıpkı babası ve dedesi gibi, yazgısı onu da din adamı olmaya götürmüştü.

Öğrenimi sırasında tanıştığı Hintli lider Mahatma Gandi’nin pasif direniş öğretisinden ilham alarak, kendi pasif direniş felsefesini geliştirmişti. Siyah toplumun, şiddete başvurmadan yasalara itaatsizlik göstermesini savunuyordu. Rosa Parks’ın otobüste yerini beyaza terk etmemesi de bu pasif direniş için mükemmel bir örnek oluşturuyordu.

O gece King, kilisede geniş bir topluluğa hitap etti. Binlerce siyah toplanmıştı, kalabalık, kilisenin dışına kadar taşmıştı. King, siyah yüreklerin en ezik, en buruk duygularını dile getiriyordu; “Sırf siyah olduğumuz için aşağılandık, hor görüldük, ezildik” diyordu.

King, ılımlı beyazların gönlünü, çelmek için de, siyahların anayasanın öngördüğü şekilde, barışçıl protesto haklarından yararlanmak isteyen yurtsever Amerikalılar olduğunu söylüyordu. Ayrıca siyah kitleye hitap ederken, Hıristiyanlığın ilkelerinden asla taviz vermemeleri gerektiğini de hatırlatıyordu.

Montgomery’deki otobüs boykotu tam bir yıl sürdü. Mongomery’nin 17.000 siyah insanı bu bir yıl boyunca evden işe işten eve yürüyerek gittiler. Bu sürede tacize ve baskıya maruz kalsalar da hiçbiri  protesto eyleminden ödün vermedi. Sonunda otobüs şirketi, yaşanan gelir kaybı ve Yüksek Mahkeme’nin otobüs işletmesi yönetmeliğinin anayasaya aykırı olduğuna karar vermesiyle geri adım atmak zorunda kaldı. Birkaç hafta sonra, 21 Aralık 1956 günü, King ve beyaz rahip Glen Smiley, belediye otobüsünün ön koltuğunda yan yana oturuyorlardı…

Ama siyahların bu bir yıllık boykot sonunda elde ettiği tek kazanım, kentte sefer yapan topu topu 64 otobüsün ön sıralarında oturmak değildi.

King Hapiste…

Montgomery’deki pasif başkaldırı siyahlara, ülkenin dört bir yanında pasif direniş gücünü vermişti. On binlerce siyahın yüreklerindeki kırgınlık yerini umuda bırakmıştı.

Bu başarılı boykot hareketi genç rahip King’i de yurttaş haklan hareketinin ulusal önderliğine hazırlamıştı.

Bir söylence gibi dalga dalga Amerika’ya yayılan ‘’Montgomery otobüs boykotu” King’i ülke çapında bir kahraman haline getirmişti… 1957 yılında bir grup siyah lideri toplayarak King, bugün Güney Hıristiyan Liderliği Konferansı (SCLC; Southern Christian Leadership Conference) adıyla bilinen oluşumun temellerini attı.

King, örgütün başkanı seçilmişti ve baskı gören, ezilen diğer cemaatlerin protesto örgütlemesine yardımcı olmaya başladı. 1958 yılında, Montgomery otobüs boykotunda yaşananları ve pasif direniş hakkındaki düşüncelerini açıklayan ilk kitabı   “Stride Toward Freedom – Özgürlüğe Doğru Uzun Adımlar” piyasaya çıktığında  siyah toplum üzerinde büyük etkiler bıraktı.

Kuzey Carolina’da bir grup siyah öğrenci, King’in kitabından oldukça etkilenmiş ve tıpkı onun gibi pasif bir direniş örgütlemişlerdi.  Her gün, siyahlara servis yapmama gibi bir ilkesi olan Woolworth mağazasının restoranına gidiyor ve saatlerce oturuyorlardı. İlk başlarda fiziksel saldırılara maruz kalsalar da, King’in öğretisi gereğince bu saldırılara hiçbir karşılık vermediler. Zaten kısa bir süre sonra da, kendilerine dalga dalga katılan diğer siyahlar sayesinde artık restoranın bütün koltuklarında yalnızca siyahlar oturuyor olacaktı.

Üç yıl sonra Birmingham’daki gösterilerde, King’in “pasif direniş felsefesi” ciddi bir sınavdan geçecekti. İstihdam politikasında ve dükkanlarda uygulanan ırk ayrımcılığını protesto amacıyla düzenlenen gösteride, polisin şiddete başvurması King’in barışçı taktiklerini boşa çıkardı.

Siyahların talepleri yüzünden şiddet olaylarının patlak vermesi eleştirilere yol açtı. 1960’ta Alabama’da King ilk kez tutuklandı, ancak hapse düşmek onu susturmadı. Eleştirileri cevaplamak için, Birmingham Cezaevi’nden Mektup adı altında bir bildiri kaleme aldı. Demokrat Başkan Adayı John F. Kennedy’in araya girmesiyle hapisten kurtulduğunda artık tüm ABD çapında tanınan biri olmuştu.

King her fırsatta siyahların seçim sistemine dahil olmasını, oylarına sahip çıkarak siyasal güç elde edebileceklerini dile getiriyordu. Fakat bu isteği ne yazık ki öylesine kolay gerçekleşebilecek bir istek değildi. Zira Ku Klux Klan gibi ırkçı örgütler, 20. yüzyıl Amerika’sında büyük güç sahibi olmayı sürdürüyordular. 1960 yılında Missisippi nüfusunun %42’sini siyahlar oluşturmasına karşın, seçmenlerin yalnızca %2’si siyah kökenliydi.  Çünkü linç, siyah insanları sindirmek için hâlâ  kullanılan bir yöntemdi. Siyah insanları oy kullanabilmeleri için kayıt olmaya davet edenler acımasızca öldürülüyordu. Yalnızca onlar mı? Beyaz bir kadının arkasından ıslık çaldığı gerekçesiyle Emmett Till adında henüz 14 yaşındaki siyah bir çocuk bile herkesin gözleri önünde linç edilmişti.

Bir Hayalim Var…

Martin Luther King22 Haziran 1963’te King, Güney Hıristiyan Liderliği Konferansı’nın (SCLC) diğer siyah liderleriyle birlikte, ABD’nin Adalet Bakanı Bob Kennedy ile görüşüyordu. Talepleri, güneydeki siyahların sıkıntılarını dile getirmek ve çalışanların haklarının çiğnenmesini eleştirmekti. Fakat Washington’un baskıcı tutumu yüzünden gösteride daha yumuşak bir üslup kullanmak zorunda kalacaklardı. Bu yüzden, ABD siyah hareketinin diğer önde gelen isimlerinden Malcolm X bu tutumu eleştirecek ve gösteriyi  “Washington’daki Saçmalık” olarak adlandıracaktı.

28 Ağustos günü ise King, Washington’daki dev mitinge baş konuşmacı olarak katılıyor ve hitabet tarihinin belki de en tutkulu, en unutulmaz konuşmasını yapıyordu: Bir hayalim var diyordu King. Washington tarihinde o ana kadar bu kadar büyük katılımlı bir gösteri daha önce hiç düzenlenmemişti. Sayıları 250.000’i aşan bir kalabalık, King’in Lincoln Memorial Anıtı önünde ABD tarihinin en başarılı konuşmalarından biri olarak gösterilen konuşmasını dinliyordu.

Her cümlesi bu deyişle başlayan ünlü konuşmasında King, insanoğlunun siyah ya da beyaz olsun, eşit yaratıldığını, eski kölelerin çocuklarıyla köle sahiplerinin çocuklarının barış ve kardeşlik içinde yaşayacağı günlerin düşünü kurduğunu anlatıyordu.

Bir hayalim var. Gün gelecek, eski kölelerin evlatlarıyla eski köle sahiplerinin evlatları, Georgia’nın kızıl tepelerinde kardeşlik sofrasına birlikte oturacaklar.

Bir hayalim var. Günün birinde adaletsizliğin ve baskının sıcaklığında susuzluktan ölen Missisippi eyaletinin bile bir özgürlük ve adalet vahasına dönüşeceğine dair bir hayalim var.

Bir hayalim var. Gün gelecek, dört küçük çocuğum, derilerinin rengine göre değil, yalnızca karakterlerine göre değerlendirildikleri bir ülkede yaşayacaklar.

FBI, King’in Peşinde

Bu konuşmadan sonra King’in yurttaş hakları hareketi liderliği, artık tartışılmaz bir gerçeklik halini almıştı. Time dergisi Martin Luther King’i 1963’te yılın adamı seçecek ve 1964’te de Nobel Barış Ödülü’nü almaya hak kazanacaktı. King Nobel ödülünü en genç yaşta alan insan olarak da tarihe geçecekti.

Nobel’ini almak üzere gittiği Norveç’ten dönüşünde King, siyahların seçme ve seçilme haklarına el atacak, Alabama’nın bir ucundan diğer ucuna yaptığı seferi Chicago’nun varoşlarına kadar vardıracaktı.

King, tüm yaşamını adadığı çalışmaların meyvesini 2 Temmuz 1964’te aldı. ABD Başkanı Lyndon B. Johnson, Yurttaş Hakları Yasası’nı (Civil Rights Act) imzalamış ve yüzyıllardır süren büyük bir utançtan kurtulmuştu.

Martin Luther King salt zenci haklarını değil, ırklar arası kardeşliği savunuyordu ama devlet açısından tehlikeli bir işe soyunmuştu… FBI Başkanı Edgar Hoover, King’i bir saplantı haline getirmişti. Bu kardeşlik edebiyatı, ardından misyonunu yurttaş hareketinin önderliğinden bir adım ileri götürüp Vietnam’da savaş aleyhtarlığına vardırması, Hoover açısından tek bir nedenle açıklanabilirdi: Komünizm etkisi.

Hoover gerçekten de King’in gizli bir komünist olduğuna inanıyordu. Öyle ki, 1962 yılından, öldürüldüğü 1968 yılına kadar FBI, King’i adım adım izledi.

Güney eyaletlerinde siyahları başarıyla örgütlemesine karşın, kuzeydeki öfkeli siyahlar, King’in öğretilerine pek aldırış etmiyordu. Kuzey gençlerinin şiddete eğilim göstermesi King’i yeni bir misyona sürükledi: Vietnam Savaşı’na karşı çıkmak…

Vietnam ve Yoksulluk

King barış ve yurttaş haklarına eşit oranda destek sağlayacak yeni bir koalisyon oluşturmaya çalışıyordu. Ancak bu girişimi hemen çatlaklara yol açtı. Siyah örgütleri King’in çok ciddi bir taktik hatası yaptığını, yurttaş hareketinin sınırlı kaynaklarını umutsuz çabalar için çarçur ettiğini ileri sürüyordu.

Ancak King’in zamanlaması mükemmeldi. Öğrenciler, akademisyen ve aydınlar, din adamları ve reformcular hemen bu harekete katıldılar. Hemen ardından King başka bir ulusal meseleye yöneldi; yoksulluk.

Ona göre bu sorun doğrudan Vietnam mücadelesiyle ilintiliydi. King tüm bunları dile getirirken Amerikan hükümetini Vietnam Savaşı nedeniyle eleştirmekle durmuyor, Kuzey Vietnam’ın gerçekleştirdiği toprak reformunu övüyor ve ABD hükümetini çoğunluğunu çocukların oluşturduğu bir milyon Vietnamlıyı öldürmekle suçluyordu.

King’in talebi şuydu; bütün ailelerin asgari geçim standardına kavuşturulması. Bu yapılmadığı takdirde ülke çapında bir boykot kampanyası düzenleyeceğini ve bütün kentlerde pasif direnişçi kurtarılmış bölgeler oluşturacağım söylüyordu. Bu çerçevede Washington’da dev bir miting düzenlenmesini planlıyordu. Bu miting sayısal katılım açısından öyle muhteşem olacaktı ki, Kongre tabandan gelen bu baskıyı iliklerine kadar hissedecekti.

Ama son anda planlarını değiştirdi. Memphis’teki çöpçü grevine destek vermek amacıyla dev miting, bu kentteki eylemle birleştirilecekti. King bütün ulusun dikkatini, Memphis’teki yoksul örgütsüz işçilerin verdiği mücadeleye çekmek istiyordu. Çöpçülerin tek isteği vardı; sendikal haklara kavuşmak ve uzun zamandır gerçekleşmeyen ücret artışını elde etmek.

Ancak King, yoksulluk mücadelesinden başarıyla çıkamayacaktı. 4 Nisan 1968 günü, ölüm onun yolunu kesecekti. Memphis’te bir siyaha ait Lorraine Moteli’nin balkonunda, Jesse Jackson ve Ralp Abernathy ile sohbet ederken, ensesine isabet eden tek kurşunla öldürülecekti.

King’in ölümüyle birlikte siyahlar ayaklanacak ve ülke çapında kitlesel şiddet eylemleri meydana gelecekti. King’i tüfekle vuran kişi, ırkçı bir beyaz olan James Earl Ray’di. Katil derhal yakalandı ve ömür boyu hapis cezasına çarptırıldı.

Ancak King’in ailesi Ray’in gerçek katil olduğuna asla inanmadı. King öldürülmüştü, çünkü artık Washington mitinginde “Bir hayalim var” diyerek siyah-beyaz eşitliğini savunan King ile 1968 yılının King’i aynı kişiler değildi. Bütün ırkları aynı yolda örgütlemeye çalışan, Vietnam Savaşı’na karşı çıkan ve ekonomi politikalarım eleştirip köklü bir reform talep eden King, rejim açısından tehlikeli bir şahsiyet haline gelmişti.

Oğlu Martin Luther King III’ün görüşüne göre King, devletin derin güçlerini korkutmaya başlamıştı ve belki de dönemin Başkanı Lyndon Johnson’un bilgisi, dahilinde ortadan kaldırılmıştı.

Bugün Martin Luther King’in anısı ve verdiği mücadele halen canlı tutuluyor. Dul eşi Coretta Scott King,  1969 yılında şiddetsiz sosyal değişimin sağlanması için, Martin Luther King Jr. Merkezi’ni kurdu. King’in doğum günü olan 15 Ocak, eğitim programlan, kültür ve sanat etkinlikleriyle ulusal bayram olarak kutlanıyor. King’in öldürüldüğü Lorraine Moteli ise Ulusal Yurttaş Hakları Müzesi olarak hizmet veriyor…

Yararlanılan Kaynaklar

  • Ayşe Özek Karasu,  Popüler Tarih, sayı 34
  • Yüzyılın 100 Politikacısı, çeviren: Aysu Erinç

YAZI HAKKINDAKİ DÜŞÜNCELERİNİZ

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.