Bilinmeyen Yönleriyle Elvis Presley

Evis Presley adı anıldığında akla hemen, her yıl anma programlarında görmeye alıştığımız içi boş imaj gelir. Hani şu, yakışıklılığıyla kızları delirten; kıpır kıpır müziğiyle, gençleri coşturan, geleneksel değerlere isyan ettiren boş pop imaj… Bu imajın ardında yatan ve pek de bilinmeyen gerçek ise, Elvis Presley’in hayatının çok daha karmaşık ve ayrıntılarla dolu olduğudur.

Elvis Presley, yaşamı boyunca ve özellikle de 1950’lerde, yalnızca gençlerin, ailelerinin sözünü dinlememeye başlamasına neden olduğu için, FBI tarafından takibe uğramamıştı herhalde… Onun egemen kapitalist çevrelerle olan derdinin kökenleri daha derinlerde, memleketi Mississippi’nin karanlıklarında gizliydi.

8 Ocak 1935’de geleneksel Amerikan ırkçılığının merkezi olan Mississippi’nin Tupelo kasabasında doğmuştu Elvis Presley. İkizi ölen çocuğun, ölen kardeşinin de gücünü aldığına inanan annesi, o doğduğunda onun çok güçlü olduğunu biliyordu, çünkü doğumdan yalnızca 6 saat sonra Elvis’in ikizi Jessie Garon ölmüştü. Mississippi’de, siyahlarla beyazların müzik kültürleri de tuvaletleri gibi birbirinden ayrıydı; hiçbir beyaz, siyahların müziğini dinlemez, hiçbir siyah da beyazların ezgilerine ilgi göstermezdi. Bu ırk ayrımı öyle keskindi ki, lokantalar, barlar, radyolar ve hatta plak şirketleri bile renklere bölünmüştü.

İlk solistlik deneyimlerini mahalledeki kilisede gerçekleşir. 10 yaşına geldiğinde Mississippi Alabama’da bir radyo istasyonunun düzenlediği genç yetenekler yarışmasına katılır. Rakiplerine göre öyle ufaktır ki, boyu mikrofona yetişmediği için şarkısını bir iskemlenin üzerine çıkıp söyler. Herkesi kendine hayran bırakan bu ufaklık yarışmada seslendirdiği “Old Shep” adlı parçayla ikinci olur ve beş dolar para ödülü kazanır. Bu onun ilk profesyonel işidir.

Elvis’in bir daha elinden düşüremeyeceği gitarla tanışmasına da ailesinin son derece yoksul olması neden olmuştu. Ailesi o kadar fakirdi ki, babası yalnızca 8 dolarlık bir borcu ödeyemediği için hapis yatmıştı. 11 yaşına geldiğinde Elvis, ailesinden kendisine bir bisiklet almasını istedi. Ne var ki yeterli paraları olmayan ailesi oğullarının istedikleri bisikleti alamamış, ceplerindeki son 13 dolarla daha ucuz olduğu için ancak gitar alabilmişlerdi. Böylece farkında olmadan Elvis Presley’e yıldızlığa giden yolun kapılarını açmışlardı.

1948 yılında Memphis’e taşındıklarında, Elvis halen daha bu yoksulluğun yüklerini omuzlarında taşımaktadır. Ailesine destek olabilmek için Crown Elektrik firmasında kamyon şöförlüğü yapmaya başlar. Bugün imajıyla bütünleşen o meşhur favorileri, diğer kamyonculardan görüp özenerek uzattığı o günlerden kalmadır. Sıkı bir Roy Orbison hayranı olan Elvis Presley aslında sarışındı ama bu hayranlığın sonucu olarak ömrü boyunca hayranı olduğu adama benzemek için saçlarını hep siyaha boyattı.

Elvis’in çocukluk yıllarına tanıklık eden Memphis ise ‘blues’ müziğinin başkentiydi. Bu müzik o kadar etkiliydi ki, bir cumartesi akşamı Beale Caddesi’ne giren bir beyazın, bir süre sonra beyaz kalmayı hiç istemeyeceği, buralarda sıkça söylenen bir sözdü. Bu caddenin kaldırımlarında sık görülen beyazlardan biri de Elvis’ti. Caddenin eskileri, Elvis’in siyahların kulüplerinde arada bir sahne alıp birkaç parça söylediğini, etrafına büyük bir kalabalık topladığını; Elvis’ten başka bir beyaz müzisyenin, bunu hiçbir zaman yapamadığını anlatır.

Zenci Gibi Söyleyen Elvis Presley

Memphis’in tek plak şirketi olan “Memphis Recording Service” (daha sonra, Sun Records) yöneticileri beyaz olsa da yalnızca siyah şarkıcılara kayıt yapıyordu. Stüdyo sahiplerinden Sam Philips, bunu değiştirebilmek için “beyaz gibi hisseden ama zenci gibi söyleyen” bir beyaz sanatçı aramaya başlamıştı. Philips farkında değildi; ama aradığı adam, arada bir uğrayıp deneme kayıtları dolduran Elvis Presley adında bir gençti.

Bir gün Sam Philips, daha önce şarkılarını kaydettikleri ama ismini ve telefon numarasını not etmeyi unuttukları bir siyah şarkıcıya ulaşamayınca, şarkıyı başka birine okutmayı düşünür. Elvis, işte o an akıllarına gelir. Fakat bu ilk deneme kayıtları Philips tarafından beğenilmez. Genç adam yeteneklidir; ancak yine de eksik olan bir şeyler vardır…

Elvis’in yeterince pişmediğine kanaat getiren ve bir süre profesyonel müzisyenlerle çalışırsa yetişeceğini düşünen Philips; gitarist Scotty Moore ve kontrbasçı Bili Black’ten Elvis’le bir süre çalışmalarını rica eder. Üç müzisyen aylarca çalışıp pek çok şarkı denerler; ama sonuçta, kayda değer bir şey yapamazlar. Sam Philips, Elvis’i bir türlü kafasındaki kalıba oturtamaz; çünkü Elvis onun kafasındaki kalıp için oldukça büyüktür…

Philips’in pes ettiği, tüm ümitlerin tükendiği günlerden birinde, Scotty ve Bili ile verimsiz bir çalışmanın ardından dinlenirken; Elvis, birden gitarını eline alır ve kendi yorumuyla, ünlü Country yıldızı Arthur “Big Boy” Crudup’un ünlü parçası “That’s All Right”ı çalmaya başlar. Bu, tuhaf bir yorumdur; beyaz bir Country parçasını, siyahların “rhythm blues” ritmiyle çalmaktadır Elvis…

Çok geçmeden, Scotty Moore ve Bili Black de ona eşlik etmeye başlar. Duyduğu seslere inanamayan Sam Philips, hemen stüdyoya koşar ve Moore’a, “Hey, siz ne yaptığınızı sanıyorsunuz?” diye seslenir. Moore, “Ben de henüz bilmiyorum, şimdilik sadece Elvis’e uyuyoruz” der.

Philips’in cevabı nettir: “Ne yaptığınızı anlamadım ama bu harika bir şey! Şunu baştan alın da kaydedelim!”

Philips, Elvis’i bilinen kalıplara sokamayacağını artık anlamıştır…

Böylece serbest kalan Elvis Presley, önce müzikal, sonra da toplumsal kalıpları birer birer kırar.

Her şeyi başlatan o şarkı olmuştur: “That’s All Right.” Asıl kıyamet, şarkının radyolardan, özellikle de beyazlara ait radyo istasyonlarından yayılmaya başlamasıyla kopar. Gençler, daha önce duyulmamış bu tarzın ve sesin büyüsüne hızla kapılırken, ırkçılar ve Kilise ayağa kalkar. İlk defa bir beyaz, siyahların tarzında şarkı söylemektedir.

Önceleri gelip geçici ve bölgesel bir akım olarak değerlendirilen bu tarzın etkileri zamanla eyalet dışına taşmaya başlar.

Alan Freed isimli bir diskjokey, bu müzik tarzını programlarında tanıtır. Freed ayrıca, müzikteki ırk aynımın kaldırır ve o zamana kadar “rhythm blues” ve “rockabilly” diye bilinen tarzları aynı isim altında toplar. Bu isim, siyah argosunda cinsel ilişki anlamına gelen “Rock’n Roll”dur…

Bu tanımın bir müzik türünün ismi olarak kullanılmaya başlanması, muhafazakarları ve Kilise’yi iyice çileden çıkarır. Öyle ki, papazların şeytanın müziği’ diye nitelendirdikleri Rock’n Roll, zamanla pazar ayinlerinin tek vaaz konusu haline gelir. Tabii Memphisli fakir çocuk Elvis de bütün bu yergilerden nasibini alır. Artık adı kiliselerde, Hz. İsa ve şeytanınkinden daha fazla geçmektedir!

Kiliselerdeki tartışmalar sürerken, FBI Başkanı Edgar J. Hoover’ın “Bu Rock’n Roll belası, başımıza komünizmden bile büyük bir bela açacak!” şeklindeki açıklamasıyla ülkedeki FBI ajanları işi gücü bırakır; başta Elvis olmak üzere Rock’n Roll şarkıcılarının peşinde koşmaya başlar. İşin komik tarafı, bu yeni müziğin komünizmle ilgisi yoktur. Üstelik sonraki yıllarda, bu müzik ve özellikle de Elvis Presley, komünist ülkelerde yasaklanacaktır…

Krallığa Giden Yol

Rock'n Roll'un kralı Elvis Presley1955’te, Amerika’nın en büyük plak şirketlerinden biri olan RCA ile bir kontrat imzalayan ve böylece Sun Records’taki kariyerini sona erdiren Elvis’in RCA için yaptığı ilk kayıt, 10 Ocak 1956’da gerçekleştirildi.

Bu kayıt, Elvis’in ABD listelerindeki ilk liste başı şarkısı “Heartbreak Hotel”di ve yedi hafta liste başı kalan bu hiti diğerleri izledi. Elvis’in tırmanışı, kısa sürede pilinin biteceğine inananları sürekli düş kırıklığına uğratıyordu.

1956’da katıldığı “Stage Show” programıyla, Amerika çapında bir televizyon başarısı elde eden Elvis, daha sonra çıktığı Milton Berle Show’da, “Hound Dog” şarkısını söylerken yaptığı hareketli dansla muhafazakarları iyiden iyiye kızdırdı.

Tepkiler öylesine büyüktü ki, artık televizyonda Elvis’in sadece belden yukarısını görmek mümkün oluyordu. Ayrıca bazı konserleri polis gözetiminde tutuluyor; hatta ahlaka aykırı dans etme olasılığına karşı, polis kamerası tarafından kaydediliyordu.

Ününün giderek artmaya başladığı bu yıllar, aynı zamanda Elvis’de paranoya belirtilerinin başladığı yıllar olacaktır. Sürekli, kendisini hayranlıkla izleyen, ona adeta tapan kalabalıkların onu öldürmeyi tasarladıklarını düşünüyor, bu nedenle hem konserlerinde hem de dışarıda silah taşıyordu.

Kendisini koruyan devasa koruma ordusuna karşın onların yetersiz kalabileceği düşüncesiyle kendini savunmak için Mike Stone adında genç bir karate hocasından dersler almaya başladı.

Oysa bilmediği, hayatının aşkı olan eşi Priscilla’nın bir süre sonra bu genç ve yakışıklı karate hocasına aşık olacağı ve onun için kendisini terk edeceğiydi…

Elvis’in FBI tarafından tutulan dosyası üzerindeki gizlilik, 1998 yılında kaldırıldı; dosyanın içeriği internet üzerinden yayımlandı. Film afişlerinden gazete kupürlerine kadar, binlerce gerekli-gereksiz dokümanın bulunduğu dosyada, Elvis Presley hakkında bilinmeyenler bir yana, dişe dokunur hiçbir bilgi bulunmuyordu.

Dosyanın tamamı, Elvis Presley’i adım adım izleyen FBI ajanlarının “havaalanına gitti, alışveriş yaptı, konser verdi” gibi, herkesin bildiği faaliyetlerinin resmi raporlarıyla doluydu. FBI bu dosyanın, Elvis gibi tanınmış bir yıldızı korumak amacıyla tutulduğu şeklinde komik bir açıklama yaptı.

Koruma amaçlı benzeri bir dosya, ünlü insan hakları savunucusu Martin Luther King için de tutulmuştu. Onun dosyası da ipe sapa, gelmez binlerce raporla doluydu.

FBI tarafından sürekli izlenmesine karşın Elvis Presley’in FBI ajanı olmak ve kuruma ait  bir kimlik taşımak için dönemin ABD Başkanı Richard Nixon’a yazdığı 5 sayfalık mektup çoğuna ilginç gelebilir. Ölümünden yıllar sonra ortaya çıkacak olan mektupta Presley, ABD’yi hippilerden, komünistlerden ve dönemin efsane İngiliz grubu Beatles’dan korumak (!) için FBI ajanı olmak istediğini yazmaktadır Başkan Nixon’a…

Elvis’in İnsani Yönü

Elvis PresleyElvis’i gerçek kral yapan, müzikal kariyerinden çok, pek bilinmeyen insani yönüdür. Elvis, hayatı boyunca kazandığı 4 milyar doların (1954’ten bugüne, ABD’deki enflasyon göz önüne alındığında, bugün için neredeyse 40 milyar dolar) yarısını hayır işlerine harcamıştır.

Hediye aldıklarında veya bir problemleri halledildiğinde, insanların yüzlerinde oluşan mutluluk ifadesini görmeye bayılıyorum” diyen Elvis; müzik dünyasında kendi hayır kurumunu kurup işleten tek sanatçıdır.

İnanılmaz bir servetin sahibi olsa da fakir olmanın ne demek olduğunu hiç unutmamış insanlardan biridir o. Yaşamı boyunca hastanelere bağış yapmaya özen gösteren Elvis; Amerikan Kanser Birliği’ne ismini kullanma hakkı vermiş, kanserde erken teşhisin önemine dikkat çeken kampanyalara aktif olarak katılmış, kan verirken veya aşı olurken fotoğraflar çektirerek, çeşitli sağlık kampanyalarına destek vermişti.

1968’de Rolls Royce’larından birini zihinsel engelli çocuklar yararına, açık artırmayla satılmak üzere bağışlayan Elvis; 1964’te, Franklin Roosevelt’in başkanlık yatı Potomac’ı satın alarak restore ettirmiş ve St. Jude Çocuk Araştırma Hastanesi’ne bağışlamıştı. Bu yat yıllarca, ölümcül hastalığı olan çocukların son günlerini en iyi şekilde geçirmelerini sağlamak amacıyla düzenlenen gezilerde kullanıldı.

Elvis’in, zor durumdaki insanlara (özellikle sağlık sorunları olanlara) hemen bir çek gönderdiği, ayrıca birçok insanın ödeyemediği borçlarını ödediği ya da ipoteklerini kaldırdığı da biliniyor. Ama Elvis Presley işlerinin çoğunu gizli yaptığı için yine de Elvis’in hayır işlerine ne kadar para harcadığı tam olarak bilinemiyor.

Ölümünden Sonra

Elvis Presley daha 42 yaşında iken uyuşturucu kullanımına bağlı kalp yetmezliği sonucu 16 Ağustos 1977’de Memphis, Tennessee’deki malikanesinin banyosunda öldü. Genetik olarak obeziteye yatkındı, tansiyonu vardı, uzun yıllardır migrenden kaynaklanan geçmek bilmeyen baş ağrıları ile boğuşuyordu. Ama yine de sağlığına gerekli önemi vermiyordu. Balık ürünleri dışında boğazına oldukça düşkün olan Presley öldüğünde tam 114 kilo idi.

Aslında Elvis’in uyuşturucuya başlamasının nedeni annesine beslediği büyük sevgiydi. Onun genç yaşta ölmesinden sonra depresyona girmiş, zinde kalabilmek için amfetamin kullanmaya, konserlerden sonra uyuyabilmek için de başka ilaçlar kullanmaya başlamıştı. Doktorları tarafından yazılan sakinleştirici ilaçların onu önce yasal uyuşturucu, sonra da gerçek uyuşturucu bağımlısı haline getireceğinin farkında bile değildi! Düzenli olarak uyuşturucuya alışık olmayan insanları öldürebilecek dozda uyuşturucu kullanmaya başlamıştı. Ölmeden önce de içinde Quaaludes, Seconal, Demerol ve Valium’un da bulunduğu birçok farklı uyuşturucudan oluşan garip bir karışım hazırlamıştı.

Günümüzde Elvis Presley Charitible Foundation (Elvis Presley Hayır Kurumu), sanki Elvis yaşıyormuş gibi işletiliyor ve gelirin yarısına yakını, bu hayır kurumu aracılığıyla dağıtılıyor.

Elvis’in bugün de işleyen en önemli hayır etkinliği “Presley Place” adını taşıyor. Bu projeyle fakir ailelere bir yıl süre ile durumlarını düzeltebilmek için ücretsiz daire tahsis ediliyor, ebeveynlere ücretsiz meslek kursları düzenleniyor ve düzenli bir iş bulmalarına yardımcı olunuyor. Bu süre içerisinde çocukların tüm eğitim, sağlık ve beslenme masrafları karşılanıyor.

Proje ayrıca eşlere ücretsiz evlilik danışmanlığı hizmeti verilmesini sağlıyor. Böylece çiftler arasındaki anlaşmazlıkların çözümlenmesine ve çocuklara daha sağlıklı bir ortamda büyüme şansı tanınmasına çalışılıyor.

Ayrıca “Elvis Presley Endowed Scholarship” adlı bursla, Memphis Üniversitesi İletişim ve Güzel Sanatlar fakültelerinde öğrenim gören öğrencilere eğitim yardımı sağlanıyor…

Elvis’in insani yönü, genlerin kuşaklara aktarıldığının bir kanıtı gibi kızına da geçti. Elvis ve Priscilla Presley çiftinin tek çocuğu olan Lisa Marie’yi milyonlarca dolarlık serveti olmasına karşın, Mr. Chippy Van isimli bir kamyonun arkasında parası olanlara sandviç sattığını, olmayanlara ise bedava dağıttığını görmeleri Elvis Presley’in insani yönünü bilmeyenler için tuhaf olsa gerek.

Elvis Presley’in yarattığı efsane, müziğe ve toplumsal yaşama yaptığı etkiler, hiç ölmemiş gibi artarak devam ediyor.

YAZI HAKKINDAKİ DÜŞÜNCELERİNİZ

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.