Adriyatik’in Türk Düşmanı Korsanları: Uskoklar

1571 yılında Venedik ve İspanya ile yapılan İnebahtı Savaşı’nın ardından Adriyatik Denizi’nde sular biraz durulmuş, resmi olarak adı konmasa da bir barış dönemi yaşanmaya başlanmıştı. Adriyatik’in doğu sahilleri halen daha Osmanlı’nın egemenliği altındaydı ama bölgedeki deniz yollarının güvenliği varılan mutabakat sonucunda Venedik donanmasına bırakılmıştı.

Osmanlı açısından Adriyatik sularında deniz yolu güvenliğinin sağlanması ticari açıdan yaşamsal önemdeydi. Çünkü XVI. yüzyılın hemen başlarında bu sularda boy göstermeye başlayan ve Uskoklar adı verilen korsanlar, savaşın ardından Osmanlı tüccarları için adeta kabus haline gelmişti.

Uskok sözcüğü Hırvatça Uskočiti, yani sıçramak, öte tarafa atlamak sözcüğünden türetilmiş olarak Uskok, kaçkınlar, karşı tarafa geçenler, sığınmacılar anlamına gelir. Aslında Uskoklar’ın doğması da Osmanlı’nın fetih politikalarının bir sonucudur. Bunlar genel olarak Balkanlardaki Osmanlı fetihleri sırasında bu toprakları terk etmek ya da kaçmak zorunda kalan savaşçı Hristiyan mültecilerdi ve Habsburglar tarafından yerleştirildikleri Hırvatistan-Slovenya bölgesinde Habsburg topraklarını Türklere karşı koruyorlardı. Türklerle daha rahat savaşabilmeleri için kendilerine 1535 yılında ayrıcalıklar tanınmış, vergiden muaf tutulmuş ve kendi yöneticilerini seçme hakkı verilmişti. Karşılığında istenilen tek şey, ömür boyu birer asker olarak Türklere karşı savaşmalarıydı.

Uskoklar da tam olarak kendilerinden beklenileni yaptılar. Osmanlılara karşı hem karada hem de denizde faaliyet gösteren Uskoklar, XVI. yüzyıl boyunca denizde Adriyatik’te ve karada Seng bölgesinde Habsburg İmparatorluğu’nun hizmetinde Türklere karşı baskınlar yaparak Hristiyanların koruyuculuğu rolüne soyunmuş bir korsanlar topluluğu olup çıktı. Ama hedefleri yalnızca Osmanlı gemileri de değildi. Örneğin Türklerin koruması altındaki Raguza Cumhurunun ticaret gemileri de ya da arada bir Venedik gemileri de bu saldırılardan payına düşeni almaktaydı.

Uskoklar’ın Senj’e Nakledilmeleri Dönüm Noktasıydı

Uskoklar’ın tarihinde en önemli yıllardan biri olarak 1537 yılı kabul edilebilir. Çünkü Osmanlı Devleti’nin bu tarihte Kilis’i fethetmesi üzerine buradan kaçan halk, Habsburglar tarafından daha güvenli olan Hırvatistan’ın Senj bölgesine yerleştirilmiş ve burada korsanlık faaliyetlerine başlamışlardı. Senj bölgesi korsanlık için son derece uygun doğal koşullara sahipti. Ulaşılması son derece güç, topçu ateşine uygun olmayan dağlık bir mıntıkaydı. Büyük gemilerin demir atmasına elveren uygun olmayan koyları, su yüzeyinin üzerine kadar çıkan kayalıklarla (resif) kaplı olması nedeniyle denizden ulaşılması da son derece zordu.

Uskoklar işte bu bölgede Brazzere adı verilen küçükleri 6-8, daha büyükleri 12-16 kürekli ve kürek sayısının 3-4 misli tayfalarıyla kadırgalardan çok daha hızlı hareket eden tekneleriyle bir gecede 100 deniz mili yol alıyorlar ve gördükleri her yerde Osmanlı ticaret gemilerine saldırıyorlardı. Son derece hızlı,  manevra kabiliyeti yüksek ve küçük oldukları için kayalıklarının arkasına bile saklanabildiklerinden ele geçirilmeleri oldukça zordu. Bu özellikleri ile Uskoklar, Karadeniz’e çıkan ve süratli tekneleri şaykalarla İstanbul Boğazı’na kadar gelip zarar veren Kazaklara benzemektedir.

Osmanlı arşiv belgelerinde Uskoklar için “harbi kâfir, hırsız ve eşkıya” tabirleri kullanılırken üsleri olan Seng için de “harbi kal‘a” veya “darülharb kal’ası” ifadeleri kullanılıyordu. Piri Reis’in Kitâb-ı Bahriye’sinde ise, Seng kalesi “Sanya Kal’ası” olarak geçmektedir.

Uskoklar’ın Adriyatik sahillerinde saldırdıkları Osmanlı limanlarını üç ana bölgede toplamak ve bu merkezleri esas alarak incelemek konunun takibi bakımından daha isabetli olacaktır. Bunlar kuzeyden güneye doğru Kilis bölgesi, Gabele ve Nova civarıdır. Uskoklar’la ilgili ayrıntılı bir araştırma yapan Bracewell, kıyıların ve deniz ticaret yollarının Uskoklar için çok kârlı bir hedef olduğunu ve yaklaşık 1520’lerden itibaren Adriyatik’teki Osmanlı ticaretini hedef alan saldırılar düzenlediklerini belirtmektedir.

Adriyatik’in kıyı bölgesinde olan ve Venedik’e tabi bulunan Zadra, Şibenik, Spilıt ve Trogir’in hinterlandındaki pek çok Osmanlı köyü de bu durumdan etkilenmekteydi. Hatta 1591’de bu saldırılar sonunda Osmanlı reayası topraklarını terk etmek zorunda kalmıştı. Ayrıca Uskoklar’ın deniz kenarına yakın yerlerdeki üstünlükleri nedeniyle buralarda yaşayan ve sayısı 10.000 haneye ulaşan Osmanlı reayası Uskoklar’a haraç vermek durumunda idiler. Osmanlı idaresindeki köyler, yağmalanmaktan kurtulmak için 1576’dan beri bu vergiyi ödemek durumunda kalmışlardı. Bu haraçların toplanması hiçbir resmi yetkisi olmayan Uskok voyvodaları ile köyler arasındaki mutabakat sonucu gerçekleşmekteydi. Yine 1588’de Uskoklar’ın Neretva nehrinin ağzından Zadar sınırlarına kadar olan bölgede her haneden bir Venedik altını haraç aldıkları tespit edilmektedir.

Uskok Baskısı Altında Osmanlı Limanları

Venedik devleti de Uskoklar’a karşı Osmanlı tüccarını himaye ettiği halde, daha sonraları ve özellikle Osmanlı devleti ile arasının açık olduğu zamanlarda bu tavrını değiştiriyor ve Uskoklar’a yardımcı oluyordu. Bu yüzden Uskoklar’ın Osmanlı tüccarına ve topraklarına yaptıktan saldırılar şikayet konusu oluyordu. Çünkü Seng kalesinden çıkan Uskoklar, Venedik’e ait Zadar, Şibenik ve Spilit’e uğrayıp Dalmaçya kıyılarını takip ederek güneye doğru iniyorlardı. Önemli bir ticaret iskelesine sahip olan ve deniz ticaret trafiği itibariyle dikkat çeken Osmanlı idaresindeki Makarska limanının karşısındaki Venedik’in Braç (Brast) adasına yerleşiyorlardı. Sonra da denizlerde rastladıkları tüccar gemilerine saldırarak mallarına el koyuyor, kendilerini esir ediyorlardı. Ayrıca Venedik’e ait adalara uğradıklarında ise ada halkı onların hem sığınmalarına yardımcı oluyor ve hem de yiyecek ihtiyaçlarını karşılıyordu.

Deniz kenarında olan Makarska iskelesi saldırılardan olumsuz etkilendiği için tüccarın gidiş-gelişi azaldığından iskele gelirleri de düşmüş, bu sebeple korunması için iç bölgelerdeki kalelerden nefer gönderilmesi ve gereken mücadeleyi yapmak için kalelerde azap ağalığı makamının yeniden faal hale getirilmesi uygun görülmüştür.

Osmanlı topraklarından Venedik’e giden ve bu esnada Uskoklar’ın saldırılarına uğrayarak mağdur olan Müslüman tüccarın sayısı hiç de az değildir. Gabele bölgesinden Venedik’e gitmek üzere yola çıkan tüccar, genellikle Far (Lesina) Adası’ndaki Venedik gemilerine biner ve bu yolla Venedik’e ulanır ve dönüşte de aynı yolu kullanırlardı. Ne var ki bu yolculuk sırasında Venedik kaptanlarının Uskoklar’a göz yumması veya yardım etmesi sebebiyle Müslüman tüccarın bulunduğu gemiler saldırıya uğruyordu.

Örneğin Ankaralı tüccardan Seyyid Abdi’nin başından geçenler bunun tipik bir örneğidir ve İstanbul- Venedik arasında sürdürülen ticaretin aşamalarını göstermesi bakımından da dikkat çekicidir. Seyyid Abdi, 1586 senesi başlarında Ankara’dan 38 yük (76 denk) sof temin edip İstanbul’a getirmiş, burada mîrî gümrüğünü inlediği gibi, Venedik bay loşuna da her yük için 160 akçe vermiş ve iki adamı ile birlikte malını Venedik’e yollamıştır. Bunlar Gabele iskelesine geldiklerinde orada da gerekli gümrüğü ödemiş ve 5 Şubat 1586’da Venedikli bir sof tüccarının gemisiyle yola çıkarken Uskoklar’ın saldırısına uğramıştır. Gabele’nin üzerinde bulunduğu Neretva nehrinin girişinde güvenliği sağlamak Venediklilerin sorumluluğunda olduğu halde, Venedikli kadırga reisi Uskoklar’la işbirliği yaptığından geminin basılmasına ve yağmalanmasına göz yummuşlar ve olayda tüccarın iki adamından biri öldürülmüş, diğeri esir edilmiştir. El konulan mallar ise, Uskoklar’la Venedikli gemi reisi arasında taksim edilmiştir. Tüccar Seyyid Abdi ısrarla hakkını aramışsa da 24 Ekim 1590 tarihli bir kayıttan anlaşıldığına göre, olayın üzerinden yaklaşık dört yıl geçtiği halde bir sonuç elde edilememiştir.

Saldırıların sürekli artması karşısında Osmanlı Padişahı III. Murad, Venedik Doçu Pasquale Cieogna’ya Kasım 1594’te bir mektup göndererek Uskoklar’ın Venedik’le işbirliği halinde Gabele iskelesini yağmalamaya çalıştıklarını, tüccar gelmediği için Gabele iskele gelirlerinin azaldığına dikkatini çekmiştir. Ayrıca, Osmanlı toprağına bir top menzili mesafede olan ve Neretva Boğazı karşısında bulunan Skurye Adası’nda yaptırılan kalenin derhal yıktırılmasının Osmanlı çıkarları açısından önemini vurgulamıştır.

Buna karşılık Venedik makamları, Osmanlıların kendi sahillerini korumak için bölgeye gemi gönderme ve oraya savunma amaçlı kale yapma eğilimlerine daima karşı çıkmıştı. Venedik’in asıl maksadı, bölgedeki ticaret merkezlerini kendi limanlarına taşımaktı. Çünkü Uskoklar Osmanlı limanlarını yağmaladıkça tüccar güvensiz bulduğu bu limanları terk ediyor, Venedik’e tâbi Spilit, Şibenik, Trogir gibi limanlara uğruyordu.

Uskok Korsanlığının Sonu

Uskoklar’ın Adriyatik Denizi’nde korsanlık yapmaları dışında, karadan da Osmanlı topraklarına durmaksızın akın düzenlemeleri ve Türklere zarar vermeleri başlangıçta oldukça hoş görülmekteydi. Hatta Venedik 1540 yılında Uskoklar’a “Korsanlık Ruhsatı” (Kaperbrief) vermiş ve İnebahtı Savaşı’nda Venedik donanmasıyla birlikte Osmanlılara karşı savaşmışlardı. Ancak Uskoklar’ın İnebahtı Savaşı’nın ardından başlayan barış ortamında Müslüman ya da Hristiyan ayırt etmeksizin Venedik gemilerine de saldırmaya başlaması Venedik’i de artık bu deniz korsanlarına karşı bir önlem almak zorunda bıraktı. 1590’lı yıllarda Venedikliler, Uskoklar’ın merkezleri konumunda olan Senj kalesi başta olmak üzere Triest ve Fiume’deki üslerini abluka altına aldılar ancak bu ablukalar başarısızlıkla sonuçlandı. Çünkü Uskoklar, Türklerle olan savaşı bir kutsal savaş olarak gören Papalık tarafından da desteklenmekteydi ve yaptıkları bazı yanlış işler görmezden gelinebilirdi. Venedikliler Papalığı karşılarına almaktan korktuklarından ve “Türk dostu” damgası yemekten çekindiklerinden daha fazla ileri gidemediler. Üstelik Habsburglar, Uskoklar’ın harekat alanlarını sınırlayacağına dair Venediklilere söz de vermişti.

Fakat her şeyin gibi sabrın da bir sınırı vardı. Habsburgların verdikleri sözleri tutmamasının yanında 1608’de Uskoklar’ın yeniden Venedik gemilerine saldırmaya başlaması, İstirya’daki Pula kasabasına saldırmaları, geniş yağma ve katliam yapmaları üzerine sahillerdeki tüm Hıristiyan yerleşimleri de Müslümanlar kadar kendilerini tehlikede görmeye başlayınca Venedik bu sorunu kökünden çözmeye karar verdi. 1615 Kasım ayında Venedik ve Habsburg-Uskok arasında başlayan savaş Uskok Savaşı tam 3 yıl sürdü. 24 Temmuz 1617 tarihinde yapılan barış anlaşması sonucunda Uskokların bütün gemileri imha edildi. Uskoklar da Senj bölgesinden alınarak sahilden yaklaşık 50 km. içerideki Karlstadt ve Kulpa bölgelerine nakledilerek tarih sahnesinden silindi.

YAZI HAKKINDAKİ DÜŞÜNCELERİNİZ

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.