Anadolu Türklerinin Başkaldırısı: Celali İsyanları

Osmanlı tarihinde “Celâlilik” ve Celali isyanları, 16. yüzyılın sonlarından ertesi yüzyılın ikinci yarısına kadar olmak üzere 60-70 yıl devam eden ayaklanmalara denilmektedir. Adını I. Selim (Yavuz) döneminde Osmanlı’ya başkaldıran Alevi şeyhi Celali’den almakla birlikte, söz konusu iç savaşın genel olarak İran’da Şia’nın resmi ideoloji haline geldiği dönemde Anadolu’da baş gösteren ve birbirini izleyen Alevi ayaklanmalarıyla ideolojik ve toplumsal herhangi bir yakınlığı olduğu söylenemez.

Bu ayaklanmaların ilkini Karayazıcı lakabıyla tanınan Abdülhalim çıkarmıştı. Karayazıcı’nın ölümünden sonra da isyan durmamış, kardeşi Deli Hasan tarafından devam ettirilmiştir. Bu ayaklanmayı bastıramayacağını anlayan Osmanlı Devleti Deli Hasan’ı Bosna beylerbeyliği gibi çok önemli bir memuriyete atamak zorunda kalmış ve bazı adamlarına da hassa süvarisi kadrosunda görev vermişti.

Bu ayaklanmaların ardından baş gösteren Tavil Halil ve bilhassa Canbolatoğlu Ali Paşa ve Kalenderoğlu Mehmed’in ayaklanmaları devlet için pek tehlikeli olmuş ve bunlardan son ikisi güçlükle bastırılmıştı. Genç Osman’ın katli Erzurum valisi Abaza Mehmet Paşa’nın yıllarca süren isyanına neden olmuş, Sultan İbrahim’in akli dengesizliği ve yeniçeri ocak ağalarının zorbalıkla hükümet işlerine karışmaları, Vardar Ali Paşa, Nasuh Paşazade Hüseyin Paşa, Gürcü Nebi, Katırcıoğlu, İpşir Paşa ve Abaza Haşan Paşaların ayaklanmalarına neden olmuştu. En son zikrolunan Abaza Hasan Paşa’dan sonra büyük bir Celali reisi ortaya çıkmamış ve Köprülü Mehmet Paşa ile ardından gelenlerin güçlü yönetimleri bu isyanları sona erdirmiştir.

Dikkat olunursa bütün bu Celali reislerinin adları ile birlikte lakapları da vardır ki bunların çoğunluğu lakapları ile tanınmışlardır. Yine dikkate değer olan bir nokta da, Celalilerin önde gelen kişilerinin bir kısmı ırkı ya da kökeni ne olursa olsun, Osmanlı Devleti’nin hizmet kadrolarında görev almış kişiler olmalarıdır.

Karayazıcı, Kalenderoğlu gibi ünlü Celaliler bilindiği üzere beylerbeyi ve sancak beylerinin hizmetlerinde bulunan ücretli sekban ve saruca askerlerinin zabitlerinden (bölükbaşı) idiler. Diğerlerinden bir kısmı da unvanlarından anlaşılacağı üzere Osmanlı Devleti’nin eyaletlerdeki en yüksek askeri yöneticilerinden idiler.

Celali İsyanlarının Nedenleri

Osmanlı devrinde yaşanan birçok felaketlere rağmen Anadolu’nun nüfusu artmış ve bu ülkenin en çorak ve en arızalı yerleri bile iskan edilmişti. Nüfusun sürekli artması topraktaki üretim tarzı üzerinde çift yönlü bir baskı doğurdu. Bir yandan hane başına düşen işlenebilir arazi miktarı artan nüfusa yetmez olur ve reaya son derece büyük bir hızla “çift bozma”ya girişirken, öte yandan tımarlar bölünmeye ve küçülmeye başladı. Bu yalnızca toprakta çalışanların değil ona devlet adına tasarruf eden ve gelirlerini “ikta” olarak devralan sipahilerin de gelir ve servetlerinin ufalanması demekti.

Tarım alanları öyle kolay artamayacağını göre doğal olarak bu nüfus artışı ile uyumlu olarak iktisadi faaliyetlerin gelişmesi ve iş hacminin artması gerekiyordu. Fakat 16. yüzyıldan itibaren uluslararası ticaret yollarının değişmesinin bir sonucu olarak diğer bazı ülkeler gibi, Anadolu da eski ticari önemini hızlı bir biçimde yitirmeye başladı. Üstelik, İspanyol ve Portekizlerin sömürgeleştirdiği Amerika kıtasının altın ve gümüşünün Batı Avrupa’ya akmasıyla kıymetli madenlerin değeri düşmüş, fiyatlar ise alabildiğine yükselmişti.  Oysa Osmanlı toprakları kıymetli madenlerin ender, dolayısıyla paranın az ve fiyatların ucuz olduğu bir bölgeydi. Osmanlı düzeni vergilerin, rüsumların, fiyatların sabit tutulmasına dayanıyordu. Statik bir düzenin para ekonomisi ve enflasyon girdabının içine düşmesinin, onu harekete geçirip parçalanmaya doğru götürmesi kaçınılmazdı.

Nihayet Hollanda ve İngiltere’nin de devreye girmesiyle birlikte gerileyen İspanyol ve Portekiz deniz egemenliğinin yeniden Doğu ticaret yollarının önemini artırması Osmanlının Doğu sınırlarının genişletilmesi eğilimini doğurunca bu sefer de İran’la bitmek tükenmek bilmeyen savaşlar dönemi açıldı. Bütün bu gelişmelerin pratik anlamı şuydu: Osmanlı devletinin askeri harcamalarının, bürokrasinin ve sarayın masraflarının olağanüstü ölçeklerde büyümesi, sürekli seferberlik ve savaş hali, halktan alınan vergilerin artması.

Kendi gelirlerini artırmak için vergileri artıran, para değerini düşüren aynı devlet, zanaatkâr üretimi üzerinde narh koyma yetkisini elinde tuttuğundan birçok malın fiyatı aynı kaldı. Oysa Batı ticaretine iyiden iyiye açılan Osmanlı iç pazarına bir yandan büyük miktarda Avrupa altını girerken, pazar için yeterli üretimi olmayan piyasadan yüksek miktarda hammadde topluca ihraç edildi. Bu koşullar altında bir yandan üretim mallarının fiyatları artarken öte yanda mal kıtlığı başladı. Bunun sonucu, daha nitelikli Avrupa mallarının piyasayı istila etmesi, Batı Avrupa’da gelişen kapitalizmin yüksek kaliteli ve ucuz mallar üretimini mümkün kılması dolayısıyla yerli zanaatkarların bunların rekabetiyle başa çıkamayarak batmaya başlamasıdır.

Ahilik adı altında Anadolu’nun her kasaba ve kentinde mevcut olan esnaf örgütlenmelerinin kimlik ve kişiliklerini koruyamamaları ve Osmanlı devşirme sisteminin alabildiğine genişlemesi de buna eklenince Anadolu’da ekonomik bir krizin başlamasına neden oldu.

Osmanlı Devleti’nin öz tebaası olan Türkler, Osmanlı Devleti’ni oluşturan uluslar arasında ayrıcalıklı bir konuma sahip olmak şöyle dursun, tam tersine 16. ve 17. yüzyıllarda mağdur durumda idiler. Çünkü onlara, devlet hizmetine girerek yükselmek olanağı genel olarak olarak kapanmıştı. İmparatorluğun siyasi yaşamında birinci derecede önemli bir rol oynayan hassa ordusu mensupları bilindiği gibi aslen Türk olmadıkları gibi sözünü ettiğimiz yüzyıllarda devletin yüksek kademe ve önemli memuriyetlerini de büyük oranda devşirmeden gelen kimseler işgal etmişlerdir.Fazla olarak yeniçeri ve sipahiden oluşan kapıkulu halkına 16. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Anadolu’da geniş ölçüde tımarlar verilmeye başlanması Celali isyanının nedenlerinde önemli bir etken olmuştur.Celali isyanları

Osmanlı devrinde Anadolu’nun asilzadesi rütbesinde olan topraklı sipahilerin ölümlerinde çocukları olmazsa yerlerine akrabası veya hemşerisinden birisinin atanması yasa iken, 15. yüzyılın ikinci yarısından itibaren bu yasaya aykırı olarak bu gibi sipahilerin yerine devşirme ocağına mensup kimseler atanmaya başlanmıştı. Hatta yaşamakta olan bir sipahinin bir neden ve bahane ile dirliği elinden alınarak aslı devşirme olan bir Osmanlı’ya da verildiği olurdu. Bu suretle dirliklerinden mahrum bırakılarak geçim derdine düşen eski sipahiler zorunlu olarak maiyetleri ile Celaliler arasına katılıyorlardı. Diğer taraftan 16. yüzyılın ikinci yarısından itibaren devlet kurumu da bozulmaya başlamış ve bu yüzden yönetim sistemi de da felce uğramıştı. Öyle bir zaman geldi ki, atama ve makama getirmeler iktidar ve ehliyete göre değil, para ile yapılıyor, vergilerin tahsili gibi işler en fazla para veren kimselere veriliyordu. Bu şekilde devlet görevini alan kişiler maiyetlerindeki kişilerle birlikte halkı soymak için zulmün her türlüsünü yapıyorlardı. Vergi veremeyecek kadar fakir ve zavallı olanları, soymak istedikleri kimseleri baş yukarı ağaçlara asmak ve ayaklarını ateşle yakmak bu zalim tahsildar, müsellim ve mültezimlerin kullandıkları yöntemlerden yalnızca birkaçıydı.

Bu ekonomik bozulmaya tepki yoksullaşan sipahiden gelecek, vurucu güç ise çift bozan reaya ve ekonomik durumu giderek kötüleşen zanaatkârlar olacaktı. Bunlara öncü güç vazifesini gören ise suhtelerdi (medrese öğrencileri). Büyük kısmı çift bozan reayaların çocukları olan bu öğrenciler, kentlerde yaşamaları ve öğrenim görmeleri sonucu doğal olarak daha bilinçliydiler. Sayılarının kabarıklığı ve kökenlerinden dolayı ulema kadrolarına geçmekte zorluk çektikleri için huzursuzlukları bunların da ayaklanmalara katılmalarına neden olacaktı.

Celali İsyanlarının Sonuçları

Celali isyanlarının sonuçlarına gelince… Bunların en başında, imparatorluğun sınırlarının genişleme veya savunmasında çok önemli bir rol oynayabilecek, olan yüz binlerce Türk evladının kanlarının boş yere dökülmesi ve bu suretle Türk ulusundaki ayakta kalma ve mücadele kudretine zaaf gelmiş olması gelir. Celali isyanlarının başlamasından az sonra sınırların hiç durmaksızın gerilemesi ile sona eren dış felaketler dizisinin başlamasında bu sarsılmanın önemli bir etkisi olmuştur. Celali isyanlarının neden olduğu bir diğer önemli sonuç da memleketin temelde iyi olmayan iktisadi yaşamını büsbütün bozmasıdır. Sonuçta Celali isyanları sırasında pek çok bayındır köy yerle bir edilmiş, kasaba ve şehirler tahrip olmuştur.

Celali isyanları bastırılmış olsa da, kendisiyle birlikte Osmanlı Devleti’nin tımar sistemine dayalı merkezi yapısını dağıtarak uzayan bir can çekişme içinde sonunu getirdi. Ancak nesnel sonucun böyle sonuçlanmış olmasına karşın Celali isyanlarının böyle bir amacı bilinçli olarak gütmüş olduğunu düşünmek yersizdir ve ilginç olanı, Celalilerin de merkez devletin de temel talebinin dirlik düzenine geri dönüş olduğunu söylemek mümkündür. Ancak, dünya sistemine giren ve genel değişmenin darbeleri altında sarsılan, pazar için üretimin yasasına tabi olan Osmanlı Devleti’nin geri dönüş çabalan herhangi bir sonuç vermeyecek Selçuklulardan devralınan ikta sisteminin yerini toprakta pekişen özel mülkiyet dolduracaktı.

1 Yorum

YAZI HAKKINDAKİ DÜŞÜNCELERİNİZ

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.