Bilmediğiniz 300 Spartalı

MÖ 2000’li yıllarda gerçekleşen Dor istilasından sonra Yunanistan’ın güney kesimindeki Mora Yarımadası’nda kurulan Sparta kenti  ya da Sparta toplumu hakkında bilgi verebilecek kaynak sayısı oldukça azdır. Çünkü Eurotas Irmağı’nın kenarında kurulan kentte yaşayan ve okuryazarlığın yanında kültürü ikinci plana atan bu toplumdan geriye ne tarihsel kayıtlar, ne edebi eserler ne de sanat eserleri kalmıştır.   Ama neredeyse tüm Atinalı yazarlar bu baş rakipleri hakkında bir şeyler yazmaktan geri durmamıştır ve Sparta hakkındaki bilgilerin neredeyse tamamının kaynağı bu Atinalı yazarlardır. Bireylerin eşitliği nedeniyle bazı tarihçiler tarafından bu küçük Yunan kenti ilk cumhuriyet kabul edilip örnek model olarak sunulsa da; devlet ve savaşın yüceltilirken, ailenin ve bireyin hiçe sayılması, güçsüzlerin yaşam hakkı olmaması nedeniyle Sparta aynı zamanda tarihin ilk faşist devleti olarak da kabul edilebilir. Sparta, toplumun uyumunu tehdit eden herhangi bir faaliyetin ya da ilişkinin işlemez hale getirilmesine yoğunlaşan,  ve bireye karşı devletin kutsallaştırıldığı bir devletti.

Sparta denilince çoğumuzun aklıma ilk gelen konu, 300 Spartalı filmi ile herkesin aşina olduğu askeri yetenekleri ve  yetiştirdikleri gözüpek savaşçıları ile Perslere kök söktüren bir topluluktur. Doğrudur, çünkü Spartalılar var oldukları dönemin en iyi askerlerini, daha doğrusu o dönemim askeri terimiyle hoplitlerini yetiştiren antik Yunan kentidir. Ama zaten Sparta’nın erkekleri için asker olmaktan başka seçenek de yoktur. Bunun birkaç nedeni vardır. Birincisi, çevrelerindeki bütün kentler Sparta’nın düşmanı olduğu için güçlü bir orduya gereksinim duymalarıdır. İkincisi, kendilerine bağımlı hale getirdikleri helot adı verilen yarı-serflerin her an isyan edebilecekleri düşüncesiyle sürekli elleri tetikte beklemek zorunda kalışlarıdır. Ve üçüncüsü, tüm temel gereksinimlerin helotların yaptığı tarım üretimiyle karşılandığı bir tarım toplumunda başka bir seçeneklerinin olmamasıdır. Ticaret ve zenginliğin toplumun içinde ayrılık ve tembellik yarattığı düşünüldüğünden ticaretle uğraşmak da olası değildi ve aşağılık bir iş olarak kabul edilirdi. Bu nedenle, ticareti ve onun yozlaştırıcı etkilerini ortadan kaldırmak için daha Lykurgus döneminde altın para tedavülden kaldırılıp yerine değersiz demir çubuklar konmuştu.

Kısacası Sparta’da doğan her erkeğin önünde yalnızca iki seçenek vardı: Ölüme terk edilmek ya da asker olmak. Ama Sparta toplumunun filmlerde hiç sözü geçmeyen kendine özgü toplumsal bir yapısı vardı.

Her Spartalı Asker Doğar

Sparta’da yaşamak hiç kolay değildi ve bu zorluk doğar doğmaz başlardı. Devlet malı olarak kabul edilen çocuklar doğduktan hemen sonra Leskhe denilen yaşlıların bulunduğu yere götürülürdü. Sağlıklı ve güçlü olduğuna kanaat getirilenler şanslıydı; zira onların yaşamasına izin verilirdi. Hastalıklı ya da güçsüz olanlar ise Taygetos Dağı’nda ölüme terk edilirdi. Bebeğin biraz olsun şansı varsa Spartalı olmayan bir aile tarafından bulunup evlat edinilirdi. Sparta’da güçsüzlere ve zayıflara yaşam hakkı yoktu.

Yedi yaşına kadar annelerinin yanında kalmasına izin verilen bu çocuklar, daha sonra annelerinden alınarak (ki burada çocuk devletin malı olduğu için ailenin rızası aranmazdı) Ilaee denilen ve her birinde 60 çocuğun eğitim göreceği okullara yerleştirildi. Bu kurumların başında da yine burada eğitim görmüş ahlak ve cesareti ile kendini kanıtlamış Eiren adı verilen 20 yaşında usta öğreticiler bulunurdu.

Platon, Sparta’daki eğitimin ikna etmek yerine şiddete dayandığını söyler ve anlatılanlara bakılacak olursa son derece de haklıdır. Ageles denilen bu eğitimin temel hedefi özgüveni ve sabrı ölçen bitmek bilmez sınavların ardından kişiye dayanıklılık ve mutlak itaat kazandırmaktır. Bu eğitim sırasında çocuklar günlerce aç ve susuz bırakılır, Eurotas Irmağı’nın buz gibi sularında yıkanmaya zorlanır, kuru otların üstünde üzerlerini örten hiçbir örtü olmaksızın uyumaya, daha doğrusu uykusuzluğa alıştırılır, dövülerek acıya olan dayanıklıkları arttırılmaya çalışılırdı. Dayanıklıklarını kanıtlamak adına her yıl bir kez Mora Yarımadası’ndaki Artemis Tapınağı’nda düzenlenen yarışmada gençler bütün gün boyunca kırbaçlanır, içlerinden mutlaka ölenler olurdu. Yarışmanın galibi kırbaçlanmaya en fazla dayanan olur ve kentte herkesin tanıdığı ve örnek gösterdiği biri haline gelirdi.

Genellikle et suyunun tek seçenek olduğu akşam yemeğinden sonra usta öğreticiler gençlere kahramanlık öyküleri anlatır, konuları savaş ve tarih olan şiirler okur, mantık gücünü artırmak ve düşünme yeteneklerini sınamak amacıyla sorular sorarak açıklama yapmalarını beklerdi. Verilen yanıtların mümkün olduğunca az sözcükle yapılması büyük önem taşırdı. Eylem, konuşmaktan her zaman daha değerliydi. Spartalılar konuşmalarının kısalığıyla ünlüydüler ve “laconic” (vecize) sözcüğü de bu nedenle, Sparta’nın Latince adı olan Lakedaimon’dan doğmuştu.

Eğitimin Bir Parçası İnsan Avıydı

Ergenlik çağındaki Spartalılara verilen savaş eğitiminin diğer bölümü de helotları kırlık alanlara götürmek ve genç savaşçıların buldukları helotları öldürebilmesi için onları boş araziye bırakmaktı. Helotlar, zamanında Spartalılara karşı direnen ama sonunda fethedilen kentlerin insanlarına verilen isimdi. Spartalıların el koydukları topraklarda adeta bir köle gibi çalışırlardı. Sayıları Spartalılardan neredeyse 10 kat fazlaydı ve her an isyan edebilecekleri düşüncesiyle onlara düşmanca bir gözle bakılırdı. Spartalılar da hem gençleri eğitmek hem de helotların nüfuslarını kontrol altına almak için böylesine dahiyane ve vahşice bir yöntem bulmuştu. Adeta sürek avına dönen bu insan katliamı her yıl devletin denetiminde bir kez tekrarlanırdı.

Genç erkekler on üç yıllık eğitimin ardından 20 yaşına geldiklerinde her biri 15 kişiden oluşan bölüklere, yani syssita’ya katılırlardı. Syssita, gerçekte devletin onayladığı tek kurumdu ve totaliter sosyal bir dünya sağlıyordu. Bölükler geceleyin birlikte yemek yerdi. Gençle yaşlı, zenginle fakir arasında hiç ayrım yapılmazdı. Birlikte yemek yeme alışkanlığı Lycurgus tarafından yasalaştırılan ve tüm Sparta toplumunda geçerli bir uygulamaydı. Amacı, herkesin aynı ekmeği ve yemeği paylaşarak lüks ve zenginlik düşkünlüğünü ve ayrıcalıkları toplumdan söküp atmaktı.

Fakat askeri eğitim alan gençlere bilinçli olarak daha az yemek verilirdi. Böylece karınlarını doyurabilmek için helotlardan yiyecek çalmaya teşvik edilirdi. Sanmayın ki Sparta’da hırsızlığın cezası yoktu. Tam tersine, yiyecek çalarken yakalananlar bir güzel kırbaçlanırdı. Buradaki hedef, eğitim alan gençlere yakalanmamaları için gözlerini her an açık tutmayı ve tetikte olmayı öğretmekti.

Termofil Savaşı

Sparta’da Eşcinsellik Oldukça Yaygındı

Diğer Antik Yunan kentlerinde olduğu gibi eşcinsel fazlasıyla yaygındı ve hatta devlet tarafından yönlendiriliyordu. Bunu anlamak için Sparta’nın efsane yasa koyucusu Lycurgus’un sözlerine bakmak yeterlidir: “Kim ki yatağında bir erkek arkadaşı yoktur, o kişi iyi bir yurttaş değildir.” Kuşkusuz böyle bir ortamda karşı cinsle ilişki kurma olanağı yoktu. Chaeronea’lı Plutarch’ın 300 Spartalı’yı anlatırken 300 Spartalı yerine “150 çift sevgili”  demesi de herhalde bu nedenleydi.

Erkeklerin evlenmesi elbette yasak değildi, fakat 30 yaşına kadar eşlerine yapacakları ziyaretler geceleri olmalı ve gizli tutulmalıydı. Çünkü bu yaşa kadar diğer erkek arkadaşlarıyla birlikte kalmaları bir zorunluluktu. Evlilikle ilgili gelenekleri de günümüz için oldukça sıradışıydı. Evlilik gecesi, gelin bir erkeğin pelerinini ve sandaletlerini giyip, damadın ilgisini çekene kadar bir odada yatıp beklerdi. Erkek gibi giyinmiş bir kadının kızlığını bozmanın, bölük üyesi birinin homoseksüel dünyadan heteroseksüel dünyaya resmi geçişine işaret ettiği ileri sürülebilir.

Askerlik görevi 60 yaşında biterdi ve bu yaşa kadar yaşamayı başaranlar Konsül üyesi olurdu. Savaştan geri dönmenin ancak iki yolu vardı: Ya galip olarak ya da ölü olarak. En büyük onur ülkesi savaşırken ölmekti. Bir yenilgiden sonra bile, ölen kişilerin aileleri oldukça sevinçli olurlardı. Çünkü onların sağ olarak geri gelmesi kendileri için utanç kaynağıydı. MÖ. 480 yılında yapılan ve 300 Spartalı filminin konusunu oluşturan Termofil (Thermopylae) Savaşı’ndan sağ kurtulan iki kişi Sparta’ya geri döndükleri zaman ikisi de aşağılanmaya maruz kalmış, hatta biri intihar etmişti. Diğeri ise başka bir savaşta ölerek onurunu kurtarabilmişti. Ölenlerin ardından yas tutmak ise 11 gün ile sınırlandırılmıştı.

Bütün ömürleri boyunca askeri eğitim alan Spartalıların askerlik yetenekleri elbette diğer kentlerin ordularına göre son derece baskındı. Hiçbir durumda disiplinden ödün vermezler, savaş onların aleyhine değişse bile asla geri çekilmezlerdi. Disiplin ve eğitim önemliydi çünkü savaşta içlerinden herhangi biri takılıp sırtüstü düşer ya da tuttuğu kargı diğerlerininkine çarparsa, bu durum sıkı saf tutmuş askerler arasında kargaşaya yol açıp savaşın gidişatını değiştirebilirdi. Tartışmasız biçimde tüm Yunanistan’daki en iyi hoplitler onlardan çıkardı. Silahları kılıç ve tunç temrenli 3 metre uzunluğundaki mızraktı.  Hoplitler bir kolunu savunma amaçlı kullandıkları yuvarlak ve dışa doğru eğimli kalkanın içindeki sabitleştirilmiş bir kolluğa geçiriyor ve eliyle de kalkanın kenarında yer alan kulpu tutuyordu. Her kalkanın üzerinde savaşçıyı kötülüklerden koruduğuna inandıkları simgeler bulunurdu. Saçlar dikkat çekecek kadar uzatılırdı ve tek tip kırmızı pelerinler giyilirdi. Tarihçi Ksenophon, Sparta ordusunun tamamen bronz ve kırmızıdan oluşmuş gibi göründüğüne işaret etmiştir. Savaşlardan önce son bir kez çıplak olarak eğitim yapılır, askerler birbirlerini yüreklendirecek şarkılar söylerdi. Thukydides’in aktardığına göre Spartalılar çetin bir savaşa uzun süre dayanabilir, fakat yenilgiden sonra kaçan düşmanı kovalamazlardı. Çünkü yenilen bir ordudan geri kalanların kılıçtan geçirilmesi gayet kolaydı ve savaş meydanından kaçtıklarına göre buna değmeyecek insanlardı.

Ordunun asker sayısı ya da gücü her zaman iyi saklanan bir sırdı. Sparta’ya gelen yabancıların hareketleri kısıtlanır, onlarla iletişim gözetim altında tutulurdu. Keza izinsiz olarak Sparta’ya gelenler yakalandıkları an kentin dışına çıkarılırdı. Spartalıların yenilmez olduğuna ilişkin inanç öylesine yaygınlaşmıştı ki, Spartalılar en sonunda Leuktra’da (MÖ 371) yenildikleri zaman, Thebaililer onların yenilmez olmadıklarını herkese kanıtlamak için Spartalı askerlerin cesetlerini meydanda sergilemişlerdi.

Böylesine güçlü bir ordunun tüm Yunanistan’ı ya da komşu ülkeleri fethedememesinin iki temel nedeni vardı. Birincisi, hiçbir zaman başlıca bir deniz gücü haline gelemediler ve bu durum onların Yunan anakarasının dışındaki tüm fetihlerini engelledi. Diğer taraftan Sparta da her zaman saldırıya açıktı. Helotlar nüfus olarak kendilerinden kat be fazlaydı. Sparta orduları ülke dışındayken patlak verecek bir isyan büyük bir felakete neden olabilirdi ve Spartalı liderler bu olasılığı hiçbir zaman göz ardı etmediler.

Sparta Toplumu

Çıplaklık Spartalı Kadınlar İçin Gayet Sıradandı

Bütün Yunanistan’daki en güzel kadınlar olarak nitelendirilen Spartalı kadınlar Atinalı kadınlara göre çok daha özgür bir yaşamın tadını çıkarıyorlardı. Örneğin Atinalı hemcinslerin evlerinden çıkmaları yasakken onlar özgürce tüm Sparta’da dolaşabilirdi. Kocaları ya askeri eğitimle meşguldü ya da çoğunlukla savaştıkları için dışarıdaydılar. Erkeklerin savaş ve askeri eğitim dışındaki işlere ayıracak zamanları olmaması günlük yaşamda daha fazla söz sahibi olmalarını sağlamıştı. Oy kullanma hakları yoktu ama perde arkasından neredeyse tüm işleri kadınlar yönetirdi.

Yine Spartalı kadınların kendi çeyizlerine sahip olmaları, aynı zamanda toprak sahibi olmalarına da olanak tanımıştı. Eşleri savaştan dönene kadar onların topraklarını da bakarlardı. Aristo bu sayede ülke topraklarının beşte ikisinin kadınların eline geçtiğini söyler. Fakat hiç tartışma götürmez ki, devletin gözünde kadının temel görevi sağlıklı erkek çocuklar doğurmaktı. Çocuk doğurmak kutsal bir görev kabul edilirdi. Öyle ki, Sparta’da yalnızca iki kişinin mezar taşı olabilirdi: Savaşta ölen erkekler ve çocuk doğururken ölen kadınlar. Üç ya da daha fazla erkek çocuğu olan kadınlara özel ayrıcalıklar verilir, çok çocuk doğurmaları teşvik edilirdi. Pomeroy, bir Atinalı kadının “erkekleri yöneten kadınlar neden sadece Sparta’da var?” diye sorduğunda Spartalı kadının, “Çünkü yalnızca Spartalı kadınlar ‘erkek’ doğurur” diye yanıt verdiğini aktarır.

Bu görevi daha iyi yapabilmeleri için onlardan güçlü olmaları ve erkekler gibi antrenman yapmaları beklenirdi. Çoğu kadın bu amaçla koşu, güreş, ok ve gülle atma antrenmanları yapardı ve bu antrenmanlar çıplak olarak gerçekleşirdi. Çıplak idman yaptıkları için diğer Yunanlılar onları ayıplasalar da Sparta’da kızların çıplak olması ahlaka aykırı sayılmazdı. Keza bazı dini törenlere genç kızların çıplak olarak katılması ve bu törenlerde erkeklerin gözleri önünde çıplak olarak güreş tutmaları yeni hoplitlerin doğumuna olanak sağlayacak evlilikleri teşvik içindi.

İdeal evlilik yaşı erkekler için 20, kadınlar içinse 16-17 olarak kabul edilirdi. Kadınların evlilik yaşı, ortalama evlilik yaşının 13 olduğu diğer Yunan kentlerine göre biraz daha yüksekti. Çünkü bu yaşlarda sağlıklı çocuk dünyaya getirme olasılığının daha yüksek olduğu düşünülürdü. Evlilik çağı gelip de hala evlenemeyenler için farklı bir yöntem izlenirdi. Evlenmek isteyen kadın ve erkekler karanlık, büyük bir odada buluşurlar, erkekler, kadınların yüzlerini hiç görmeden eşlerini seçerlerdi. Boşanma neredeyse yok denilecek kadar azdı ve hoş karşılanmazdı. Örneğin Spartalı ünlü General Lysandros karısını boşayıp daha güzel bir kadınla evlenmek istediği için cezalandırılmıştı. Kadınlara çok eşlilik için de izin verilmişti. Tüm bunlara rağmen bir erkek hâlâ evlenmemişse, kocasından izin almak koşuluyla evli bir kadınla birlikte olup, çocuk sahibi olabiliyordu. Çünkü çocuk sahibi olmamak aşağılanmak için yeterli bir nedendi. Örneğin askerlerinden biri General Derklyyidas’a yer vermeyip ona şöyle demişti: “Bir gün bana yerini verecek oğlun yok senin.”

Bir zamanlar tüm Yunanistan’a kök söktüren Sparta kentinin yerinde bugün, 1834’te Yunan Kralı Otto tarafından bağımsızlık şerefine kurulmuş bir kasabadan başka bir şey yok. Kuşkusuz ki yalnızca savaşa odaklanan, üretim ve ticareti ikinci plana bir devletin eninde sonunda yıkılacağı kesindi ve öyle oldu. Önce Persler geldi, ardından Büyük İskender bu Antik Yunan kentini tarihten sildi.

YAZI HAKKINDAKİ DÜŞÜNCELERİNİZ

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.