Osmanlı Ordusu Sefere Nasıl Çıkardı?

Bir askeri harekatın ya da savaşın başarıyla sonuçlanmasında muharip güçlerin teknik donanımı, eğitim ve disiplin durumu yanında gerek sefer öncesi gerekse sefer sırasında yapılan hazırlıkların büyük payı vardır. Tarih boyunca birçok umulmadık askeri hezimetin ardında “İyi generaller stratejiyi, mükemmel generaller lojistiği düşünür” sözüyle anlamını bulan bu gerçek yatar. Nitekim Rusya seferleri sırasında Napolyon ve Hitler’in uğradığı bozgun, Rusya iklimine göre lojistik desteğin düşünülmemesinden kaynaklanmıştı. Osmanlı’ya tarih boyunca savaşları kazandıran ya da kaybettiren de, çağdaşı diğer devletlerden çoğunlukla çok daha iyi uyguladığı bu savaş öncesi hazırlıklar ve organizasyonlar yani lojistiktir. Peki Osmanlı Devleti’nin temel dinamiklerinden biri olan ve mevcudu bazı dönemlerde yüz binleri aşan Osmanlı ordusu sefere nasıl giderdi? Nakliye ve haberleşme araçlarının günümüze göre oldukça ilkel ve tamamen insan ve hayvan gücüne dayandığı bir çağda devasa Osmanlı ordusunun lojistiği nasıl sağlanırdı, on binlerce asker yüzlerce kilometrelik mesafeleri nasıl güvenle aşardı?

İlk olarak bütün Osmanlı ülkesi, herhangi bir savaş sırasında, anında harekete geçebilecek bir altyapı ile donatılmıştı. Çünkü savaş kararı verildikten sonra alınacak günübirlik kararlarla, on binlerce kişiyi sefere çıkarmak mümkün değildi!

Osmanlı İmparatorluğu bir devlete savaş ilan etmeden önce padişahın huzurunda bir meclis toplanır, devrin şeyhülislâmı veya önde gelen din adamlarından savaşın meşruluğuna dair fetva alınırdı. Fetva alınıp savaşa karar verildiğinde, padişahın tuğları Cebehâne’nin önüne dikilirdi. Bundan sonra da bütün Osmanlı ülkesi harekete geçirilirdi. Seferin yapılacağı bölgeye yakın yerlerde bulunan Osmanlı vali ve kadılarına emirler yazılır, başta stratejik sınır kaleleri olmak üzere düşman topraklarına yakın kalelerin ve palangaların onarılması, köprülerle ilgili olarak yapılması gereken işlerin yerine getirilmesi emredilirdi. Yollar temizlenip genişletilir, üzerlerindeki engeller kaldırılır ve on binlerce askerin zorluk çekmeden geçebileceği duruma getirilirdi.

Osmanlı ordusu sefere çıkmadan önce padişahlar ilk Eyüp Sultan’ı, sonra da atalarının türbelerini ziyaret ederlerdi. Ardından büyük bir merasimle İstanbul’dan yola çıkılırdı.

Osmanlı ordusunun sefere gidişi oldukça görkemli olurdu. İstanbullular bu töreni izlemek için yollara çıkar; rengarenk kıyafetler içerisinde, bayrakları ve silahları ile çeşitli askeri kıtaların geçişi, töreni izleyenleri kendisine hayran bırakırdı. Seferin yönüne göre, Anadolu tarafında Üsküdar veya Gebze’de, Rumeli tarafında ise Davutpaşa civarında padişahın otağı kurularak birliklerin toparlanması sağlanırdı.

Osmanlı Ordusunun İaşesi Menzillerden Karşılanırdı

Seferler sırasında karşılaşılan en önemli sorunlardan biri, on binlerce kişinin yiyecek ihtiyacının karşılanmasıydı. Üstelik askerlere ek olarak, ordunun ağırlıklarını taşıyan hayvanların yemlerinin temini de gerekliydi. Bunun için sefer yolu üzerinde yerel yöneticilere emirler gönderilir ve onların aracılığıyla gerekli ihtiyaç maddeleri “menzil” adı verilen belli noktalarda, ambarlarda depolanırdı. Menzillerde toplananlar un, buğday, bulgur, çavdar, darı, pirinç, arpa, yağ, bal, koyun, tavuk, ekmek, saman ve odun gibi maddelerdi. Depolanması uygun olmayan gıda maddeleri de yol boyunca satın alınırdı.

Kara yoluyla yapılacak nakliyat hem uzun süreceği hem de daha pahalıya geleceği için menzillere gönderilecek malzemeler daha çok deniz yolu ya da uygunsa nehirler aracılığıyla ulaştırılırdı. Menziller, sefere çıkmış olan orduya iaşe sağlamasının yanında ticaret ve haberleşme sağlamak için de kullanıldığından Osmanlı askeri düzeni içinde her zaman önemli bir konuma sahip olmuşlardır.

Ordunun ihtiyaç duyduğu maddeler genellikle sefer yolu üzerindeki bölgelerden temin edilse de, kimi zaman sefer bölgesinde yaşanan kıtlığın bunu zorlaştırdığı da olur, ihtiyaç duyulanlar başka bölgelerden temin edilirdi. Örneğin, 1578’deki İran seferi sırasında, Erzurum ve Halep bölgelerinde yaşanan kıtlık yüzünden, zahire sıkıntısı nedeniyle Rumeli bölgesinden, Boğdan’dan yiyecek maddeleri satın alınmıştı.

Askerlere, kuru yiyecekler yerine günlük pişirilmiş taze yemek verilmesi askerin beslenmesi açısından önemliydi. Günde iki defa yemek pişirilirdi ve yemeklerin ana maddesi, genellikle koyun etiydi. Bir yıl süren bir sefer yaklaşık 100 bin civarında koyun gerekirdi. Osmanlı ordusunda uzun süre esir olarak bulunan Kont Marsigli, her bir askere günlük olarak 320 gram ekmek, 160 gram peksimet, 200 gram koyun eti, 160 gram pirinç ve 80 gram yağ verildiğini belirtir…

En önemli ihtiyaç maddelerinden biri olan ekmek, iki türlü temin edilirdi. Ordunun geçeceği bölgelere emirler gönderilir; ekmek pişirtilip hazırlatılırdı. Durum ve zaman uygun olduğunda ise ekmek, ordu içerisinde kurulan fırınlarda pişirilirdi. Eğer ekmek pişirme olanağı yoksa askerlere peksimet dağıtılırdı.

Ordunun ihtiyacı olan barut, gülle, nal, çivi, keçe, demir, meşale, kumaş, çadır gibi diğer maddeler de sefere çıkılmadan önce veya sefer sırasında temin edilirdi. Ordunun en büyük ateş gücü olan topları taşımak için ise top arabaları kullanılırdı. Osmanlı İmparatorluğu’nda bu iş için “top arabacıları ocağı” adı verilen bir kurum oluşturulmuştu.

Osmanlı ordusunu meydana getiren askerler, ülkenin her tarafından bulunur bir araya getirilirdi. Merkezde sadece yeniçeriler ve diğer kapıkulu askerlerinin bir kısmı bulunurdu.

Osmanlı ordusunun büyük bir bölümünü oluşturan tımarlı sipahiler, tımar olarak gelirini aldıkları topraklardaydılar. Bu yüzden, tımarlı sipahilerin alaybeylerine ve çeribaşılarına emir gönderilir; sefer için hazırlıklarını yapmaları emredilirdi. Orduya gelen askerlerin tam donanımlı olmaları gerekiyordu. Atları, silahları, zırhları eksiksiz olmalıydı. Öyle ki, Yavuz Sultan Selim zamanında, orduya katılması emredilen tımarlı sipahilere hitaben gönderilen bir fermanda, “Tolgası eksik olanın kafasının, kolçağı eksik olanın kolunun kesileceği” belirtilmişti.

Osmanlı ordusu ana harlarıyla iki sınıftan oluşurdu: Muharip sınıfı ve geri hizmet kıtaları. Muharip sınıfı; yeniçeriler, sipahiler, tımarlı sipahiler, topçular, silahların bakım ve tamiri yapan cebeciler, atların bakımını yapan seyislerden, geri hizmet kıtaları ise katip ve hacegân adı verilen bürokratlar, su taşıyan sakalar, aydınlanmayı sağlayan meşaleciler, köprücü ve kaldırımcılar, mimarlar, cerrah ve tabipler, çadırcılar ve benzerlerinden oluşurdu Ordunun morali açısından çok önemli bir görev icra eden ve Osmanlı ordusunun ayrılmaz bir parçası olan Mehter Takımı’nı da unutmamak gerekirdi tabii…

Ordu içerisinde, başta İstanbul olmak üzere çeşitli şehirlerden getirtilen sanatlarında ustalaşmış sanatkâr ve esnaflar da bulunurdu. Bunlara “orducu esnafı” veya “orducu” denilirdi ve içlerinde her çeşit esnaf bulunurdu. Bir seferde günlük ortalama 750 koyun kesildiği, her askere bir çift ekmek verildiği ve bunların dışında daha birçok mal ve hizmete gereksinim duyulduğu düşünülecek olursa orducu esnafının lojistik destek konusunda ne büyük rolleri olduğu anlaşılacaktır.

Osmanlı ordusu seferde

Seferin Finansmanı

Avusturyalı Mareşal Monteccucolli’den Napolyon’a kadar bütün komutanlar, askeri faaliyetler için gerekli olan şeyleri üç sözcükle özetlerler: Para, para, yine para….

Bir askeri harekâtın finansmanı çok pahalı bir işti. Sefere çıkan orduya merkezden masraflar için bir miktar para verilirdi. Ancak ordunun asıl gelirleri, sefer güzergâhındaki yerlerin vergilerinin toplanmasında meydana gelirdi. Osmanlı İmparatorluğu’nda savaşın devlet hazinesine maliyetini azaltmak için “Avarız-ı Divâniyye” adı verilen olağanüstü bir vergi alınırdı. Acil durumlarda, devlet ileri gelenlerinden ve tüccarlardan borç alındığı da olurdu. Keza aynı şekilde sefer zamanlarında savaş masraflarını karşılamak, barışta da bütçe açığını kapatmak üzere halktan “İmdadiye” adı verilen vergi toplanır, toplanan paralar bazen hazineye gönderilir, bazen de doğrudan ordu komutanına verilirdi. Ordunun harcamalarının büyük bir bölümü, askerlere ödenen maaşlara giderdi.

16. yüzyılda dinlenme ve lojistik ihtiyaçları giderme süreleri çıkarıldıktan sonra, bir ordunun bir günde alabileceği yol ortalama 15 kilometre idi. Askeri bir harekât, bahar aylarında başlamalı ve sonbaharın başlarında bitmeliydi. Bu da yaklaşık altı aylık bir süreydi. Düşman topraklarına giden ordunun emniyet altında olması, iaşe ve ikmalini sıkıntıya düşmeden gerçekleştirmesi için, sefer mevsimi içerisinde merkezine geri dönmesi gerekliydi. Seferin uzayıp bir yılda sonuçlanmaması durumunda ordu dağıtılmaz, savaş mahalline yakın bölgelerde kışlamaları sağlanırdı.

Ordunun yürüyüş hazırlıkları gün ağarmadan meşale ışıkları ile başlar, güneşin doğuşuyla birlikte sessiz ve disiplinli biçimde harekete geçen ordu öğle vakti dinlenmeye çekilirdi. Yürüyüş ülke sınırları içinde güvenli bir bölgedeyse biraz daha serbest ve savaş düzenine bağlı olmaksızın; düşman toprakları içindeyse her an savaş olabilecekmiş gibi savaş düzenine uygun olarak gerçekleşirdi. Akşam olduğunda çadırlar kurulur, gerekli ihtiyaçlar karşılandıktan sonra yatılırdı.

Konaklama yeri olarak, sulak ve otlak yerler tercih edilirdi. Bir su kenarı bulunamamışsa, kuyular açılarak su ihtiyacı giderilirdi. Ordunun su gereksinimini sakalar karşılardı. Sakabaşı yönetimindeki sakalar, deri kırbalarla atlar üzerinde su taşırlardı. Ordu için kurulan on binlerce çadır büyük bir şehir görüntüsü arz ederdi. Hangi çadırın hangisinin yanında yer alacağı, belli kurallara bağlanmıştı.

On binlerce kişinin tuvalet ihtiyacının karşılanması da önemli konulardandı. Bu konuda meydana gelecek bir aksama, ordu içerisinde çeşitli bulaşıcı hastalıkların yayılmasına neden olabilirdi çünkü. Bir diğer ihtiyaç da yol boyunca yıkanma meselesi idi. Bu iki ihtiyaç için hamam ve hela çadırları vardı.

Ayrıca, ibadet için mescit çadırı, hasta ve yaralılar için hastane çadırı, yiyecekler için mutfak çadırları ve devlet arşivi için defterhane çadırları kurulurdu. Mescit çadırlarında hem namaz kılınır, hem de dini görevliler tarafından vaaz verilirdi. Padişah ve devlet ileri gelenlerinin çadırları ise birer saray gibi büyük ve muhteşem olurdu.

Seferin yapılacağı bölgeye yakın bulunan Osmanlı idarecileri, casuslar vasıtasıyla bilgi toplarlardı. Düşman topraklarına yaklaşılınca, savaş divanı toplanır ve nasıl bir strateji izleneceği bir kez daha gözden geçirilirdi.

Saldırılacak ülkeye ilk olarak akıncılar veya Kırım Tatarları gönderilirdi. Akıncılar, girdikleri ülkelerde küçük gruplara ayrılarak yağma ve tahrip faaliyetlerinde bulunurlardı. Akıncı saldırılarından sonra tertibat alınarak, düşman kuvvetler beklenilirdi. İki ordunun bir sahrada karşılaşmasıyla da sıra, kozların paylaşılacağı meydan savaşına gelmiş olurdu.

1 Yorum

YAZI HAKKINDAKİ DÜŞÜNCELERİNİZ

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.