Endülüs Emevilerinin Mimari Şahaseri: Kurtuba Cami

Endülüs Emevi Devleti’nin en görkemli mimari yapıtlarından biri olan ve İspanya’nın Cordoba kentinde bulunan  Kurtuba Cami’nin inşasına, Kurtuba’yı emirlik başkenti olarak seçen I. Abdurrahman 785’te karar verdi. Seçilen yerde temelleri ancak 1930’lardaki kazılar sırasında ortaya çıkarılan San Vicente adlı bir Hristiyan kilisesi vardı. Cami inşaatı 785 dolaylarında başladı. Konum itibariyle Guadalquivir yakınında, köprünün ucunda yer alması o sıradaki yollardan kolay ulaşılır olmasını sağlama amacının yanı sıra, kentin Vizigot mirasıyla bağlantılarının da bir sonucuydu. Tarihsel anlatımlara bakılırsa, caminin yakınında, eski San Vicente Kilisesi alanının hemen bitişiğinde I. Abdurrahman’ın ikametgâh haline getirdiği bir Vizigot sarayı vardı. Bu şekilde yeni emirliğin ruhani ve dünyevi merkezlerinin birbirine yakın olması ve ayrılmaz bir bağlantı içinde kalması sağlanmıştı. Kurtuba Cami’nin temel yapısının inşası bir yılı aldı (785-786). Bunun sebeplerinden biri Abdurrahman’m bu camiyi bir metropoliten kenti Kurtuba’ya yaraşır kılma yönündeki kişisel isteği ve hırsıydı. Diğer sebep ise cami inşaatında Roma ve Vizigot kalıntılarının kullanılmasıydı.

Kurtuba Cami önünde bir avlu bulunan dikdörtgen bir namaz bölmesinden oluşur. Avlu aşağı yukarı namaz bölmesi kadar büyüktür; eskiden namaz bölmesi tamamen dolduğunda müminler namaz için avluya taşardı. Caminin özgün namaz bölmesi yaklaşık 79.02 x 42.21 metre boyutlarında ve kıble duvarına dik açılı 11 geçit halinde tasarlanmıştı. Mihraba açılan ortadaki geçit 7.85 metre enindedir ve ancak 6.86 metreyi bulan diğer geçitlerden bir metre kadar daha geniştir. Ortadaki merkezi geçidin öne çıkışı, mihrap yönelimli merkezi ekseni daha fazla vurgular; dolayısıyla bu cami tipine “yönelimli” denir. Ayrıca, ortadaki geçit biraz daha geniş olduğu gibi, diğer geçitlere göre daha yüksektir; bu özellik camiye yakındaki katedralden bakılınca çok bariz olarak görülür.

Kurtuba Cami’ne benzer bir yapısı olan Kudüs’teki Mescid-i Aksa, 715 tarihli olması itibariyle tam 70 yıl daha eskidir. Ortadaki geçidinin belirgin biçimde daha geniş olması ve eksen olarak mihraba açılması açısından, aynı şekilde bir bazilikayı andırır. Abdurrahman gençlik yıllarında Doğu’da bu camiyi ya da benzer biçimli başka bir camiyi görmüş olmalıdır. Dolayısıyla böyle bir düzeni uzaktaki Kurtuba’ya uyarlaması şaşırtıcı değildir; özellikle tutkularını şanlı Doğu Emevi atalarına dayandırması da bunu gösterir. Namaz bölmesinin büyüklüğü sırf caminin Batı İslam imparatorluğu için bir ruhani merkez olarak taşıdığı önemin değil, aynı zamanda kentin muazzam nüfusuyla birçok geçitli geniş bir namaz bölmesini gerektirmesinin bir sonucudur.

Cami ilk yapıldığında (785-786’dan kalma haliyle) bir minaresi yoktu. Arap kaynakları o dönemde ezanın bir hükümet konağı olarak da kullanılan yakındaki Vizigot sarayının kulesinden okunduğunu belirtir. Başlangıçta caminin dört girişi vardı. Batı cephesindeki Bâbü’l-Vüzera (Vezirler Kapısı) günümüze neredeyse değişmeden ulaşmıştır ve üst eşiğinin yukarısındaki bir yazıta göre 786 tarihlidir. Arkasındaki St. Stephen Şapeli’nden dolayı şimdi Stephen Kapısı olarak anılan bu kapıyı geçmişte üst düzey yetkililer hemen karşıda yer alan hükümet konağından camiye girmek için kullanırlardı.

Kurtuba Cami’nin İçindeki Katedral

İspanyolların günümüzde La Mezquita diye adlandırdıkları camiye girince içinde bir katedralle karşılaşmak insanı şaşırtır. Reconquista’dan (Müslümanların İspanya’dan tamamen uzaklaştırılması) sonra cami alanının yönetimi Cordoba Hristiyan ruhani meclisine bırakıldı ve meclis 1523’te caminin içine bir katedral inşa etme kararını aldı. Bu karar uyarınca, katedrali tam caminin orta kısmına kondurmak üzere camideki 63 sütun söküldü.

İnşaat işlerinin sık sık kesintiye uğraması nedeniyle, katedralin yapımı üç yüzyılı aşkın bir süreyi aldı. Söylenenlere göre, inşaat çalışmaları başlar başlamaz, işçiler caminin dokusuna zarar vermeyi reddederek aletlerini bırakmıştır. Tarihsel bakımdan kanıtlanmış olmamakla birlikte, kitaplarda çoğu kez keyifle anlatılan bu olay Cordobalıların 16. yüzyılda bile kentin İslami kökleriyle hâlâ ne kadar güçlü bir özdeşleşme içinde olduğunu gösterir. Anlaşıldığı kadarıyla, ancak nihai hakem olarak görüşüne başvurulan İmparator V. Karl’ın devreye girmesiyle işçiler, kent konseyi ve Hristiyan ruhani meclisiyle bir anlaşmaya varabildi. Karl vicdan rahatlığıyla, yani kendi otoritesine uygun bir şekilde yürütüleceği düşüncesiyle katedralin inşasına onay verdi. Fakat daha sonra Cordoba’yı ziyareti sırasında, caminin içine kondurulmuş katedrali görünce dehşet içinde şunu söylediği aktarılır: “Eğer burada ne olduğunu bilseydim, eski yapıya dokunmaya asla cüret etmezdim. Dünyada benzersiz bir şeyi mahvetmiş ve her yerde görülebilecek bir şeyi eklemişsiniz!” Günümüzde katedrale giren birinin aklına da bu ya da benzer düşünceler gelebilir. Ancak, şunu unutmamak gerekir ki, bugün caminin varlığını sürdürmesi tam ortasına bir katedralin inşa edilmesi sayesindeydi. İnsanların ibadet için gittiği bir yapının korunması,boş kalan bir yapının ise yıkılmaya yüz tutması kaçınılmazdı.

Cami başlı başına, neredeyse gizemli bir mekân duygusu uyandıran ağırbaşlı yalınlığıyla izleyenleri hayran bırakır; iki katlı revakların arasından izlenen sayısız görüntüler mekâna sanki boşlukta yüzüyormuş gibi bir hava verir. Mimari açıdan en çarpıcı özelliklerinden biri, bir yayılma izlenimi veren sayısız kolonlarıdır. Yapı içindeki kesintisiz görüntü akışının yanı sıra, dönüşümlü renklerdeki kemer taşlarına sahip iki katlı revaklar benzersiz bir ritim sağlar. Ölçülü aydınlatma bu mimari eserin asıl çekiciliğini yaratan mistik bir hava uyandırır.

Kurtuba Cami’nde nal biçimli ve yuvarlak biçimli kemerlerin bileşimi olağandışıdır. Nal biçimli kemerlerin yerel Vizigot yapılarında öncelleri vardır; ancak bunlara Ortadoğu’daki İslam öncesi yapılarda da rastlanabilir. Ne var ki, nal biçimli kemerlerin farklı renklerdeki dönüşümlü kesme taş ve tuğlayla bir araya getirilişi, sonraki yüzyıllarda Mezquita’nın stilistik bir özgüllüğü olarak kalan bir Kurtuba icadı sayılmalıdır.

Başlangıçta öyle olmazsa bile, günümüzde Kurtuba Cami’nin ilettiği mekân duygusunu ışık belirler. Eskiden avlu cephesindeki revakların açık olması nedeniyle, cami avlusundan gelen ışık namaz bölmesine düşerek içeriyi sıcak bir ışıltıyla yalar ve döşemedeki renkli halıların etrafa bir parlaklık saçmasını sağlardı. Döşemenin halıyla kaplı olmasından dolayı, hepsi Roma ve Vizigot yapılarının kalıntılarından alınmış olan daha yüksek bazı kolonların döşemeye daha derin biçimde gömülü olması tuhaf bir görüntü yaratmazdı. Çarpıcı özelliklerden biri, merkezi eksenin mihrap yönelimli oluşuna bir başka vurgu katarcasına, ortadaki geçitte sadece kırmızımsı kolonların yer alması, buna karşılık yan geçitlerde dönüşümlü siyah ve kırmızı mermer kolonların bulunmasıdır. Caminin kolon başlıkları özel ilgiyi hak edecek niteliktedir. Özgün inşaat sırasında esas olarak Korent düzenindeki Roma başlıkları kullanılmıştır. Ancak, Vizigot başlıklarına ve hatta Doğu Akdeniz’den gelme tekil parçalara da rastlanır. Vizigot başlıklar yassı rölyef işleriyle ve bitki bezemelerinin şematik, hatta kimi zaman geometrik basitliğiyle Roma başlıklarından ayrılır. Ortadaki geçitte en zarif başlıklar yer alır ve eski yapılardan alınma bu başlıklar merkezi ekseni daha da vurgular.

Abdurrahman’ın oğlu I. Hişam 793’te ilk değişikliğe giderek bir minare yaptırdı. Kaynaklarda caminin kuzey duvarına yaslandığı belirtilen bu minareden günümüze ulaşan hiçbir arkeolojik iz yoktur. Camide büyük çaplı yeniden inşa ancak 9. yüzyıl ortalarında başladı.

Kurtuba Cami’nin benzersiz önemi yalnızca kentin ana camisi olmasından değil, imparatorluğunun dinsel ve kültürel merkezi olmasını sağlayan dünyevi ve ruhani iktidar arasındaki yakın bağlantıdan gelir. İçeride insanlar yalnızca namaz kılmazdı; bütün Batı İslam dünyası için geri dönülmez biçimde belirlenen dinsel ve dünyevi yasaları da görüşürdü. Yönetim üzerindeki hak iddiasını Endülüs Emevi hanedanının kurucusu I. Abdurrahman’a dayandıran her hükümdar, onun yaptırdığı camiye özel saygı gösterirdi. Bunun yolu ise minare gibi cömert arma­ğanlarda bulunmak veya eklentilerle camiyi genişletmekti. Yüzyıllar boyunca, neredeyse halifeliğin sonuna kadar camiye yönelik çalışmaların sürmesi de bu durumla açıklanabilir.

La_MezquitaKent nüfusunun artması üzerine, II. Abdurrahman’ın emriyle 833-848 arasında Kurtuba Cami’ne yapılan eklenti esas olarak namaz bölmesinin güneye doğru genişletilmesini getirdi. Çalışmaların ilerlemesiyle birlikte, mihrap yıkıldı ve kıble duvarının taşları söküldü. Böylece 11 geçitten ve 12 sahından oluşan özgün yapıya 8 sahın daha eklendi. Namaz bölmesi kareye yakın bir yapıyla 79.29 x 69.09 metrelik boyutlara çıkarıldı.

Kurtuba Cami’nin mimari özellikleri incelenirken, burada, Christian Ewert ve Patrice Cressier’in etraflıca incelediği kolon başlıklarına da değinmemiz gerekir. Onlara göre mimari açıdan sadece Roma ve Vizigot değil, İslam başlıkları da belirgindir. Bunlar tarihsel bakımdan “emirlik dönemi” başlıkları olarak nitelendireceğimiz yeni bir biçimi temsil eder. Bütün Ortaçağ başlıkları gibi, emirlik dönemi başlıkları da klasik Korent tipine dayanır; bunun ayırt edici özelliği olan ince süslemeler derin yontma tekniğinin uygulandığı sonucuna varmayı getirir. Neredeyse bu döneme özgü bir biçimsel zenginliği doğuran yeni biçimler ve ifade olanakları yönünde bir arayışı da saptamak mümkündür. Söz konusu başlıkların dağılımı gelişigüzel değildir. Ortadaki geçitte ve eski kıble duvarının önündeki son sahında en güzel başlıklar yer alır; ancak 16. yüzyılda inşa edilen katedralve onun payandaları bunların göze çarpıcılığını büyük ölçüde bozmuştur.

Özgün yapının orta geçidinde, mihrap alanına büyük vurgu yapıldığı görülür. Namaz bölmesi normalde dönüşümlü olağan kırmızı ve siyah mermer kolonları barındırırken, ortadaki geçitte tam mihrabın önüne iki adet beyaz, yivli mermer kolon yerleştirilmiştir. Dahası, kıble duvarının hemen önünde son bulan şahındaki kolonları, özellikle şahane başlıklar süsler. Caminin mihrap yönelimli merkezi ekseninin yanı sıra bu vurgulu yanal kıble duvarı bir “T” şekli yaratır.

III. Abdurrahman 929’da halifeliğini ilan ettikten sonra, esas olarak saray kenti Medinetü’z-Zehra’nın inşasıyla (936-1010) ilgilendi. İmparatorluğun hükümet ve idare merkezi olarak kurduğu bu kent, Kurtuba’nın sadece 13 kilometre kuzeybatısındaydı. Medinetü’z-Zehra’daki inşa çalışmalarını gözetmeyi asıl uğraş edinen halife, Kurtuba Cami’nde nispeten önemsiz işlere girişti. Esas olarak cami avlusunu ve bu çerçevede kadınlara ayrılmış galerileri genişletti. Ayrıca, I. Hişam’ın döneminden kalma minareyi, artık işlevini yerine getiremediği ve cemaatin ihtiyacını karşılayamadığı gerekçesiyle yıktırdı ve yeni bir minare yaptırdı. Cami avlusunun güney kenarındaki bu yeni minare bugün yoktur. Çünkü 16. yüzyılda yerine katedralin çan kulesi dikildi ve 17. yüzyılda kuleye Barok bir yapı havası verildi. III. Abdurrahman dönemindeki minarenin bir görüntüsü, Cami-i Kebir’in doğu cephesindeki bir 16. yüzyıl rölyef ambleminde yer alır. Cami avlusunun doğu girişini oluşturan taçkapının yukarısındaki bir kemer dolgusunu süsleyen bu amblemden anlaşıldığına göre, minare kare biçimli bir yüzey üstündeydi ve iki yapı bölmesinden oluşmaktaydı. Küp biçimli olan alt bölmenin yüksekliği 23 metreydi. Daha kısa ve daha dar olan üst bölme, müezzinin ezan okuduğu yerdi. Bu bölmenin üstünde iki yanı kemerli, küçük bir kubbe vardı. Özgün minareyi görmüş Magripli bir müellif olan el-Mekkari, hatırladığı kadarıyla minarenin alemini bir narla taçlandırılmış iki altın ve bir gümüş kürenin dengeli biçimde oturtulduğu bir dikey direk olarak tarif eder. Bu minare ve tacı diğer Endülüs camileri için de bir model oluşturmuştu.

III.  Abdurrahman’ın oğlu ve ardılı II. Hakem, tahta çıkından (961) hemen sonra Kurtuba Cami’nde çalışmalar başlattı. Onun eseri olan eklenti (962-966) Kurtuba halifeliğinin sanatsal doruğunu yansıtan bir başka örnektir. Önceki inşa çalışmaları doğrultusunda, cami güneye doğru 12 sahın daha genişletildi; böylece uzunluğu 114.6 metreye ulaşırken, genişliği 79.29 metre olarak kaldı. İnşa çalışmaları tamamlandığında, namaz bölmesi 79.29 x 114.60 metrelik, yani avludan çok daha büyük bir alana dönüştü. Caminin genişletilmesi özgün yapıdaki kıble duvarının ve mihrabın yıkılmasını zorunlu kıldı. Emirlik mirasına saygının bir ifadesi olarak, özgün mihrap başlıkları ve kolonları yeni eklentideki mihraba taşındı. Ortadaki geçidin başladığı yerde, mimarlar iç içe geçmiş oyuk süslemek kemerlerden oluşan ve masif bir bağdadi kubbenin örttüğü iki katlı karmaşık bir yapı yarattılar. Hıristiyanlık döneminde caminin bu kesimine “Capilla de Villaviciosa” adı verildi.

Cami-i Kebir’in II. Hakem dönemindeki eklentisinin orta geçidini, tek örnek kırmızı mermer kolonların kullanılması vurgular. Yan geçitlerde diyagonal bağlantılı ve mihraba yönelik bir düzen içindeki dönüşümlü kırmızı ve siyah kolonlar görürüz. Tipik yapıya uygun olarak, kolonlar başlıklıdır. Cami yapısının önceki sürümlerinde farklı başlık biçimlerini hayranlıkla izlemek mümkünken, bu kısmın bütün kolonlarında tek örnek kabartmalı başlıklara rastlarız. Sadece orta geçidin üst revakında, düz sütunlara incelikle işlenmiş alçı sıva rölyefler buluruz. Bunlar İslam üslubunda bileşik alçı sıva başlıklarla taçlandırılmıştır ve ortadaki geçidi öne çıkarmaya hizmet eder.

Mihrap cephesi çarpıcı bir etki yaratır; parlak altın mozaikler ve iç içe geçmiş oyuk süslemeli kemerlerden oluşan çapraz revak bu efekti daha da baskın hale getirir. Mihrabın önünde halifenin tek başına namaz kıldığı maksure yer alır. Ortadaki beş geçit boyunca uzanan son iki güney sahınının maksure alanının bir kısmını oluşturduğunu varsayabiliriz. Maksure alanını, halifeyi avamdan ayıracak şekilde kıble duvarına paralel olarak uzanan bir çapraz revak vurgular. Bu çapraz revakın kemerleri eskiden hükümdarı halktan ayıran geleneksel parmaklığın yerini tutar; ayrıca kemerlerin bezemeleri maksurenin ve mihrabın önemini vurgulamaya yetecek düzeydedir. Maksureye yanal olarak uzanan çapraz revak daha sonraları Hıristiyan şapellerine ve mezarlarına yer açmak üzere yıkılmıştır.

Bizans İmparatoru Nikeforos’un Yardımı

Mihrabın kendisi bildik bir düzeni açığa vurur: Nal biçimli bir orta kemerle örtülü bir kaide alanı; dikdörtgen bir çerçevesi (elfiz) bulunan ve üstünde kapalı kemerlerden oluşmuş bir revağın yer aldığı bir kemer alanı. Nal biçimli kemer, akustik sebeplerle üstüne geniş bir kabuk oturtulmuş olan sekizgen bir namaz girintisine açılır. Kabuğun kıvrımı imamın sesini bütün cami içinde duyulacak şekilde yükseltirdi. Daha önce de belirtildiği üzere, mihrabın nal biçimli kemerinin yanlarında emirlik döneminden kalma iki mermer kolon ve kolon başlığı yer alır. Mihrabın kaide alanının her iki yanına bitki motiflerinin süslediği büyük mermer levhalar iliştirilmiştir. Bunlar Kurtuba halifeliği sırasında yaratılmış en güzel ve en muhteşem bezeme rölyefleri arasında sayılır. Mihrabın kemer alanının üçgen dolguları altın kaplamalı alçı sıva asmalarla bezenmiştir. Daha sonra kemer alanını, mavi zemin üstünde altın mozaikten bir Kuran yazıtının bulunduğu dikdörtgen bir elfiz kuşatır. Yazıtın yukarısında kapalı kemerlerden oluşan bir revak uzanır; bu kapalı alanlar mozaiklerle işlenmiş Hayat Ağacı motifleriyle bezenmiştir. Bütün bunların üstünde büyük bir bombeli kubbenin destek yapıları yer alır; mihrabın önündeki çevrili alanı örten bu kubbe, tıpkı mihrapta olduğu gibi, küçük altın mozaik taşlarla süslenmiştir. Bazı metinlerde II. Hakem’in Bizans İmparatoru Nikeforos’a başvurarak, Şam Cami-i Kebir’inin altın mozaiklerini aynen yapabilecek bir mozaik ustası göndermesi için ricada bulunduğu belirtilir. Nikeforos da gemilerle 320 ton renkli cam ve ustalar gönderir. Kurtuba’daki mozaikçilerin başında bulunan usta, Bizans geleneklerini öğrenmiş olan biriydi. Bu nedenle Kurtuba Cami’nin mimari özellikleri kimi yerde Bizans sanatının izlerini taşır. Bununla birlikte, altın mozaikler yerel atölyelerden gelme etkileri yansıtan Endülüs sanatıyla biçimsel bağlar da taşır.

Kurtuba CamiMaksure alanında, ortadaki bombeli kubbenin iki yanında, Capilla de Villaviciosa’nın kubbesine benzer bir biçimle, iki bağdadi kubbe yer alır. Bu kubbelerin öncellerinin Ortadoğu kökenli oldukları sanılmaktadır. Ne var ki, bunların henüz yeterince incelenmemiş olması ve inandırıcı modellerin yokluğu nedeniyle, Kurtuba bağdadi kubbelerini özgün bir tasarı saymak durumundayız. Varlıkları caminin maksure alanındaki kemer yapılarıyla sıkı sıkıya bağlantılı olan bağdadi kubbelere bu biçimiyle başka hiçbir camide rastlanmaz. Bu bakımdan, Kurtuba Cami’nin benzersizliği kısmen halifenin benzersiz konumundan kaynaklanır; maksure alanındaki mimari çözümlerin ilk esin kaynağı onun varlığıdır. Mihrabın her iki yanında camiye gelenlere kapalı olan kare biçimli beşer bölme vardır. Halife batı bölmelerini bitişikteki saraydan dosdoğru cami maksuresine açılan gizli ve güvenli bir geçit olarak kullanırdı; doğu bölmeleri ise anlaşıldığı kadarıyla hazineyi saklamaya yarardı. Bunların yukarısında, on bir bölmeli bir üst kat yer alır ve ortadaki bölme tam mihrabın üstüne denk gelir. Üst katın işlevi hâlâ tam açıklığa kavuşmuş değildir. Belki de caminin çok sayıdaki yazmaları burada saklanmaktaydı.

Kurtuba Cami’nin son eklentisi (987-988) Halife II. Hişam’ın başveziri ve naibi Mansur’un eseridir. Halifenin temsilcisi olarak bulunduğu bu yüksek makamda, Cami-i Kebir’i genişletmeye yönelik bir çalışma başlatma olanağını buldu. Mansur resmi hükümdar değil, naip olduğu için, emirlere ve halifelere denk bir konumda değildi. Camiyi güneye doğru genişletmesi halinde, bu davranışı böyle bir konuma yöneliş olarak yorumlanabilirdi. Buna eklenen bir yapısal sorun ise cami alanının güneyde bir bayırla ırmağa doğru inmesiydi. Daha önce II. Hakem’in camiyi genişletirken (962-966), alt zemini isnatlarla yükseltip tesviye ettirmeye mecbur kalması nedeniyle, camiyi güneye doğru daha fazla genişletmek yapısal bakımdan olanaksız hale gelmişti. Batıya doğru bir genişletme de olanaksızdı; çünkü orada hükümet ve idare sarayları vardı. Kuzeyde ise müminlerin toplanacağı bir alan olarak korunması gereken cami avlusu yer almaktaydı. Bütün bunların sonucunda, camiyi doğuya doğru genişletecek planlar yapıldı. Her zamanki titizliğiyle, Mansur’un çok önemsediği bir husus, kıble duvarının doğru istikamette olmasını sağlamaktı. Bu önceki mimarların pek fazla özen göstermediği bir coğrafi ayrıntıydı. Dönemin özellikle astronomi, geometri ve matematik alanlarındaki bilimsel uzmanlık düzeyini göz önünde tutarsak, sorunun sırf bir yanlış hizalamadan ibaret olmadığına neredeyse kesinlikle emin olabiliriz. Dolayısıyla I. Abdurrahman’ın duygusal bir yaklaşımla özgün yapıyı eski yurduna, Suriye’ye ve özellikle Şam’a bakacak bir düzenle kurduğunu varsaymak durumundayız. Mansur yeni genişletmeyle Cami-i Kebir’i Mekke’ye bakacak hale getirdi.

Camiye bu son eklenti Kurtuba’da o zamana kadar girişilmiş en geniş çaplı imardı. Bazı kaynaklara göre, Mansur devlet maliyesinden yaptığı büyük çapta harcamaları bu yoldan haklı göstermek istedi. Sekiz yan geçit ekleyerek, camiyi doğuya doğru yaklaşık 50 metre genişletti. II. Hakem’in önceki yapısının doğu cephesindeki taçkapılar duvarla örülerek kapatıldı ve caminin yeni alanına girmeyi sağlayacak 11 geniş kemer açıldı. Mihraba bitişik bölmelerin uzantısının yapılmaması nedeniyle, geçitler iki sahın daha uzun hale geldi ve böylece dış güney duvarına kadar ulaştı. II. Hakem’in eklentisinde maksureyi vurgulamak üzere uygulanan bir dizi çapraz kemer kurma ilkesinden vazgeçildi. Ancak, II. Abdurrahman’ın eklediği kısmı II. Hakem’in eklediği kısımdan ayıran revak yapı korundu.

Kurtuba Cami-i Kebir’inin artık 19 geçidi vardı. Kıble duvarıyla tıpatıp aynı olan güney duvarının uzunluğu 128.41 metreye ulaştı. Böylece namaz bölmesi 114.60 x 128.41 metrelik, avlu ise 60.42 x 128.41 metrelik bir alanı kaplar hale geldi. Çıkıntılı cami avlusuyla birlikte, caminin kapladığı toplam alan artık 175.02 x 128.41 metre, yani 23.400 metre kareydi. Daha sonra Hristiyan ilaveler hesaba katılmazsa, Mansur’un eklentisiyle Kurtuba Cami şimdiki görünümüne kavuşmuş oldu.

1 Yorum

YAZI HAKKINDAKİ DÜŞÜNCELERİNİZ

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.