Evrim Kuramı’nın Doğuşu: Darwin’in Beagle’la Yolculuğu

Evrim Teorisi, kuşkusuz dünya üzerinde en çok tartışılan kuramlardan biri… Zaman zaman ön plana çıkan bu tartışmaların odağında bulunan Charles Darwin ise, yıllar önce bir Ekim gününde, ileride Evrim Teorisi’ni oluşturacağı bilgileri edindiği yolculuğundan İngiltere’ye geri dönmüştü. Yolculuk onu bayağı yormuştu. Ancak o, çocukluğundan beri tutkun olduğu doğayı yeterince inceleme fırsatı bulmuş, çok önemli bilgiler edinmişti…

Charles Darwin’in (1809- 1882) babası Robert Darwin, başarılı bir tıp doktorudur ve oğlunun da kendi yolundan gitmesini istemektedir. Ne var ki Darwin, pek başarılı bir öğrenci değildir, üstüne üstlük, tıp öğrenimi fazla ilgisini çekmemektedir; aklı hep doğa bilimlerindedir. Oğluna, “ailesine yakışır” bir gelecek kurmak isteyen baba Darwin, oğlunun tıp doktoru olmaya niyeti olmadığını anlayınca, Anglikan Kilisesi’nin din adamlarına sunduğu güvenli ve saygın hayat sebebiyle bu kez oğlunun din adamı olmasına karar verir. Böylece, yaşamının ilerleyen yıllarında kiliseyle karşı karşıya gelecek olan Darwin, kırsal bölgede din adamı olmanın rahatlığını yaşayacağını ve bunu yaparken de doğa araştırmalarını sürdürebileceğini düşünerek, babasının planını benimser ve rahip olmak üzere Cambridge’teki Christ College’a kaydını yaptırır.

Darwin, 1831 yılının başında son sınavlarını başarıyla verir. Rahip olacağı günleri beklerken, 29 Ağustos 1831’de, Cambridge’te tanıştığı ve kendisinden çok şey öğrendiği botanikçi John Stevens Henslow’dan hayatının akışını ve bilim dünyasını kökten etkileyecek bir mektup alır…

Henslow mektubunda, Güney Amerika’nın kıyı şeridinin haritasını çıkarmakla görevlendirilen İngiliz donanma gemisi HMS Beagle’ın (Majestelerinin Gemisi Beagle) kaptanı Robert FitzRoy’un yolculuk sırasında kendisine arkadaşlık edecek birini aradığını ve kendisinin de Darwin’i önerdiğini yazar. Darwin bu öneriyi büyük bir heyecanla karşılar. Babası, bu yolculuğa önce izin vermez, ancak bir açık kapı bırakır: Oğluna, ona bu yolculuğa çıkmasını tavsiye edecek sağduyu sahibi bir kişi bulabilirse izin vereceğini söyler. İmdada, Darwin’in dayısı II. Josiah Wedgwood yetişir ve baba Darwin’den yolculuk için onay çıkar…

HMS Beagle’ın  Ekim’de denize açılması planlanmaktadır. Darwin yolculuk hazırlıkları için hemen harekete geçer. İlkin, FitzRoy ile tanışmak için Londra’ya gider. İlk izlenimleri itibarıyla, o sıralar henüz 26 yaşında olan bu genç kaptanı güven verici bulur. Aslında, oldukça zıt karakterlidirler. Nitekim yolculuk sırasında ve hatta yıllar sonrasında da şiddetli tartışmalar yaşanacaktır aralarında…

Beagle Evrim Yolculuğuna Başlıyor

Darwin’in gemiye çağırılış amacı, kaptana arkadaşlık etmesidir. O zamanlar, donanmadaki davranış kurallarına göre kaptan, gemideki diğer subaylar veya mürettebatla herhangi bir sosyal ilişki kuramamaktadır.

FitzRoy ayrıca, Darwin gibi bir doğabilimci ve rahip adayının, yolculuk sırasında, canlıların ortaya çıkışıyla ilgili, Kitabı Mukaddes’te anlatılanları destekleyecek kanıtları ortaya çıkarabileceğini ummaktadır…

Beagle, gecikmeli olarak, 27 Aralık’ta demir alır. Bu süre içinde Darwin de hazırlıklarını yapabilmiştir. Yanına fazla giyecek almaz. Onun yerine, çeşitli bilimsel aletler, av malzemeleri ve aralarında, ayrılırken Henslow’un hediye ettiği, modern jeolojinin kurucusu olarak gösterilen Charles Lyell’in “Jeolojinin İlkeleri” isimli yeni çalışmasının ilk cildinin de bulunduğu kitaplar alır. Beş yıl sürecek bu gezi sırasında geminin görevleri Patagonya, Tierra del Fuego, Şili ve Peru kıyılarının haritasının çıkarılması, Büyük Okyanus’ta bazı adalarda incelemeler yapılması ve bir dizi zaman ölçüm istasyonu kurulmasıdır.

İlk üç yıl, Arjantin ve Şili’nin çok az bilinen kıyı şeridinin haritasının çıkarılmasıyla geçer. Bu sırada gemi, kuzey-güney doğrultusunda pek çok kez gidip gelir, pek çok yere defalarca uğrar.

Bu, Darwin için çok olumlu bir durumdur, Hem, bir türlü alışamadığı denizden kurtulmuş olur, hem de karada, iç kısımlara doğru, bazıları birkaç ay süren araştırma gezileri yapma fırsatını bulur. Bu geziler sırasında ilk kez gördüğü yerleri, bitkileri, hayvanları coşkuyla inceler, bolca örnek toplar. Henslow’la devamlı olarak yazışır ve bu örneklerden ona bolca gönderir.

1834 Haziran’ında Beagle, Güney Amerika’nın batı sahillerine varır, Lyell’in “Jeolojinin İlkeleri” kitabının ikinci cildi Darwin’e ulaşmıştır ve burada asıl ilgi alanım jeoloji oluşturur. Elinde jeoloji çekiciyle And Dağları’na tırmanır ve buradaki kaya oluşumlarını inceler. 3658 metre yükseklikte bir deniz kabuğu fosili yatağı bulur. Bunlar, onu yaşamın sabit olmadığı, çevredeki değişikliklere göre sürekli değişim göstermekte olduğu sonucuna yaklaştırmaktadır…

Güney Amerika’nın kıyı şeridinin haritasının çıkarılması görevi tamamlanınca Beagle rotasını batıya, dönüş yolculuğuna çevirir. Dönüş yolculuğunda Tahiti, Yeni Zelanda, Avustralya ve aralarında Napolyon Bonaparte’ın mezarının bulunduğu St. Helena gibi bazı küçük adalara uğranacaktır. Ama öncelikle, “Evrim Kuramı”nın oluşmasına büyük yardımı olacak gözlemleri yapacağı Galapagos Adaları’na uğranılacaktır…

Galapagos Adaları, Darwin’deki Evrim Fikrini Sağlamlaştırıyor

Charles DarwinGalapagos Adaları, Tahiti’den sonra, Pasifik’in en ünlü tropikal adalarıdır; ancak, diğer tropik adalara hiç benzememektedir. Darwin, Galapagos Adaları’nda, pek çoğuna bu adalar dışında rastlanmayan birçok canlıyı inceler. Daha önce, Güney Amerika’nın batı kıyısında yaptığı gözlemlerde de, bir kıtanın komşu bölgelerinde birbiriyle akraba olan değişik türlerin bulunduğunu, aynı bölgedeki fosiller ve canlılar arasında yapısal benzerlikler olduğunu, kıtadan uzaktaki adalarda yaşayan türlerin, karaya yakın adalardaki türlere benzediği görmüştür. Galapagos Adaları’nda da, birbirine çok yakın adalardaki türler arasında, yaşam biçimleri ve beslenme alışkanlıkları açısından farklılıklar olduğunu gözlemler. Böylece, türlerin değişmez olarak yaratıldıkları yolundaki inanca karşı içten içe duyduğu kuşkular, iyice belirginleşmeye başlar. Gözlemlediği bütün bu olguların, türlerin ayrı ayrı yaratılmadığına, ortak atasal türlerden çıkarak değişe değişe bugüne ulaştığını kabul ederek açıklanabileceğine inanmaya başlar.

Beagle, 1836 baharının sonlarına doğru dönüş yoluna çıkar ve 2 Ekim 1836’da İngiltere’ye varır. Sonunda yolculuk bitmiştir. Darwin için, edindiği bilgileri derleme ve değerlendirme zamanıdır… Elinde yüzlerce sayfa not, binlerce kuş, bitki, böcek ve kaya örneği vardır. Öncelikle bunları tanımlandırma ve sınıflandırma çalışmalarına girer. Bu çalışmalar için uzmanlardan yardım almaya karar verir. Henslow, gönderdiği örnekler ve mektuplardan meslektaşlarına çokça söz etmiş, bunlar büyük ilgi uyandırmış ve Darwin ismi bilinir olmuştur. Yıllarca oğluna saygın bir gelecek kurmanın peşinde olan baba Darwin, başka türlü de olsa, oğlunun bilim dünyasında saygı gören biri olmasından memnundur. Oğluna çalışmalarını rahatça yürütebilmesi için iyi bir gelir sağlar…

Bundan sonra Darwin, Evrim Kuramı’nı yayımlayana kadar uzun yıllar çalışmalarına devam eder. Bu arada evlenir, çocukları olur. Ne var ki, hastalık yakasını bir türlü bırakmaz. Aralarında babasının da bulunduğu çeşitli doktorlar onu tedavi eder; ancak hastalığına teşhis koyulamaz. Yolculuğu sırasında tropikal bir hastalık kaptığı ya da onu ısıran bir böceğin bulaştırdığı bir mikroptan hastalandığı yönünde çeşitli yorumlar yapılır.

“Evrim” kavramı elbette ki ilk kez Darwin tarafından ortaya koyulmamıştır. Bu konuda bazı öncü görüşler Eski Yunan filozoflarına kadar uzanır. Ancak, özellikle üç büyük dinin ortaya çıkışının ardından, dünyanın ve tüm canlıların, bugünkü biçimleriyle Tanrı tarafından yaratıldığı yönündeki inanç benimsenir ve bu, “aydınlıklar yüzyılına” kadar pek sorgulanmaz. Montesquieu, Diderot, Buffon, Lamarc ve Darwin’in büyükbabası Erasmus Darwin gibi isimler, evrim konusunda çeşitli görüşler öne sürerler.

Özellikle Lamarc’ın “çevreye uyum sağlamayan organ ya da bölümlerin köreleceği ve bunun da gelecek kuşaklara aktarılacağı” yönündeki görüşü Darwin’in aklındadır. Yaptığı gözlemlerde, nesli tükenen türlerle yaşayan türler arasındaki benzerlikleri açıkça görmekte, yaşayan bazı canlılarda, görüldüğü kadarıyla bir işe yaramayan organların varlığını bilmektedir. Böylece, Evrim Kuramı’nın özünü, dönüşünden kısa bir süre sonra, 1838’in sonlarına doğru oluşturur.

Belirlediği ana noktalar şunlardır: Dünyanın tarihi milyonlarca yıl geriye uzanmaktadır; türler değişebilirdir; popülasyonlar ata türlerden yalıtıldıklarında çeşitlilik oluşur; çevre sürekli değişir ve yaşam değişen koşullara uymak zorundadır; organizmaların hayatta kalmalarım ve çevrelerine uyum göstermelerini sağlayan farklılıklar sonraki kuşaklara aktarılır ve doğal seçilim yoluyla yeni türler evrimleşir…

Darwin, kuramının ana hatlarını oluşturmuştur; ancak kimine göre, radikal fikirlerini yayımlamaktan çekinmesi, kimine göreyse, kitabın bilimsel altyapısının istediği düzeyde olgunlaşmaması sebebiyle kitabını uzun yıllar yayımlamaz. Bunun için daha ne kadar bekleyecektir bilinmez ama doğabilimci Alfred Russel Wallace, dolaylı yoldan onu harekete geçirir…

Türlerin Kökeni’nin Yayınlanması Tartışmaları Başlatıyor

Türlerin Kökeni1858’de Darwin, Wallace’ın bir makalesini okur ve makalenin, 20 yıldır üzerinde çalıştığı doğal seçilim kuramının bir özeti olduğunu görür. Eğer kitabını şimdi yayımlarsa, kuramı Wallace’dan çaldığının iddia edilebileceğini düşünür. Lyell’in önerisiyle, Londra’daki bir doğa tarihi kuruluşu olan Linne Derneği’ne kuramı, Darwin ve Wallace ortak yazarlar olmak üzere sunarlar. Darwin de kitabı için artık daha fazla beklemez ve bir sonraki yıl, 1859’un Kasım’ında, “Türlerin Kökeni”ni (On the Origin of Species by Means of Natural Selection) yayınlar.

Kitap çok büyük bir ilgi görür, elbette ki büyük eleştiriler de toplar. Darwin, itirazların büyük bölümünü, Güneş’in sabit olduğu ve Dünya’nın onun çevresinde döndüğü ilk kez söylendiğinde gösterilen tepkilere benzetir…

Hemen olmasa da, kitabın “dünyanın M.Ö. 4004 yılında yaratılması” ya da “dünyanın altı günde yaratılması”, “Adem ile Havva efsanesi” ve “Büyük Tufan” gibi dogmaları yıkması üzerine, tepkilerin gelmesi gecikmez,

İlk büyük çatışma alanı, British Association’ın 1860 Haziran’ında Oxford’da yapılan toplantısı olur. Darwin, toplantıya hastalığı nedeniyle katılamasa da, Henslow toplantı başkanıdır ve Huxley, Hooker gibi Darwin’in fikirlerinin iki ateşli temsilcisi oradadır. Toplantıya katılan din adamlarının başındaysa, lakabı “Dalkavuk Sam” olan, Oxford Piskoposu Samuel Wilberforce vardır.

İşte o ünlü tartışma bu toplantıda yaşanır. Konuşması sırasında Wilberforce, Huxley’e büyükanne tarafından mı, yoksa büyükbaba tarafından mı “insansı maymun” soyundan geldiğini sorar. Buna karşı Huxley, maymun soyundan gelmeyi, kültürünü ve belagatını önyargının ve yalanın hizmetine veren bir insanın soyundan gelmeye tercih ettiğini söyleyince ortalık karışır. Kalabalığın içinde bir adam, elindeki Kitabı Mukaddes’i havada sallamakta ve “Gerçek burada, başka hiçbir yerde değil” diye bağırmaktadır. Bu adam, toplantıda tebliğ sunacaklar arasında bulunan ve koramiralliğe yükselmiş olan FitzRoy’dur!

FitzRoy, acaba Darwin’i gemiye aldığı gün bunları düşünebilir miydi? Belki de, onu gemiye almasıyla ve hatta gemide zaman zaman şiddetlenen tartışmalarıyla, Evrim Kuramı’na katkıda bulunmanın vicdan azabını yaşamaktaydı. Yaşamında da, pek çok talihsizlik yaşamıştır. İşinde istediği başarıyı yakalayamamış, dört yıl arayla ilk eşini ve büyük kızını kaybetmiştir. FitzRoy, Oxford Toplantıları’ndaki tartışmadan beş yıl sonra boğazını keserek intihar eder…

Freud’un sözleriyle bitirelim (Aktaran: S. J. Gould, Darwin ve Sonrası, TÜBİTAK, 2005):

Zamanın akışı içinde insanlık, bilimin ellerinden gelen darbelerle iki kez, naif öz sevgisinin incinmesinin acısını yaşamak zorunda kalmıştır. Birincisi, Dünya’nın evrenin merkezinde olmadığını, akıl almaz büyüklükte bir dünyalar sistemi içinde bir nokta olduğunu anladığında (…), İkincisi, biyolojik araştırmalar özel yaratılmışlık ayrıcalığını elinden alıp soy kütüğünü hayvanlar âlemine düşürdüğünde.

YAZI HAKKINDAKİ DÜŞÜNCELERİNİZ

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.