Hitler’in Son Kumarı: Ardenler Saldırısı

Aralık 1944; Alman orduları tüm cephelerde geri çekiliyor. Batıdaki Müttefik orduları, ele geçirdikleri ilk Alman kenti olan Aachen’de işgal yönetiminin provalarını yapıyorlar, Ruslar ise doğuda, hedefi Berlin olan son büyük taarruzun hazırlıkları içerisindeler. Müttefik bombardımanı altında yıkıntıya dönmekte olan Almanya muazzam miktarda silah, uçak ve tank üretiyor; ama bunları hareket ettirecek akaryakıt yok. Doğudaki tek doğal petrol kaynağı Ploesti Rusların eline geçmiş; sentetik petrol tesisleri de sürekli bombalanıyor.

İşte bu koşullar altında Batı cephesindeki tüm Alman komutanları, Mareşal von Rundstedt’in karargâhında Führer’in huzuruna çağrılıyor.

Komutanlar toplanınca hepsinin silahlarına ve çantalarına el konuluyor. 20 Temmuz suikastının yankıları ve kuşkuları sürüyor. Öyle ya, Rommel bile suikastçılarla bir olmuşken her şey beklenebilir. Komutanlar daha sonra bir otobüse bindirilip dolaştırıldıktan sonra, iki sıra SS arasından geçirilip konferans masasına oturtuluyor. Her birisinin arkasında silahlı bir SS duruyor. Herkes elini kolunu oynatmaya bile korkuyor.

İki saat kayıtsız şartsız itaat yemini ettikleri Führer’i dinliyorlar…

Hitler söze, karşılarındaki koalisyonun niteliğini değerlendirerek başlıyor. “Ultra kapitalistler” ve “ultra komünistler” bir araya gelmiş, daha şimdiden savaş sonrası için Akdeniz ve Balkanlar’da çatışmaya başlamışlar.

Diğer yanda, ölüm döşeğinde bir imparatorluk olan İngiltere ile onun yerine göz diken ABD arasında da çelişkiler var. Sıkı bir darbe bu koalisyonu çökertir, zafere inançlarını sarsar… vs., vs.

Generaller inanmıyor. Hitler de bunu biliyor; ama teknik olarak onlara muhtaç… Bu uzun girişten sonra, sıra taarruzun nereye yapılacağına geliyor: Montgomery’nin itirazlarına rağmen, Amerikalıların geniş cephe politikası nedeniyle, Almanlar bir avantaj elde etmişlerdi.

Müttefikler her yerde ilerlemeye çalışırken kuvvetleri dağılıyor ve ilerlemeleri yavaşlıyordu.

Yayılan kolordular arasında, tıpkı 1940 Mayıs’ında olduğu gibi, Ardenler’de bir boşluk oluşuyordu. Hitler bunu daha Eylül ayında sezmişti. Bu boşluktan vurup müttefiklerin dengesini bozarsa, onların en büyük ikmal üssü olan Antwerp’e ulaşabilirlerdi…

Pekiyi ama hangi kaynaklarla? Temmuz ayında Almanya, savaşın başından beri ilk kez topyekun seferberliğe geçmiş, eli silah tutan herkesi orduya alarak ezilen tümenlerin yerine yenilerini oluşturmuştu…

Ama petrol yoktu. Hitler zırhlı tümenlere 100 kilometre yetecek kadar petrol dağıtacak, gerisi Amerikan depolarından ele geçirilecekti. Almanya’daki yapay petrolün üçte ikisi sekiz fabrikada üretiliyordu. Bu bölgede bulunan rafineriler de 1944 yazında başlayan stratejik bombardımandan etkilenmeye başlamıştı. Nisan ayında araçlarda kullanılan petrolün üretim miktarı Haziran ayında yarıya düşerken, bu oran Eylül ayında dörtte bire düşmüştü. Uçaklarda kullanılan yakıt üretimi, Eylül ayında 10.000 tona düşmüştü. Bu ayda hedeflenen üretim ise sadece 30.000 tondu. Halbuki yalnızca Luftwaffe’nin aylık asgari yakıt talebi 160.000 tondu.

Müttefiklerin Yanlış Hesabı

Almanların en büyük avantajı müttefiklerin zihniyetiydi. Yaz boyunca her hafta beş-altı tümen yitirerek geri çekilen Almanların büyük bir taarruz için güç biriktirebileceklerine inanmıyorlardı. 16 Aralık 1944’te, İngiliz General Montgomery yaptığı en son durum muhakemesine göre 21’inci Ordu Grubu’na gönderdiği tahminlerde kendinden çok emin bir şekilde şöyle diyordu: “Düşman, mevcut durumuyla bütün cephelerde savunma halindedir; büyük bir karşı taarruza girişebilecek durumda değildir.” 12’nci Amerikan Ordu Grubu’na komuta eden Bradley de aynı görüşü paylaşıyordu.

Ardenler bölgesini kendilerinin yapacağı bir taarruz için uygun görmeyen Müttefikler, düşmanın da buradan taarruz edeceğini hiç düşünmemişlerdi. Ancak, dört yıl önce 1940 yılında Batı Cephesi’ni çökerten Yıldırım taarruzu da Ardenler bölgesinden başlamıştı. Burada garip olan, 1944 yılının Müttefik komutanlarının, Hitler’in 1940 yılında kazandığı başarıyı aynı şekilde tekrarlamak için aynı bölgeyi kullanacağını hiç mi hiç düşünmemeleriydi.

Ama Hitler akıllara sığacak bir diktatör değildi. Daha önce birçok kumar oynamış ve çoğunu kazandığı için kimseyi dinlemez olmuştu. İkinci avantajları ise, Batı Cephesi Komutanı von Rundstedt’ın eğitim ve teçhizatları tamamlanıncaya kadar zırhlı tümenleri muharebeye sürmemesi, savaşı piyade ile sürdürüp karşı taarruz için bir ihtiyat yaratmasıydı. Nihayet hava koşullarının uçuşa izin vermemesi de, Almanlar için çok büyük bir önem taşımaktaydı. Ancak tüm bunların onları nereye kadar götürebileceği meçhuldü!

Diğer taraftan, Eisenhower, 7 Aralık günü bir konferansa giderken Ardenler bölgesinin çok zayıf bir şekilde tutulduğunu görmüş ve Bradley’in dikkatini çekmişti. Bradley buraya önemli bir ikmal tesisi kurmadığını; Almanlar saldırırsa iki taraftan karşı saldırıyla imha edebileceklerini söylemişti.

Ne var ki, Almanlar Aralık ortalarında bu bölgedeki 4 zayıf Müttefik tümeninin karşısına, çoğu zırhlı 17 tümen yığmışlar; Müttefik istihbaratı bunların sadece yedisini tespit edebilmişti. Bu, Almanlar için büyük bir başarıydı. Çok ilgi çekici olan harekatın başlamasına çok az zaman kalana dek birçok Alman tümen komutanının bile Ardenler Taarruzu‘ndan haberi yoktu.

Nihayet hazırlıklar bitti ve 16 Aralık 1944 sabahı Ardenler’deki Amerikan askerleri üzerlerinden Antwerp’e doğru uçan V-1 füzelerine bakarken, etraflarına mermi yağmaya başladı.

Hitler’in son dahiyane buluşuna “Greif Harekatı” kod adı verilmişti. Bu kelime Almancada efsanevi Griffin’i temsil ediyordu. Bu taktiğin icrası için de, bir yıl önce, Mussolini’yi dağın tepesindeki esaretinden kurtarmak için gönderdiği hava indirme birliğinde görevli otuz altı yaşındaki Yarbay Skorzeny’i görevlendirmişti. Adına yakışır bir şekilde etkisi de büyük olmuş, taarruz başladıktan sonra Müttefik hatlarının gerisinde panik yaşanmıştı.

Truva Atı Stratejisi

Ardenlerde Alman zırhlı birlikleriBununla beraber, iki dalga halinde planlanan harekat, Homeros’un destanlarında yer alan “Truva Atı” stratejisinin günümüzdeki uygulamasıydı. İlk dalgada, İngilizce konuşan bir Alman komando birliği, Alman üniformalarının üzerine Amerikan elbiselerini giyerek, jiplerle küçük timler halinde, cephe yarılır yarılmaz ileriye atılıp, telefon hatlarını kesip, yolların mayınla döşeli olduğunu gösteren kırmızı işaretleri asıp ve Müttefik cephesinde panik ve kargaşa yaratmak için ellerinden geleni yapacaklardı. İkinci dalgada ise, Amerikan üniformaları içindeki bütün bir panzer tugayı cepheyi yarıp geçip Meuse üzerindeki köprüleri ele geçirecekti.

İkinci dalga harekat hiçbir zaman başlayamadı. Ordu Grubu Karargahı yeterli Amerikan tankı ve ulaştırma aracı sağlayamadı. Bu dengeyi kamufle edilmiş Alman araçlarıyla kurmak zorunda kaldılar. Bu yetersiz kamufle, aşırı bir ihtiyatı gerektirdi ve kuzey bölgede istenen ön hazırlıklar gerçekleştirilemeyince, tugayın harekatı ertelendi ve nihayetinde iptal edildi. Fakat ilk dalga, beklenenin de üstünde bir başarı elde etti. Yaklaşık 40 jip dolusu asker, Müttefik hatlarının içine daldılar, gerekli paniği yarattıktan sonra, sekizi hariç hepsi emniyet içerisinde döndüler. Amerikalıların eline düşen birkaç Alman askeri, cephenin gerisinde böyle başıboş doluşan sabotaj ekiplerinin sayısı hakkında büyük bir panik yaratmıştı. Olumsuz sonuçlardan birisi de, sabotaj ekiplerini yakalamak için yapılan aramaların yarattığı korkunç trafik karmaşasıydı.

Yüz kilometreye yakın bir cepheye yayılmış olarak baskına uğrayan General Middleton’un 8’inci Kolordusu’na bağlı 4 Amerikan tümeni, Alman hücumunun önünde geriye püskürtüldü. Bu bölgeden sorumlu olan Bradley, ilk gün bu taarruzun niteliğini anlayamadı. Çünkü Alman saldırısı altındaki birlikler, irili ufaklı direniş grupları oluşturarak çekilirken her türlü irtibatları kopmuş; bazı hatlar da Alman komando ve paraşütçüleri tarafından kesilmişti. Lüksemburg’daki Taktik Karargahı’na dönen Bradley, komuta odasında, haritanın üzerinde şaşkın bir vaziyette karargahına şöyle bağırıyordu: “Allahın belası bu herifler bu gücü nereden buldular.”

Hava muhalefeti nedeniyle keşif de yapılamıyordu. Ne var ki Amerikan birliklerinin küçük direnişleri, daha ilk günden Almanlara pahalıya mal olmaya başlamıştı. Düz yol için yüz kilometrelik yakıt alan tanklar muharebelerde yan yollara sapıyorlar, ileri geri manevralar yapıyorlar ve yakıtlarını hızla tüketiyorlardı.

Ne olduğu tam anlaşılamamasına rağmen, Müttefik Orduları Başkomutanlığının ihtiyatı olan 101. Hava İndirme Tümeni derhal önemli bir yol kavşağı olan Bastogne’a, 82. Hava İndirme Tümeni de ilerleyen bir Alman grubunu durdurmak üzere daha kuzeye gönderildi.

Başka bir muharebe grubu da ikinci gece, farları açık olarak Bastogne’a ulaştı. Diğer bir önemli kavşak olan St. Vith ise, çekilen Amerikan birliklerinin 7. Zırhlı Tümen ile desteklendiği ikinci bir direniş merkezi oldu.

Bu tedbirler Alman birliklerinin ilerlemesini yavaşlattı.  Eisenhower ve ana ast birlik komutanları ancak 17 Aralık sabahı Almanların çok büyük çapta bir karşı taarruza geçtiklerini anlamışlardı. Ve 19 Aralık’ta, durumun gerçekliğini ve vahametini kavramış olan müttefikler Verdun’da bir toplantı düzenlediler.

Almanlar Bradley’in ordular grubunu ikiye bölmüşler ve iki yandan karşı taarruzlarla yok edilemeyecek kadar büyük güçlerle ilerlemeyi sürdürüyorlardı. Elinde başka ihtiyat kalmamış olan Başkomutanlık sıkıntı içerisindeydi.

Kuzeyde Alman ilerleyişi durdurulacak; Patton ise, güneyden büyük bir karşı taarruza geçecekti. Komutanların bilmediği şey, Amerikalıların en iyi operatif zekasına sahip olan Patton’un, daha toplantıya gelmeden üç alternatif plan yaptığı ve kararların onun ikinci planına uyduğu idi.

Toplantıdan çıkar çıkmaz karargâhına kodla ikinci planının uygulanacağını bildiren Patton ve 3. Ordu birlikleri daha o gece yola koyuldular. Bu hem Almanların hem de müttefiklerin her türlü beklentisinin ötesindeydi.

En kıdemli Amerikan komutanı olan Patton’un şimdi eski astı durumundaki Bradley’in emrinde olması, sadece fevri davranışları, çok konuşması ve politik davranmayı becerememesindendi. Taarruz edeceği için büyük bir neşe içinde Patton karargahına koşarken, kuzeyde durum hâlâ kritik görünüyordu. İnanılmaz bir hızla cephesini değiştirebilen Patton, yine de karlı tepelerde savaşarak ilerlediği için, kuşatma altındaki Bastogne’a ancak ayın 26’sında ulaşabilecekti.

Almanlar Bastogne ve St. Vith’deki direniş odaklarını sarıp geçmişler ve iki kasaba arasındaki boşluktan ilerlemeyi sürdürmüşlerdi. Bastogne’u kuşatan 47. Zırhlı Kolordu komutanı von Luttwitz, Amerikan komutanı McAuliffe’e bir mesaj göndermiş ve teslim olmadıkları taktirde, tüm bir topçu kolordusu ve altı uçaksavar bataryasının ateşiyle imha edileceklerini söylemişti.

Amerikalılar beyaz bayrakla gelen binbaşıyı başlarından savmak istemişler, ama o yazılı bir yanıt almadan gitmeyeceğini söylemişti. McAuliffe yazdığı dört harf ile savaşın en meşhur kişilerinden birisi oldu: NUTS.

Bastogne, Patton gelinceye kadar Almanların art arda saldırılarına direnmeyi başardı.  Bu süre zarfında çevrede bulunan Müttefik ihtiyatlar toparlanıyorlardı ve taarruz eden Alman birliklerinin güçlerini neredeyse aşmak üzereydiler. Patton’un ordusuna bağlı olan iki kolordu, Bastogne’nin yardımına koşmuş ve karşı taarruza geçmişti. Diğer yandan ayın 23’üne kadar Belçika’da ancak 100 kilometre ilerlemeyi başarmış olan Alman askerleri büyük bir felaketle karşılaştılar: Taarruzun başından beri kapalı olan,  Müttefik uçaklarının kalkmasına engel olup Almanların Müttefik cephesi içlerine kadar sızmasına yardımcı olan hava açmış ve Müttefik uçakları, o gün 7 bin sorti yaparak Ardenler’deki tüm Alman birliklerini vurmuşlardı. 26 Aralık’ ta panzer birliklerinin gündüz hareket etmesi yasaklandı.

Ardenler saldırısında doğaya yenik düşenlerin sayısı hayli fazlaydıAynı anda Luftwaffe’nin (Alman Hava Kuvvetleri) bütün havaalanları bombalanmış, Luftwaffe havadan silinmiş ve amansız hava saldırıları gün be gün Almanların gücünü eritmiş, yolları da geçilmez hale getirmişti. Almanların ikmal hatları ve depoları da hava saldırılarından payını almıştı. Çamur ve yakıt sıkıntısı Almanların ilerlemesini frenleyen önemli unsurlar arasındaydı. Yakıt sıkıntısı nedeniyle topçu birliklerinin ancak yarısı muharebe alanlarına getirilebilmişti. Ve nihayet, yakıt yetersizliğinden araçlarını ve tanklarını neredeyse hareket ettiremez hale gelen Peiper’in muharebe grubu nihayet 24 Aralık’ta tanklarını ve araçlarını terk ederek geriye doğru yaya olarak çekilmeye başladı.

Oysa 19 Aralık’ta Almanlar Stavelot yakınlarında 8 milyon litrelik yakıt deposunun bir kilometre kadar yakınına gelmişler, ama ele geçirememişlerdi. Bu da kaderin bir cilvesiydi. Depo gözlerinin önünde havaya uçurulmuştu.

Sonuçta, Müttefikler toparlanıp Ocak 1945 sonlarında, Alınanlara kaptırdıkları araziyi geri aldıklarında, artık Hitler’in intiharına ve Berlin’in düşmesine 100 gün gibi bir süre kalmıştı…

Patton güneyden karşı taarruzunu yaparken, Alman yarmasının kuzeyinde kalan Amerikan birlikleri, geçici olarak İngiliz general Montgomery’nin emrine verilmişti. Bu olay, askeri olarak gerekli olmakla birlikte, Amerikalıların gururunu yaraladı. Muharebe bittikten sonra Montgomery’nin Amerikalıların dağılan cephesini derleyip topladığı anlamı çıkabilecek olan basın toplantısı da, bu yaraya tuz ekti. Bu cümle daha da büyük bir rahatsızlık yaratmıştı, çünkü 22 Aralık’ tan bu yana Patton, güney kanattan karşı taarruza geçmişti ve 26 Aralık’ta bu taarruz etkisini göstermiş ve Bastogne nefes alabilmişti, halbuki Montgomery’ye göre önce bu mevzilere çeki düzen verilecek ve kuzeyden yapılacak taarruza 3 Ocak’ta başlanacaktı ve o zamana kadar da İngiliz ihtiyat birlikleri muharebeye sokulmayacaklardı. Sonuçta, Amerikalılar 16 bin, İngilizler ise sadece 200 ölü vermişlerdi! Amerikalıların yaralanma, hastalık ve uzuv donmaları gibi nedenlerle toplam kayıpları 140 bini bulmuştu. Ne var ki, birbirlerine muhtaç olan Müttefikler olayı daha fazla kaşımadılar.

Ardenler’deki muharebelerin ilginç bir noktası da, Skorzeny’nin komandolarının varlığı öğrenildikten sonra, Amerikan birliklerinde delice bir “casus avı” başlamasıydı. Amerikan üniformasıyla yakalanan Alman askerleri hızla yargılanıp kurşuna dizildiler. Paris’e kadar yayılan bu panik nedeniyle, askeri inzibatlar her aracı durduruyor ve şaşırtmaca sorular soruyorlardı. Hatta bir suikast söylentisi üzerine Eisenhower o kadar sıkı korumaya alındı ki, sıkıntıdan işini yapamaz hale geldi. Hitler’in ünlü komandosu Skorzeny savaştan sonra yargılandı; ama suçlu bulunmadı. İspanya ve Güney Amerika’da ticaretle uğraşmaya başladı.

Diğer yandan 1. SS Zırhlı Tümeni’nin Peiper Muharebe Grubu tarafından Malmedy yakınlarında kurşuna dizilerek öldürülen 71 Amerikan esiri konusunda, 1946’da yargılama yapıldı. Peiper dahil, 43 SS subayı idama, 23’ü de müebbet hapse mahkûm oldu. Peiper sorgulama sırasında bu taarruz öncesinde korku yaratmak için bizzat Hitler’in emriyle katliamları gerçekleştirdiklerini söylemiştir. Bununla beraber, Yarbay Peiper’in birliği, bu taarruz boyunca bu denli zalim davranan tek birlikti. Ancak ABD’deki antikomünist histeri sırasında, Senatör McCarthy bu esirlere kötü davranıldı diye büyük bir gürültü koparttı. 1948’de bu idam cezalarının 31’i kaldırıldı. Geri kalan 12’sinin de infazları ertelendi ve sonuçta, bir süre sonra hepsi serbest bırakıldı: Soğuk Savaş, SS’leri ABD’nin “doğal müttefiki” yapmıştı.

Ardenler Saldırısı En Çok Stalin’e Yaradı

Aslında, Sovyetler Birliği ile Batılı müttefikleri arasında gerçek bir koordinasyon olsaydı, savaşın son döneminde, Hitler’in Ardenler’deki gibi inisiyatif göstermesi pek mümkün olmazdı. Ancak Müttefikler’in her biri, taarruzlarını kendi gereksinimlerine göre yaptı. Örneğin, Ruslar pekâlâ 1944 sonbaharında taarruz edebilecek iken, Romanya, Bulgaristan ve Macaristan’ı alıncaya ve Almanların Polonyalıları katletmesi bitinceye kadar beklediler! Ocak 1945’te işleri bitip, zaten yapacakları taarruzu başlatınca da, bunu Amerikalıların işini kolaylaştırmak için yaptıklarını söyleyip, Yalta Konferansı’nda daha rahat davranabildiler: Fazla talepte bulunmadılar; çünkü Amerikalılar Ardenler’de Almanlarla boğuşurken, onlar istediklerinin çoğunu zaten almışlardı.

Bu sırada Eisenhower, biraz da Ardenler’in etkisiyle, daha fazla kayıp vermemek için, Berlin’de yapılacak son meydan muharebesini Sovyetler’e bıraktı. Stalin de Berlin için 100 bin askerini harcamaktan çekinmedi. Ruslar, Hitler’in batıdaki saldırısı nedeniyle daha rahat ilerlediler. Savaşın sonunu geciktiren politik hesapların en ağır bedelini ise, toplama kamplarında öldürülen milyonlar ve büyük acılar çeken Avrupa halkları ödedi.

YAZI HAKKINDAKİ DÜŞÜNCELERİNİZ

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.