II. Abdülhamid’in Çin Heyeti: Batılılara İsyan Etmeyin

Çin’in geniş toprakları 19. yüzyılda bir çember içerisine alınmıştı. Bir taraftan Ruslar fırsat kollayarak sınırlarını Çin topraklarının içerilerine kadar uzatıyor, doğuda Japonlar, askerlik ve ekonomik yönden önemli olan yerleri sömürgeleştirmeye uğraşıyordu. Pekin, Şanghay, Tien-Tsin gibi önemli yerler, özellikle limanlar, Avrupa’nın büyük sömürge devletleri tarafından neredeyse parsellenmişti. Her devletin ayrı bir nüfuz bölgesi vardı. Buralarda onların polisleri bulunur, onların bayrakları dalgalanırdı. Tüm kuralları Avrupa’nın sömürge güçleri belirler, Çinlilere ancak bu kurallara uymak düşerdi.

Çinlileri böylesine sömürge durumuna getiren Batılılar, bir taraftan da papazlar ve misyonerler aracılığıyla din propagandası yaparak Çinlileri ele geçirme gayreti içindeydiler.  Çinliler, Fransızlara, İtalyanlara, İngilizlere, Almanlara ve hatta Amerikalı papazlara karşı gizli bir hınç alma gücünü taşıyorlardı.

Boxer Ayaklanması, işte bu koşullar altında başladı. Boxerlerin ilk isyanı, 10 Haziran 1900 tarihinde Şantung’da başladı. 13 Haziran’da Çin’in merkezi Pekin, müthiş bir gün yaşadı. Avrupalı, Asyalı bütün yabancıların resmi ve özel binalarını kuşattılar. 54 gün süren bu ayaklanmada, yabancılara ait binaların çoğu yerle bir edildi, birçok yabancı sömürgeci öldürüldü. Ayaklanmanın parolası, yabancıların Çin’den defolup gitmesi, Çin’i Çinlilerin yönetmesiydi.

Avrupa basını Boxer ayaklanmasını fazlaca abartarak,  yaşananları korkunç biçimde betimleyerek dünyaya yansıttı. Çin’de temsilcileri ve yurttaşları olan büyük devletler endişe içerisindeydiler.

Bu ayaklanma sırasında Alman Büyükelçisi Baron de Ketteler de sokakta Çinliler tarafından linç edilerek öldürülmüştü. 20 Haziran 1900’de gerçekleşen bu linç, Çin’deki sömürge güçlerinin ayaklanmayı kanlı bir biçimde bastırmak için aradıkları bahane oldu. İmparator Wilhelm’in teklifi üzerine Çin’deki Avrupalı askerlerin başkomutanlığına Mareşal Waldarsee getirildi. Sömürgeci devletler aralarındaki ihtilafları geçici bir süre ertelemiş, ortak çıkarları yüzünden bütün ordularını tek bir komuta altında birleştirmişlerdi. Waldarsee, Çinli isyancıları ezmek için Çin’in tanınmış insanlarından birinin elde edilmesini öneriyordu. Yani yerli bir işbirlikçi bulunması gerekliydi. Nitekim, Çinlilerin ulusal kahramanı olan Li Hung-Chang müttefiklerin teklifi ile Çin Başkomutanlığına atandı ve Boxer isyanı, aslında saraya yakın bulunan bu komutanın çabası ile bastırılabildi. O tarihte yaklaşık 440 milyon nüfusa sahip olan Çin’de bazı kaynaklara göre, 50 bazı kaynaklara göre ise 25-30 milyon Müslüman bulunuyordu. Boxerlerin ayaklanması sırasında Çinli Müslümanlar çok az yerde isyana katıldılar. Çoğu yerde ise Çin Müslümanları, başı darda kalan İngiliz, Fransız, İtalyan, Alman, Amerikalı ve Avusturyalı yabancıları camilerde muhafaza ederek kurtardılar.

II. Wilhelm, II. Abdülhamid’den Çin’e Nasihat Heyeti Göndermesini İstiyor

Fakat yine de Çinli Müslümanların konumları tam olarak belli değildi. Rüzgar tersine dönerse Çinli Müslümanlar da ayaklanmaya dahil olabilir, Batılı sömürgecilerin işleri büsbütün çıkmaza girebilirdi. Çin’deki büyükelçisini yitiren İmparator II. Wilhelm’in aklına, yakın dostu olan tüm Müslümanların halifesi II. Abdülhamit geldi. Eğer halife Çinli Müslümanlara telkin yaparsa, Müslümanlar sömürgecilere karşı yapılan bu ayaklanmadan uzak durabilirlerdi.

Nitekim 1857 yılında Hindistan’daki Sepoy İsyanı sırasında benzer taktiği İngilizler de kullanmıştı. Hintliler İngiliz sömürgecilere karşı isyan bayrağı açıp bağımsızlık savaşı başlattıklarında, İngilizler Osmanlı Padişahı Abdülmecit’ten bir irade almışlar, bu irade isyanın gidişatını tamamen değiştirmişti. Daha düne kadar Hintlilerle birlikte İngilizlere karşı savaşan Müslümanlar, İslam Halifesi Abdülmecit’in iradesi tüm camilerde okutulunca bir anda İngilizlerin safına geçmiş ve Hintlilerin bağımsızlık savaşı kanlı biçimde bastırılmıştı.

İmparator II. Wilhelm, İstanbul’daki Alman Büyükelçisi Baron Mareşal von Bieberstein’a gönderdiği talimatta, Sultanın bu işe seyirci kalmaması ve mümkünse halifelik sıfatını kullanarak, Çin’de ortamın yeniden sakinleştirilmesi için gayret göstermesini istedi.

Avrupa devletleri üzerinde iyi bir tesir yapacağı düşüncesiyle Sadrazam Halil Rıfat Paşa ile II. Abdülhamid arasında Yıldız Sarayı’nda Çin konusunda bazı görüşmeler oldu. Padişahın, halifelik sıfatı dolayısıyla ilgi göstermesi, lehte bir sempati yaratabilirdi. Hatta Çin’e, diğer devletler gibi Türkiye’nin de bir miktar asker göndererek, büyük devletler safında yer alması bile görüşüldü. Ama Çin’de Boxer olayına, Çinli Müslümanların karışmış olacağı hesaplanarak, Türklere ve bilhassa Müslümanlara karşı girişilmemiş ve daha çok Çin’deki Hıristiyan devlet temsilcilerine ve sömürgecilere yöneltilmiş olan böyle bir ayaklanmanın bastırılması için, asker gönderilmesinin yakışık almayacağı sonucuna varıldı. Ancak Çinlilerle ve Çin’deki müttefik orduları başkomutanı ile görüşmek üzere, Çin’e bir Türk heyetinin gönderilmesi kararlaştırıldı.

Heyetin resmi görevi, Halife II. Abdülhamid’in selamını ulaştırarak Çin Müslümanlara, bu gibi ayaklanmaların dinen caiz olmadığını anlatmaktı. Kısacası Çinli Müslümanlara Avrupalı sömürgecilere karşı isyan etmemeleri nasihat edilecekti. Heyete kimlerin dahil olacağı saptanırken, Alman Büyükelçisi Baron Von Bieberstein II. Abdülhamid’den bu konuyu çabuklaştırmasını istedi. Bu hususta İmparatorundan ikinci bir talimat almıştı. Sonuçta heyet, 18 Nisan 1901 tarihinde bir Rus vapuru ile Çin’e hareket etti.

Çin’e gidecek Türk heyetinin oradaki Müslüman Çinlilerle yapacağı temaslardan. Alman elçisinin katli dolayısıyla maddi ve manevi çıkarlar umduğu belliydi. Wilhelm, Türk heyetinin Müslüman Çinlilerle temaslarında, diğer Batılı devletlere kıyasla Almanların daha üstün tutulacaklarını umuyordu. Nitekim, Çin’e giden Türk heyetinin bütün uğrak yerlerinde Alman misyon şefleri ile ve ilgili temsilcileri ile temasa geçmeleri ve heyetimizin Çin’de daha çok Almanlarla ilgileneceği anlaşılıyordu. Aslında, Çin’e gönderilecek Türk heyetinin bir kısım masraflarını Alman hükümeti ödemek istiyordu.

Çin Heyeti Kimlerden Oluşuyor?

Çin’e gidecek heyet kolay belirlenmemişti. Heyete katılacak kişilerin adları kâğıt üzerinde zaman zaman değişikliğe uğramış, seyahatten 5 gün önce heyetin son şekli kesinleşmişti.

Türk heyetine başkanlık edecek kişiyi II. Abdülhamid bizzat seçti. Bu, Mirliva Enver Paşa’ydı. (Tarihteki diğer Enver Paşa’dan ayrılabilmesi için buradaki Enver Paşa Nâzım Hikmet’in dedesi olan Enver Paşa’dır.) Ayaklanmaya katılmanın dinen caiz olmadığını anlatacak din adamların heyette bulunması da gerekiyordu. Bu isimlerin ve diğer kişilerin seçiminde şeyhülislamın görüşlerini alan Sadrazam Halil Rıfat Paşa, sarayla aynı görüşte birleşmişti. Din bilginlerinden Beyazıt Cami ve Medresesi hocalarından Mustafa Şükrü Efendi ile Fetvahane memurlarından Kadı Hacı Tahir Efendi de heyete dahil edildi.

Ancak heyete Enderun’da çalışan ve Türk dilini öğrenmiş iki Çinli Müslümanın katılması önce düşünülmüşken, sonradan bundan vazgeçildi. Onların yerine Sarıklı Zuhaf Alayı’ndan Hamuslu Mahmut ve Hasan adlı erlerin katılması uygun bulundu.

Heyete Enver Paşa’dan başka bir subayın daha girmesi gerekiyordu ama Halil Rıfat Paşa reisliğindeki kurul bu subayı bir türlü seçememişti. Padişahın emri ile Kolağası Yaver Ömer Nazım Bey bu işe atandı. Ömer Nazım Bey o sırada bugünkü kıdemli yüzbaşıya denk düşen bir rütbedeydi. Heyete tercüman olarak, uzun yıllar İstanbul’daki Avusturya Konsolosluğu’nda çalışmış Hırvat asıllı Viçinço Kinyoli ile kızı Matmazel Hortans alındı. Bir de İstanbullu Mehmet Efendi hizmetçi olarak heyette yer aldı.

Boxer Ayaklanması

Heyeti götüren Rus vapuru 23 Nisan 1901’de Süveyş’e ulaştı. Süveyş’ten sonra bir Alman vapuru ile yoluna devam eden Türk heyeti, uzun süren deniz yolculuğu sırasında Çin’e ait haritaları inceledi, yabancı dilde kitaplar okuyarak vakit geçirdi ve 4 Mayıs 1901 tarihinde Colombo Limanı’na, 10 Mayıs 1901 Perşembe günü Singapur’a vardı.

Enver Paşa’nın saraydan aldığı özel emir gereğince, her gittiği yerde önce Alman temsilcisini ve generallerini ziyaret edecekti. Alman İmparatoru’nun telkini ile Abdülhamit’in Çin’e yolladığı Türk heyetinin bu devletin elçileri, konsolosları ve subayları iyi kabul görmesi, hatta karşılanması gerekirken, Singapur’da Türk heyetinin karşılanması şöyle dursun, ziyaretine gidildiği zaman Alman Konsolosluğu’nda kimseyi bulamadılar. At yarışına meraklı olan Alman konsolosu Türk heyetini karşılamak yerine at yarışlarını izlemeye gitmişti.

Türk heyeti Alman Konsolosunu yerinde bulamayınca, şehri gezmeye ve Çinli Müslümanlarla görüşmeye başladı. Singapur’da Osmanlı tebasından olan Türk Müslümanlar bulunduğu gibi yerli ve Çinli Müslümanlar da vardı. Şehir nüfusunun üçte biri Müslümandı ve 7 cami vardı. Türk heyetinin gelişini haber alan Müslümanlar kafile kafile heyetin bulunduğu otele geliyorlardı. Türk heyetinin dikkatini çeken ve gözlerini yaşartan bir olay da, buradaki camilerde Cuma namazı kılınırken minarelere Türk bayrağının çekilmesi geleneği idi.

Burada Türk fahri konsolosluğunu yapan Bağdatlı Abdülhamit Efendi idi. Ayrıca Türkiye’nin çeşitli yerlerinden örneğin Kilis’ten ve o zamanlar Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde bulunan Süleymaniye’den gelerek yerleşen Türkler de mevcuttu. Buradaki Türk tebasının işleri daimi bir konsolosluk açılmasını gerektirecek çokluktaydı. Bu bakımdan heyet reisi Enver Paşa’ya konuyla ilgili ricada bulundular.

Halk, Türk heyeti Singapur’dan ayrılırken onları mızıka ile ve yüzlerce sandalla uğurladı. Enver Paşa, hem bu manzarayı, hem burada daimi bir konsolosluk açılması gereğini, bir raporla Babıali’ye (hükümete) bildirdi.

Türk Heyeti Boxer İsyanı Bastırıldıktan Sonra Çin’e Ulaşıyor

Enver Paşa heyeti Çin’e yaklaşırken, Batılı sömürgeci devletler ve Çinliler arasında yapılmakta olan pazarlık görüşmeleri sona ermek üzereydi. Batılılar Çin’den ağır tazminat istemekteydiler. Heyet Şanghay’a vardığında Boxer isyanı kanlı bir biçimde çoktan bastırılmış, Avrupa’nın sömürgeci devletleri Çin’de duruma yeniden egemen olmuşlardı. Avrupalı devletlerin Çinlilere dayattığı anlaşma şartları hem onur kırıcı hem de oldukça ağırdı:

  • Çin buhranına müttefik orduları başkumandanı Mareşal Waldarsee ile Li Hung-Chang’ın ortak çare bulması,
  • Çinliler tarafından linç edilerek öldürülen Alman Büyükelçisi Ketteler için öldürüldüğü yerde heykelinin dikilmesi,
  • Bir Çin prensinin başkanlığında Almanya’ya bir heyet gönderilip, Alman hükümetinden af dilenmesi,
  • Rusya, Almanya, Fransa, İtalya, Avusturya, Japonya, İngiltere hükümetlerine her biri ayrı ayrı miktarda ve taksitlerle ödenmek üzere kararlaştırılacak tazminatın Çinliler tarafından kabul edilmesi,
  • Çin limanlarının Avrupalılara ucuz fiyatla kiraya verilmesi veya bedelsiz olarak muayyen müddetle, onların yararlanmasının sağlanması.

Boxer üyesiEnver Paşa Çin’deki Avrupa Orduları Başkomutanı Alman Mareşali Waldersee ile görüşmek zorunda idi. Waldersee, Alman İmparatoru Wilhelm’in Osmanlı padişahına yaptığı rica üzerine, Çin’e nasihat için böyle bir heyet gönderileceğinden haberdardı. Fakat Türk heyeti Çin’e geldiği sırada, Batılılara karşı “yabancılara ölüm”, “yabancılar defolun” parolaları ile ayaklanan Boxerler dağıtılmış, olay yatışmış, Çinliler büyük para cezasına mahkum edilerek susturulmuştu. Ayaklanma bastırıldıktan sonra gelen Türk heyetinin Çin Müslümanları ile uzun uzadıya görüşmesinin, onlara ayaklanmama telkini yapılmasının Avrupa devletleri için bir önemi kalmamıştı. Bu bakımdan Waldersee,  Enver Paşa heyetinin kendisine yardımcı olacak niteliği bulunmadığı görüşündeydi. Onun için Çin’e ulaşan ve aslında geç kalan Türk heyetini biraz soğuk karşıladı. Enver Paşa, Yıldız Sarayı ile yaptığı özel yazışmada bu durumu anlattı ve heyetin geri dönmesini teklif etti. Yıldız Sarayı’ndan gelen yanıtta, Mareşal Waldersee ile son yapılan görüşmelerin ne sonuç verdiği sorulmaktaydı. Enver Paşa Almanların işleri bittiğinden, kendilerine ihtiyaçları kalmadığını bildirdi.

Bununla birlikte Şanghay’da Hristiyanlarla Müslümanlar arasındaki bir ihtilaf Enver Paşa tarafından tatlılıkla halledildi. Sorun şuydu: Boxer isyanı sırasında, Çin Müslümanlarının mezarlığına -olaylarda payları vardır gerekçesiyle- el konulmuştu. Türk hükümdarı, aynı zamanda İslam dünyasının halifesi sayıldığından, onun emri ile Çin’e geldiğini Boxer olayının sonuçlarını inceleyeceğini, adaletsizlikler varsa sultana bildireceğini resmi makamlara duyuran Enver Paşa, bu temaslarında Fransız komutanını hedef almıştı. Çünkü, Şanghay’daki İslam mezarlığı Fransızların işgal bölgesi içerisindeydi.

Fransız komutan Enver Paşa’nın tekliflerini kabul etti. Çinli Müslümanların mezarlığı geri verilmekle beraber -orada konsolosluğumuz bulunmadığından- Osmanlı tebası ile bütün Müslümanların hukukunun korunması işi tümden Fransız Konsolosluğu’na bırakıldı! O sıralarda Şanghay’da Rum, Ermeni ve Musevi olarak hayli Osmanlı tebası bulunuyordu.

Enver Paşa ile Kolağası Nazım Bey daha önce bu gibi dış gezilere katılmış, yabancı ülkeler görmüş deneyimli kimselerdi. Gidecekleri yerlerin iklim şartlarını bilerek ve hazırlıklı olarak bu yolculuğa çıkmışlardı. Heyetin diğer üyelerinin böyle deneyimleri olmadığından hem hasta oldular, hem de göze batacak olaylar çıkardılar. Örneğin, heyete katılan Hoca Tahir Efendi, yedek çamaşır almadan, hatta yedek çorapsız, koskoca Çin seyahatini göze almıştı! Bu yüzden, değişik iklimleri, giydiği tek elbise ve çamaşırla karşılayamayarak hastalandı.

Heyetteki Mustafa Efendi ise bir keresinde, vapurun salonuna yalınayak ve iç donu ile inmiş, herkesin önünde Enver Paşa’dan büyük azar işitmişti. Bu olay üzerine Enver Paşa, Hoca Mustafa Efendi’yi, kamarasına hapsettirerek başına bir nefer dikmişti.

Enver Paşa’yı kızdıran diğer bir olay da, heyete dahil hocalardan Tahir Efendi’nin İstanbul’dan ucuz aldığı Kur’an-ı Kerim’leri, Çinli Müslümanlara yüksek fiyatla satmak istemesiydi.

Türk heyeti Çin’de 21 gün kaldıktan sonra, dönüş için yola çıktı. Sibirya yoluyla Rusya üzerinden dönmek üzere bir Japon vapuruna binen heyet, önce Japonya’nın Nagazaki kentine gitti. Burada dört gün geçirdi. Daha sonra bir Japon gemisiyle Rusya’nın Vladivostok şehrine gelen heyet mensupları, Moskova ve oradan Odesa’ya geçtiler ve Olga adlı bir Rus vapuru ile Odesa’dan İstanbul’a hareket ettiler.

Çin’e giden heyetin seyahati böylece 109 günde tamamlanmış oluyordu.

3 Yorum

YAZI HAKKINDAKİ DÜŞÜNCELERİNİZ

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.