Büyük Hint Ayaklanması

Doğu Hindistan Şirketi (East India Company) eliyle yürütülen Hindistan’daki İngiliz sömürgeciliği, İngiltere’nin askeri üstünlüğünün yanı sıra yerli askerleri üç ayrı ordu şeklinde organize etmesi sayesinde ayakta durmaktaydı: Bombay Başkanlık Ordusu, Madras Başkanlık Ordusu ve Bengal Başkanlık Ordusu. Bu birlikler içinde en önemlisi olan Bengal ordusunun subayları, “Brahmin” ve “Rajput” gibi yerel kast sisteminin üst seviyesinden seçilmişti. Bu subayların hem çok iyi askerler oldukları hem de kırsalda İngiliz egemenliğini pekiştirecekleri düşünülmüştü. İngilizler, sosyal grupların sahip olduğu ekonomik ve dini konumları kendi çıkarları doğrultusunda ustalıkla kullanmayı bilmişlerdi. Bengal ordusunda sepoy olanların (Avrupalı sömürgeciler için hizmet etmiş eski Hint askeri birliği üyelerine verilen İngilizce unvan, sipahi sözcüğünden geçmiştir) büyük bir kısmı, kast sisteminin üst sınıfından ve kırılgan bir ekonomik statüye sahip kişilerden, özellikle İngilizlerin müttefiki olan Awadh devletindeki küçük toprak sahiplerinden seçilmişti. Bunlar için sepoy olabilmek ekonomik ve sosyal açıdan önemliydi. Fakat İngilizler, 1857’den önceki yıllarda sepoyların ayrıcalıklarına son vererek bu dengeyi bozdular. Sepoylar, kast sisteminde sahip oldukları konumun aksi bir eyleme zorlandıklarında artık firar edip ayaklanıyorlardı, örneğin deniz yoluyla bir yere gitmek gibi.

Bu girişimle, bir yandan da Bengal ordusunun daha az kibirli ve daha profesyonel bir ordu olmasını da amaçlamışlardı. İngilizler, sepoyları az sayıdaki işi kapabilmek için birbiriyle rekabet halinde olan yeni sosyal gruplar arasından seçmeye başladılar. Askerlerini yıllarca kast sisteminde daha üst seviyeye yükselmeleri için teşvik eden İngilizler hatta Brahman fahişelerin yalnızca kendi askerlerine hizmet etmesini kural haline getirmişlerdi. Böylece sepoyların statüleri ve iş imkânları için tehdit oluşturan yeni tür bir disiplinin ortaya çıkmasına yol açtılar. Hintlilerin adalet kavramını tahrip eden saldırgan bir politika güttüler, dost devletleri ilhak edip vergileri artırdılar ve mülkiyet hakkına saygı göstermediler. Pek çok sepoy ve köylünün, derebeyi olarak gördüğü ve bağlılığını bildirdiği Awadh kralını tahttan indirdiler; sepoyların seçildiği toplulukların ekonomik gücünü zayıflatarak onları daha da zor duruma soktular. Sepoylar, bütün bunlar nedeniyle, İngilizlerin kendi sosyal ve dinsel statülerini yok etmek istediklerini düşünmeye ve korkmaya başladılar. İngilizlerin isyanları nasıl acımasızca bastırdıklarını ve asi birlikleri şehir meydanlarında toplayıp ardından kurşuna dizdiklerini çok iyi biliyorlardı. Korku, söylentilerin de etkisiyle katlanarak büyüdü…

O yıllarda tüfeklerin mermileri kâğıt kartuşlar içine konulan barut ve bilye ile yapılıyor, sağlam olmaları için yağlı kağıtlara sarılıyor, en tepelerine de biraz daha yağ ilave ediliyordu. Askerler bu paketleri açabilmek için dişlerini kullanmak zorundaydı. Oysa sepoylara yeni Enfield tüfekleri dağıtıldığı zaman, bu silahların mermilerinin bulunduğu paketlerin Hindular ve Müslümanlar için yasak olan, sığır ve domuz yağıyla kaplandığı söylentisi her tarafa yayıldı. Demek ki, İngilizlerin amacı, onları ya dinlerinden uzaklaştırmak ya da ordudan atmaktı.

Tüm bu söylentiler zaten durumlarından hoşnut olmayan sepoylar arasında yayıldı ve ateşi iyice körükledi. Asıl amaçlarının ne olduğu belirsizdi çoğunun amacı, o devirde yaygın bir uygulama olan, iş koşullarının düzelmesini sağlamak için greve gitmekti, fakat bu isyanın içerisinde yer alanların çok daha farklı planları vardı.

İsyanın Başlaması

Yabancı tarihçilerin Büyük Hint Ayaklanması ya da Sepoy İsyanı adını verdikleri, Hintli tarihçilerin “Birinci Hindistan Bağımsızlık Savaşı”, “1857 Bağımsızlık Savaşı” ve “Büyük Ayaklanma” adını verdikleri bu isyan 10 Mayıs 1857’de Meerut kentinde başladı ve kısa zamanda Delhi, Agra, Cawnpore ve Lucknow gibi kentlere sıçradı. İsyanın patlak verdiği ilk günde birçok İngiliz subayı ve bu subayların aileleri öldürüldü, diğer isyancılar Delhi’ye yürüyerek Babür İmparatorluğu’na bağlılık bildirdiler. İsyan tahmin edilemeyecek bir hızla yayılmaya başlamıştı. Bengal ordusundaki alayların büyük bir bölümü asilere katılırken, geri kalanlar da dağılıp gitmişti. Yalnızca bir alay İngiliz devletine sadık kalmıştı. Her birlik birbiriyle bağlantılı olmakla birlikte, kararlarını kışlalarda yaptıkları müzakerelerin ardından bağımsız olarak almışlardı. İngilizlere sadık kalan sepoylar ise İngilizler tarafından dışlanmıştı. Dağılan sepoy askerlerinin büyük bir bölümü geri dönerek isyan eden birliklere katılmıştı.

İki şey daha en başından itibaren isyanı sekteye uğratmaktaydı. Bunlardan ilki, isyanın sadece Bengal ordusundaki birliklerle sınırlı olmasıydı. İngilizler Bombay ve Madras ordularını isyanı bastırmak için kullanamasa da, bu iki ordu isyana katılmamıştı. İkincisi, isyancıların hiçbir stratejisi yoktu ve tüm Hindistan’ı ayağa kaldırmayı başaramamışlardı. General Wilson bu durumu şöyle özetlemişti: “Şansımıza, düşmanda ne kafa ne de metot var.” İsyancıların en büyük umudu, isyanın en kısa sürede mümkün olan en büyük alana yayılmasıydı. İngilizler, başlarda isyanı tüm Hindistan’a ve Bombay ve Madras ordularına yayması mümkün olan bu hareketlere engel olabilecek güçte değillerdi. Fakat asiler, Babür İmparatorluğu ve Awadh devletinin başkentleri olan Delhi ve Lucknow’a yürümüş ve isyanı yaymakla uğraşacaklarına, isyanın merkezinde toplanmaya başlamışlardı.

İsyan pek çok diğer ayaklanmayı alevlendirse de, bunların hiçbiri ulusal başkaldırı boyutunda değildi. Pek çok farklı bölgeden gelen ve farklı inançlara sahip sepoylar, tek bir Hindistan fikrini savunuyorlardı. Kimi polis memurları görüşlerini şöyle ifade etmişti: “Tüm siyah insanlar birdir. Bu, dini bir meseledir. Neden dinimizden vazgeçelim.” Asiler, meşruiyet kazanabilmek için Babür ve Mahratta prensleri ve soylularına bağlılık bildirmişlerdi. Hindu ve Müslüman asiler ve soylular ise, dini duygulara hitap ederek ortak düşmanları olan İngilizlere karşı birleşmişlerdi. Fakat 30 milyon insanı İngiliz boyunduruğundan kurtarmak için ortak bir yönetim merkezi ve hatta yerel merkezler kurma konusunda tamamıyla başarısız olmuşlardı. Onların bıraktığı bu boşluğu yerel hareketler doldurdu. Avvadh’da ekonomik açıdan marjinal olan kimi bölgelerde köylüler İngilizlere karşı ayaklandılar. Kimi bölgeler gelişmeleri uzaktan takip ederken, kimilerinde bu ortamı fırsat bilen yerel gruplar birbirleriyle savaşmaya başlamıştı. Gidişatı lehlerine çevirebilecek güçte olan bağımsız Hint prenslerin büyük orduları aylarca hiçbir şey yapmadan oldukları yerde beklediler ve İngilizlere ancak sepoylar bozguna uğradıktan sonra saldırdılar. Tüm askeri ve teknolojik üstünlüğüne karşın, Hintlilerin desteği olmasa, İngilizlerin başarması yine de mümkün değildi. Müttefik Gurkhalar ve yeni Sih ve Path birlikleri İngiliz ordusunun mevcudunun yarısını oluşturuyordu. Sih köylüleri, bir kuşak önce kendilerini yenmiş olan sepoylara saldırmakta tereddüt etmemişlerdi.

buyuk_hint_ayaklanmasi

İki Taraf İçin de Vahşet

İsyan iki taraf için de bir vahşete dönüşmüştü. Asiler bazen İngiliz subayları ve ailelerini güvenli bölgelere götürmüş, bazen de hepsini katletmişlerdi. Asilerin çok azı gerçekten katildi, fakat büyük çoğunluğu bunun için para alıyordu. Mahratta soylusu Nana Sahib’in komutasındaki Hint kuvvetleri, İngiliz askerlere ve sivillere önce güven içerisinde gidebilecekleri sözünü vermiş, ardından Kanpur’da binlerce Hintli sivilin gözü önünde hepsini katletmişlerdi. İngilizlerin karşılığı ise çok daha vahşet dolu olacaktı.

İngilizler, egemenliklerini temelinin korku olduğuna inandıklarından, bu isyanı sona erdirmenin tek çaresinin teröre başvurmak olduğu kararma vardılar. Kanpur’a yürüyüş, İngilizlerin uyguladığı sayısız vahşete tanık oldu. Avrupalı kadınların kanıyla boyanmış Bibighar’a giren İngilizler, bu manzarayı görünce sepoylara ve halka saldırdılar. Mareşal Gamett Wolseley bu olayı şöyle anlatmıştır:

Askerler burada dökülmüş olan kanın hesabını soracaklarına yemin ettiler. Ama dökülen her damlaya karşılık bir damla değil, bu aşağılık heriflerin damarlarında dolaşan pisliklerden varillerce döküldü.

İngiliz askerler, öldürülen her Avrupalı için en az yüz Hintli sivili öldürdüler. Bu eylem, düzeni tesis etmeye çalışan İngilizlerin amacına tamamıyla zıttı. 1857’de Agra yakınlarında bir komutan, “öyle bir terör inşa ettik ki, artık kimseyi kendi safımıza çekmemiz mümkün değil” demişti. İngilizlerin sivillere yönelik nefreti hız kaybederken, sepoylara karşı tavırlarında bir değişiklik olmamıştı. Ele geçirdikleri asilerin büyük bir kısmını Bibighar’a götürmüş, onlara zorla yerdeki kanları yalatmış ve ardından da hepsini asmışlardı; kimilerini ise topların önüne bağlayıp paramparça etmişlerdi!

1857’de hepsi farklı seviyelerde de olsa, 70.000 sepoy isyan halindeydi; prenslere bağlı birlikler ve gerillalar da onlara katılmıştı. İngilizler kaynak sıkıntısı yaşıyordu Hindistan’da 45.000 beyaz asker ve yakında bekleyen 80.0000 asker daha. Bu askerlerin yüzde 75’i, Bengal ve Madras ordularına göz kulak olma, isyana yakın bölgeleri koruma, Bengal ordusunu dağıtma ve 300 milyon Hintli’yi kontrol altında tutma görevini üstlenmişti. Kalan askerler ise etkili bir şekilde kullanılmamıştı. Birliklerin uyguladığı standart taktik, bir bölgede olabildiğince tutunup takviye gelmesini beklemek ve ardından konsantre ve koordineli bir saldırı düzenlemekti. Komutanlar, haklı olarak yeterince hızlı hareket etmezlerse isyanın yayılacağını düşünüyor ve sivilleri, kuşatılmış garnizonlarda bırakmak istemiyorlardı. Bir yandan küçük İngiliz birliklerinin refakatinde, kuşatılmış olan Lucknow ve Kanpur şehirlerindeki siviller tahliye edilmeye çalışılırken, diğer yandan da Delhi’yi ele geçirmek için birlikler toplanmaya başlanmıştı.

1857 Temmuz’unda 5.000 İngiliz ve müttefik asker, 30.000 asinin kontrolündeki Delhi önünde mevzilenirken, 1.500 asker de Lucknow’daki 13.000 asiye karşı harekete geçmişti. Bu birliklere takviye göndermek İngilizler için çok güçtü ve 25 milyon Pencaplı’yı kontrol etmek için ellerinde sadece 4.000 asker vardı. Her şeye rağmen, Eylül 1857’de Delhi’ye saldırmak için 80.000 asker -23.000’i beyaz- toplamayı başarmışlardı; sonuçta 30.000 İngiliz ve Hint askeri, Mart 1858’de Lucknow’a girdi. İngilizlerin takviyeleri hızla artarken, sepoyların gücü de o oranda zayıflıyordu.

sepoySepoylar sayıca kalabalıktı, fakat yeterli sayıda subayları yoktu. Asilerin tarafında, savaşta en fazla 200 askere komuta etmiş olan az sayıda subaydan başka komutan bulunmuyordu. Küçük birlikler halinde iyi çarpışıyorlardı, fakat savaş alanında manevra ya da topçu, piyade ve süvari arasında koordinasyon sağlama gibi konularda çok yetersizlerdi ve ellerindeki güçleri boş yere harcayıp sonunda savaşı kaybetmişlerdi. Haziran ve Temmuz 1857’de Delhi’de asi sayısı İngilizlerden altı kat fazlaydı, ama ellerindeki kuvvetle İngilizleri ezmeye ya da haberleşmelerini kesmeye yönelik bir girişimde bulunmamışlardı. Aksine, tüm asiler, bağlılık bildirmek için önce Delhi’ye gitmiş, ardından iyi savunulan İngiliz mevzilerinin karşısına gelip saatlerce birbirlerine ateş etmiş ve saldırmadan geri dönmüşlerdi. Sepoyların kaybı çok ağırdı. İngiliz komuta sistemi hiçbir zarar görmemişti ve tüm müttefiklerini etkili şekilde kontrol edebiliyordu. Askerleri ve subayları azimle savaşıyorlardı ve açık alanlardaki muharebelerde ezici bir üstünlüğe sahiplerdi. İngiliz topçu ve piyadesi, Lucknow yolunda birkaç kez kalabalık sepoy saflarına ateş yağdırmış ve sepoy cenahlarını süngü hücumlarıyla dağıtmıştı; kaçanlar da süvariler tarafından kılıçtan geçirilmişti. Awadi askerleri ise, keskin nişancıları sayesinde, İngilizleri yol üzerindeki mevzilerde ağır kayıplar vermek zorunda bırakmışlardı. Asiler 1857 Eylül’ünde, verilen kayıplar ve firarlar nedeniyle mevcutlarının büyük bir kısmını kaybettiler. Birliklerin mevcudu yarıya inmişti ve hepsinin morali bozuktu. Ele geçirilen bir grup sepoy şöyle söylemişti: “Sahib, tüm bu olanlar kaderin tecellisi. Yaptığımız şeyin ardından asla savaşamadık. Birlikleri ister siyah ister beyaz olsun, ister yerli ister Avrupalı olsun, onların karşısında tutunamadık; kendi tuzumuz bizi boğdu.

Sokak savaşlarında İngilizlerin kaybı büyük oluyordu; bu nedenle moralleri düşüyordu. Surlarla çevrili şehirlere yapılan hücumların ise sonunun ne olacağı belli değildi. 25 Eylül 1857’de Lucknow’a ulaşan ilk kuvvet o kadar zayıftı ki, yaptıkları tek şey bölgede küçük bir birlik bırakmak ve sivilleri güvenli bir bölgeye götürmekti. İngilizler 14 Eylül’de Delhi’ye saldırdılar, fakat surlar kadar, orduları da yerle bir oldu saldırıya geçen İngiliz ordusundaki askerlerin yüzde 33’ü ve subayların yüzde 50’si ölmüş ya da yaralanmıştı. Disiplin bozuldu, askerler emirlere itaat etmez hale geldi; surların dibine yığılıp kendilerini içkiye vurdular. Onları toparlamaya çalışan komutanlar da hayatını kaybetti. Dirayetli bir düşman burada savaşı rahatlıkla kazanabilirdi, fakat asiler dağıldı ve onlarla birlikte isyan da sona erdi.

Delhi’nin İngilizlerce ele geçirilmesinin ardından, bazı asi gruplar çatışmayı sürdürdü ve kimi prens orduları küçük ayaklanmalar başlattı. Köylü isyanı, Awadh hariç, her yerde bastırılmıştı. Lucknow’daki 15.000 sepoy bir direniş göstermeden geri çekilince, İngilizler şehri kolayca ele geçirdi. İngiliz komutana göre, “düşman, yenildikten sonra da, yenilmeden önce olduğu kadar güçlüydü.” İngilizlerin tahminine göre, Awadhi erkeklerinin yüzde 75’i, kendilerine karşı “genel ve neredeyse evrensel” bir isyan başlatmıştı. Sepoyları yenmek; sayıları fazla, moralleri yüksek ve içine kalelerin serpiştirildiği yağmur ormanlarında savaşan gerillaları yenmekten çok daha kolaydı. Asi lider Bahadur Han şöyle demişti: “Kâfirlerle normal savaş düzeninde savaşmayın. Çünkü onların disiplin ve organizasyonu daha iyi ve güçlü silahları var; hareketlerini takip edin, haberleşmelerini bozun, ikmallerini kesin ve kampları civarında dolaşıp onlara rahat yüzü vermeyin.” Sonunda, sürekli askeri baskı, asker olmayan asiler için çıkarılan genel af ve Awadh’daki isyanın sosyoekonomik nedenlerinin ortadan kaldırılması çabası, gerillaları dize getirmek için yeterli oldu. İngilizler geride kalan sepoylar için ise tek bir şey hazırlamıştı: ölüm. Hintli tarihçi Amereş Misra’ya göre,  10 yıl içinde yaklaşık 10 milyon Hintli İngiliz güçleri tarafından katledildi.

Büyük Hint Ayaklanması, Osmanlı İmparatorluğu’na Kırım Savaşı nedeniyle borçlu kaldığı İngiltere’ye vefa borcunu ödemesini de sağladı. Sultan Abdülmecid’e başvuran İngilizler önce ayaklanmayı bastıracak İngiliz takviye güçleri taşıyan gemilerin Mısır ve Kızıldeniz’den geçmesi için izin aldı, ardından  Abdülmecid’den aldıkları ve Müslümanların İngilizlerle savaşmamasını isteyen iradesini Hindistan’daki bütün camilerde okuttu. Bildiri öylesine etkili oldu ki, o dönem Haydarabad Başbakanı olan Salar Cang’ın ifadesiyle, “Halife’nin isteği üzerine birçok Müslüman, İngiliz askerleriyle birlikte omuz omuza savaştı. Aksi durumda İngilizlerin ayaklanmayı bastırması olanaksızdı.” Ne var ki bu ayaklanma aynı zamanda Hindistan’daki İslam uygarlığının son kırıntılarını da süpürdü gitti. Hintlilerle Müslümanların arasında kapanması zor bir uçurum oluşturdu.

YAZI HAKKINDAKİ DÜŞÜNCELERİNİZ

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.