Jeanne D’arc Efsanesi: Cadılıktan Azizeliğe Uzanan Bir Hayat

Fransızlar tarafından ulusal bir kahraman olarak kabul edilen Jeanne d’Arc, tarihte yaşamış bir karakter olarak kabul edilse de, özellikle XXI.  yüzyıl tarihçileri tarafından yaptığı iddia edilen şeyler nedeniyle gerçekliği sorgulanmış ve hayatı hakkında anlatılanlara hep kuşku ile yaklaşılmıştır. Hiçbir askeri eğitimi ya da deneyimi olmayan genç bir köylü kızının, İngiliz ordusu karşısında kazandığı zafer sıradışı kabul edilebilir.

Yine köylü kökenli olduğu iddia edilmesine karşın saray Fransızcası konuşması ya da yargılanması sırasında “hiçbir zaman koyun ya da başka bir hayvan gütmediğini” söylemesi nedeniyle Jeanne d’Arc’ın bir köylü olmadığı, efsanenin geçmişte İngilizler karşısında zor durumda kalan Fransız sarayı tarafından uydurulmuş bir “psikolojik silah” olduğu ileri sürülmüştür. Fakat bu durum, tarihte Jeanne d’Arc olarak bilinen bir kişinin yaşadığı gerçeğini değiştirmez. Ölümünden önce ve sonra görülen tüm mahkeme kayıtlarının günümüzde Fransa Ulusal Kütüphanesi’nde saklanması, kayıtların doğruluğu kuşkulu dahi olsa Jeanne d’Arc’ın tarihsel gerçekliğinin kanıtıdır.

Peki gerçekte Fransa’nın Koruyucu Azizesi Jeanne d’Arc kimdir? Kuşkusuz bazılarının iddia ettiği gibi bir feminist kesinlikle değildi. Ama onun hayatına yönelik anlatılacaklar, gerçeklerle efsanelerin karışımından oluşacaktır.

1412 yılının 6 Ocak günü Fransa’nın Champagne Kontluğu’nun Domrémy köyünde, çiftçi bir ailenin kızı olarak doğan Jeanne D’arc (Jeannette) olağan bir çocukluk ve ilk gençlik çağı geçirir. Köyündeki diğer kızlar gibi düzenli olarak kiliseye gider, “Periler Ağacı”ndan dilekte bulunur. Kendi ifadesiyle, 13 yaşına kadar dini görevlerini aksatmadan yerine getiren, her kırsal kesim insanı gibi batıl inançları olan sıradan bir köylü kızıdır.

1429 yılında Jeanne D’arc, müstakbel Fransa Kralı VII. Charles ile tanıştığında, Fransa ve İngiltere arasında bir başlayıp bir devam eden Yüzyıl Savaşları doksanıncı yılını doldurmuş ve neredeyse sonuçlanmak üzeredir. Gerçi Yüzyıl Savaşları tam 116 yıl sürecektir ama Fransa açısından savaşın gidişatı hiç de parlak görünmemektedir. İngilizler Agincourt’ta Fransız ordusunu bozguna uğratmış, ardından Burgonya Dükü ile yaptıkları ittifakla Fransa’nın neredeyse yarısını işgal etmiştir. Hatta başkent Paris bile işgal altındadır. Bir sınır oluşturan Loire Irmağı’nın kuzeyindeki Fransızların son istihkamı Orleans, İngiliz ordusu tarafından kuşatılmış, Fransa adeta son darbeyi beklemektedir.

İşin daha da kötüsü, VII. Charles’ın kendi iç sorunlarıdır. Annesi Kraliçe Isabeau de Bavaria yalnızca onu reddetmekle kalmamış, üstelik İngilizlerle işbirliği yapan Burgonya Dükü’nün safına geçmiştir. Hiçbir zaman tutarlı bir tavır göstermeyi başaramayan Charles’in içini şimdi de kendi meşruluğu ile ilgili kuşkular kemirmektedir. Hem öz evlat olup olmadığından kuşkulanmakta, hem de başa geçmesi durumunda Fransa’yı yönetip yönetemeyeceğinden kaygı duymaktadır.

Jeanne D’arc Efsanesi’nin Doğuşu

İşte Jeanne D’arc efsanesi, Fransa’nın böylesine zorlu bir süreçten geçmekte olduğu yıllarda başlar. Kimsenin daha önce tanımadığı genç bir kız, Tanrı tarafından kendisine Fransa’yı kurtarması için bir takım sesler ve hayaller iletildiğini söyleyerek yola çıkar. Tüm yaşamı bu mucize ile değişecektir:

Ancak bir gün yaşamımı tümden değiştirecek mucize gerçekleşir. “Beni yönlendirecek Yüce Tanrı’nın sesini ilk duyduğumda 13 yaşındaydım, ilk seferinde büyük bir korku ve endişeye kapıldım. Sesi, bir yaz günü babamın bahçesinde bulunduğum sırada, yaklaşık öğlen vakti duydum. Bir gün önce oruç tutmuştum. Ses, kilisenin bulunduğu sağ taraftan geliyordu. Aynı anda, sesin geldiği yönde, ışık içinde büyük kutsal varlık belirdi. Kuvvetli ışık ile ses aynı yönden geliyordu. Ve üçüncü kez aynı sesi duyduktan sonra bunun bir meleğe (Aziz Mikail) ait olduğunu anladım. İşte bu ses beni daima yönlendirdi. Ses bana doğru yoldan ayrılmamamı ve sık sık kiliseye gitmemi buyuruyordu.

Jeannette yol gösterici meleğinin sesini daha sonraki günlerde de duymaya devam eder. Ses, Fransa’nın bağımsızlığı için onu göreve çağırmaktadır. Jeanne, duyduğu bu sesleri ve gördüğü düşleri kendi yaşamı için tanrının bir emri kabul edip, bu seslere olan inancını kiliseye ve devlete olan inancının üzerinde tutarak, kararlı bir şekilde yola koyulur. Duyduğu sesler kendisine köyünü terk etmesini ve İngilizlerin kuşatması alandaki Orleans’ı kurtarmak için Vaucouterus kalesi kumandanı Robert de Baudricourt’dan asker istemesini söylemektedir.

Sonunda sesin isteğine uyan Jeannette, 1429 yılında, henüz 17 yaşında bir genç kızken köyünü terk eder. Uzun ve zahmetli bir yolculuğun sonunda Chinon’a ulaşan Domrémyli köylü kızı üzerinde erkek giysileri olduğu halde, taçsız Fransa Kralı VII. Charles’ın (veliaht prens) huzuruna çıkmayı başarır. Krala, Tanrı’nın kendisini Fransa’yı İngilizlerin işgalinden kurtarmak ve krallık tacını geri almak için görevlendirdiğini anlatır ve kendisine bir şans verilmesi için kralı ikna eder.

Taçsız kral VII. Charles’ın, karizmasından etkilendiği bakire köylü kızına, İngilizlere karşı başka bir seçeneği olmadığı için bu olanağı verdiği sanılmaktadır. Yine de Kral’ın tüm Fransa’nın yazgısını, henüz 17 yaşında olan ve hiçbir askeri deneyimi bulunmayan bir köylü kızının ellerine teslim etmesi gerektiğine inandıran ne olmuştu? O dönem yaşayanlar, Jeanne D’arc’ın VII. Charles’a onun güvenini hemen kazanmasını sağlayan bir işaret gösterdiğini söyleyen masallar anlatır. O zamandan beri de tarihçiler, bu işaretin ne olduğunu bulmak için çaba gösteriyorlar.

Böylece işgal altındaki Fransa topraklarını İngilizlerden kurtarmak için Fransız ordusunun başına geçen Jeannette, İngilizleri yenilgiye uğratarak Orleans’daki kuşatmayı kaldırır. Bu başarısının ardından krallık tacını İngilizlere kaparmış olan Charles’ı Reims’e götürerek 17 Temmuz 1429’da Fransa Kralı olarak taç giydirir.

Hiçbir askeri deneyimi olmayan genç bir kızın böyle bir zafer kazanmasının tarihte örneği olmasa da tarihsel arka plan aslında bunun şaşırtıcı olamadığını gösterir.

Her şeyden önce Orleans’ı kuşatan İngilizler kenti almak için yeterli güce sahip değildi. Daha önce Fransız kentlerinin kolayca teslim olması nedeniyle Orleans’ı da kolaylıkla alabileceklerini düşünen İngilizler yalnızca 4.000 askerden oluşan küçük bir birlikle kenti kuşatmıştı. Orleans halkı çok iyi direniyordu ama onlar da İngilizleri geri püskürtecek yeterli kuvvete sahip değildi. Kısacası savaş Orleans’ta sıkışıp kalmıştı.

Jeanne d’Arc’ın taze güçlerle kente gelmesi işte tüm bu dengeleri değiştirmişti. Daha önce yalnızca savunmayı düşünen Fransızlar artık İngilizlere saldırıyor, onları bozguna uğratıyorlardı. Fransızların karşı saldırıya geçebileceğini akıllarının ucundan dahi geçirmeyen İngilizlerin Jeanne d’Arc karşısında yenilmesi hiç de şaşırtıcı değildi.

VII. Charles’ın taç giymesinin ardından evine dönmek yerine, Jeanne, Paris’e yapılacak cesur bir saldırıyı da içeren yeni bir askeri harekatı üstlendi. Ne var ki Orleans’ı kurtarmada gösterdiği başarıyı Compiegne seferinde tekrarlayamayacak ve 24 Mayıs 1430’da Paris’in 80 km. kadar kuzeyinde Burgonya Dükü’ne esir düşecektir.

Jeanne d’Arc dük tarafından on bin frank karşılığında İngilizlere teslim edilir ve engizisyon mahkemesinde Beauves piskoposu Pierre Cauchon ve engizitör Jean Lemaitre başkanlığında yargılanmaya başlar.

Engizisyon Mahkemesi ve Jeanne D’arc’ın Ölümü

Jeanne d'ArcGeç Ortaçağ Avrupası’nda yaşanan cadı avı çılgınlığının hemen öncesinde engizisyon mahkemesi tarafından görülen bu dava içerdiği politik unsurlar nedeniyle klasik büyücü/cadı davalarından ayrılmakla birlikte, suç istinadı (kilisenin kutsal varlığına ve Katolik inancına karşı suç işlemek), sorgulama (fiziki işkence dışında, kanıtlanamayan suçlamalar, yalancı tanıklıklar, sorularla tehdit ve psikolojik işkence), yargılama ve infaz sürecinin bütünlüğü davanın tipik bir engizisyon davası olduğunu göstermektedir.

Engizisyon mahkemesi, sorgulanması sonrasında Jeanne d’Arc’ı on iki maddede sıralanan eylemlerden ötürü dolayı suçlu bulur. İlk dört maddede duyduğu seslere ilişkin suçlamalar yer alır: Katolik kilisesinin kutsal varlığını hiçe sayarak Aziz Mikail, Azize Katharina ve Azize Margareta’nın sözde buyruklarıyla kralın ve ülkenin geleceğine ilişkin kehanette bulunmak (falcılık/medyumluk). Kendisine yöneltilen diğer suçlamalar şunlardır:

  • Erkek giysileriyle dolaşarak Tanrı’nın yarattığı bedende başka bir cinsiyeti aramak,
  • Ailesinin itirazına karşın evini terk ederek ailesinin onurunu zedelemek,
  • Burgonya Dükü’ne esir düştüğünde tutulduğu kuleden kaçma, yani intihar girişiminde bulunarak, Tanrı’nın verdiği ve zamanı gelince yine sadece Tanrı’nın alabileceği yaşama bilerek ve isteyerek son verme girişiminde bulunmak,
  • Azize Katharina ve Azize Margareta’mn Burgonyalıları artık sevmedikleri, İngilizlerin tarafını tutmadıkları için İngilizce değil, Fransızca konuştukları iddiasında bulunmak,
  • Tanrının varlığını yadsıyan bir tavır içinde nereden ve kimden geldiği belli olmayan seslere ibadet etmek,
  • Azize Katharina ve Azize Margareta’nın, bakireliğini korursa kendisini cennete göndereceklerine dair söz verdikleri iddiasında bulunmak,
  • Putperestlik,
  • Düştüğü kötülüklerde inatla ısrar ederek kâfirlik yapmak.

Jeanne d’Arc 1431 yılının 24 Mayıs günü cellatları tarafından Rouen mezarlığına getirilir. Uzun ve yorucu sorgulama günlerinin sonunda bitkin düşmüş durumdadır. Uğruna savaştığı ve hayatını ortaya koyduğu kralı VII. Charles’ın onu kâfir olarak tanımladığı kendisine söylenince, Jeanne d’Arc, “Kralım aleyhinde değil, benim hakkımda konuşun; o iyi bir Hıristiyan” diye yanıt verir.

Hakkında hazırlanan iddianame okunarak, Tanrı’nın bağışlayıcı gücüne sığınarak işlediği günahlardan pişmanlık duyduğunu itiraf edip etmeyeceği sorulur. O güne değin işlediği günahlardan pişmanlık duyduğunu ve bir daha erkek kıyafeti giymeyeceğini kabul ettiği yazılı olan metni (itiraf belgesi) imzalaması durumunda affedilecek, yakılma cezası, yaşam boyu hücre cezasına çevrilecektir.

Yorgun ve güçsüz Jeanne d’Arc bu itiraf metnine zorlukla bir haç işareti çizerek imzasını atar. O artık yaşam boyu hücresinde işlediği suçların kefaretini ödeyecek bir mahkumdur. Suçunu çekmek üzere tekrar hücresine kapatılır. Ancak kısa bir süre sonra itiraflarından pişmanlık duyan Jeanne d’Arc, itirafnamesine koyduğu imzadan vazgeçtiğini bildirerek erkek giysilerinin kendisine geri verilmesini talep eder. Bu talebinin ve tövbekar olmaktan vazgeçtiğinin mahkemece kabulü mümkün değildir.

1431 yılının 30 Mayıs günü Rouen kenti Saint-Sauveur Kilisesi’nin yakınlarındaki eski pazar meydanında (Vieux Marche) gerçekleştirilecek infaz için üç platform kurulmuştur. Bunlardan birinde İngiltere kardinali, kraliyet ve başpiskoposluk üyeleri, diğerinde bu korkunç dramın mimarları olan, davanın hâkimi, rahipler ve askerler yerlerini almışlardır. Son platformda sanık Jeanne d’Arc bulunmaktadır. Platformdan alınarak, meydanın ortasında kendisi için hazırlanmış odun yığınının üzerine dikilmiş direğe bağlanan Jeanne d’Arc’a, engizisyon mahkemesinin kararı okunur: bir kâfir olması nedeniyle yakılarak öldürülecektir. Cellatları ayakları altındaki odunları tutuşturmaya başladığında henüz 19 yaşındadır. Alevler yükselirken Jeanne d’Arc’ın ağzından defalarca aynı sözcük yükselir: İsa… Elinde ise yakılmadan önce bir askerden istediği iki tahta parçasından yaptığı haç bulunmaktadır.

Yüzyıllar Sonra Gelen İade-i İtibar ve Azizelik

Domrémyli köylü kızı Jeannette’in infazı, Kutsal Engizisyon Mahkemesi’nin on binlerce masum insanı yakılmaya gönderen kararlarından yalnızca biri olmakla birlikte, umulmadık ölçüde ilgi uyandırmış ve Avrupa tarihinin üzerinde en çok tartışılan kimliklerinden birini yaratmıştır. Jeanne d’Arc’ın suçsuzluğu, Katolik Kilisesi tarafından biraz gecikerek de (!) olsa anlaşılmış, 1909 yılında itibarı iade edilmiş,  yakıldıktan tam 490 yıl sonra 1920’de azize ilan edilmiştir.

Kısacık yaşam süresi göz önünde bulundurulduğunda, tarihte Jeanne d’Arc kadar yaşamı, tiyatrodan operaya, sinemadan şiire, romandan baladlara konu olmuş bir kişilik daha yoktur.

İlk kez 1470 yılında yazıya dökülmüş olmakla birlikte, 1435 yılından itibaren sahnelenen, Jeanne’ın idamının anlatıldığı 20.529 mısralık anonim dramatik şiir “Mystere du siege d’Orleans”, Jeanne d’Arc efsanesinin ilk edebi metni olarak kabul edilir. Shakespeare’in “VI. Henry” adlı oyununda Orleanslı Bakire, babasından kaçan, hamileliğiyle herkesi şaşkına çeviren ve İngilizler tarafından yakılarak ölüme mahkûm edilen büyücü kız olarak karşımıza çıkar.

16. yüzyılda Jeanne d’Arc üzerine yalnızca iki eser yazılmıştır. 17. yüzyılda bu sayı üçe çıkmakla birlikte, eserlerin çok sayıda tiyatro grubu tarafından aynı anda sergilendiği ve uzun süreler oynandığı görülmektedir. Yüzyıl dönümünde, 1801’de Schiller ünlü romantik trajedisi “]ungfrau von Orleans”ı tamamlar.

Yine G. Bernard Shaw’ın dramatik kroniği Saintjûan bu yüzyılda anılması gereken eserlerin başında gelir. 1800-1874 yıllan arasında en az 34, 1875-1900 arasında 48 oyun yazılır Jeanne d’Arc efsanesi üzerine. Katolik kilisesi tarafından cadılıkla suçlanarak 1431 yılında yakılan Jeannette’in yaklaşık 480 yıl sonra, itibarının iade edilerek azize ilan edilmesinden sonra, yaşamı üzerine yapılan akademik çatışmalarda ve sanat eserlerinde patlama yaşanın Jeanne d’Arc üzerine 1909 yılında 17,Birinci ve İkinci Dünya Savaşları arasında 29, 1945’den bugüne kadar 19 yeni tiyatro eseri yazılmıştır. Son dönemdeki tiyatro eserlerinin bir kısmı kilise çevrelerince genç kuşakların eğitimi için kaleme alınmış, bir kısım eserlerde de Jeanne d’Arc, iki büyük savaş esnasında esen aşın milliyetçilik rüzgârlarına uygun bir biçimde, tarihten alınmış bir yurtsever örneği olarak, 20. yüzyılın insanı için yeniden yaratılmıştır.

Sanatın diğer dallarında olduğu gibi, ücretsiz mp3 indirme sitesi alanında da Jeanne d’Arc üzerine yüzlerce eser verilmiştir. E. Huet’nin 1894 yılında yaptığı araştırmalar Jeanne d’Arc’ı konu alan 400’den fazla kantat, senfoni, opera, kısa parçanın bestelendiğini ortaya koymaktadır.

Sıradan bir köylü kızı olarak başlayan yaşamı, 19 yaşında şeytanın işbirlikçisi olarak odunların üzerinde yakılarak son bulan Jeanne d’Arc’ın yaşamı ve gerçekleştirdiği mucizeler üzerine yüzlerce yıldır süregelen, akademik çevrelerde büyük yankı bulan tartışmalar hâlâ dinmemiştir. Efsaneye saldıranların çokluğu, bu iddiaların bütünüyle göz ardı edilmesine olanak vermemektedir. İşte bunlardan bazıları: Jeanne aslında bir prensestir ve şeytanla işbirliğine girerek cadılık yapmış ve bu nedenle engizisyon mahkemesi tarafından yargılanıp yakılmaya mahkum edilmişse de, son anda cadılıktan hüküm giymiş yeni çıkan albümleri dinle başka bir kadın Jeanne yerine yakılmıştır. Jeanne d’Arc, babası bilinmeyen bir prenses olarak yaşamını sürdürmüştür. Jeanne’ın duyduğu sesler, Aziz Mikail’le buluşması, gördüğü halüsinasyonların bir sonucudur; kayıtlar gerçekleri yansıtmamaktadır; Orleans’ın kurtarılışında ve VII. Charles’ın taç giyme töreninde yer alan kişi gerçekte bir figürandır. Buna da en iyi örnek Jeanne’ın sürekli erkek giysileriyle dolaşması ve bunları çıkarmaya yanaşmamasıdır.

Jeanne D’arc efsanesi, ister gerçek olsun ister olmasın, Fransızlar için hep bir sembol, olarak kalmaya devam edecek, bir Fransız’a soracağınız Jeanne D’arc kimdir sorusunun yanıtı hep aynı olacaktır: Fransa’nın Koruyucu Azizesi…

1 Yorum

YAZI HAKKINDAKİ DÜŞÜNCELERİNİZ

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.