Ortaçağ Avrupası’nın Kabusu: Kara Ölüm

Tarih boyunca birçok salgın hastalık insanlığı tehdit etmişse de hiçbirisi veba kadar dehşet vermemiştir. İnsan nüfusunu günümüze kadar yaşanan bütün doğal felaketlerden ve savaşlardan daha fazla belirlemiş olan, ilk olarak Mısır’da görülen, önce Filistin’e oradan da tüm dünyaya yayılan veba salgınları içinde 14. yüzyılda Avrupa’da yaşanan Büyük Veba Salgını, Avrupa nüfusunun neredeyse üçte birini yok etmesi bakımından belki de tüm veba salgınları arasında en güçlü olanıdır. Salgın yalnızca halkın her kesimini pençesine almakla kalmamış; sosyal, kültürel, ekonomik ve siyasi yaşamı da derinden sarsmıştır.

11. yüzyıla gelindiğinde Avrupa yüzyıllardır süren Karanlık Çağ’dan kurtulmayı başarmıştı. Karanlık Çağ’ın sona ermesinden 1300 yılına kadar ortalama insan ömrü düzenli olarak uzamış, bunun sonucu Avrupa nüfusu olabildiğince artmıştı. Bunun en büyük göstergesi hiç kuşkusuz kentlerin büyüme biçimi idi. Güvenlikleri için insanlar çoğunlukla kentlerinin etrafına duvarlar inşa ediyordu. Fakat duvarların inşa edilmesinden sonra kentin hemen dışına yapılan evleri içine alacak yeni duvarlar inşa ettiler. Bu yeni duvarlar nüfus artışının kanıtıdır: Karanlık Çağ’dan sonraki yüzyıllarda hızlı bir nüfus artışının yaşandığını gösterirler.

Avrupalılar ayrıca, artan nüfuslarını doyurmak için tarım alanlarını da genişletiyor veya daha verimli kullanıyorlardı. Kuzey İtalya’daki Milano kenti yakınlarında, çiftçilerin farklı ürünler yetiştirebilmesi için ırmak suyunu dağıtan bir kanal şebekesi kurulmuştu. Hollanda’da insanlar kıyılara deniz suyunu tutan bentler inşa ederek binlerce dönüm toprak elde etmişti. Almanya’da bataklıkları kurutmuş, Fransa’da da tarım arazileri elde etmek için ormanları açmışlardı.

Ancak 1300’lü yıllara gelindiğinde Avrupalıların nüfusu çok artmıştı. Doyurulması gereken çok fazla boğaz olduğundan her yerde kıtlık görülmeye başlandı. Kıtlıklar, aşırı yüklenilip zayıf düşürülen tarımın en çarpıcı işaretleridir.

1315 yılı boyunca hava berbattı. Her mevsim yağışlıydı, tarlalar sular altında olduğu için çoğu yerde ilkbaharda ekim yapılamadı, sabanlar çamura saplandı ve otlar kesilip ambara kaldırıldığı zaman ne olgun ne de kuruydular. Hasat her yerde normal seviyelerin yaklaşık yarısıydı ve kalitesi çok düşmüştü. 1316 başlarına gelindiğinde Avrupa’nın tümünde çoktan beri yiyecek sıkıntısı vardı ve bir sonraki ekim için gereken tohumlar yeniyordu. O yıl da çok yağışlı geçti; hasatlar yine normal seviyelerinin yarısı kadardı. Bir öncekini izleyen ikinci kötü hasat büyük bir kriz yarattı; buğday fiyatları üçe katlandı ve gerçek bir kıtlık olan yerlerde sekiz katına çıktı. Yoksullar yiyecek satın alamıyorlardı, bazı yerlerde mutlak bir kıtlık vardı, ortada hiç yiyecek yoktu. Yoksullar kitle halinde ölüyorlar, açlık çeken köylüler kırsal kesim boyunca topluluk halinde dolaşıyor ve birçoğu yiyecek veya para bulmak için haydutluk yapıyordu. Bulunan yiyeceklerin kalitesi çok düşüktü, ekmeklerde güvercin ve domuz dışkısı vardı ve hastalıktan ölen hayvanların yenmesi insanlar arasında salgın hastalıkların çıkmasına neden oluyordu. Britanya’dan Baltık’a kadar yamyamlık yapıldığına dair yaygın raporlar bulunur; 1318’de İrlanda’da yiyecek sağlamak için cesetler mezarlardan çıkarılıyor, Silezya’da idam edilen mahkumların cesetleri yeniyordu. Yem kıtlığı ve birçok hastalık bazı yerlerde koyunların üçte ikisinden fazlasını öldürdü. 1319’dan sonraki 4 yıl içinde Avrupa’daki öküzlerin yaklaşık üçte ikisi ölmüştü. Hava daha az kötü olmakla ve hasatlar düzelmekle beraber, Avrupa’nın toparlanması uzun zaman aldı.

Kara Ölüm Avrupa’ya Ulaşıyor

Fakat bu dönemde kıtlıktan çok daha korkunç bir katil ortaya çıktı. 1330’lardaki iklim değişikliği ile sıcak ve kuru rüzgârların bakteri, pire ve hayvanları Moğolların yerleşim alanına sürmesiyle, veba Asya ve Avrupa’da yayılma fırsatını yakaladı. 1347 yılının sonbaharında, Karadeniz’de ticaretle uğraşan Avrupalı tacirler, Kırım civarında Cenevizlilerin elindeki liman kentini ele geçirmek için vebadan ölenlerin cesetlerini mancınıkla kente fırlatan Moğolları gördüklerinde dehşete kapılmışlardı. Korku hemen baş gösterdi, Avrupalı tüccarlar ticareti bıraktı, gemilerine binip evlerine döndüler.

Ne var ki korkulan olmuş, veba mikrobu taşıyan pirelerle kaplı fareler de büyük olasılıkla tüccarlarla birlikte Avrupa’ya gelmişti. Sicilya’ya 1347 yılının Ekim ayında gelen bir Ceneviz kadırgası hastalığı Akdeniz’e ulaştırdı. Ardından İtalya’ya sokulmayan bir Ceneviz gemisi ise Fransa’da Marsilya limanına girip hastalığı Fransa’ya taşıdı. Veba kısa sürede Avrupa’nın güney kıyısındaki birçok liman kentini kasıp kavurmaya başladı. Ardından hızla iç bölgelere yayıldı ve 1348, 1349 ve 1350’de veba bazen yavaş, bazen hızla yayılarak Avrupa’nın büyük bölümünü etkisi altına aldı. Deri altı kanamaları nedeniyle vücutta mor-siyah lekeler oluşturduğundan hemen bir ad da edindi: Kara Ölüm.

İrlanda’nın güneyinde yaşayan John Clyn adlı bir rahip veba zamanında yaşamanın ve ölmenin nasıl bir şey olduğunu anlatan bir tarihsel kayıt tutmuştu:

Bu salgın hastalık köylerde ve kentlerde, kalelerde ve kasabalarda insan bırakmadı. Öyle ki oralarda yaşayan birini bulmak neredeyse olanaksızdı; salgın o kadar bulaşıcıydı ki, hasta birine veya bir ölüye dokunan herkes hemen hastalığı kapıyor ve ölüyordu… Çoğu bacaklarındaki ve koltuk altlarındaki çıbanlar, apseler ve kabarcıklar yüzünden öldü; bazıları başlarının ağrısından çılgına dönüyor, bazıları da kan tükürüyordu… Hatırlanmaya değer şeyler zamanla silinmesin ve bizden sonra yaşayacak olanlar bilsin diye… bunları yazdım; ve korkarım yazılanlar yazanla birlikte yok olacak… Belki biri hayatta kalır, Adem’in soyundan biri bu salgından kurtulur da benim başladığım çalışmayı sürdürür diye bu parşömeni bırakıyorum.

Clyn, veba yanı başında insanları kırıp geçirirken başka bir kayıt kaleme alacak kadar uzun yaşadı. Sonra onun kaleme aldığı kayıtta başka birinin el yazısıyla şu cümle yer alır: “Burada yazarın öldüğü anlaşılıyor.”

Vebadan Nasıl Korunulur!

Çoğu Avrupalı vebanın kötü havadan bulaştığına inandığından evlerinde tütsü yakıyordu. Birçoğu ise banyo yapılmazsa derideki gözenekler açılmaz ve kötü hava vücuda giremediğinden veba bulaşmaz düşüncesiyle banyo yapmaktan vazgeçmişti. İnsan idrarında yıkanmak, tılsımlar giymek ve evlerin içinde ölü hayvanlar bulundurmak da bulunan diğer tedbirlerin arasındaydı. Kimileri hastalığın nedenini 1345`de Mars, Satürn ve Jüpiter`in aynı hizaya gelmesine bağlıyor, Flagellant hareketine mensup kimi insanlar ise Yahudileri sorumlu tuttuklarından Yahudi avı başlıyordu. Öldürülen Yahudiler şarap fıçılarına koyularak Ren nehrine atılıyor, diri diri yakılıyor ya da evlerinin kapı ve pencereleri örülerek ölüme terk ediliyordu. Yalnızca Strasburg’da 2000 Yahudinin mezarlıklarının içinde diri diri yakılması insan avının boyutunu göstermesi açısından önemlidir.

Doktorlar hastalık kapma olasılıkları daha fazla olduğu için daha çok önlem almak zorundaydı ve kendilerini çürümekte olan cesetlerin ve şişliklerdeki akıntının kötü kokusuna karşı gaga biçimindeki kısmına sirke ve güzel kokulu süngerler koydukları maskeler ve kıyafetlerle korumaya çalıyorlardı.

kara-veba

Hastalığın bilinen bir tedavisi yoktu. Tıbbın yaşananlar karşısındaki elinden bir şey gelmemesi insanları rasyonellikten ve bilimsel yöntemlerden uzaklaştırmıştı. John of Burgundy’in vebadan korunmak için bilimsel açıklamalar(!) içeren Treatise of Epidemic adlı broşüründe şunlar tavsiye ediliyordu:

Yemek ve içmekte aşırılıktan, banyo yapmaktan ve tüm seksüel ilişkilerden kaçınılmalıdır. Çok az ya da hiç meyve yenmemelidir. Balla yapılmış herhangi bir şeyden ya da bal liköründen kaçınılmalıdır. Soğukta ya da yağmurlu havada şöminede hafif ateş yanmalıdır, sisli ya da rüzgârlı havada evden ayrılmadan önce her sabah güzel kokular solunmalıdır. Zenginseniz amber, misk, biberiye ve benzerlerini, fakirseniz limon renkli zerdeçal, karanfil, Hindistan cevizi ve benzerlerini koklayın. Amberden ya da diğer kokulardan bir demet elde taşınmalıdır. Yatağa gidince pencereler kapatılmalı, dumanı ve güzel kokusu odayı doldursun diye ardıç dalları yakılmalıdır ya da toprak bir kaba dört adet yanan kömür konulmalı, üzerine biraz toz barut serpilmeli ve dumanı solunmalıdır. Salgın sıcak havada olursa, sıcaktan ziyade soğuk şeyler ve daha çok et yenilmelidir. Yenen miktardan daha fazla içilmeli ve su ile beyaz şarap içilmelidir. Bol miktarda sirke kullanılmalıdır. Hava kötüyse ya da sisliyse evden ayrılmadan önce güller, menekşeler, zambaklar, beyaz ve kırmızı sandal ağacı dalı, misk ya da kâfuru koklanmalıdır.

Büyük veba salgını toplumsal, ahlaki ve dini değerleri de altüst etti. Birçok insan salgının Tanrının bir gazabı olduğunu düşündüğünden duadan ve kiliseden medet umuyordu. Ne var ki halk her anlamda güvendiği kilise üyelerine nedenini çözemedikleri vebayı sorduklarında ve çaresini istediklerinde yanıt alamadıklarında kilisenin otoritesi de sarsıldı. Kiliseler  yine açıktı ama halkın toplu ortamlardan kaçması nedeniyle artık ne günah çıkarılıyordu ne de kiliselerin bir cemaati vardı.Daha kötüsü, din adamları da vebadan kaçmanın yollarını arıyordu! Korku içindeki din adamları ölülere karşı son görevlerini yerine getirmiyor, ölü yakınları cesetlere uzaktan bakmakla yetiniyordu. Akrabalar ve komşular birbirlerini ziyaret etmekten korktuklarından bazıları yalnız başlarına ölmüş,  cesetleri ancak etrafa yayılan pis kokuları nedeniyle fark edilmiştir

kara-olum-doktorİtalya’nın bir kentinde kayıt tutan biri, “Bir duvar dibine işeyen tek bir köpek kalmadı” diye yazıyor. Yaklaşık 100 yıl boyunca veba, bir orada bir burada defalarca ortaya çıktı. Roma yakınlarındaki küçük bir kentte kayıt tutan biri şöyle yazıyor: “İlk veba salgını 1348’te yaşandı ve en kötüsüydü.” Ardından sıralıyor: “İkinci salgın, 1363. Üçüncü salgın, 1374. Dördüncü salgın, 1383. Beşinci salgın, 1389…” Başka birinin el yazısıyla şu cümle eklenmiş: “Altıncı salgın, 1410.” Avrupa’nın büyük bölümünde yaklaşık 1450 yılına dek veba salgını tekrarlamaya devam etti.

Salgın bir türlü önlenemediğinden insanların panik içinde kentleri terk ederek daha uzak bölgelere kaçmaya çalışması vebanın daha çok yayılmasına neden olmuştu. Kara Ölüm büyük olasılıkla, dış dünyadan izole olmuş, ulaşımı zor ücra bölgelere pek uğramamıştı. Fakat büyük veba salgını sırasında kentlerde yaşayanların en az sekizde biri, en fazla üçte ikisi can vermiş; toplamda Avrupa, nüfusunun  üçte birini yitirmişti. 1340’da  76 milyon olan nüfus 1450’de ancak 50 milyondu.

Ardından Avrupalıların nüfus döngüsü yeniden başladı; nüfus arttı. Fakat Avrupa 13. yüzyıldaki nüfusuna ancak 16. yüzyılda erişebilecekti. Bu artışın nedenleri bir hayli açık gibi görünüyor. Veba artık daha az yaygındı (nedenini kimse bilmiyor) ve Fransa ile İngiltere arasındaki Yüz Yıl Savaşı sona ermişti. En önemlisi de, daha önce vebadan o kadar çok insan ölmüştü ki, hayatta kalanlar için yeteri kadar arazi ve yiyecek vardı. İyi beslenen bir insan topluluğu hastalıklara karşı daha dayanıklıydı.  İnsanların bir dereceye kadar bağışıklık kazanması ve veba salgınlarının şiddetinin azalması neredeyse 100 yıl ve pek çok nesil aldı. Bununla birlikte, yüzyıllarca Avrupa’da yaşamın büyük endişe yaratan bir gerçeği olarak kalmaya devam etti.  Batı Avrupa’da son salgın 1720-1721 ‘de Marsilya’da görüldü.

1 Yorum

YAZI HAKKINDAKİ DÜŞÜNCELERİNİZ

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.