Roma İmparatorluğu’nda Kölelik

Roma İmparatorluğu’nda kölelik sistemin ayrılmaz bir parçasıydı ve doğuda yüzyıllarca var olmuştu. Roma İmparatorluğu’nda köleliğin temel kaynağı savaş tutsaklığı (Captivitas) idi. Savaş sırasında yakalanan düşman askerlerinin yanı sıra, savaşta teslim olmamış tüm düşman halkı savaştan sonra savaş tutsağı kabul edilirdi.  Yapılan savaşlar sonrası köleler İtalya’da savaş ganimeti olarak birikmişti. Özellikle Cumhuriyet döneminin son iki yüzyılında yapılan savaşlar sonucu Hellenistik Yunan dünyasından gelenlerle köle sayısında patlama yaşanmıştı. Bazen savaşlar sonrası inanılmaz sayıda insan köle yapılıyordu. Örneğin İmparator Vespasian döneminde Kudüs’e yapılan bir seferde yüz bin Yahudi köle yapılarak imparatorluğun birçok kentine yollanmıştı.  Jül Sezar da Galya’da savaşlarla geçen dokuz yılını anlattığı  Commentarii de Bello Gallico (Galya Savaşı Üzerine)  adlı yapıtında bir milyon savaş tutsağı aldığını, bozguna uğrattığı kabilelerden birinden 53.000 kişiyi hemen köle olarak sattığını ve onlara nasıl zalimce davrandığını övünerek anlatır.

Kölelik kurumunun tek kaynağı elbette savaşlar da değildi.  Bazı ağır cezalara çarptırılan kişiler özgürlüklerini yitirdiklerinde köle olurlardı (Servus Poenae). Örneğin bir kamu suçundan dolayı ölüm cezası alanlar, ömür boyu madenlerde çalışmaya ya da gladyatörlerle dövüşmeye mahkum edilmiş kimseler de köle kabul edilirdi. Bunun dışında korsanlar tarafından yakalananlar ya da kendini köle olarak satmak isteyen Romalılar da diğer kaynaklardı. Yalnız kendini köle olarak satmak isteyen bir Romalının en az 21 yaşında olması bu işlemin Roma dışında yapılması şarttı.

Çoğu kişiye bir insanın kendi isteğiyle köle olmak istemesi şaşırtıcı gelebilir. Fakat Roma İmparatorluğu tüm ihtişamına karşın aşırı uçlarda yaşamların olduğu bir imparatorluktu. İmparatorluk nüfusunun büyük çoğunluğu yoksuldu. Tek kelimeyle, içinde, şanslı azınlıktan daha geniş bir kitlenin refahtan yararlanması için üretilebilecek yeterli bir üretim fazlası yoktu. Nüfusun çoğunluğu, topraksız işçiler, kiracılar ve köylü arazi sahipleri olarak, mevsimlerdeki ya da iklimdeki bütün dalgalanmalara maruz kalacak biçimde toprağa bağlıydı. Kıtlık ve açlık sık görülürdü. Ayrıca, temel gereksinimlerin fiyatlarının aşırı şekilde dalgalandığı ve kıtlık zamanlarında buğday fiyatının normalin altı ya da yedi katı kadar artabildiği de bir gerçekti. Kısacası küçük bir azınlık dışında çoğunluğun yoksul olduğu Roma toplumunda, açlıktan ölmemek ve hayatta kalmak için kölelik bazen tek kurtuluş yoluydu.

Antik Roma’nın ilk günlerinde kölelerin, galip olanın öldürme hakkına sahip olduğu ya da ertelenmiş bir ölüm hükmünün gölgesinde korumayı seçtiği, yenilgiye uğratılmış düşmanlar olduğunu belirtilir. Aynı zamanda yenilen bu düşmanlar, Roma ideolojisinde kendilerini son derece aşağılanmış görürlerdi. Bu nedenle kölelerin köle olduğunu, çünkü onların doğuştan köle ruhlu ya da talihsizlikleri yüzünden zamanla köle haline geldiklerini iddia etmek mümkündü. Bu nedenle tüm aşağı hizmetleri (operae illiberalis) kölelerin yapması gayet doğal bir durum kabul ediliyordu.

Elbette bu durumun bazı farklı yansımaları da olmuştu.

İlk imparatorluk döneminin başlarına kadar birçok ticari faaliyetin hem aşağı iş kabul edilmesi hem de MÖ 218 yılında çıkarıldığı düşünülen “Lex Claudia de senatoribus” adlı kanunla aristokratlara yasaklanmış olması, Roma ticaret yaşamının büyük bölümünün kölelerin ve azat edilmiş kölelerin eline geçmesine neden olmuştu. Çünkü Roma’nın doğuştan özgür yurttaşları bu aşağı işlerde çalışmaya sıcak bakmıyor, aristokratlar da emrinden çıkmayacağını bildiği kölelere bu işleri yaptırmayı tercih ediyordu.

Nüfusunun Yüzde Kırkı Köle Olan İmparatorluk

İtalya’da kölelik, tarihi nedenler yüzünden oldukça yaygın bir olguydu. Tahminen, MÖ birinci yüzyılın sonunda İtalya’da, toplam nüfusun yüzde 40’ını oluşturan iki ya da üç milyon köle vardı. Kölelik batıda daha az yaygındı. Örneğin, diğerlerine nazaran Britanya’daki kölelikten bahseden sadece birkaç referans vardır ve Galya’da kölelere yalnızca kentlerde rastlanır. Unutulmaması gerekir ki gerçekte köleler, özellikle Yunan dünyasından gelenlerin pek çoğu, büyük olasılıkla Romalı efendilerinden kültürel anlamda daha incelikliydi. Özel yetenekleri olan bu köleler kimi zaman efendilerinin çocuklarının müzik eğitimi ile ilgileniyordu.

Bu dönemdeki Yunan ya da Roma dünyasında, kölelik kurumuna karşı girişilen herhangi bir başkaldırıya ilişkin hemen hemen hiçbir kanıt bulunmuyor. Bazı Stoacılar kölenin de insan olarak tanınması gerektiğini savundular. Seneca mektuplarının birinde şöyle yazar:

Köle diye çağırdığın insanın seninle aynı tohumdan geldiğini, aynı gün ışığının tadını çıkardığını, senin gibi soluk aldığını, senin gibi yaşadığını, senin gibi öldüğünü unutmazsan eğer, onun seni bir köle olarak tasavvur edebildiği gibi, sen de kolaylıkla onun özgür bir insan olduğunu düşünebilirsin.

Yine de bu, tedbirli ve vesayetçi bir hümanizmadan başka bir şey değildi ve kurumun kendisiyle ilgilenmediği açıktı. Hristiyanlık önemsiz bir fark yarattı. Ephesoslu yazar köleliği sadece yeni bir bağlama taşıdı.

Köleliğin neredeyse hiçbir ekonomik temeli yoktu. Kitlesel çoğunluğunu yoksulların oluşturduğu bir toplumda köle satın almak ve bütün bir yıl onun ihtiyaçlarını karşılamak, gerektiğinde rastgele işçi kiralamak kadar ucuzdu. Roma, varlığını sürdürebilmek için ekonominin köleliğe bağlı olduğu anlamda bir köle toplumu değildi. İspanya’daki madenler büyük çoğunlukla köleler tarafından işletilmişti, fakat muhtemelen Galya’dakiler değil. Keza kölelerin büyük çoğunluğu latifundia adı verilen çiftliklerde çalışırdı. Yine de köleler olmasaydı ekonominin hiçbir dalı çökmeyecekti. Ya da, köle sahiplerinin yararına birikmiş olan sosyal ve ekonomik kazançlar, onların insan kaynaklarını ve mülklerini, sahip oldukları ve neredeyse sınırsız derecedeki kontrol etme ve zorlama yeteneklerinin sonucunda elde edilmişti. Bu ölçüdeki bir denetim, gıda temininde sağladığı her tür rahatlıkla sadece yaşamı kolaylaştırmakla kalmıyor, aynı zamanda köle/mal-mülk sahibinin özgürlüğünü pekiştiriyor ve dolayısıyla onu toplumsal açıdan daha saygın bir birey haline getiriyordu. Satiricon’un başkarakteri ve kendisi de azatlı bir köle olan Trimalchio, verdiği ziyafet boyunca bazen gözdağı, bazen de özgürlük sözü vererek kölelerinin duygularıyla oynamaktan hoşlanır, fakat bunu elde ettiği yeni zenginliğin bir göstergesi olarak ve bilerek yapar.

Köle Sahiplerinin Acımasızlığı

Sayılarının çokluğu ve Cumhuriyet dönemindeki köle ayaklanmalarının hatıraları, ki MÖ 130’larda Sicilya’daki isyan ve MÖ 73’te Spartaküs ayaklanması 70.000’den fazla köleyi saflarına çekmişti, kölelere karşı takınılan tutum ve davranışları belirlemiş olmalıdır. İçlerinden biri efendisini öldürünce aynı ev halkından tüm kölelerin topyekûn idam edilmesi geleneği, korkunun derinliğini ve bu sorunun üstesinden gelebilmek için teröre başvurmanın ne denli yaygın bir araç olduğunu gösterir. Keza zor durumdaki efendisine yardım etmeyen, efendi intihar ederek ölmüş bile olsa, onu intihardan vazgeçiremeyen köleleri de aynı son beklemektedir.

İmparatorlar tarafından MS ikinci yüzyılda alınan birkaç insancıl önleme dek, bu yönteme başvuran köle sahiplerinin acımasızlığını sınırlayacak hiçbir yaptırım yoktu. Kölelere davranış biçimi, köle sahiplerin karakteri ile yakından ilgiliydi. Korkunç şeylerin yaşandığı duruşmaların birinde Cicero, Sassia adındaki bir sahibenin, kendi üvey babasının katlinden bir köleyi nasıl sorumlu tuttuğunu anlatır. Köleye, âdet olduğu üzere ve tanıkların önünde, gerçeği söylemesi için işkence yapılır. Gereken itiraf gelmeyince Sassia işkencecilere öylesine sadistçe buyruklar verir ki, sonunda tanıklar bu zulme daha fazla tahammül edemez ve Sassia’yı bu işten vazgeçirmek zorunda kalırlar.

Bergamalı ünlü hekim Galenus, “de Animi Morbis” (Ruhun Hastalığı Üzerine) adlı yapıtında köleleri yumruklama, dişlerini kırma ve gözlerini oyma yöntemlerini  ayrıntılarıyla anlatır. Yapıtında kölelerin asla elle dövülmemesi gerektiğini ve bunun yerine kamçı kullanılmasını öğütler. Çünkü efendinin eli bu cezalandırma sırasında incinebilir.

Antik Roma'da kölelik

Ancak imparatorluk döneminde köle sayısının olağanüstü artması ve Hristiyanlığın yaygınlaşması bazı düzenlemelerin yapılmaya başlanmasını zorunlu kıldı. Örneğin MS 20’de çıkarılan lex Petronia ile efendilerin köleleri cezalandırmak amacıyla vahşi hayvanlara parçalattırması ya da ateşe atılması yasaklandı! İmparator Titus Flavius Domitianus ise Romalı kadınların cinsel zevklerini tatmin ederken hamile kalma riskini ortadan kaldırmak amacıyla genç erkek kölelerini hadım etme uygulamasını yasakladı. Aile reislerinin (pater familias) hem oğullarını hem kölelerini öldürmek gibi  sahip oldukları mutlak haklar da (jus vitae necisque) imparatorluk dönemi yasalarıyla hayli sınırlandı. Bu dönemden sonra kölesini öldürmek isteyen efendilerin yargıdan karar çıkartması isteniyor, dolayısıyla acımasız köle sahiplerinin öfkesi biraz olsun frenlenmiş oluyordu. Özellikle danışmanları arasında birçok azat edilmiş köle olan İmparator Claudius zamanında (41-54) çıkarılan birçok yasanın kölelerden yana olduğu dikkat çeker.

Yine de kölelere karşı anlayış temelde fazla değişmez. Tarım ürünleri uzmanı Columella’nın yazılarında kölelere doğuştan hilekâr muamelesi yapılır ve sürekli denetim altında tutulmaları gerektiği anlatılır. Columella satır aralarında kısaca, çalışırlarken köleleri birbirlerine zincirleme ve geceleri hapishaneye kapama uygulamalarından bahseder. Kölelerin gruplar halinde çiftliklerde ve madenlerde istihdam edildiği durumlarda karşılaştıkları gündelik muamele en kötüsü olmalı.

Ev ortamında çalışan kölelerin konumu daha karmaşıktı. Geniş bir aile birkaç yüz kişiden oluşabilirdi ve ev halkını oluşturanların meslekleri, doktorluk, öğretmenlik ve sekreterlik gibi özel beceri gerektiren işlerden, uşak ve kâhyalık gibi idari işlere, nihayet temizlikçi ve süpürgeci gibi en bayağı işlere kadar çeşitlilik gösteriyordu. Bu işlerin birçoğu, sahip ya da sahibe ile birebir ilişki kurma fırsatı veriyor; köleler Roma’nın büyük ailelerinden birinin malı olmakla onurlandırılabiliyorlardı. Aslında, güvenli ve iyi yönetilen bir hane, köleye sokaklardan daha iyi bir yaşam sunabilirdi. Köleler yasal olarak evlenemezken gizli cinsel ilişkiler (bu ilişkilerden olma çocuklarla birlikte) yaygındı ve dışarıdaki dünyadan gelenlerin yerine köleliğin içine doğmuş olan köleleri tercih eden pek çok köle sahibi, bu aile düzenlemelerine göz yumuyordu.

Yine de ve hiçbir zaman için, şiddetten, kötü muameleden ve cinsel tacizden korunma garantisi yoktu. Kahraman Lucius ile cinsel ilişki kurmaktan hoşlanan, dahası bunu başlatan, Apuleius’un Altın Eşek’inin cesur köle kızı Fotis, örnek olarak kabul edilemez. Trimalchio, sahibinin ve sahibesinin cinsel arzularını tatmin ettikten sonra azat edilmiş olmakla her zaman gurur duymuştu.

Köle anne babadan doğan çocuklar köle olarak kabul edilir ve bu çocuklar anne babalarından ayrı olarak satılabilirdi.

Azat Edilme ve Azatlı Köleler

Roma'da köle pazarıRoma’nın Yunanistan’dan ayrıldığı nokta, kölelerin azat edilebilmesi ve bu azatlı kölelerin soyundan gelenlere Roma yurttaşlığı hakkının verilebilmesiydi (Manumissio). Azat edilme, MÖ beşinci yüzyılın On İki Tablet’inde rastlanacak kadar geriye giden bir antik kavramdı. Bir köle sahibi kölesini magistratın önünde okuduğu bildiriyle ya da kendi koyduğu koşullarda serbest bırakabilirdi. Diğer bir seçenek de, tazminat parası olarak biriktirdiğini sahibine önermesi ve sahibinin de bunu kabul etmesiyle, kölenin özgürlüğünü satın alabilmesiydi. Ne var ki, köle sahibinin kendi isteğiyle azat edebileceği köle sayısı Augustus tarafından konulan bir yasayla sınırlandırıldı. Otuz ila yüz kölesi olan biri kölelerinin dörtte birinden fazlasını serbest bırakamazdı, yüzün üzerinde kölesi olansa bunların sadece beşte birini azat edebilirdi.

Azat edilen bir köle artık özgürdü. Ancak birçok sınırlamalara bağlı olan ikinci derecede bir yurttaş kabul edilirdi. Eski efendisi ile arasındaki bağlılık ilişkisi nedeniyle kamu ve özel hukuka ait ve ancak eski efendinin ölümüyle son bulan bazı sınırlamalar içinde yaşamak zorundaydı.

Azat edilme kölelerin küçük bir azınlığına özgürlük getirdi ve sahibi hayattayken azat edilen köleler kaçınılmaz olarak onun saygısını kazananlar arasından seçilirdi. Cicero’nun azatlı kölesi Tiro, eski sahibinin içten sevgisini kazanmıştı. Azatlı köle, evlenmek için eş seçiminde (azat edilen erkek ve kadın kölelerin aralarında yapılan evlilikler yaygındı) ve servetini bırakabilme usulünde süregiden bazı sınırlamalara tâbiydi, fakat onun çocukları herhangi bir yurttaşın bütün haklarına sahipti ve hemen hemen bir kuşak içinde, bu sınırlamaların hiçbir önemi kalmayacaktı.

Azatlı kölelerin pek çoğu önceki sahipleriyle bağlarını koparmadı ve çoğunlukla tüccar ve zanaatkar olarak kentlerde sürdürdükleri yeni yaşamlarında onlardan destek aldılar, hatta onların aile mezarlıklarına gömüldüler. Azatlı kölelerin eski sahipleri, bunun karşılığında ve sadece tam bir sadakat bekleyebilirdi. Bu durum, Claudius gibi imparatorların neden çok sayıda azatlı köle kullandığını açıklıyor. Bununla birlikte geleneksel Romalılar azatlı kölenin varlıklı bir konuma yükselmesini korkuyla izlediler. Petronius’un Satiricon’undaki Trimalchio tiplemesi, edebiyattan seçilmiş klasik bir örnektir. Yedi yüzyıl önce Theognis tarafından telaffuz edilen ve ne ölçüde olursa olsun zenginliğin soyluluk yaratamayacağına ilişkin iddialar, bu bağlamda yeniden ortaya çıkar. Seneca Calvisius Sabinus adındaki birinden, “Servete ve azatlı bir kölenin ruhuna sahipti” diye bahseder.

Ne var ki, köleliğin küçük bir azınlığın sosyal açıdan ilerlemesi için işlemesi, Roma toplumunun paradokslarından biri olarak kaldı. Horatius’un babası azatlı bir köleydi, oğlu da en sonunda Augustus’un samimi bir arkadaşı olup çıktı. MS birinci yüzyıl ortalarında, Asya’da köle olarak doğan filozof Epiktetos, bir de fazladan topal olmanın acısını çekiyordu. Ancak azat edildikten sonra, zamanının büyük bölümünü Roma’daki elit kesimin arasında geçirir oldu; hatta sonradan Hadrianus’un huzuruna kabul edilmiş bile olabilir.

İmparatorluğun sunduğu fırsatlardan yararlanan tek birey eski köle değildi. Ordu, herhangi birinin, üzerinde ilerleyerek imparatorluğun en yüksek memurluklarına erişebileceği ve karışıklık zamanlarında imparator bile olabileceği bir yoldu. İmparator Diocletianus, hakkında anlatılan, bir köle ya da bir kölenin oğlu olarak doğduğu, buna rağmen orduyu basamak gibi kullanarak en yüksek konuma ulaşmayı başardığı yolundaki efsaneyle, bu durumun güzel bir örneğidir.

YAZI HAKKINDAKİ DÜŞÜNCELERİNİZ

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.